Sosyal Politika ve Özürlülük
Dr. Mehmet AYSOY
[1]
Günümüz dünyası
değişen toplumsal koşullar nedeniyle sosyal politika alanında yeni
yaklaşımlar geliştirme çabası içindedir. Sosyal politikanın temel
amacını, değişik risklere karşı toplumda zayıf kesimlerin güvenceye
alınması oluşturur. Bu amaçla oluşturulan sosyal koruma sistemleri
ve yeniden dağıtım mekanizmaları ile bu kesimlerin sosyal ve
ekonomik yaşama katılımı sağlanırken, toplumun ekonomik ve kültürel
kaynaklarının adil dağılımı da sağlanılmaya çalışılır[2].
Bu bağlamda sosyal politikanın üç temel değerden esinlendiği
söylenebilir: Bunlar özerklik, hakkaniyet ve toplumsal
bütünleşmedir. Sosyal dışlanma ile mücadele, toplumsal aidiyet ve
güven sosyal politikanın hedefleridir.
Geleneksel sosyal
politika olarak nitelendirebileceğimiz söz konusu yaklaşım, nüfusun
yaşlanması ve iş piyasasından dışlanma gibi yeni sorunlar karşısında
yetersiz kalmıştır. Eşit olmayan gelir dağılımını düzeltmek ve
yoksulluğu önlemek için geçmişte uygulanan sosyal politikaların
başvurduğu temel araç, zenginlerin ve ekonomik büyümeden en fazla
pay alanların gelirlerinden kesilen vergilerin, hastalık, yaşlılık
ve mesleki vasıf yetersizliği gibi herhangi bir nedenle ücretli bir
işte çalışamayan kişilere transfer edilmesi idi. Ancak, geçmişte
böyle bir sözleşmenin uygulanabilmesini mümkün kılan uygun ekonomik
ve demografik koşullar artık ortadan kalkmıştır. Günümüzde sayıları
gittikçe artan emeklilerin ve sağlık hizmetlerine ihtiyacı olan
kişilerin giderleri, sayısı gittikçe azalan çalışma yaşındaki nüfus
tarafından üstlenilmektedir. Kitlesel işsizlik ve erken emeklilik
olguları, demografik etkenlerin etkisini artırarak sosyal güvenlik
sistemlerinin sürekliliğini zora sokmuştur.
Bu bağlamda
geleneksel sosyal politikanın dışında “aktif sosyal politika” dan
söz edilmektedir. Bu yaklaşıma göre kamu idareleri sosyal
politikanın tek aktörü değildir. Sosyal alanda önemli roller
üstlenebilecek, hatta sosyal korumanın finansmanına ve uygulamasına
katılabilecek bir çok sosyal grup bulunmaktadır. Bu doğrultuda özel
sektör sosyal hizmetlerin sunumuna geniş ölçüde katılabilir. Çocuk
bakımından yaşlılara ve özürlülere götürülebilecek çeşitli
hizmetlere kadar özel sektör kamu sektörü yanında değişik seçenekler
sunarak önemli işlevler yerine getirebilir.
Sosyal politikalarda
ortaya çıkan bu iradi yaklaşım, bireylerin gelecekten beklentilerini
artırmak için onların kapasitelerine yatırım yapılması gerekliliğine
vurgu yapmaktadır. Bu yeni yaklaşım, hükümetlerce sosyal yardımları
azaltan, vergi gelirlerini artıran, daha geniş anlamda yoksulluğu ve
sosyal dışlanmayı önleyerek uyumlu bir toplum öngören sosyal
politikalara yatırım yapılmasının daha yararlı olduğu anlayışına
dayanmaktadır.
Söz konusu
politikalar toplumu oluşturan birey ve grupların sosyal ve ekonomik
yaşama tam olarak katılmalarını özendirmektedir. Bu yaklaşım
toplumun üyesi olarak bireylerin ve grupların hak ve
yükümlülüklerinin tanınmasına dayanmakta ve hayatın risklerine karşı
kişileri korumanın ötesinde mümkün olduğu kadar onların
kapasitelerine yatırım yaparak, tüm yaşam boyunca potansiyellerini
gerçekleştirmelerine çalışmaktadır. Bununla birlikte, bu yeni
yaklaşımın kabul edilmesi, toplumun dezavantajlı kesimlerinin
yoksulluğa karşı korunması ve gelir güvencesi sağlanması gibi eski
sosyal politikanın izlediği amaçların terk edilmesi anlamına
gelmektedir. Bu çerçevede ülkemizde geçerli olan sosyal politika
anlayışı ve sosyal hizmetlerin yeniden gözden geçirilmesi
gerekmektedir.
