En Son Güncel Haber ve Duyurular
Sayfa 1 - 2
28/09/2009
Ali Seyyar Özürlüler Yüksek Kurulu’ndan
İstifa Etti
2003 yılından beri Özürlüler Yüksek Kurulu
üyesi olan Prof. Dr. Ali Seyyar, Başbakan Sayın Recep Tayyip
Erdoğan’a yazdığı istifa dilekçesiyle Kurul üyeliğinden ayrıldı.
Devlet Denetleme Kurulu (DDK)’nun son özürlüler raporunda da
belirttiği gibi, Özürlüler Yüksek Kurulu, kuruluşundan beri aslî
fonksiyonunu yerine getirmemektedir. Bu ve başka sebeplerden
dolayı istifasını gerekli gören Ali Seyyar, özellikle DDK’nın
önemli bulduğu manevî bakım çalışmalarına hükümet organlarınca
yeterince destek göremediğini de mektubunda ifade etmektedir.
İstifa mektubunun içeriğini sitemizde aynen yayınlıyoruz:
Sayın Recep Tayyip Erdoğan
T.C. Başbakanı
Devlet Denetleme Kurulu
(DDK)’nun 27 Ağustos 2009 tarihli ''T.C. Başbakanlık Özürlüler
İdaresi Başkanlığı Faaliyetlerinin Denetimi” ekseninde
hazırladığı rapora hem destek, hem de bununla ilgili bazı ilave
şahsî bilgiler vermek suretiyle, 30.10.2003 tarihinden beri
özürlülerle ilgili konularda temayüz etmiş bir üniversite
öğretim üyesi sıfatıyla sizlerin oluru ile
üyesi olduğum Özürlüler Yüksek Kurulu’ndan aşağıda
sıraladığım gerekçelerden dolayı istifa etme gereği duyuyorum:
1.) Henüz tasarı halinde iken Özürlüler
Kanunu’na sosyal politika boyutu kazandırabilmek maksadıyla
Özürlüler İdaresi Başkanlığı (ÖZİDA)’nın Başkan Vekili Dr.
Mehmet Aysoy’un talebi üzerine 30.10.2003 tarihinde hem
Özürlüler Yüksek Kurulu üyeliğine, hem de ÖZİDA Kurum
Danışmanlığına getirildim. Danışmanlığım döneminde 2005
tarihinde kabul edilen Özürlüler Kanunu’nda özellikle bakıma
muhtaç özürlüler için bakım ödeneği de içeren sosyal bakım
güvence modelinin ilk adımını atabildik. Uzmanlık alanım olan
sosyal bakım güvence modelinin içeriğini zenginleştirmek ve daha
geniş kitlelere ulaştırabilmek için,
19-23 Kasım 2007 tarihleri için
planlanmış olan III. Özürlüler
Şurası’nın ana konusunu “Bakım” olarak belirledik. Bu süreçte
Başkan Vekili Dr. Mehmet Aysoy görevinden alındı. Bakım
Şurasının etkin ve verimli olabilmesi için ÖZİDA’ya önerdiğim
bakım alanında ehil bilim adamlarının hiçbirisinin Şura’ya davet
edilmemiş olduğunu, bunun yerine konuya vakıf olmayan çok sayıda
kişinin Şura’ya iştirak ettiğini müşahede ettim. Bu alana
yıllarını vermiş bilim adamı kimliğime gösterilmiş olan bu
saygısızlık aynı zamanda Şura’nın ciddî ve başarılı bir şekilde
çalışmasını da engelleyen bir durum olmuştur.
2.) Bakım Şurasına katılanların önemli bir
kesiminin bakım(a muhtaçlık) konusunun mahiyetini tam olarak
idrak edemedikleri bizzat hazırladıkları raporlardan da
kolaylıkla anlaşılmaktadır. Örneğin “Bakım Hizmet Türleri
Komisyon Raporu”nda değil işgücüne sahip olmak, başkalarının
fizikî (maddî-manevî) desteği olmaksızın hayatta kalabilmeleri
dahî imkânsız olan bakıma muhtaç özürlülere dönük olarak
“İşyerinde Bakım” başlığı altında çalışabilir durumda olan
özürlüler için konuyla tamamen ilgisiz bazı tuhaf önerilerde
bulunulmuştur. Genel Kurul Görüşmelerinde bu gibi hataların
bertaraf edilmesi gerektiğini söylediğim halde ÖZİDA tarafınca
basılan “Komisyon Raporları ve Genel Kurul Görüşmeleri”
kitabında da bu hatalar aynen yer almaktadır. (Bkz. T.C.
Başbakanlık; Özürlüler İdaresi Başkanlığı; III. Özürlüler
Şurası; Bakım Hizmetleri; Komisyon Raporları ve Genel Kurul
Görüşmeleri; Yayın No 45; 2007; s. 51).
3.) Üyesi
olmadığım halde Şura’nın “Bakım Hizmet Türleri Komisyonu”na
katılıp bakım hizmet türleri kapsamında tıbbî ve sosyal bakımla
birlikte bütüncül bakım konsepti çerçevesinde bütün gelişmiş
ülkelerde uygulanan MANEVÎ BAKIM yaklaşımlarının önemine dair
bir konuşma yaptığım halde özellikle pozitivist bilim
adamlarının ideolojik tepkisi ve müdahalesi ile kurul üyelerinin
ekseriyeti bir bakım türü olan Manevî Bakım’ın rapora
eklenmesine destek vermemiştir. DDK’nın 2009 tarihli raporunda
manevî bakımın bir model olarak
uygulanabilmesi konusunda çalışmaların yapılması yönündeki
önerisi, Manevî Bakım’ın gerekliliğine dair sadece bizi haklı
çıkarmamakta, aynı zamanda Şura hazırlıklarının ve
çalışmalarının liyakat ve ehliyetten uzak olarak yapılması
sonucunda ortaya çıkan zaman kaybını ve bakım hizmet türleri
açısından dünya ülkeleri arasındaki geri kalmışlığımızı da
ortaya sermektedir.
4.) Şura’da başkanlığını üstlenmiş olduğum
Bakım Güvence Sistemleri Finansmanı Komisyonu’nun, Şura sonrası
için, Türk sosyal güvenlik sisteminde Bakım Sigortasının
oluşturulmasına yönelik olarak önerdiğimiz eylem plânlarına ait
adımların şimdiye kadar hiçbirisi atılmamıştır. 2 yıl geçmesine
rağmen Şura kararlarının hayata geçirilmemesi, hem Şura yapma
amacına, hem de sürekli olarak geliştirilmesi gereken özürlüler
politikalarının dinamik yapısına aykırıdır. Bu durum, DDK
tarafından da teyit edilmektedir.
5.) ÖZİDA’nın 2005 tarihinde bir talebi
üzerine millî ve manevî değerlerimize uygun bir biçimde
hazırlamış olduğum “zihinsel özürlülerin cinsel eğitimi” ile
ilgili bir çalışmamı, bir kitabıma aktardıktan sonra içeriği,
Radikal ve Milliyet Gazeteleri tarafından 26.02.2008 tarihinde
çarpıtılmıştır. Bu gelişmelerden haberdar olan ÖZİDA, kurumsal
sorumluluk üstlenemediği için, çıkan yalan haberleri kendi
imkânlarımla tekzip ettim (Bkz. Ek 1: DEVLETTEN 'MİLLİ SEKS'
TAVSİYELERİ) (Not: Sitemizde bununla
ilgili haber mevcuttur)
6.) III. Özürlüler
Şurasından beri Bakım Türleri arasında kabul görmesi için
mücadele ettiğim Manevî Bakım ile ilgili açılımlarımı baltalamak
niyetiyle Cumhuriyet Gazetesi’nin; 08.08.2008 tarihinde “Sosyal
Hizmetlerde Manevî Bakım” kitabımı Özürlüler Yüksek Kurulu
üyeliğimi de zikrederek hem şahsımı, hem de hükümeti yıpratmaya
yönelik yalan haber üretmesi karşısında ÖZİDA yine sessiz
kalarak, hem Manevî Bakım açılımına destek verememiş, hem de
beni mücadelemde yalnız bırakmıştır. Bu habere yine kendi
imkânlarımla bir yerel gazete aracılığı ile cevap verdim. (EK
2: BAŞBAKANLIK ÖZÜRLÜLER YÜKSEK KURULU ÜYESİNDEN CİN TARİFLİ
KİTAP TÜYLER ÜRPERTİYOR: ‘KREŞLERDE DİNÎ İÇERİKLİ MANEVÎ BAKIM
YAPILSIN’).(Not: Sitemizde bununla ilgili haber mevcuttur)
7.) Hakkımda çıkan bu olumsuz haberlerden
sonra ÖZİDA’daki kurum danışmanlığım resmî veya özel bir gerekçe
ve(ya) açıklama yapılmaksızın uzatılmamıştır.
