Yeni Anayasamızın Sosyal Devlet Modeli Nasıl Olmalıdır?
Prof. Dr. Ali Seyyar
GİRİŞ
Değerler sıralamasında sosyal devlet ilkesi, demokratik
ve sivil anayasalarda ilk sıralarda yer almaktadır.
Dolayısıyla sosyal devlet, katılımcı demokrasi
yöntemlerle gelişmek isteyen toplumların vazgeçemeyeceği
önemli bir değerdir. AB’ye katılım sürecinde dünyaya
açılan Türk toplumu da, yeni bir anayasaya ihtiyaç
duymaktadır. Yeni anayasada şekillenecek olan sosyal
devlet modeli ise, Türk toplumunun demokratik gelişimini
ve gelecekteki sosyal refah düzeyini belirleyecek en
önemli unsurlardan birisi olacaktır.
Sosyal devletimizin geçmişe dönük sosyal politikalarına
baktığımızda ağırlıklı olarak çalışan kesimin sosyal
güvenliği ve sendikal hakları gibi işçi sorunlarının
üzerinde yoğunlaştığını söyleyebiliriz. Bu yönüyle
sınırlı bir sosyal model olarak “İşçilerin Sosyal
Devleti" veya "Sosyal Sigortalar Devleti"
ortaya çıkmıştır. Geniş kapsamlı sosyal politikalar
geliştirmek adına yeni anayasa’daki sosyal devlet
modelinin hem primli, hem de primsiz boyutuyla ortaya
çıkması gerekmektedir. Nitekim modern sosyal devletler,
felsefik yaklaşım ve uygulama biçimleri açısından
birbirlerinden farklı da olsalar, sadece çalışanların
(sosyal sigortalıların) değil genelde toplumun bütün
sosyal kesimlerin temel sorunlarının çözümüne dönük
olarak bütüncül sosyal politikalar uygulamaktadır.
Makalemizin sınırlılığını göz önünde bulundurarak, yeni
anayasal sosyal devlet modelinin bütün unsurlarını
burada yansıtmanın zorluğu ortadadır. Bu sebepten dolayı
makalemizde, bir yönüyle epey mesafe kat ettiğimiz
“primli rejimi esas alan sosyal devlet modeli”nden
ziyade henüz tam olarak geliştiremediğimiz “primsiz”
modelin özelliklerine ağırlık verilecektir.
1. Mevcut Anayasa’nın Sosyal ve
Kavramsal Dünyasına Eleştirel Bir Bakış
1982 Anayasası’na göre T.C. Devleti,
sosyal bir hukuk devletidir. Başlangıç bölümünde her
vatandaşın, şahsiyetli bir hayat sürdürme, maddî ve
manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine
sahip olduğu belirtilmiş, herkesin maddî ve manevî
varlığını geliştirme ve koruma hakkına sahip olduğu 17.
maddede tekrarlanmıştır. Fertler açısından getirilen bu
hak, 5. maddeyle devlete görev olarak verilmiştir. 5.
maddeye göre; kişilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak, insanın maddî ve manevî varlığının
gelişmesi için, gerekli şartları hazırlamaya çalışmak,
devletin temel gayesi ve vazifesidir. Sosyal devletin
vazifesi, Anayasa Mahkemesi tarafından da
belirlenmiştir. Buna göre sosyal devlet, bütün
vatandaşları içine alacak bir şekilde sosyal adaleti,
sosyal refahı ve sosyal güvenliği sağlar.
Bu genel tespitlerden sonra mevcut
anayasa’da belirlenen sosyal devlet modeline ilişkin
eleştirilerimizi birkaç başlık altında toplamak
mümkündür. İlk önce sosyal devlet ve buna bağlı olarak
sosyal politika araç ve alanlara ait kavramların,
karmaşık bir yapı içinde değişik maddelerde yer
aldığının tespitini yapabiliriz. Anayasa’da yer alan
evrensel nitelikli bazı sosyal kavramların bazen yerli
yerinde kullanılmadığı, bazılarının ise gerek içerik,
gerekse bilimsel yönden netleştirilmeden konulduğu
izlenimini vermektedir. Eleştirilerimizi birkaç madde
halinde sunacak olursak:
1.1. Dar Anlamda Sosyal Devlet
Modeli
Giriş kısmında da ifade edildiği
gibi, mevcut anayasanın sosyal modeli, soysal hayatın
bütün alanlarını içine almak yerine ağırlıklı olarak
çalışma hayatına temerküz etmiştir. Buna göre anayasanın
çalışma hayatına ve dolayısıyla işçi ve işverenlere
yönelik sosyal politika ile ilgili düzenlemelerin boyutu
(maddeler: 48, 49, 50, 51, 52. 53, 54, 55) korunmaya
muhtaç kesimlere (madde 61) göre daha geniş kapsamlı ve
ayrıntılıdır.
1.2. Dar Anlamda Koruyucu Sosyal
Politikalar
Mevcut anayasasının koruyucu sosyal
politikaları, gerek koruma kapsamına aldığı hedef kitle,
gerekse sosyal risk tür ve alanları açısından sınırlı
tutulmuştur. Mesela 58. madde, bazı kötü alışkanlıklara
karşı sadece gençleri koruma kapsamına almıştır. Halbuki
belirlenen kötü alışkanlıklar, diğer sosyal kesimler
için de birer tehlike unsurudur. Dolayısıyla bütün
vatandaşların sosyal ve ahlâkî sapma tehlikelerine karşı
korunmaları gerekmektedir. Diğer taraftan anayasada kötü
alışkanlıklara dair “alkol düşkünlüğü, uyuşturucu madde,
suçluluk, kumar” gibi somut örneklerin verilmesi de her
zaman isabetli ve güncel olmamaktadır. Mesela “sigara
içme” veya “pornografi” niçin kötü alışkanlık olarak
zikredilmemiştir? Bunun için kötü alışkanlıkları
örnekleriyle tek tek sıralamak yerine “sosyal ve ahlâkî
sapma veya risklere karşı koruma” gibi ifadeler
kullanıp, somut açılımlarını kanunî düzenlemelere
bırakmakta fayda vardır. Ayrıca genelde kötü
alışkanlığa, özelde “alkol düşkünlüğü”ne veya daha
isabetli bir yaklaşımla “alkol tüketimi”ne yol açan
bütün özendirici oluşumları engelleyen düzenlemelere de
ihtiyaç vardır.