Özürlülük açısından
yeni sosyal politika yaklaşımında temel hedef özürlülerin toplumla
bütünleşmesi olarak karşımıza çıkar. Özürlülük konusundaki
çalışmalar değişen koşullar açısından değerlendirildiğinde ise
sosyal politikanın en sorunlu alanlarının başında gelmektedir ve bu
durum özürlülüğün dinamik yapısından kaynaklanmaktadır. Özürlülük
günümüzden kısa süre öncesine kadar kabul edildiği gibi çeşitli
önleme çalışmalarıyla tüketilebilir bir olgu değildir. Dünyada
olduğu gibi ülkemizde de (12.29) özürlülük oranı yaşlanmaya endeksli
olarak yükselmekte ve bu bağlamda da özürlülük fenomeninin kapsamı
ve içeriği genişlemektedir. Özürlülüğün geleneksel olarak
tanımlandığı “fiziksel eksikliğe” dayalı yaklaşımlardan vazgeçilmiş,
işlevsellik açısından değerlendirilmeye başlanılmıştır. Buna göre
özürlülük sadece ortopedik, görme, işitme ve zihinsel olarak
değerlendirilen başka deyişle fiziksel bir eksiklikle nitelenen bir
olgu değil, süreğen hastalıkları da içinde barındıran bir olgudur.
Bu doğrultuda homojen bir yapı arz etmeyen özürlülük kendi içinde
“ağır özürlülük” ve diğeri olarak sınıflandırılmaktadır. Ağır
özürlülük, sadece belli özür türlerinin niteliği olarak değil
“bağımlılık oranı” çerçevesinde her özür türünü kendi içinde
barındırmaktadır. Bu anlamıyla da özürlülük alanında yapılacak
çalışma ve hizmet sunumları değişmektedir.
Ülkemizde ise sosyal
politika açısından özürlülüğün daha çok yoksulluk bağlamında
değerlendirildiğini[3]
söyleyebiliriz. Özürlülük yoksulluğun ürünü olmamakla birlikte
yoksulluk nedenidir ve ülkemizde özürlülerimize yeterli eğitim ve
istihdam altyapısı söz konusu olmadığından özürlülük yoksulluk
bağlamında hizmet sunumunun konusudur. Ülkemizde diğer bir sorun
alanı yine yoksullukla bağlantılı olarak sağlık hizmetleridir.
Özürlülerin sağlık sorunlarından söz edilebilir ancak özürlülük bir
“hastalık” değil bir durumdur. Bu doğrultuda da özürlülere yönelik
hizmet sunumunun öncelikleri sadece “yardım” başlığında toplanmaya
uygun değildir ve bu türden hizmetler yeterli değildir.
Konuya sosyal
hizmetler açısından yaklaşıldığında ise ülkemizde yoksulluk eksenli
yardımlar dışında özel eğitim ve rehabilitasyon hizmetleri söz
konusudur. Hem hizmet standartları hem de denetim mekanizmaları
açısından çeşitli sorunlar taşıyan bu hizmet sunumlarının
yetersizliği bir yana ülke koşullarımıza göre uygunluğu da ayrı bir
problematiktir.
Ağır özürlülük
açısından en temel sorun ailelerine bağımlı olan özürlülerin
ailelerinin de eve bağımlı yaşamalarıdır. Bu bağlamda çok acil
durumlarda dahi özürlü çocuğunu bırakıp ihtiyacını gideremeyen
özürlü annelerine yönelik “aile destek hizmetleri” önceliktir. Aile
destek hizmetleri yerel idareler açısından da en kolay hizmet
organizasyonlarının başında yer almaktadır. Basit anlamda “özürlü
kreşi” biçiminde sunulabilecek bu tür hizmetler, aile eğitimi ve
rehabilitasyonu da içerecek biçimde daha kompleks olarak da
sunulabilir.
Kamu idareleri
merkezli hizmet imkanları açısından diğer öncelikli alan “istihdam”
dır. Ülkemizde özürlülerimize meslek edindirilemediği için istihdam
konusunda önemli sorunlar bulunmaktadır. Bu konuda yapılabilecek en
doğrudan hizmetler “mesleki rehabilitasyon” ve “korumalı işyerleri”
düzenlemeleridir[4].
Ayrıca çalışmaları uzun bir
süredir devam eden ve meclis gündeminde olan “Özürlüler Kanunu”
yürürlüğe girdikten sonra ülkemizde özürlülük konusunda yeni
politikaların temel referansını oluşturacaktır. Bir politika aracı
olarak özürlüler kanunu[5]
hem özürlülere yönelik sunulacak hizmetleri hem de sosyal hakları
yeniden düzenlemektedir. Ayrımcılıkla mücadele merkezinde bir
özürlüler politikasını belirleyecek olan kanunla birlikte kamu
idaresine “ulaşılabilirliğin sağlanması” açısından da önemli
yükümlülükler getirmektedir[6].