8.) Özürlüler Yüksek Kurulu’nun görevleri
arasında “Başkanlıkça hazırlanan, hazırlatılan ve incelenen
projelerin öncelik sırasını tesbit etmek ve uygulanacak
projeleri karara bağlamak” denildiği halde katıldığım hiçbir
kurulda bu anlamda bir proje masaya yatırılmadığı, Manevî Bakım
ve Bakım Sigortası ile ilgili görüş ve önerilerimiz de dikkate
alınmadığı için, kurul üyesi olarak etkin bir varlık
gösteremediğime inanmaktayım. Ayrıca yukarıda izah ettiğim
sebeplerden doğan kırgınlığımdan dolayı Özürlüler Yüksek
Kurulu’nun son üç toplantısına da katılmadım.
9.) Dezavantajlı sosyal kesimler alanında
Cumhuriyet tarihinin en önemli kazanımı olan Özürlüler
Kanunu’nun çıkmasından sonra sosyal güvenlik sistemimize Bakım
Sigortası’nın ihdasına ve sosyal hizmetler alanında manevî bakım
uygulamalarına yönelik olarak sürdürdüğüm çalışmalara devam
edecek uygun dinamik iklimin giderek kaybolmasının derin hayal
kırıklığı içersindeyim. Bu şartlar altında kurul üyeliğimin
devam etmesinin artık bir anlamı olmadığını düşünüyorum.
Saygılarımla
Prof. Dr. Ali Seyyar
28.09.2009
EK 1 ve 2:
Hakkımda çıkan
gazete haberleri ve tekzipler (6 sayfa)
DAĞITIM:
-
Devlet
Bakanı Sayın Selma Aliye Kavaf
-
ÖZİDA
Başkanı Sayın Abdullah Güven
-
Devlet
Denetleme Kurulu
İSTİFA HABERİNE YAPILAN
YORUMLAR
Ali bey iyi
çalışmalar
Özürlüler idaresinde görevli olmadığım için bu konuda bilgim
olmadığını belirtmek isterim.
Devlet Hastanesindeyim.
Özürlülerle 16 yıldır çalışan bir uzman olarak ülkemizde bu
alanda daha çok yapılması gerekenler bulunduğuna ve kurumlar
arası eşgüdümün hala eksikliklerini yaşamakta ve görmekteyim.
Alandaki değerli çalışmalarınızı takip etmekten dolayı size
teşekkür ederim. Profesyonelliğe gereken değer verilmediği
sürece de yapılan çalışmalar etkisiz kalmakta ve günü kurtarmaya
yönelik olmaktadır.
Biz profesyoneller uzmanlık alanlarımızda bildiklerimizi
yılmadan ve yıkılmadan devam ettirmeliyiz diye düşünüyorum.
Bazen bir insan ömrü kadar zaman da gidebiliyor.
Çalışmalarınızdaki ilk günkü heyecanınızı dilerim.
Saygılarımla dostlukla kalınız.
AYFER AKŞİT
SOSYAL HİZMET UZMANI
Hasta Hakları Birim Sorumlusu
http://balkovani.blogcu.com/
Sayın Hocam;
Öncelikle engelliler açısından oldukça üzücü bir haber...
Çünkü son dönemde engelliler adına yaşanan olumlu gelişmelere
sekte vurabilecek bir durum. Özida, benim de şahit olduğum
kadarıyla bu işi devlet memuru anlayışı ile yürütme çabasında.
Yani olması gereken prosedürleri yerine getireyim, gerisine
karışmayım anlayışında. İnsiyatif kullanacak kadar cesur bir
yönetime sahip değil. İstifa mektubunuzda yer alan gerekçelerde
sonuna kadar haklı olduğunuzu düşünmekteyim. Bu gün size destek
çıkmayan bir yönetim, düşünüyorum da engellisine nasıl sahip
çıkacak? Yaptırım gücünün farkında olmayan bir kurum ileriki
günlerde sorumlu olduğu engellilere ihtiyaçları doğrultusunda
nasıl yardımcı olabilir? Bir engelli olarak bu konuda kaygılarım
olduğunu belirtmek isterim. Manevi bakım konusu yalnızca
engellilerin değil tüm insanlığın bir numaralı ihtiyacı. Bunun
yalnızca Müslüman engelliler için değil, diğer dinlere mensup
engelliler için de ayrım yapmaksızın gerekliliğini
savunmaktayım. Hangi dine bağlı olursa olsun, o içindeki
maneviyatı ortaya çıkaracak, daha huzurlu bir yaşam sürmesine
olanak sağlayacak olan manevi bakım konusu, özellikle günümüzde
göz ardı edilmemesi gereken bir olgudur. Giderek yozlaşan insan
ilişkileri, mekanik bir zihniyete bağlı yaşam güdüsü ve gelecek
kaygısı, insanları maneviyattan giderek uzaklaştırmaktadır. Bu
konuda da en iyi çözümü yine devlet bulmalıdır. Çünkü oldukça
nazik olan bu konu başka ellere bırakılırsa esas o zaman
korkulacak manzaralar ortaya çıkacaktır. Tek elden ve uzman
kişilerle yapılacak çalışmalar sonucunda yeme içme, giyinme,
barınma gibi elzem konular kadar mühim olan manevi bakım
hizmeti, engelli ve sağlıklı bireyleri bir birine kaynaştıracak
ve ortaya daha bilinçli ve huzurlu bir toplum çıkmasına olanak
sağlayacaktır. Sonuç olarak umut ediyorum ki; Sayın Başbakan
durumun ehemmiyetinin farkına varır da istifa mektubunuzu red
eder. Çünkü sizin gibi değerli, konusunda uzmanlaşmış
akademisyenleri küstürmek ve geri plana itmek bu ülke insanına
ve hizmet bekleyen milyonlarca engellisine yapılacak en büyük
ayıplardan biri olacaktır. Her ne konumda olursanız olun,
engellilerin yanında olacağınızdan ve onlar için
çalışacağınızdan emin olarak saygılarımı sunuyorum.
Ayhan YARICI
Çok Kıymetli
Değerli Hocamız;
Öncelikle Sizi
Canı Gönülden Tüm Kalbimizle Kutlarız. Bu Zamanda Böyle Önemli
Stratejik Bir Konumdan İstifa Etmek Her Babayiğidin Harcı
Değildir. Malumunuzdur Her Kurum Her İş İçin Söylüyorum İnsanlar
Buralara Gelebilmek İçin Ne Film Fırıldaklar Çeviriyorlar. Gönül
İsterdi ki Sizin Gibi Bu Konumlarda Olup Sizin Gibi Düşünen
Yüzlerce Binlerce Ağabeylerimizin Olmasını Temenni Ederdik.
Çünkü Bu Şartlarda Makam Sahibi Olmak Onursuz İnsanlar İçin
Bulunmaz Bir Nimet. Bu Uğurda Her Şeylerini Feda Ederek Oralara
Nasıl Geldikleri Umurlarında Bile Değil. Ama Unuttukları Bir Şey
Var. Vicdan Muhasebesi İnsanoğlunun Kaçamayacağı Tek Nadide Şey.
Allah Onları da Islah Etsin Diyelim. Sizin Gibi Onurlu Tüm
Ağabeylerimize Saygılarımızı Sunar Allahın Rahmeti Sizlerin Ve
Ailenizin Üstünde Olmasını Temenni Eder, Ele Ayağa Düşmeyen Uzun
Bir Ömür Dileriz ..Allah Sizleri Başımızdan Eksik Etmesin.
UMUT AYDIN
http://engelli-21.blogspot.com/
İstifa Haberi İle İlgili Olarak Milli
Gazete'de Yayınlanan Bir Köşe Yazısı:
Veli, İbrahim; “Hükümetin engellilik testi”; Milli Gazete;
05.10.2009.
24 EYLÜL 2009
Zeynep Dilara Seyyar Bir Yaşında
Prof. Dr. Ali
Seyyar’ın kızı Zeynep Dilara 24 Eylül’de tam bir yaşına ulaştı.