1.3. Yetersiz Sosyal Teşvikler
Mevcut anayasanın, toplumun sosyo-ekonomik
ve kültürel gelişimine katkıda bulunabilecek kişi ve
gruplara yönelik teşvikleri yetersizdir. Madde 59’a göre
devlet, sadece “başarılı sporcuyu korur”. Doğrusu,
“devlet, alanında başarılı bütün vatandaşlarını korur ve
ödüllendirir” olmalıdır.
1.4. Kavramsal ve Mantıksal
Hatalar
“Sosyal güvenlik bakımından özel
olarak korunması gerekenler” başlığı altında yer
alan 61. maddede korunmaya muhtaç değişik sosyal
kesimlere yönelik koruyucu tedbir ve toplum hayatına
intibaka (rehabilitasyona) yönelik uygulamalardan
bahsedilmektedir. Sosyal güvenlik, maddî korumaya
yönelik dar bir kavram olduğu halde madde 61’de verilen
örneklerin içeriği daha geniş tutulmuştur. Doğrusu
“Sosyal koruma bakımından özel olarak korunması
gerekenler” olması gerekirdi. Çünkü sosyal koruma,
hem sosyal güvenlik, hem de sosyal hizmetleri içeren bir
kavramdır.
Ayrıca korumaya ve yardıma muhtaç kesimlerin kimlerden
oluştuğu konusu, ayrıntılı olarak yine kanunî
düzenlemelere bırakılmalıdır.
Bunun yanında anayasanın “Başlangıç”
kısmında yer alan aşağıdaki cümlenin ifade biçimi de tam
anlaşır değildir. “Dünya milletleri ailesinin eşit
haklara sahip şerefli bir üyesi olarak, Türkiye
Cumhuriyetinin ebedî varlığı, refahı, maddî ve manevî
mutluluğu ile çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi
yönünde”. Burada geçen “refah, maddî ve manevî
mutluluk” kavramlarının somut olarak ne anlama geldiği
bir yana, haddizatında kişi ve toplumun gelişimini
yansıtan bu kavramlar, Türkiye’nin idare veya devlet
biçimini gösteren Cumhuriyet için kullanılmıştır.
Doğrusu Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan vatandaşların
refahı, maddî ve manevî mutluluğu söz konusu olmalıydı.
1.5. “Çağdaş Medeniyet Düzeyi”
Hedefinin Açılımının Yetersizliği
Dünya literatüründe rastlanılmadığı
halde genelde Atatürk’e atıfta bulunularak, sık sık
kullanılan “çağdaş medeniyet düzeyi” kavramı, Türkiye’de
hemen her alanda ve her bağlamda gelişi güzel
kullanılmaktadır. Bu ve buna benzer kavramların
anayasada hangi anlamda kullanıldığı konusu, modern
sosyal bilimler çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi
zaruridir. Çünkü zannedildiğinin aksine “çağdaş
medeniyet düzeyi” kavramı dahî zihinlerde farklı farklı
anlamlar çağrıştırmaktadır. Nitekim konu ile ilgili
olarak üniversite öğrencileri üzerinde yapılan bir
anketin sonuçları, bu tezimizi doğrulamaktadır.
“Çağdaş medeniyet düzeyi”ni “ekonomik
gelişmişlik” olarak görenler olduğu gibi (% 15), bunu
“eğitim/bilim/teknoloji” (% 20), “demokrasi ve özgürlük”
(% 9) ve “kültürel anlamda Batılılaşma” olarak
algılayanlar da var (% 8). Ankete katılanların hemen
yarısı ise bu kavrama doğru veya yanlış bir tanım bile
getirememişlerdir. Anketi düzenleyen akademisyenlerimiz
ise, muasır medeniyeti (çağdaş uygarlığı) her nedense
sadece maddî zenginlik ekseninde değerlendirmişlerdir.
Onlara göre eğitim, demokrasi ve Batılılaşma ara
hedefler, yani taşıyıcı hedeflerdir. Ana hedef, ülkenin
zenginleşmesidir.
Meslektaşlarımız, kaleme aldıkları
kitabın 10. sayfasında buna delil olarak şöyle bir
açıklama getirmektedir: “Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün
17 Şubat 1923 İzmir İktisat Kongresinde yapmış olduğu
konuşmada ilk defa geçen bu ifade, daha sonra siyasetçi
ve üst düzey bürokratlar tarafından sürekli
olarak…telaffuz edilmektedir. Atatürk’ün aşağıdaki
ifadeleri çağdaş medeniyet seviyesini tanımlamaktadır”.
Bu cümlelerden, “Muasır Medeniyet” kavramının ilk kez
İzmir İktisat Kongresinde dile getirilmiş olduğunu
anlıyoruz. O halde ilgili metni kitapta yazıldığı gibi
birlikte okuyalım:
“Efendiler! Tarihimizi dolduran
zaferler ve başarısızlıkların tümü, ekonomik durumumuzla
yakinen ilgilidir. Yeni Türkiye’mizi, layık olduğu
“Uygarlık Seviyesi”ne eriştirmek için, her ne olursa
olsun ekonomimizi birinci planda tutarak, en çok bu
konuya önem vermek zorundayız”.
Peki Mustafa Kemal Paşa, 1923 yılında
bu şekilde bir dil mi kullanmış yoksa okuduklarımız
bugünün diline çevrilmiş hali midir? Elbette yapılan
konuşma farklı idi. Buyurun asıl metni yine birlikte
okuyalım:
“Efendiler; Tarihimizi dolduran
zaferler, yahut izmihlallerin kaffesi ahval-i
iktisadiyemizle münasebettar ve alakadardır. Yeni
Türkiye'mizi layık olduğu “mertebe-i resanete” isâl
edebilmek için, behemehal iktisadıyatımıza birinci
derecede ve en çok ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz”.