Hem mevzuat düzeyinde hem de
yerel idarelerin özürlülük konusunda gerçekleştirebilecekleri
hizmetler açısından sürdürülen çalışmaların genel gerekçesi
halihazırda sahip olunan bakış açısıdır. Ülkemizde özürlüye “özel”
düzenlemelerde ciddi bir yoğunlaşma ve bu süreçte de yanlış
uygulamalar belirginleşmektedir. Dönem dönem medyada yer alan
“özürlüler parkı” gibi uygulamalar “özürlüye özel mezar”a kadar
uzanmıştır. Söz konusu yaklaşım özürlüleri toplumdan ayıklayan,
ayrımcı yaklaşımların ürünü olarak karşımızdadır. Olması gereken
özürlüye özel değil her düzenlemede özürlülerin faydalanabileceği
uygulamalardır.
Aktif sosyal politika açısından
sivil toplum kuruluşları sosyal hizmet alanının önemli aktörleri
konumundadır. Dünyada yaygınlaşan “özürlüler hakkında özürlüler
olmadan asla” ilkesi, özürlülük konusunda yapılacak düzenlemelerin
etkin ve verimliliği açısından referans hükmündedir. Ülkemizde
giderek yaygınlaşan sivil toplum kuruluşları arasında özürlülerle
ilgili olan kuruluşların fazlalığı dikkat çekicidir ve bu durum da
ülkemiz açısından önemli bir göstergedir. Hemen her il ve ilçede
varolan söz konusu kurumlarla kamu idaresinin işbirliği, üretilecek
hizmetin sunumu açısından önemli kolaylıklar getirmektedir. Bu
anlamda bir işbirliğinden beklenti öncelikle ihtiyaç analizi
çerçevesindedir, diğer halde sivil toplum kuruluşlarının özürlülük
konusunda yetkin olduğu ve çözüme yönelik projeleri bulunduğu veya
doğru yaklaşımlar taşıdığı ön kabülü taşınmamalıdır. Sivil toplum
kuruluşları açısından bu anlamda bir vizyonun süreç içerisinde
oluşacağı beklenmelidir ve işbirlikleri bu süreci hızlandıracak
birer araç olacaktır.
[1] Sosyolog,
Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkan Vekili
[2] Sosyal
koruma söz konusu bağlamda; bir ülkede yaşayanların sosyal risklere
karşı korunmaları için düzenlenmiş olan tüm toplu transfer
sistemlerini kapsamaktadır. Günümüzde AB düzeyinde “sosyal koruma”
harcamaları AB’nin gayri safi gelirinin %28.5’i düzeyindedir. Bu
çerçevede sosyal koruma harcamalarının önemli bir bölümü; emeklilik
(1996’da %43) ve sağlık (%22) harcamalarından oluşmaktadır. Sosyal
koruma sisteminin finansmanının %63’ü sosyal katkılardan, %30’u ise
vergilerden gelmektedir.
[3] Bkz Aysoy,
M, “Yoksulluk Açısından Özürlülük”, Yoksulluk Sempozyumu, Deniz
Feneri Yayını 2003.
[4]
Yerel ihtiyaca göre özürlülere uygun mesleklerin edindirilebileceği
bu tür hizmetlerin maliyetleri İş-Kur bünyesinde yer alan fonlardan
karşılanabilmektedir. Bu konularda çalışma yapmak için Başbakanlık
Özürlüler İdaresi Başkanlığı ile işbirliği imkanları bulunmaktadır
ve Başkanlık tarafından hazırlanan “2005-2010 İstihdam Eylem Planı”,
yine bu yönde yürürlüğe giren “2005 Özürlüler İstihdam Yılı”
genelgesi yol gösterici niteliktedir (www.ozida.gov.tr).
[5]
Bkz. Aysoy, M., “Avrupa Birliği Sürecinde Özürlüler Politikası”, Açı
Kitaplar 2004.
[6]
Ülkemizde giderek yerel idarelere devredilen sosyal hizmet alanı,
halihazırda sürdürülen hizmetlerden farklı, özürlüler ve yaşlılar
için bakım hizmeti gibi yeni hizmetlerin yer aldığı geniş bir alanı
oluşturmaktadır. Geleneksel sosyal hizmetler yani “kurum temelli”
bir hizmet sunumu anlayışından ziyade yeni hizmet biçimleri, hizmet
sunulan kesimi kendi sosyal evreninden kopartmadan “evde bakım”,
“mobil bakım”, “aile destek hizmetleri” gibi organizasyona dayalı
bir modele yönelmektedir. Bu doğrultuda özürlülere yönelik yeni
hizmetlerin ve yeni yaklaşımların tartışılacağı “II. Özürlüler
Şurası”, 26-28 Eylül 2005 tarihlerinde “Yerel Yönetimler ve
Özürlüler” ana temasında gerçekleştirilecektir.
Mehmet Aysoy; Yoksulluk
Açısından Özürlülük; www.mehmetaysoy.com/