Aynı hafta içinde Zeynep Dilara’nın da doğum yaptığı Adatıp
Hastanesi, bütün tüp bebekleri ve ebeveynlerini doğum günü
partisine davet etti. Davete katılan Seyyar ailesine basın büyük
bir ilgi gösterdi. Ali Seyyar, tüp bebek sayesinde çocuk sahibi
olamayan ailelerin fazla üzüntü duymamaları için sosyal ve
manevî yönden desteklenmeleri gerektiğini söyledi. Bu vesile
ile Seyyar ailesi ile ilgili çıkan haberlerden bir kesiti,
sitemize aktarıyoruz:
48 Yaşında Evlat Sevgisi Tattı
Serdivan ilçesinde tüp bebek yöntemiyle dünyaya gelmiş çocuklar
ve aileleri, 4. Geleneksel Doğum Günü Partisi'nde bir araya
geldi.
Sakarya Üniversitesi (SAÜ) Öğretim
Üyesi Prof.Dr. Ali Seyyar da 48 yaşında baba olmanın mutluluğunu
yaşıyor.

Sakarya Özel
Ada Tıp Hastanesi'nin Sultan Sarayı Tesisleri'nde düzenlediği
doğum günü partisine katılan tüp bebek yöntemiyle dünyaya gelmiş
çocuklar ve aileleri için yemek verildi, pasta kesildi. Kadın
Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Ayşe Aytoz, gazetecilere
yaptığı açıklamada, 2005 yılında faaliyete geçen tüp bebek
merkezinde 300 bebeğin dünyaya geldiğini söyledi. 4 yıldan beri
tüp bebek yöntemiyle dünyaya gelmiş çocuklar ve aileleri için
doğum günü partisi düzenlediklerini kaydeden Aytoz,
''Ailelerimiz burada oldukları için çok mutlu. Yıllar geçiyor ve
bebeklerimiz büyüyor. 2005 yılında başladık. Keşke daha çok
başvuru ve daha çok bebeğimiz olsa. Zaman zaman çiftler
çekingenlik yaşıyorlar, ama sorunlarını bizimle paylaşıyorlar.
Bu yöntemle dünyaya gelen çocukların yüzde 20'si ikiz. Üçüz
oranımız ise çok daha az. Bayanların 40 yaşına kadar çocuk
sahibi olmalarını arzu ediyoruz. 40 yaşından sonra çocuk sahibi
olma oranı çok düşüyor. 40 yaşın üstünde çok başvuru alıyoruz
ama başarı şansının yüzde 10'un altına düştüğünü çiftlere
anlatıyoruz.'' diye konuştu.
48 yaşında tüp
bebek yöntemiyle kız çocuk sahibi olan SAÜ İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Seyyar ise 12
yıllık evliliğin ardından baba olmanın mutluluğunu yaşadığını
söyledi. Tüp bebek yöntemindeki ilk denemede başarıya
ulaştıklarını kaydetti. Seyyar, uzun soluklu bir maratonun
sonunda baba olduğunu belirterek şöyle konuştu:
''Sabır gerektiren bir işlemden sonra
çok mutlu olduk. Olabilmeme ihtimaline karşı da hazırlıklıydık.
Bu, çok önemli. Çünkü tüp bebek yöntemi sonuç vermeyince bazı
çiftler büyük üzüntü yaşıyor. Çocuksuz da dünya güzel, ama çocuk
olunca bu ilahi bir lütuf. Kızım Zeynep Dilara bugün tam bir
yaşına bastı, bugün doğum gününü kutluyoruz. Bu etkinlikte diğer
ailelerle birlikte çocuk sahibi olmanın mutluluğunu yaşıyoruz.''
Bazen ilginç
benzetmelerle karşılaştığını ifade eden Seyyar,
''Geçen gün parka gittim. Orada
karşılaştığım biri bana kızım için kaçıncı torunum olduğunu
sordu. Ben de (ilk, yalnız torun değil) dedim. O da güldü ve
benden özür diledi. Böyle durumlarla karşılaşabiliyorum. Bunlar
beni hiçbir şekilde etkilemiyor. Bence baba olmanın yaşı
yoktur.'' ifadesini kullandı.
(Cihan Haber Ajansı)
Tüp Bebekler Doğum Günü Partisinde Buluştu
26.09.2009 16:07
Sakarya’nın Adapazarı ilçesinde özel bir hastanenin düzenlediği
4. geleneksel tüp bebek doğum günü partisi, 300 çocuğu ve
ailelerini biraraya getirdi.
Sakarya’nın Adapazarı ilçesinde özel bir hastanenin düzenlediği
4. geleneksel tüp bebek doğum günü partisi, 300 çocuğu ve
ailelerini biraraya getirdi. Özel Ada Tıp Hastanesi’nin
düzenlediği doğum günü partisine katılan ailelerin mutlulukları
gözlerinden okundu. Tüp Bebek ve Infertilite Merkezi Başkanı Op.
Dr. Ayşe Aytoz, 2004 yılından bu yana 10 bin hastayı muayene
ettiklerini ve 300 tüp bebeğin dünyaya geldiğini kaydetti. Her
yıl doğum günü partisi düzenlediklerini dile getiren Aytoz, "Biz
de emeklerimizin boşa gitmediğini görüyoruz. Eskiye göre farklı
olduğunu düşünüyorum. Erkekler sorunlarını bizimle daha çok
paylaşabiliyor. Dertlerini anlatabiliyorlar. Bizim vazifemiz
onlara yardımcı olabilmek. Çocuk sahibi olamamak diğer
hastalıklar gibi bir sorun. Çok geçmeden uzman bir doktora
başvurmak lazım. Hanımların yaşı ilerliyor. Bizim başa
çıkamadığımız sorunların bir tanesi ileri anne yaşı. Hanımlar
ileri yaşta olunca tüp bebeğin başarı şansı çok az oluyor. Bir
süre bebek sahibi olamayınca uzmanlardan bir an önce yardım
almak gerekiyor" dedi.
Tüp bebek yöntemiyle çocuk sahibi olan Sakarya Üniversitesi (SAÜ)
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Seyyar ise, "Ben 48 yaşında baba
oldum. Baba olmanın yaşı yok. Şu anda 1 yaşında Zeynep Dilara
adlı bir kızım var. Evlendikten 12 yıl sonra tüp bebek için
başvurduk. İlk denemede başarılı olduk. Bu tüp bebek olayı sabır
işidir. Tutmama ihtimaline de hazırlıklıydık. Ama ilk denemede
tuttu. Çocuklu bir dönem çok güzel" diye konuştu.
Kesilen pasta ile çocukların doğum günü kutlandı.
(http://www.lpghaber.com/Tup-Bebekler-Dogum-Gunu-Partisinde-Bulustu--haberi-284252.html
)
10 Ağustos 2009 //
Sakarya
Özürlü Dostu Öğrenci
Yurdunda Ali Seyyar Gönüllü Danışman
Müteşebbis ve işadamı
Özdemir İçin,
5 ortağı ile birlikte, Türkiye'nin ilk 5 yıldızlı ve özürlü
dostu erkek öğrenci yurdunu Sakarya’da hizmete açtı. Sakarya
Üniversitesine çok yakın bir yere inşa edilen “Kampüs Saray”
erkek öğrenci yurdu, sadece 5 yıldız kalitesindeki hizmetleriyle
değil özürlü dostu mimarisiyle
de dikkatleri çekiyor. Özürlü öğrencilerin özel ihtiyaçları da
düşünülerek mimari yapısıyla
Türkiye’de ilk özürlü dostu öğrenci yurdu
özelliklerine sahip olan yurtta
Özürlüler Yüksek Kurulu üyesi
ve Sakarya Üniversitesi sosyal politika uzmanı
Prof. Dr. Ali Seyyar
gönüllü olarak danışmanlık hizmetlerinde bulunuyor. Oluşturulan
danışma kurulu
sayesinde öğretim üyeleri, bilim adamları, işverenler, veliler
ve öğrenciler arasında samimî bir
sosyal diyalog
süreci başlatılacaktır. Böylece yurtta ortaklaşa tespit edilecek
yıllık faaliyet planları ve gönüllü projelerle
üniversite dışı akademik ve sosyal
çalışmalar hız kazanacak ve
öğrencilerin sosyal ve meslekî
hayata adaptasyonu daha kolay
sağlanacaktır.