Görüldüğü gibi “Muasır Medeniyet”
yerine “Mertebe-i Resanet” ifadesi kullanılmıştır. Yani
“muhkem bir mertebeye” veya “sağlam bir seviyeye”
gelebilmek için, iktisat bilimine önem verilmesi
gerektiğine vurgu yapılmıştır. Modern bir izahla
ekonomi, yani sağlam ve sürdürebilir kalkınma (mertebe-i
resanet) hamleleri ile sosyal barış ve sosyal adalet
(gelir dağılımdaki adalet) gibi sosyal politika
hedeflerine de ulaşmak mümkündür. O halde İzmir İktisat
Kongresinde “Muasır Medeniyet” kavramı kullanılmadığına
göre bu kavram nerede ve hangi bağlamda kullanılmıştır?
“Muasır Medeniyet” kavramını Atatürk, “Onuncu Yıl
Nutku”nda ekonomiden ziyade millî kültür bağlamında
kullanmıştır.
“Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en
medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi
en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız.
Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne
çıkaracağız”.
Sağlıklı şehir(li)leşme ve çevre
dostu sanayileşme ile sosyal refah, toplumda güzel ahlâk
ve karşılıklı sevgi ve saygının hâkim olması, insan
haklarının ve özgürlüklerinin yanında yüksek bilgi ile
donanmış sivil toplumun varlığı gibi hedeflerimizi
gerçekleştirebilirsek, insanî (medenî) gelişmişlik
seviyemiz de birçok ülkenin daha da ilerisine
ulaşabilir. Kısacası medeniyetlerin gelişmesinde zahirî
yönleriyle, her ne kadar iktisadî kalkınma önemli bir
rol oynuyorsa da, hakikî tezahüründe millî kültüre ait
unsurların ağırlığı vardır. Merkezinde ise, medeniyetin
kalbi olan hür, bilgili, (sosyal) sorumlu ve ahlâklı
insan vardır.
Özetleyecek olursak; Ne “Mertebe-i Resanet”, ne de
“Muasır Medeniyet”, kendi başına ekonomik gelişmedir.
Mertebe-i Resanet, daha doğrusu “Muasır Medeniyet”,
iktisadiyatın veya ekonomik gelişmenin de üzerinde ve
daha kapsamlı, kalıcı ve ideal bir hedeftir.
O halde (mevcut anayasamızın
Başlangıç kısmında yapıldığı gibi) Atatürk’ün
vecizelerinden yola çıkılarak, yeni bir anayasa
hazırlanmak isteniyorsa bu durumda Atatürk’ün ifadeleri
yerli yerinde ve belki de yeni bilimsel açılımlarla
yorumlanarak kullanılmalıdır. Bu cümleden yola çıkarak,
“refah artışı ile birlikte millî kültürümüzü dünya
medeniyetlerinin seviyesinin üstüne çıkartmak”,
anayasanın genel hedefi olarak gösterilebilir. Belki de
bugünün modern dili ile bu hedef, “İnsanî Gelişmişlik”
hedefi olarak gösterilebilir. Başlangıç kısmında
yer alan “çağdaş medeniyet düzeyine ulaşma azmi”
ifadesi, tam olarak Atatürk’e ait bir söz olmadığı
ortadadır. Türk milletinin ana hedefi, kültürel
boyutuyla “muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma
azmi” ve sosyal politika boyutuyla da “İleri Bir
Seviyede İnsanî Gelişmişlik Hedefi” olmalıdır.
İdeolojik yaklaşımlardan uzak olan bu ideal hedef,
toplumsal değerlerimiz ve köklü medeniyetimizle de uyum
içindedir.
2. Sosyal Devlet Modeline Yönelik
Yeni Anayasal Öneriler
İşçi kesimin temel sorunlarını çözmüş
olan gelişmiş sosyal devletler, diğer sosyal kesimlerin
temel sorunlarına da aynı ciddiyetle yönelmektedirler.
Bu boyutuyla sosyal politikaların yeni ilgi alanları her
geçen gün değişmektedir. Bu gelişmeler sayesinde
özellikle dezavantajlı sosyal gruplar olarak
tanımlayabileceğimiz özürlüler, yaşlılar, dullar,
yetimler, yoksullar, işsizler, göçmenler, azınlıklar,
çocuklar gibi korunmaya ve yardıma muhtaç insanlar,
devletin himayesi altına alınmaktadır.
Türkiye’de bu sosyal kesimler, uzun
dönem ihmal edilmiştir ve sosyal hayata eşit vatandaş
olarak tam katılım açısından fırsat eşitliğine izin
veren aktif sosyal politikalar da halen üretilmiş
değildir. Yeni oluşturulacak anayasanın sosyal devlet
modelinde toplumun bütün fertlerine sosyal refah
sağlayacak temel esasların belirlenmesi bundan dolayı
önem arz etmektedir. Sosyal devletimizin gelişimine
katkı sağlaması düşüncesiyle hazırladığımız
önerilirimiz, anayasa metni olacak tarzda kısa maddeler
halinde verilmiş ve açıklamalarla zenginleştirilmiştir.
2.1. Sosyal Devletin Ana Gayesi ve
Görevleri
Madde 1: Sosyal devletin gayesi, TC
vatandaşlarının sosyal barış ve (ileri bir seviyede)
refah içinde yaşayabilmelerini sağlamaktır. Sosyal
devlet, bu gayeye ulaşabilmek için, bilimsel, kurumsal
ve sosyal altyapının yanında koruyucu ve müdahale edici
sosyal politika araçları geliştirir. Sosyal devlet,
sosyal politika araçları olarak herkesi içine alacak bir
sosyal güvenlik ve sosyal hizmetler sistemi oluşturur.
Sosyal güvenlik sistemi, sosyal sigortalar ve kamusal
sosyal yardımlardan oluşur.
Açıklama:
Sosyal devlet, bütün bürokratik imkân
ve idarî gücünü seferber ederek, değişik sosyal
kesimlerin maddî ve manevî yönden iyi hâl üzere
olmalarını ve kişilerin birbirleriyle sosyo-kültürel
yönden kaynaşmasını sağlar. Sosyal devlet, sadece
meydana gelecek sosyal risklerden doğan zararların
telafisine yönelik sosyal politika uygulayan bir devlet
değildir. Koruyucu ve önleyici sosyal politikalarla
sosyal devlet, sosyal riskleri önlemeye azami derecede
özen gösterir, ahlâkî ve sosyal sapmalara meydan
vermeyecek şartları, ortamı ve kurumları oluşturur.
Sosyal devlet, toplumsal faydası yüksek olan sosyal
politikalar üretirken, bir taraftan toplumun iktisadî ve
sosyo-kültürel gelişimini temin eder, diğer taraftan da
topluma zarar verebilecek sosyal risklerle ve
kötülüklerle mücadele eder. Sosyal devlet, toplumun
menfaatini ve özellikle (korunmaya ve yardıma) muhtaç
vatandaşların sosyal haklarını korumak ve dolayısıyla
sosyal vatandaşlık
anlayışını yaygınlaştırmak maksadıyla uygun sosyal
politika araçlarıyla gerektiğinde toplum hayatına
müdahale eder.
Katılımcı demokrasiyi benimseyen
sosyal devlet ise, sosyal politikalarını STK’larla
birlikte uygular. Başlangıçta sosyal haklar, maddî
yönden zayıf olan yardıma muhtaç kişilere devletçe
yapılan (kamusal) sosyal yardımlar olarak kabul
görmüştür. Bu anlamda yardımlar, liberal devlet
anlayışına (piyasa ekonomisine) dokunmadan, STK’lar
yoluyla da yapılması düşünülebilir. Ancak böyle bir
sosyal yardımlaşma sisteminin sadece zenginlerin
merhamet ve hayırseverlik duygularına dayandırılması,
yardımların sınırlı ve dolayısıyla etkisiz kalmasına yol
açabilmektedir. Bugün sosyal hak, topluma karşı bir
alacak hakkı gibi kabul edildiğinden, insanlık
haysiyetine ve şerefine daha uygun düşmektedir. İnsan
hakları temel alındığında, modern devletin sosyal
politika alanındaki girişimi, bir hayırseverlik veya
yoksullara refah götürme aracı olmaktan ziyade herkes
için aynı olan hakların kesin olarak herkese
verilmesidir.
2.2. Sosyal Politikaların Ana
Gayesi
Madde 2: Sosyal politikaların hedefi,
sosyal adaleti tesis etmek ve herkese asgari hayat
standardı hakkı tanıyan bir sosyal güvenlik (koruma)
sistemi oluşturmaktır.
Açıklama
Sosyal devletin somut şekli, sosyal
politikalarla hayat bulmaktadır. Siyasî eylem ve
müdahalelerden oluşan sosyal politikalar, sorun olarak
gördüğü birçok alana yönelmektedir. İlgi alanlarını
sınırlandırmak, hayli güçtür. Değişik sosyal alanlarda
kişilerin hayat şartlarının iyileştirilmesini ve fırsat
eşitliğinin tesisi ile hayat kalitesinin yükseltilmesini
isteyen sosyal politikalar, netice itibariyle sosyal
adaleti amaçlamaktadır. Sosyal adalet, değişik
toplum kesimleri arasındaki gelir dağılımı, hayat
standardı, refah düzeyi vb. gibi ölçütler açısından
belirli bir dengenin sağlanmış olması; kamplaşmalara yol
açabilecek gelişme farklılıklarının, uçurumların ortadan
kaldırılmış olması ve sosyal sınıflar arasındaki
çelişkilerin en aza indirilmiş olmasıdır. İktisadî bir
yaklaşımla sosyal adalet, gelir ve servetin âdil
dağılımı ile ancak sağlanabilmektedir. Bir başka
ifadeyle, milli gelirden herkese, bilhassa emeği ile
geçinenlere, hayatı anlamlı kılan önemli bir payın
aktarılması ile mümkündür.
Sosyal adalet ilkelerinin başında
“Hak Etme ve Fırsat Eşitliği” gelmektedir. Bu ilke,
toplumda din, dil, ırk ve cinsiyet ayırımı yapmaksızın
insanlara, yeteneklerini değerlendirebilecekleri eğitim
ve çalışma imkânlarının sağlanması, onlara istedikleri
yerde yaşama ve çalışma fırsatının tanınması ve
çalışmaları karşılığında hak ettikleri ücretin
verilmesini öngörmektedir. Diğer ilkesi ise “İhtiyaç,
Eşitlik ve Hürriyet” kavramlarıyla özetlenebilir. Burada
sosyal imkânların ve iktisadî kaynakların dağıtımında,
bütün toplum fertlerini yararlandıracak şekilde eşit
muamelenin yapılması esastır. Eşit imkânların tanınması
ile fertler, hürriyet ve bağımsızlık ortamında özgürce
yaşayabileceklerdir. Kamusal alanda bütün fertlerin eşit
vatandaş statüsünde muamele görebilmeleri ve toplumda
saygın kişiliklerini koruyabilmeleri için, sosyal hukuk
sisteminin, toplumsal gerçeklere ve değerlere uygun
olarak düzenlenmesi gerekmektedir. Görüldüğü üzere,
sosyal adaletin kavramsal açılımı, nihaî şekli ile
hiçbir zaman tam olarak yapılamaz. Sosyal adaletin
teorik açılımları ve pratik sonuçları, sosyo-ekonomik
gelişme ve toplumsal bilinçlenmeye göre farklılıklar
göstermesi, sürekli değişim süreci içinde olan sosyal
hayatın dinamik özellikleri ile yakından ilgilidir.
Sosyal politikaların bir diğer önemli
hedefi olan asgari hayat standardı, kişinin, hayatını
insanlık haysiyetine yaraşır bir biçimde devam
ettirebilmesi, sağlıklı bir ortamda, huzurlu ve gelecek
endişesi duymadan yaşayabilmesi, temel insanî
ihtiyaçlarının ötesinde sosyo-kültürel ihtiyaçlarını da
karşılayabilecek seviyede gelir elde edebilmesidir.