5 yıldızlı lüks otel konseptinde yapılan ve
üniversiteye sadece 200 metre uzaklıkta bulunan Kampusaray
yurdu, bu alandaki ilk yatırımlardan oldu. Öğrenci yurtlarındaki
kalite çıtasını yükseltecek Kampüsaray'da 300 yataklı tek
kişilik, çift kişilik veya dört kişilik odalar, tüm odalarda
özel banyo, tuvalet, buzdolabı, restoran ve kafeterya, tüm
katlarda sıcak ve soğuk su sebilleri, bulunmaktadır. Akla
gelebilecek ve gelmeyecek diğer hizmetler sırasıyla şunlardır:
her hafta oda temizliği, kış dönemi her akşam yanan Şömine
köşesi, yüzme havuzu ve botanik galeri kış bahçesi, spor
salonu, tüm odalarda ve sosyal tesislerde ücretsiz kablosuz
internet erişimi, revir, mescit, tam otomatik çamaşır ve kurutma
makineleri, etüt salonları ve kütüphane, bilgisayar ve internet
odası, 24 saat kayıtta olan güvenlik kameraları, elektronik
yangın alarm sistemleri, cep sinema salonu-bilardo-masa tenisi
ve şark köşesi...

Foto 1:
İşadamı Özdemir İçin,
özürlü dostu hizmet anlayışıyla özürlü öğrencilerin erişebilir
ve ulaşılabilir sorunlarının çözümüne önemli bir katkıda
bulunmuştur.

Foto 2:
Kampusaray erkek yurdu müdürü
İbrahim Veli ve Danışma
Kurulu üyesi Prof. Dr. Ali
Seyyar, özürlü öğrencilerin psiko-sosyal
ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik olarak yeni projeler
geliştiriyorlar.
Yurt hizmetlerinden daha fazla
bilgi edinmek için bkz.
www.kampusaray.com
31
Temmuz 2009 // Gebze
Ali Seyyar
MÜSİAD’ın Konuğu Oldu
Genç İşadamlarının ve girişimcilerin bölgedeki platformu olan
Gebze Genç MÜSİAD, 31.07.09 tarihinde Gebze Ticaret Odası’nda
“Türkiye’de kadının yeri ve istihdam alanları” adlı seminerle
kadınların ekonomideki durumu ve konumunu, uzman konuşmacıların
ve Darıca Kaymakamı Osman Ateş’in
katılımının eşliğinde gerçekleştirdi.
Konu gereği bölgemizin kadınlarının ve duyarlı vatandaşların
katılımı ile gerçekleşen saygı duruşu, İstiklal Marşı ve açılış
konuşmasıyla başlayan seminer, Sakarya Üniversitesi’nde öğretim
üyesi olan Sosyal Politika Uzmanı Prof.
Dr. Ali Seyyar’ın konuşmasıyla devam etti. Seyyar
konuşmasında Avrupa’da kadın istihdamının %50-60 iken ülkemizde
bu oranın %20’de olduğunu ve Avrupa’daki kadın istihdamının
%50-60 ortalamasında olmasına rağmen Avrupa’da emek piyasasında
çalışan kadınlarının büyük bir çoğunluğunun bir şekilde psiko-sosyal
baskı altında olduğunu belirtti. Avrupa’daki işyerlerinde psiko-sosyal
terör olarak adlandırılan Mobbing vakıalarına karşı işletmelerde
oluşturulan etik kurulları kapsamında tedbirler ve müeyyideler
uygulandığını belirten Ali Seyyar,
iş ahlâkının önemine vurgu yaptı. İşyerlerinde özellikle
kadınlara yönelik olarak kasıtlı, bilinçli, sistemli ve sürekli
olarak yapılan taciz olaylarının artmasının sebeplerinden
birisinin de manevî ve ahlâkî değerlerinin erozyonuna uğramasına
bağlayan Ali Seyyar, mahremiyet
kültürünün iş hayatında da yaygınlaşması halinde Mobbing
olaylarının önüne geçilebileceğini söyledi.
Sanayileşme ve gelişme yolunda hızla ilerleyen marka
kentlerinden biri olan Gebze’nin bu konudaki hassasiyeti ve
duyarlılığı bu anlamda ciddi önem taşıdığını vurgulaya
Prof. Dr. Ali Seyyar, Avrupa
Birliği uyum sürecine girdiğimiz bu dönemde iş ve meslek
ahlâkına daha da önem verilmesi gerektiğinin altını çizdi.
TOBB Kadın girişimciler kurulu başkan yardımcısı
Nilgün Aydın,
Prof. Dr. Ali Seyyar”ın bu
konudaki ilgisini ve dikkatini destekleyerek, bölgemizdeki kadın
istihdamını artırmak adına Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin
Kadın Girişimciler Kurulu olarak bu konudaki çalışmalarını büyük
ölçüde hızlandırdıklarını, gerek bilgilendirmek, gerekse hedef
kitleye ulaşmak adına çalışmalarının devam edeceğini belirtti.
Program sonunda Genç MÜSİAD başkanı
Dilek Aykan Akpınar, katılımcılara katılımlarından dolayı
teşekkür etti. Akpınar ”Genç
MÜSİAD olarak kişisel gelişim odaklı tüm projeleri gerekli
ölçüde yer verilmesi için gereken her türlü imkânı kullanarak
kamu yararına çalışan dernek olma unvanımızı gururla sürdürmeye
devam edeceğiz” dedi. Seminer bitiminde Genç MÜSİAD Şube
sekreteri Hüseyin SAL
katılımcılara günü hatırasına birer plaket verdi.
28 Temmuz 2009 // Sakarya - Karapürçek
Karapürçek Belediyesi
İle Kaymakamlığı Tarafından Yaptırılan
Karüpürçek Şehit
Tuncay Özdemir Kültür Merkezi Açıldı

Değişik sosyal projelerle yerel sosyal
politikaların uygulama alanına dönüştürülen Karapürçek ilçesinde
halk eğitim merkezi, internet-cafe, çok maksatlı konferans
salonu ve fitness center gibi değişik meşguliyet birimlerine
sahip bir kültür merkezi açıldı.
Kültür merkezinin açılışına
Sakarya Valisi Hüseyin Atak,
Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki
Toçoğlu, Karapürçek
Kaymakamı Soner Karataşoğlu,
Kaymakamlık gönüllü danışmanı ve Sakarya
Üniversitesi öğretim üyesi sosyal siyaset uzmanı Prof. Dr.
Ali Seyyar,
Karapürçek Belediye Başkanı Orhan
Yıldırım, İl Genel Meclisi Başkanı Fethi Sarıoğlu, İlçe
Emniyet Amiri Yaşar Sipahi, Jandarma Üst Teğmeni Eray Çakır, il
genel meclisi üyeleri ve muhtarlar katıldı.
Karapürçek Belediye Başkanı Orhan Yıldırım
ilçeninin önemli bir eksikliğini gidermenin mutluluğunu
yaşadıklarını belirterek, hayırlı olmasını diledi. Sakarya
Valisi Hüseyin Atak ise kültür merkezinin ilçeye hayırlı
olmasını dileyerek, yapımında emeği geçenleri kutladı.

(Soldan sağa) Karapürçek Kaymakamı Soner
KARATAŞOĞLU, Prof.Dr. Ali SEYYAR
İstihdam odaklı sosyal projeleriyle ilçenin
işsizlik sorunlarına çözüm stratejileri ile ün yapmış olan
Karapürçek Kaymakamı Soner
Karataşoğlu, Kültür merkezinin özürlü dostu bir
yapıya kavuşturulması için, rampa gibi ek donanımların da en
yakın zamanda ilave edileceğini duyurdu.
Açılış
merasiminden sonra Karapürçek
Kaymakamı Soner Karataşoğlu ile aynı zamanda
Yüksek Lisans tez danışman hocalarından olan
Prof. Dr. Ali Seyyar, Anadolu
Ajansı muhabirlerine ilçeye dönük sosyal projelerin açılımlarını
ve sosyal faydalarını anlattılar.
HAZİRAN 2009
“MANEVÎ BAKIM” içeren
“DEMANSLI YILLARA DEĞER KATAN
AKTİVİTELER”
Kitabına Hizmet Ödülü
İstanbul
Büyükşehir Belediyesi Sağlık ve Sosyal Hizmetler Daire
Başkanlığı bünyesinde faaliyet gösteren İstanbul Darülaceze
Müdürlüğü, Akademik Geriatri Kongresinde sunduğu geriatri
(Yaşlılık Bilimi) alanındaki örnek çalışmaları ile “Geriatri
Bilimi’ne ve Yaşlılığa Hizmet Ödülü”nü aldı.