Yoksulluk sınırı üzerinde bir hayatı amaçlayan hedefler,
sosyal politika amaçlı olamaz. Yoksulluk sınırı, mutlak
yoksulluğun (açlık sınırının) üstündedir ama yine de
asgarî hayat standardının çok altında sürdürülen sefil
bir hayattır. Kişinin, içinde yaşadığı hayat
şartlarından hareketle maddî ve manevî istek ve
ihtiyaçlarını tatmin edici bir seviyede
karşılayabilmesi, gelişmiş sosyal devletlerin ana
gayesidir.
2.3.
Merkezî ve Yerel Sosyal Politikalar
Madde 3: Sosyal politikalar, uygunluk
ve etkinlik durumuna göre, merkeziyet veya adem-i
merkeziyet esasları doğrultusunda uygulanır. Bu iki
esasa göre belirlenecek merkezî ve yerel sosyal
politikaların birbirleriyle uyumlu ve koordineli olması
sağlanır.
Açıklama:
Geleneksel merkeziyetçi yapının
değişmesi ile birlikte sosyal devlet modeli içinde
merkezî ve yerel sosyal politikaların temel esasları,
uygulama alanları ve yöntemleri yeniden belirlenmelidir.
Merkezî sosyal politikaların eksik bıraktığı veya
ulaşamadığı yerlerde yerel yönetimler, tamamlayıcı bir
fonksiyon icra etmekte ve toplumda var olan sosyal
dayanışma dinamiklerini harekete geçirebilecek
potansiyellere sahiptirler. Yerel sosyal politika
aktörleri, merkezî yönetimin sosyal politikaya dönük
olarak belirleyeceği çalışma alanları, yetki ve görev
taksimi gibi temel esaslar ekseninde aralarında
işbirliği de yaparak, yerel sosyal sorunlara kalıcı
çözümler üretebilecek konuma getirilmelidir. Yerel
kalkınma, halkın sosyal politika kararlarına ve
programlarına katılarak sağlanması hâlinde sosyal
dayanışma mekanizmaları da harekete geçecektir.
2.4. İnsan Şahsiyetinin
Dokunulmazlığı
Madde 4: İnsanın maddî ve manevî
varlığı dokunulmazdır. Sosyal devlet, insan şahsiyetinin
saygı içinde korunmasına yönelik her türlü tedbiri alır.
Açıklama:
Maddî sosyal haklar içermeyen şahsî
özgürlükler, özellikle muhtaç ve(ya) dezavantajlı sosyal
gruplar için bir şey ifade etmediği gibi onların toplum
hayatından uzaklaşmalarına ve dışlanmalarına bile yol
açabilmektedir. Demokratik hukuk devleti, geniş halk
kitlelerine yönelik siyasî hakların hayatiyet bulmasını
sağlarken sosyal devlet, sosyo-ekonomik özgürlüklerle
ilgili hakların gerçekleştirilme şansını
iyileştirmektedir. Asgarî hayat standardının altında
ekonomik yetersizlikler içinde yaşayan insanların sadece
maddî varlıkları değil manevî varlıkları da olumsuz
yönde etkilenebilmektedir. Kendi özel çabalarıyla bu
durumdan kurtulamayan fertler, bundan dolayı devletten
hem sosyal yardım, hem sosyal hizmet talep etme hakkına
sahiptir. Özellikle muhtaç ve(ya) dezavantajlı sosyal
gruplar için uygulanan pozitif ayrımcılık, sosyal
hayatta fırsat eşitliğinin tesisi için gerekli
görülmektedir. Demek oluyor ki, hukuk devletinin
demokrasisi, sosyal niteliklere ve insanî değerlere göre
şekillenmektedir.
2.5.
Yardıma Muhtaç Sosyal Kesimlerin Sosyal Güvenliği
Madde 5: Sosyal devlet, kamusal
sosyal yardım yöntemleriyle mahremiyetleri ihlâl
edilmemek ve onurları incitilmemek şartıyla yardıma
muhtaç sosyal kesimlerin maddî ihtiyaçlarını karşılar.
Sosyal devlet, vatandaşların (yoksulluk sınırından
ziyade) asgarî hayat standartlarının üzerinde bir hayat
sürmelerini sağlar. Yardıma ve korunmaya muhtaç sosyal
kesimler, sosyo-kültürel hayattan nasibini alır. Devlet,
yoksulluğun ortadan kaldırılmasında sivil sosyal yardım
organizasyonlarla işbirliği yapar.
Açıklama:
Kamusal sosyal yardımların miktarı,
kişinin hayatını insan haysiyetine yaraşır bir şekilde
idame ettirebilecek boyutta belirlenmelidir. AB
ülkeleri, kamusal sosyal yardımların miktarını, şahsî
muhtaçlık kriterlerinin ötesinde (fert başına düşen)
millî gelire bağlı bir oran (% 40 - % 60) üzerinden
tespit etmektedir. Sosyal devlet, kamusal sosyal
yardımların istismarını önlemek maksadıyla millî gelire
endeksli asgarî hayat standardını belirler ve hakiki
anlamda yardıma muhtaç olanları sosyal koruma kapsamına
alır.
2.6.
Korunmaya Muhtaç Sosyal Kesimlere Sosyal Hizmet Desteği
Madde 6: Korunmaya muhtaç sosyal
kesimler, devletin ve(ya) devletçe yetkilendirilmiş
kuruluşların sosyal himayesi ve desteği altındadır.
Sosyal hizmetler, korunmaya muhtaç sosyal kesimlerin
toplum hayatına tam katılımını sağlayıcı tedbir ve
sosyal içerme uygulamalarıyla dışlanmayı ve ayrımcılığı
önler.