Akademik
Geriatri Derneği tarafından düzenlenilen European Union
Geriatric Medicine Society (EUGMS, Avrupa Geriatri Derneği)’nin
desteklediği Akademik Geriatri 2009 Kongresi İstanbul Darülaceze
Müdürlüğü’ne “Geriatri Bilimine ve Yaşlılığa Hizmet Ödülü”
verdi. Ulusal ve uluslar arası 750 akademisyenin izlediği, 126
sunumun yapıldığı kongre, 20- 24 Mayıs tarihleri arasında
Antalya Cornelia Diamond Hotel’de gerçekleştirildi.
Üniversitelerin geriatri alanında faaliyet gösteren
akademisyenleri ile huzurevleri temsilcilerini bir araya getiren
kongreye, Kayışdağı Darülaceze 5 sözlü sunum yaparken, “Demanslı
Yıllara Değer Katan Aktiviteler” kitabı da Hizmet Ödülüne
layık görüldü.
İstanbul
Büyükşehir Belediyesi’ne Teşekkür
Akademik
Geriatri Kongre Başkanı Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi,
İç Hastalıkları Anabilim Dalı, Geriatri Ünitesi Başkanı Prof.
Dr. Servet Arıoğlu, yaptığı konuşmada İstanbul Büyükşehir
Belediyesi Darülaceze Müdürlüğü’nün geriatri konusundaki örnek
çalışmalarının benzer sosyal kurum ve kuruluşlara örnek olmasını
temenni ettiğini söyledi. Kongre Sekreteri Ege Üniversitesi İç
hastalıkları Ana Bilim Başkanı Prof. Dr. Fahir Akçiçek;
Geriatri alanında çok ciddi adımlar attığı için İstanbul
Büyükşehir Belediyesi ve Darülaceze Müdürlüğü’ne teşekkür etti.
Darülaceze’nin aldığı 3. Geriatri ödülü…
720 kimsesiz ve
bakıma muhtaç İstanbullunun yaşamını sürdürdüğü Kayışdağı
Darülaceze Müdürlüğü, geriatri alanındaki çalışmaları ile 3.
ödülünü aldı. Kayışdağı Darülaceze, 2007 yılında
gerçekleştirilen 6. Ulusal Geriatri Kongresinde “Yaşamı Yeniden
Adımlama Projesi” ile 2.’lik, 2008 yılında 7. Ulusal Geriatri
Kongresinde “Bakım Personelinin Demanslı yaşlılar ile bir günü
belgeseli” ile de Özel Hizmet Ödülüne layık görülmüştü.
Demanslı
Yıllara Değer Veren Aktiviteler Kitabı
Editörlüğünü
Doktor Nurullah Yücel’in yaptığı, Kayışdağı Darülaceze Müdürlüğü
çalışanlarının yıllar süren deneyimi ve bilim adamlarının bilgi
ve tecrübelerinin bir araya gelmesi ile ortaya çıkan kitap
alanında yayınlanan ilk eser. Demanslı yaşlılara hizmet veren
tüm kurumlara ve evinde demanslı hastaların bakımını yapmakta
olan vatandaşlara rehber özelliği taşıyan kitap; Ergoterapi
Aktiviteleri, Uğraş Terapisi Aktiviteleri ve Rehabilitasyon
Aktiviteleri ana başlıklarından oluşuyor.
Kitabın
bilimsel kurulunda ise şu isimler yer aldı:
- Prof. Dr.
Mehmet Ali KARAN: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp
Fakültesi İç Hastalıkları Anabilim Dalı / Geriatri Bilim Dalı
- Prof. Dr.
Işın Baral KULAKSIZOĞLU: İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp
Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı / Yaşlılık Psikiyatrisi
- Prof. Dr.
Hasan DURSUN: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Sağlık ve
Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı İstanbul Darülaceze Müdürlüğü
/ Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi
- Prof. Dr.
Rukiye PINAR: Marmara Üniversitesi Sağlık Bilimleri
Fakültesi Hemşirelik Bölümü İç hastalıkları Anabilim Dalı
- Prof. Dr. Ali SEYYAR: Sakarya
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi; Sosyal
Siyaset Ana Bilim Dalı Başkanı; Türkiye’nin ilk “SOSYAL BAKIM”
“MANEVÎ BAKIM” kitabını yazan bilim adamı.
23–24 Ocak 2009 // KIBRIS
KKTC’DE İLK SAĞLIK TURİZMİ ÇALIŞTAYI
YAPILDI
Sağlık Turizmi Geliştirme
Derneği’nin Oluşturduğu Heyette
Prof. Dr. Ali Seyyar da Yer Aldı
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin sağlık turizmi açısından
değerlendirilmesi, durum tespiti ve bu bağlamdaki yol
haritasının çizilmesi amacı ile Ekonomi ve Turizm Bakanlığı iki
gün süren bir Çalıştay düzenledi. Türkiye’den Sağlık Turizmi
Geliştirme Derneği adına gelen bir heyet ile KKTC’de oluşturulan
heyet arasında kapalı olarak gerçekleştirilen Çalıştay, 23-24
Ocak tarihlerinde Mercure Otel’de yapıldı.
KKTC’nin ilk Sağlık Turizmi Çalıştayı, 23 Ocak Cuma günü,
Mercure Otel’de, saat 09.00’da açış konuşmaları ile başladı.
Çalıştay’ın ikinci gününde Sağlık Bakanı
Eşref Vaiz de katıldı. Sağlık Bakanlığı işbirliğinde,
KKTC’den Tabipler Birliği ile turizm ve sağlık sektörünün
katıldığı Sağlık Turizmi Çalıştayı’nda bulunmak amacı ile
Türkiye’den de sağlık ve turizm temsilcilerinden oluşan 14
kişilik heyet adaya gitti. Sağlık Turizmi Geliştirme Derneği
adına değişik uzmanlık alanları olan Türkiye heyetinde şu
isimler yer aldı:
1.)
Dr. Dursun Aydın; Sağlık
Turizmi Geliştirme Derneği Başkanı.
(Sağlık Turizmi ve STK)
2.)
Dr. Haluk Ozsarı;
Türkiye Sigorta ve
Reasürans Şirketleri Birliği Danışmanı
(Sigortacılık ve Finansman)
3.)
Dr. Ege Ünalcın Redstar
Hava Ambulansı Manageri (Acil
Yardım Hizmetleri)
4.)
Enginer
Birdal; Sağlık Bakanlığı ve STGD Üyesi
(Sağlık Turizmde
Bürokrasi)
5.)
Metin
Kımıldar; Dünya Yaşlanma Konseyi Üyesi
(Fizikî Altyapı)
6.)
Dr.
Kemal Aydın; Dünya Yaşlanma Konseyi Başkanı
(Uluslar arası
İlişkiler)
7.)
Dr. Sinan İbiş;
Medikal Turizm
Derneği Başkanı
(İnovasyon)
8.)
Kamil
Yüceoral; Emekli Turizm Bakanlığı Müsteşarı
(Kamusal Koordinasyon)
9.)
Ayşe
Nur Ergülşen; Türsab
(Seyahat Acenteleri)
10.)
Dr.
Filiz Çevirme; OHSAD Genel Koordinatör;
(Özel Sağlık Kuruluşları)
11.)
Prof.
Dr. Ali Seyyar; Sakarya Üniversitesi. (Sağlık Turizmde Eğitim ve Üniversiteler; Yaşlı ve Engelli Turizmi)
Ekonomi ve Turizm Bakanlığı’nın oluşturduğu
Bakanlık Müsteşarı Hasan Kılıç
başkanlığındaki 20 kişilik KKTC Heyeti’nde ise Sağlık Bakanlığı,
Kıbrıs Türk Otelciler Birliği, Kıbrıs Türk Seyahat Acentaları
Birliği, Kıbrıs Türk Tabipler Birliği, KKTC’de bulunan 5
üniversitenin turizm bölümlerinden temsilciler yer aldı.
Sağlık Turizmi Çalıştayı’nın ilk
gününde, 23 Ocak Cuma günü, açış konuşmalarının ardından,
‘KKTC’de Sağlık Turizmi Açısından Mevzuat’, ‘Sağlık ve Turizm
Sektörüne Genel Bakış’, ‘Sağlık Turizminde Komşu Ülkeler ve
Ortadoğu’nun Önemi’, ile ‘Sağlık Turizminde Öne Çıkan Ülke
Örnekleri ve Bu Ülkelerdeki Uygulamalar’ başlıkları altındaki
konular görüşüldü. Belirlenen bu başlıklar üzerindeki sunumlar
ve görüş alışverişlerinin ardından, Sağlık Turizmine hizmet
edebilecek kurum ve kuruluşlara örnek teşkil eden mekanlardan,
SPA ve Wellness Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi, YDÜ Diş
Hekimliği, IVF Tüp Bebek Merkezi ziyaret edildi.