Açıklama:
Şahsî güvenlikleri açısından bedenen,
ruhen, zihnen ve(ya) ahlâken tehlikede bulunan, sosyo-kültürel
yönden yoksunluk içinde ve sosyal sapmalara meyilli olan
bütün insanlar, sosyal hizmetlerin koruyucu ve
rehabilite edici programlarına ihtiyaç duyarlar.
Özellikle sosyal sapma eğilimleri göstren insanların
sosyal rehabilitasyonu önemlidir. Çünkü bu kesim,
değişik sebeplerden dolayı toplumsal norm ve değerlere
uymakta güçlük çeker ve toplumsal hoşgörü sınırlarını
zorlayan tutum ve davranışlarda bulunurlar. Kısacası
korunmaya muhtaç sosyal gruplar, sosyal hizmetlerin
desteğini almadan sosyal hayatın icaplarını tam olarak
yerine getiremezler. Bu yönüyle ekonomik sorunu olmayan
madde bağımlısı bir insan, mutlak anlamda kamusal sosyal
yardıma ihtiyaç duymasa da tıbbî ve sosyal
rehabilitasyon hizmetlerine ihtiyaç duyar.
Sosyal içerme programları da zaten
hem gelir düzeyleri toplum ortalamasının çok altında
olduğu için, hem de etnik veya dinî kökenleri, toplumsal
cinsiyetleri, eğitim durumları, fiziksel veya zihinsel
engelleri dolayısıyla topluma eşit vatandaşlar olarak
katılmakta zorluk çeken insanların psiko-sosyal ve
ekonomik sorunlarına sosyal koruma ve rehabilitasyon
hizmetleri sunmaktadır. Sosyal içermenin ana gayesi,
sosyal dışlanmaya maruz kalan birey veya grupların
ekonomik ve sosyal hayatta yer almalarına engel olan
faktörlerin ortadan kaldırılarak, hayat seviyelerinin
toplumda kabul edilebilir bir düzeye getirilerek,
toplumla bütünleşmelerinin sağlanmasıdır. Millî birlik
ve sosyal dayanışmayı tesis etmek açısından sosyal
içermeye dönük politikaların önemi büyüktür.
2.7. Millî Birlik ve Sosyal
Dayanışma
Madde 7: Değişik sosyal kesimler ve
nesiller arasında sosyal dayanışma ve yardımlaşmanın
tesisi ve teşviki için, sosyal devlet gerekli tedbirleri
alır.
Açıklama:
Sosyal devlet, toplumun bütün
fertlerinin devlete ve topluma karşı sorumluluklarının
da bulunduğunun şuuruna ermelerinin ve sosyal hayatta
dayanışma ve yardımlaşma duygularının en yüksek seviyede
muhafazası için, uygun eğitim ve kültür politikaları
uygular. Millî birliğin sürekli olarak canlı tutulması
için, her devlet, kendi toprakları üzerinde sosyal
çatışmaların yerine sosyal barışın ve hatta gelişiminin
hâkim olmasını ister. Bununla birlikte sosyal devlet,
toplumdaki her ferdin sosyal sorumluluk bilinci ile
hareket etmesini sağlayıcı uygun bir ortamın oluşmasına
yönelik gerekli tedbirleri alır. Böylece sevgi ve
saygıya dayanan karşılıklı yakınlaştırıcı bağlar ve
sağlıklı sosyal münasebetler sayesinde toplumsal
dayanışma dinamikleri de harekete geçmiş olur.
Sosyal nitelikli bir devlet modelinde
toplumsal dinamiklerin gün ışığına çıkması ile sosyal
sermayenin oluşumu da mümkün olacaktır. Sosyal
dayanışma, bir başka ifadeyle insanlar arasında gelişen
aktif bağlantılar sayesinde sürdürebilir kalkınma ve
sosyal gelişmeyi mümkün kılan güven, sadakat, karşılıklı
anlayış, hoşgörü, yardımseverlik, sosyal ahlak, sosyal
fedakârlık, müşterek değer ve davranışlar da tesis
edilecektir. Böylece sağlıklı ve huzurlu bir toplum
meydana gelir ve sosyal barış içinde sosyal gelişmeyi
sürdürecek değerler ve normlar somut olarak şekil alır.
2.8.
Sosyal Haklar ve Sorumlulukların Birlikteliği
Madde 8: Sosyal devlet, kişilerin,
sosyal haklarını bütün genişliğiyle kullanmaları için,
gerekli tedbirleri alır. Kişilere tanınan sosyal haklar
ile toplumun genel menfaati, bir sosyal denge içinde
korunur. Vatandaşların kanunlar önünde eşit olduğu ve
aralarında hiçbir ayrım yapılamayacağı ilkesi
doğrultusunda sosyal haklar, cinsiyet, ırk, dil ve inanç
farklılığı gibi sebeplerden dolayı sınırlandırılamaz.
Açıklama:
Yürürlükteki anayasanın 65. maddesi,
sosyal hakların hayata geçirilmesi açısından bir sınır
getirmektedir. Buna göre sosyal devlet, sosyal ve
ekonomik alanlardaki görevlerini yerine getirirken, malî
kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde hareket etme
yetkisine sahiptir. Bir başka ifadeyle, vatandaşlara
tanınan sosyal hakların gerek maddî, gerekse içerik
(alan) boyutuyla genişletilmesi yerine daraltılması
mümkündür. Sosyal devletten talepte bulunma haklarının
teorik bir çerçevede kalmaması arzu ediliyorsa, devlet,
sosyal hakların gerçekleştirilmesinde insan onurunu
zedeleyen sınırlamalar yerine asgarî ölçüde bir sosyal
güvence (koruma) sistemi oluşturmalıdır.
2.9. Sosyal ve Ekonomik
Politikaların Birlikteliği
Madde 9: Sosyal politikalar, iktisadî
politikaların etkinliklerini destekleyici mahiyette
uygulanır.
Mülkiyet hakkını, tüketici haklarının korunmasını
ve özgür teşebbüsü esas alan rekabetçi bir sosyal
piyasa ekonomisi çerçevesinde fiyat istikrarı, tam
istihdam, sosyal adalet, dengeli iktisadî ve sosyo-kültürel
kalkınma sağlanır.