İkinci günü ‘KKTC Sağlık Turizmi için
Eylem Planı’ başlığı altında bir Beyin Fırtınası yapılmış ve
saat 15.00’de basın yolu ile kamuoyuna sonuç bildirgesi
açıklanmıştır.
Basın Bildirisinden Bazı Önemli Maddeler:
1.)
KKTC’de özellikle talassoterapi, hemodiyaliz, IVF (tüp
bebek); diş ve göz sağlığı ile yaşlı turizmine yönelik ilk
etapta geliştirilebilecek alanlar olarak tespit edildi.
2.)
KKTC’deki mevcut 6 üniversitenin sağlık turizmi eğitimi
açısından çok büyük bir avantaj olduğu ve tüm dünyaya sağlık
turizmi ara elemanları yetiştirilmesi ve akademik kaynak görevi
yapabilecekleri ifade edildi.
3.)
KKTC’nin çevresindeki deniz suyunun ve ikliminin
özellikler sebebiyle dünyadaki sıralamada birinci sırada olduğu
gerçeğinin duyurulması ve dünyaya tanıtılması.
4.)
Sağlık turizmi çalışmalarının istikrarlı ve doğru bir
politika ile gerçekleşmesi halinde KKTC gelirlerinin bir yılda
iki katına ulaşmasının mümkün olabileceği anlatıldı.
5.)
Sağlık turizminin gelişiminde T.C. ile KKTC
otoritelerinden oluşan sürekli bir çalışma grubunun bu alandaki
çalışmalara ivme kazandırılması ve sağlık turizmi ilerleme
raporlarının periyodik olarak yayınlanması hususlarında ortak
mutabakata varıldı.
6.)
Önümüzdeki aylarda KKTC’de sağlık turizmi ile ilgili
olarak uluslar arası büyük bir kongrenin gerçekleştirilmesine
karar verilmiştir.
Foto:
Nr. 041
Sağlık Turizmi Çalıştayı Hatırası:
(Soldan sağa):
1.)
Dr. Dursun Aydın
2.)
Prof. Dr. Ali Seyyar
Nr. 043
Sağlık Turizmi Çalıştayı Türkiye ve KKTC
Heyeti: (Soldan sağa):
1.)
Dr. Ege Ünalçın (Türkiye)
2.)
Metin Kımıldar (Türkiye)
3.)
KKTC-Ekonomi ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı Doç. Dr. Hasan
Kılıç
4.)
Prof. Dr. Ali Seyyar (Türkiye)
5.)
KKTC-Ekonomi ve Turizm Bakanlığı-Turizm Planlama dairesi
Müdürü Turgut Muslu
6.)
Dr. Kemal Aydın (Türkiye)
Nr. 064:
Gazimağusa Devlet Hastanesi: (Soldan
sağa):
1.)
Metin Kımıldar
2.)
Dr. Kemal Aydın
3.)
Efsun Sarı (KKTC-Ekonomi ve Turizm Bakanlığı)
4.)
Dr. Dursun Aydın
5.)
Prof. Dr. Ali Seyyar
6.)
Dr. Nuri Gökşin (Gazimağusa Yeni Devlet Hastanesi
Başhekimi)
7.)
Enginer Birdal
Nr. 029
Yakın Doğu Üniversitesi; Diş Hekimliği
Fakültesi Ziyareti ve Dekan Tarafından Tanıtımı
Kaynak:
1.)
Kıbrıs Gazetesi; 24–25 Ocak 2009.
2.)
Basın Bildirisi
3.)
Özel İzlenimlerimiz
27.12.2008 // Başakşehir
Ali Seyyar, Başakşehir’de Yerel Sosyal
Politikaların Önemini Anlattı
Başakşehir’in
yeni dönemde, Türkiye’nin ve dünyanın örnek şehri olmasına
yönelik projelerin ve projeksiyonlarının ortaya konulacağı,
Marka Şehir Başakşehir platformunun organize ettiği konferansa
katılan Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Seyyar,
yerel yönetimler ve sosyal problemlerle ilgili katılımcıların
beğeniyle dinlediği bir konuşma yaptı.
Konferansın açılış konuşmasını yapan Başakşehir Belediye Başkan
Adayı Salih Beşir, şehirlerin içinde yaşayan insanlarıyla
değerli olduğunu belirterek, “Şehri kurabilmek için öncelikle
içimizdeki insani değerleri ortaya koymamız gerekiyor. Şehirlere
ruh veren, o bölgede yaşayan insanların oraya kattığı değer,
kültür, sanat ve mimari estetiktir. Oysa, sadece ikamet alanları
olarak görülen bir şehirleşmenin, huzur ve mutluluk sağlamayan
yapılaşmaların içinde kalmış olmamız, insanlarımızın
sorunlarının da çığ gibi büyümesine yol açıyor. Biz, şehirleri
öncelikle kendi içimizde kurmalıyız… diye konuştu.
Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Seyyar da,
modern dünyanın sosyal problemlerinin çok girift olduğunu
belirterek, “Maalesef plansız, projesiz ve gelecek öngörüsü
olmayan mahallelerde, binalarda yaşayan insanlar arasında
iletişimsizlik, kopukluk oluyor. Aile içi çatışmalar yaşanıyor.
Yerel sosyal politikaların gelişmesiyle birlikte merkezi sosyal
politikalar da gelişecek ve paralel çalışmalarla yerel anlamdaki
sorunların çözülmesi sağlanacak” dedi.
Şehirlerde yalnızlaşmış, dışlanmış, kimliğini kaybetmiş
insanların yaşamaya başladığını, estetik yoksunu binalarda
huzursuz, mutsuz insanların ortaya çıktığını belirten Seyyar,
“İnsan fıtratına uygun, insan odaklı çalışmalar yapılması
gerekiyor. Devasa binalar yapmak sosyal belediyecilik anlayışı
değildir. Önemli olan, insanların mutluluğunu ve huzurunu
sağlayacak, sosyal donatı alanlarını, kültür merkezlerini,
şehrin tüm insanlarının özürlüleriyle, yaşlılarıyla birlikte
kullanabileceği farklı alanları ortaya koyabilmektir. Önemli
olan özürlü otobüsü almak değil, özürlü ve özürlü olmayanların
birlikte kullanabileceği bir otobüsü kullanıma açabilmektir.
Böylece, insanlar ayrışmamış, böylece insanların birbiriyle iç
içe yaşayabildiği bir sosyal alan ortaya çıkmış olur. Kentlerin
sadece yaşanabilir olması yetmez. Bir kentin yaşanabilirlik
kalitesi açısından, sosyal, kültürel, sağlık, eğitim, yol, su
elektrik, fiziki ulaşım ve sosyal donatı alanlarıyla
bölgesindeki en çok tercih edilen yerleşim yeri olması da çok
önemlidir. Bunu yapabilen yerel yönetici başarılı yöneticidir.
Bunu da, iktidarını ve sahip olduğu makam avantajını, hizmet
götürdüğü insanlarla her daim paylaşabilen yönetici yapabilir.
Hep söylenir: Halk Meclisi kuracağız diye. Bu bir proje
değildir. Halk meclisleri, yerel yönetim ile bölgeyi yönetecek
insanların, zaten bir arada olması gereken meclislerdir” diye
konuştu. Modern dünyada komşuluk ilişkilerinin, insani
ilişkilerin yok olduğunu, yerel yönetimlerin bunu ortadan
kaldıracak faaliyetler gerçekleştirmesi gerektiğini belirten
Seyyar, “Bizim medeniyetimiz, komşuluk ilişkilerinin zirveye
tırmandığı bir medeniyettir. Bunu sağlayabilecek çalışmalar
ortaya koymamız gerekir. Sosyal projeler, insanın yaşam
alanlarında en insani şekilde yaşayabileceği sosyal faaliyetleri
ortaya koyar. Yerel yöneticiler, halka hizmete talip olmalı.