Sosyal
devlet, her türlü tekelcilik ve sömürücülükle mücadele
eder.
Açıklama:
Refahın yaygınlaştırılması, bir
toplumun kalkınması için tek başına yeterli değildir
Sosyal devlet, maddî kalkınma hedefini, toplumun temel
değerlerini, ahlakî ve manevî yapısını koruyarak, sosyal
adalet ilkesini gözetleyerek gerçekleştirir. Sosyal
devlet, serbest rekabette fırsat eşitliğini temin etmek
maksadıyla, ekonomi ve sosyal politikalarını
birleştirerek, gerektiğinde iktisadî hayata müdahale
edebilmelidir. Mevcut iktisadî sistemlerin dışında
sentezci bir model olan sosyal piyasa ekonomisinin ana
gayesi, ekonominin rekabet edebilirliğini ve hür
teşebbüsü tehdit etmeden bir taraftan piyasa şartlarının
serbestçe oluşumuna ve gelişimine imkân tanımak, diğer
taraftan da sosyal adalet ilkesine sadık kalarak, sosyo-ekonomik
yönden zayıf olanları korumaktır.
Sosyal piyasa ekonomisi, dört ana
ilke üzerine bina edilir: 1.) Tam rekabetin sağlaması
için monopol denetimi (Kartel Yasağı). 2.) Piyasa gelir
dağılımının maliye politikaları ile düzenlenmesi ve
desteklenmesi. Bir başka ifadeyle, devletin, belli
piyasalara (Örn. tarım sektörü) destekleyici mâhiyette
alıcı olarak girmesi ve kaynak transferinde bulunması
veya aile fertlerini dikkate alan âdil bir vergi sistemi
olarak müterakkî vergi sistemi uygulaması. 3.) Sosyal
güvenlik, iş sağlığı ve güvenliğinin olduğu bir ortamda
üretim faktör ve kaynaklarının korunması. 4.) Asgarî
geçim (sosyal gelir) ve ücret belirlenerek, işgücünün
konjonktürel dalgalanmalardan korunması.
2.10. Aktif İstihdam Politikaları
Madde 10: İşsizliği azaltabilmek ve
tam istihdam hedefine ulaşabilmek için, sosyal devlet,
aktif istihdam politikaları uygular.
Açıklama:
Aktif istihdam politikaları, emek
piyasasındaki arz ve talep münasebetlerini, hem
kantitatif (sayıca), hem de kalitatif (nitelik)
açısından değişik yöntemlerle dengeli bir biçimde
düzenlemek ve istihdam oranını artırmak maksadıyla
oluşturulan tedbirlerdir. Aktif istihdam politikaları
kapsamında işletmelere doğrudan sübvansiyon, yatırımlar
için ucuz arazı tahsisi veya kredisi, kamu tarafından
finanse edilen işletme içi meslekî eğitim programları,
İş Kurumu tarafından işsizlikten en fazla etkilenen ve
uzun süreli işsizlere iş deneyimi kazandıracak
programların veya vasıflı işgücü yetiştirme kurslarının
uygulanması gibi tedbirler uygulanabilmektedir.
2.11. Aile Fertlerine Dönük Sosyal
Politikalar
Madde 11: Aile fertleri ve özellikle
anne ve çocuk, devletin sosyal koruması altındadır.
Sosyal devlet, aile fertlerinin maddî ve manevî
sağlığının korunması yönünde aile destek hizmetleri
geliştirir. Çocuk ve gençler, her türlü sosyal risk,
sosyal ve ahlâkî sapma ve davranış bozukluklarına karşı
korunur.
Açıklama:
Sosyal devlet, huzurlu ve sağlıklı
toplum tesis etmek maksadıyla özellikle sosyal sorunlu
aile ve aile fertlerine yönelik psiko-sosyal eğitim,
destek, bakım ve intibak programları geliştirir. Sosyo-ekonomik
sıkıntılar içinde olan ailelere dönük özel sosyal yardım
hizmetleri sunulur. Aileye dönük sosyal refah hizmetleri
kapsamında aile danışmanlığı hizmetleri, bakıma muhtaç
aile fertlerinin evde bakımına yönelik destek hizmetleri
akla gelebilir. Sosyal devlet, vatandaşlarının millî
birlik inancı içinde yetişmeleri için, çocukluklarından
itibaren, aile politikaları kapsamında akraba, komşu ve
topluma yönelik sosyal içerme ve kaynaşma projeleri
uygular.
2.12. Sosyal Konut
Madde 12: Sosyal devlet, tabiî âfet
veya maddî imkansızlık gibi olağanüstü sebeplerden
dolayı evsiz kalan vatandaşlarının insan haysiyetine
yaraşır bir şekilde hayatlarını idame edebilmeleri için,
sosyal konutlarda barınmalarına imkânı sağlar. Sosyal
konutların yetersiz olduğu durumlarda sosyal devlet,
vatandaşlarına kira yardımında bulunur.
Açıklama:
Sosyal devlet, muhtaç insanların
barınma ihtiyaçlarını (bedelli-bedelsiz) karşılamak
üzere, bütün illerde tabiî ve sosyal çevre ile uyumlu,
kira veya satış bedeli konut piyasasının altında olan
sosyal meskenler inşa eder veya ettirir.
NİHAÎ DEĞERLENDİRMELER
Anayasal çerçevede oluşturulan bir sosyal devlet ve buna
bağlı olarak geliştirilen bir sosyal politika modeli,
içerik olarak ne kadar sağlam görünürse görünsün, gerçek
sosyal hayata idealize edildiği şekliyle tam olarak
yansıtılamadığı müddetçe sadece kâğıt üzerinde anayasalı
bir sosyal devlet olmaya mahkûmdur. Devletin temel yapı
taşlarını, bürokrasinin güç ve yetkilerini ve insan
haklarını, demokrasi ve sosyal hukuk kurallarına göre
düzenlemeyen bir devlet, gerçek anlamda sosyal hukuk
devleti de olamaz.