Makam hevesinde olmamalı” açıklamasını yaptı.
http://www.haber7.com/haber/20081229/Marka-sehir-Basaksehir.php
24 Eylül 2008
Ali Seyyar, Baba Oldu
Sosyal politika
odaklı aile dostu bilimsel çalışmalarından dolayı TC
Başbakanlık, Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü
tarafından 2005 yılında ödüllendirilen Ali Seyyar, evliliğinin
11. yılında baba oldu. Sakarya, Ada Tıp Hastanesi tarafından
hazırlanan “Doğum Diploması”ndaki bilgiler şu şekildedir:
“Asuman ve Ali
Seyyar çiftinin 24 Eylül 2008 tarihinde saat 09’20’de 49 cm
boyunda, 3.320 gr ağırlığında (Zeynep Dilara isminde) bir kız
bebekleri dünyaya gelmiştir. Sevgili bebeğe ve ailesine hayat
boyu sağlık ve mutluluklar dileriz. Doğum Doktoru Op. Dr. Ayşe
Aytoz”
Bugün 24 Eylül; Hayata Merhaba Dedi
Gül Cennet Kokulu Bir Kız Katıldı
Hanenize
Neşe Kattı Neşenize
Şükür Yakışır Dilinize
Dua Edelim Birbirimize
(Karamürsel’den Fazlı Biçer)
BABANIN “BE” Sİ
Hiç unutmam
Teslimiyet
demişti bir konuşmasında
Yani tevekkülü sırtlamış
Ve ufuklara seyre dalmıştı aslında.
Etrafındakilerin beklentileri
Zamanla gün yüzüne çıkıyordu.
Oysa O sadece tebessüm ediyordu!
Belki de biliyordu!
Ama sabrediyordu.
Dışarıdan görenler
Ne kadar mutlu diyordu.
Yorum açık, talih!
Oysa nelere şahitti geçen tarih.
Yıllarca gurbette yaşadı
Ve içinde gurbeti yaşadı.
Soğuk diyarlarda,
Soğuk insanlara
Sıcak mesajlar veriyordu.
Çok canlıydı.
Bilseler içini,
Ne kadar buhranlıydı.
Vermeyi öğrenmişti
Bir de sevmeyi,
Küçücük şeylerle mutlu olmayı,
Farklı olmayı
Farkı bulmayı !...
Hayatı merdiven gibiydi,
Yavaş yavaş çıkıyordu.
Ve tabiî ki emin adımlarla …
Yıllardır hayalini kurardı;
Cennet vatanında yaşamak,
Üretmek, çalışmak, çabalamak …
Maddeye takılmaz
Mazerete sığınmaz
Yufka yüreği ile kimseyi kırmazdı.
Her işi oluruna bırakır
Ve yazardı satır satır.
Çok kazanıyordu,
Kolay kazanıyordu.
Kiminle sohbet etse
Deryalara dalıyordu.
Hani dedikse kazancını,
Para değildi elbet;
Gönül kazanıyordu.
|
Hiç bir kapıya vurmasa da
Rahmet kapıları
Bir bir açılıyordu.
Zaman zaman engeller çıksa da
Hiç aldırmıyordu.
Çünkü mazlum olmayı
Tercih ediyordu.
Yıllar su gibi akıp gidiyor,
Ve unvanları bir bir geliyordu.
Her geçen gün meşguliyet artıyor,
Oysa hiç gocunmuyordu.
Fakat mutlu bir ailede
Güller açsın istiyordu.
Gülümün yanında
Yeni bir gonca diyordu.
Hurim dediği cananına
Hep tebessüm ediyordu.
Göz bebeğim derken
Bebek, evet bebek diyordu.
Bu güzel aile
Heyecanla bekliyordu.
Karanlık geceleri
Dua ile süslüyordu.
Bendeniz ise
Mübarek beldelerde rüya görüyor
Dua ediyor,
Ve ümit ediyordu..
Bir gün aynı şeyi düşünüyorken,
Uzaktan bir ses
Müjde! Müjde diyordu.
Bu ses dalga dalga geliyordu.
Hanede bir misafir ;
“Zeynep Dilara”
Hayata Merhaba ! diyordu.
Dudaklarını kıpırtadıp,
Babanın “B” sini söylüyordu.
Gülüyordu,
Güldürüyordu.
Baba ise ortada görünmüyordu.
Yarı aydınlık odasında,
Seccadesinin başında,
Gözyaşları ile şükrediyordu..
Fazlı Biçer
//Karamürsel // Eylül 2008 |
Hoş geldin Zeynep Dilara

Ümitsizliğin
haram edildiği manevî dünyamızda ümidimizi hep korumaya
çalıştık. Ama gaflet anlarında ümidimizi yitirmişliğimizin
karamsarlığını sana hissettirmiş isek bizi affet Zeynep Dilara.
Ezelden beri her şeyin tayin edildiği bir âlemden dünya denilen
bir çilehanede hep imtihan, hep sabır ile yaşadık. Seni
koklamak, senin gözlerine bakmak, hayranlıkla ellerini tutup
yanaklarından öpmek, dünya ötesi bir arzu, ulaşılması zor bir
hayal gibi algıladığımız bir zamanda varlığının ilk işaretlerini
gösterdin sen bize. Hakikate ve varlığa inanmak, iman etmek
kadar zor ama iman kadar tatlı ve anlamlı olduğunu sen bize
hissettirdin en küçük kıpırdanışlarınla. Senin gelişine inanmak,
Yaratan’ın “OL” emrine kalben inanmanın ötesinde hakkel yakın
yakınlığını yürekte hissetmektir. Belki deniz dalgaları gibi
coşkun bir hâl içinde değiliz ama engin ufuklara yelken açmış,
uzun bir yolcuğa çıkacak bir geminin deryaya açıldığı heyecanlı
bir günün sabah güneşinin sıcaklığını bütün hücrelerimizde
hissediyoruz.
Hayatımıza
farklı bir anlam kazandırmak, bize yeni sorumlulukların yanında
ilave görevler yüklemek üzere yola çıktın. Şuna inanmanı
istiyoruz. Ruhî derinliklerden gelen ezelî sevgi sayesinde her
zorluk, bizim için kolay olacak. Dökeceğin her gözyaşı,
ciğerlerimizi damla damla yakacak, gülümseyişlerin ise kalbimize
ferahlık verecek. Uzun bir bekleyişin ardından, sabrın ve
duaların tesiriyle ilahî lutfun tecellilerini daha dünyada iken
tattık. Cenneti dünyaya taşımak elbette mümkün değil ama
gözlerindeki o nuranî bakışlar, bize Cennetten bahşedilmiş bir
tadımlık sükunet gibi gelecek ve sükunetli tadımlıklarla ebedî
huzur ve saadet bahtiyarlığına erişeceğiz. Kim bilir belki de
Cennet hurilerinden aldığın güzelliğinle son baharımızda bize
daha nice nice sevgi dolu yıllar tattıracaksın.
Fıtratının
berrak temizliği ile etrafa hep ışıklar saçacaksın.
Yaşlandığımızı hissettiğimiz yorgun bir dönemde bütün
kederlerimizi unutturacak o muhteşem gelişin. Geçmişe ait
sorguları ve endişeleri hep bir yana bıraktık. Sen mi bizi terk
ettin yoksa biz mi seni beklettik soruları ile ne kendimizi, ne
de seni yargılamak niyetindeyiz. Kader planında ne düne ait
olanlar ve yaşananlar, ne de yarına ait olanlar ve yaşanacaklar
bizim elimizdedir. Kadere hep iman ettik ve ümitsizliğe düşmemek
için yine kadere teslim olduk. Dualarımız ve girişimlerimiz,
cüzî irademizin bir tezahürü olarak küllî irade ile buluşmasına
yönelik idi. Ve küllî irade, kader çizgisinde seni bugün
bizlerle buluşturdu. Senden önceki kaderimiz, O’nun iradesi
altında olduğu için, isyan etmeden hep rıza çerçevesinde kadere
boyun eğdik. Yine O’nun rızasını kazanmak ümidiyle senden
sonraki kaderimize de aynı manevî istikamet doğrultusunda hep
gönülden bağlı kalacağız.
Seninle hem
gündüzleri, hem de geceleri yani her saniye seninle beraber
olacağız. Seninle birlikte hayatımızı paylaşacağız. Sen yavaş
yavaş büyürken belki de biz hızlıca yaşlanacağız. Ama sayende
yaşlanmanın tadına vara vara dünyadan ayrılacağız. Çünkü artık
sen varsın ve eminim seninle her şey daha güzel olacak. Anamın
duası aklıma geldi. “Allah, bana sizin acınızı göstermesin,
ölümüm sizinkinden önce olsun” derdi. Şimdi aynı duaları ben de
senin için terennüm ediyorum:
C. Hak, bize
hiçbir zaman acını göstermesin, kader ne der bilmiyorum ama
ölümünü bize göstermesin”. Ya Rabbi, her şeyi yaratan olarak Sen
her şeye kadirsin, biz ise aciz kullarız. Ancak senin lütfunla
sabredebildik ve yıllar sonra muradımıza eriştik. Ne olur yine
Senin inayetinle yeni görevimizi layıkıyla yerine getirebilelim
ve emanetini en güzel biçimde koruyabilelim. Ya Rabbi,
misafirimiz çok değerli, o bize verilmiş ne güzel bir hediyedir.