Anayasal anlamda sosyal hukuk devleti, temsil ve
katılıma dayalı, hukukun üstünlüğünün geçerli olduğu,
insan haklarının uygulandığı, din ve vicdan hürriyetinin
güvence altına alındığı, parlamentonun ve siyasî
iktidarın güç ve yetkilerinin sınırlandırıldığı ve
özellikle muhtaçların sosyal haklarının güvence altına
alındığı bir devlet modelinde ancak ortaya
çıkabilmektedir. Aktif bir sosyal devletin ortaya
çıkabilmesi ise, hukuk devletinin birey ve gruplara
tanıdığı sosyal hakların varlığına ve uygulamaya dönük
sosyal politika yöntemlerinin açıkça belirtilmesine
bağlıdır.
Zengin bir sosyal politika geleneğine sahip olan
ülkelerin anayasalarında sosyal devlet ile ilgili
hükümler, hem çok basit, hem de çok kısadır. Mesela
Almanya anayasası, “Federal Almanya Cumhuriyeti’,
demokratik ve sosyal bir federal devlettir” (Grundgesetz;
m. 20/1) demek suretiyle sosyal politika uygulamalarını
kanunî düzenlemelere ve hükümetlerin icraatlarına havale
etmektedir. Alman anayasasında bunun dışında iş hukuku,
iş güvenliği, çalışma hakkı, mülkiyet hakkı, sosyal
sigortalar ve ailenin korunması gibi sosyal ve iktisadî
nitelikli hükümler de elbette yer almaktadır. Ancak,
ifade edildiği gibi, bunlar son derece kısa ve ilkesel
biçimde yansıtılmıştır.
Detaylı anayasal hükümler belirleyip de bunları hayata
geçirecek mekanizmaları oluştur(a)mamaktan ziyade zengin
bir sosyal politika geçmişi olan Alman modelinden yola
çıkarak, istikrarlı bir ekonomik kalkınmışlığın yanında
sosyal politikaların akademik (teorik) ve pratik
(tecrübî) tabanın güçlendirilmesine yönelik girişimlerde
bulunmak belki de daha isabetli olacaktır. Bu bağlamda
üniversitelerimizde sosyal politika bölümlerinin
açılması ve daha çok sosyal (hizmet) kurumların hizmete
sokulması, sosyal devletin gelişimine katkıda
bulunacaktır. Zaten sosyal hayatın bütün sorunlarını
öngören ve hazır çözüm önerileri sunan kapsamlı bir
anayasanın oluşturulması fevkalade zordur. Ancak
demokratik bir sosyal devlet kültürünün ve toplumsal
dayanışma şuurunun geliş(tiril)mesi ile birlikte,
toplumsal sorunların çözümü de o nispette kolay
olacaktır.
Sosyal koruma, çoğu zaman sosyal politika ile eş
anlamlı tutulmaktadır. Sosyal koruma, genel bir
sistemi nitelerken, sosyal güvenlik bu genel
sistemin bir alt unsuru olarak görülebilir.
Genel bir tanımla sosyal koruma, yetim, öksüz,
yoksul, aceze, yaşlı, özürlü, hasta, işsiz gibi
sosyo-ekonomik faktörlerden ötürü, yardıma
ve(ya) bakıma muhtaç kişilere yönelik sunulan
kamusal sosyal yardım ve hizmetlerin bütünüdür.
Dünya Bankası’nın tanımı göre sosyal koruma,
“fertlere, hane halklarına ve topluluklara
sosyal riskleri daha iyi yönetebilmeleri için
sağlanan yardımlar ve aşırı fakirler için destek
sağlanması maksadıyla insan sermayesini
geliştirmeye yönelik kamu müdahaleleridir”.
Uluslar Arası Çalışma Teşkilatına göre ise,
“emel risk ve ihtiyaçlardan kaynaklanan düşük
yaşam standartlarına veya yaşam
standartlarındaki azalmaya karşı koruma
maksadıyla kamu veya toplu düzenlemeler yoluyla
fertler ve ailelere sosyal yardımların ve
hizmetlerin sunulmasıdır”. Bkz. Seyyar, Ali;
Sosyal Siyaset Terimleri; Sakarya Yayıncılık; II.
Baskı; Adapazarı; 2008; s. 465.
İnsanî Gelişmişlik (human development), iktisadî
gelişmişliğin yanında ülkelerin insan hakları,
kültürel, sosyal, hukukî ve demokratik
kalkınmışlık seviyesini de esas alan BM-Kalkınma
Programı çerçevesinde geliştirilmiş uluslar
arası bir ölçüdür. İnsanî kalkınma endeksinin
göstergeleri, kısaca şunlardır: 1.) Doğuşta
hayat beklentisiyle ölçülen ömür uzunluğu. 2.)
Yetişkin okuryazarlığı (15 yaş ve üstü nüfus).
2.1.) İlk, orta ve yüksek öğrenime devam
oranlarının bileşimiyle ölçülen eğitim elde etme
(Okullaşma Oranı). 3.) Kişi başına gerçek Gayri
Safi Milli Hasıla (yurt içi GSMH) ile ölçülen
hayat standardı. Bkz. Seyyar, Ali; Sosyal
Siyaset Terimleri; Sakarya Yayıncılık; II.
Baskı; Adapazarı; 2008; s. 190.
Sosyal
vatandaşlık, sivil ve siyasî hakların
(düşünce-ifade-inanç özgürlüğü, mülk edinme
hakkı ve seçme ve seçilme hakkı vb.) yanında
sosyal haklarla donanmış bir vatandaşlık
anlayışıdır. T.H. Marshall’e göre sosyal
vatandaşlık, bir parça ekonomik refah ve
güvenliğe sahip olma hakkı, sosyal mirastan pay
alma ve toplumda hâkim olan standartlar
çerçevesinde modern bir hayat sürmeyi öngören
bir yaşama biçimidir. Sosyal haklar, sosyal
politikaların uygulanması ile sağlanmaktadır.
Bkz. Seyyar, Ali; Sosyal Siyaset Terimleri;
Sakarya Yayıncılık; II. Baskı; Adapazarı; 2008;
s. 526.