Emanetini korumak, kollamak ve sevmekte bize itidal nasip et.
Çocuğumuza göstereceğimiz ilgi ve sevgide ne Gayretullahına
dokunacak aşırı bir tavır, ne de şeytanları sevindirecek
mesafeli bir yaklaşım hâkim olsun. Sevgimiz hep fıtrî,
şefkatimiz hep derin ve duygularımız hep canlı ve sıcak olsun.
Ya Rabbi, biricik bebeğimiz Zeynep Dilara ile fedakâr annesine
ve bize hayırlı uzun ömürler ver. Ver ki sonbaharımızda bile
nevbaharın tatlı heyecanlarını yaşayalım. Ya Rabbi, dünyadaki
nimetlerin ve lütufların bu kadar hoş olduğuna göre kim bilir
öbür âlemdeki sürpriz mükâfatların nasıldır?
Zeynep Dilara’nın Annesi ve Babası:
Ali ve Asuman Seyyar
İlk Kaleme Alındığı Gün:
30.08.2008 Cumartesi; Sürmeli Oteli-Ankara.
İkinci Kez Kaleme Alındığı Gün:
Zeynep Dilara’nın doğduğu gün: 24.09.2008; Çarşamba; Ada-Tıp
Hastanesi; Adapazarı.
Ramazan 2008
Ali Seyyar, Ramazan’da
Özürlüleri Unutmadı
Küçükçekmece ve Sarıyer
Belediyelerin davetlisi olarak Prof. Dr. Ali Seyyar, Ramazan
çadırlarında “Özürlülük Engellilik Değildir” konulu konferanslar
verdi. Ramazan programlarına özürlülerin de katılmalarını
sağlamak amacıyla tertiplenen bu özel geceler, yöre halkı
tarafından takdirle karşılanmıştır.
Not:
Küçükçekmece programını canlı olarak seyretmek isteyenler,
aşağıdaki linkten yararlanabilirler.
http://www.kucukcekmecem.tv/1468_8542_Ramazan-Programi-Sefakoy-9-Eylul-2008-Sohbet--Prof--Dr--Ali-Seyyar-Konser--Kerim---Selim-Altinok-Kardesler.html
16 Ağustos 2008
08.08.2008; CUMHURİYET GAZETESİ:
Başbakanlık Özürlüler Yüksek Kurulu
Üyesinden Cin Tarifli Kitap Tüyler Ürpertiyor:
‘Kreşlerde Dinî İçerikli Manevî
Bakım Yapılsın ’
-Başbakanlık’a
bağlı Özürlüler Yüksek Kurulu Üyesi
Prof. Dr. Ali Seyyar’ın
kaleme aldığı “Sosyal
Hizmetlerde Manevi Bakım ” adlı kitap tüyler
ürpertiyor. Kreş, çocuk yuvası, ,cezaevleri, ıslahevleri,
sığınma evleri, kadın ve çocuk mahkemeleri gibi yerlerde dinî
içerikli “manevî bakım ”yapılmasını isteyen Seyyar,“cin”leri de
“mümin cinler ”ve “kâfir cinler ”olarak ikiye ayırıyor.
Prof. Dr. Seyyar,
özürlülere, “Bu durumunuz ilahi bir hediyedir. Bu şekilde
ölürseniz şehit sayılırsınız, Cennete gidersiniz” diyerek
sabırlı olmaları çağrısında bulunuyor. Seyyar, Şefkatli Eller
Yayınlarından çıkan kitabında ruhsal sorunlar yaşayanlarla
ilahiyat kökenli “manevi terapistlerin” de ilgilenmesi
gerektiğini belirtiyor. Seyyar’ın “manevî bakım modelinden” bazı
bölümler şöyle
●
Cinler, saf ateşten, yani dumansız ateş alevinden yaratılmış
ruhani varlıklardır. Cinler de melekler gibi, görünmeyen gizli
varlıklar olup çeşitli suret ve şekle girmeye ve zor işler
başarmaya muktedir yaratıklardır. Cinler arasında da insanlar
gibi evlenme vardır. Onlar da Allah ’a iman ve ibadetle
mükelleftirler.
●
Her şeyin kader planında cereyan ettiğini esas alan model,
bakıma muhtaç kişilere içinde bulunduklar duruma havf ile reca
duygularıyla bakmalarını, yani Allah’ın sevgisinden ve
emniyetinden mahrum olma korkusu ile ona tevekkül ve teslimiyet
içinde ümit beslemenin en akıllı yol olduğunu tavsiye eder.
●
Manevi model, esas itibarıyla ahireti ölçü alan fakat bunun
kendisini diğer tıbbi ve sosyal bakım türlerini ihmal etmeye
sevk etmeyen bir bakış ortaya koyar. Model, Allah ’a inanan
bakıma muhtaçlar her açıdan ahirete hazırlarken, dünya
nimetlerinden de nasiplerini unutmamalarını ister.
●
Bakıma muhtaçlık ilahi bir hediyedir. Eğer bunlar mana boyutuyla
güzel şeyler olmasaydı, Yaratan en sevdiği kullarına hastalıklar
vermezdi. Bakıma muhtaç halinde ölmek, şehit sevabı kazandırır.
Sabreden bakıma muhtaç müminler, cennete gider.
Seyyar, manevi bakımın
uygulanabileceği alanları da şöyle sıralıyor “Çocuk yuvaları,
kreş, çocuk kulüpleri, gençlik merkezleri, sokak çocukları
merkezleri, dershaneler, öğrenci yurtları, aile danışma
merkezleri, aile ve çocuk mahkemeleri, sığınma evleri,
ıslahevleri, hastaneler, psikiyatri klinikleri, sağlık ocakları,
huzurevleri, işçi konseyleri, etik kurullar.”
(Fırat Kozak; Cumhuriyet Gazetesi;
08.08.2008; Ankara).
Ali Seyyar’dan
(Adapazarı Gazetesi Aracılığı İle)
Cumhuriyet
Gazetesine Cevap (1-2)
Adapazarı Gazetesi Tarih: 19.08 2008
Gün: Salı
Prof. Dr. Ali Seyyar
HAYATA BAKIŞ
Cumhuriyet Gazetesine Cevap (1)
Değerli okuyucularım; Türkiye’de bilim dünyasında multi
disipliner çalışma yapmanın zorluğu ortadır. Bir taraftan bazı
üniversiteler, bilim adamlarının akademik özgürlüklerini
kısıtlarlar, öbür taraftan da bazı gazeteler, malum sebeplerden
dolayı bazı öğretim üyeleri hakkında “desenformasyon” maksatlı
haberler çıkartırlar. Zamanlamalarını da çok iyi yaparlar.
Mardin Artuklu Üniversitesine rektör aday adayı olduğum bir
dönemde herhalde YÖK üyelerini etkilemek maksadıyla 08.08.2008
tarihli Cumhuriyet Gazetesinde Fırat Kozak’a ait şöyle bir haber
çıkar: “Başbakanlık Özürlüler Yüksek Kurulu Üyesinden Cin
Tarifli Kitap Tüyler Ürpertiyor: ‘Kreşlerde Dinî İçerikli Manevî
Bakım Yapılsın’. Kim bu Özürlüler Yüksek Kurulu Üyesi? Ee,
tabiî ki ben. Peki, neden Sakarya Üniversitesi öğretim üyesi
olduğum söylenmez de Özürlüler Yüksek Kurulu Üyeliğime atıfta
bulunulur? Çünkü yazar, bir taşla iki kuş vurmayı amaçlıyor da
onun için. Muhtemel hedefi, şahsım hakkımda yalan (eksik mi veya
yanıltıcı mı desek acaba?) haber üreterek, hem bizim meslekî
kariyerimizi engellemek, hem de hükümeti yıpratmak. Ne demişim
ben: ‘Kreşlerde Dinî İçerikli Manevî Bakım Yapılsın’.
Haberi kaleme alan gazetecimiz, bununla da yetinmiyor, bana ait
olmayan sözleri hayalinde kurgulamaya devam ediyor. Bakınız ne
iddia ediyor: “Seyyar, manevî
bakımın uygulanabileceği alanları da şöyle sıralıyor “Çocuk
yuvaları, kreş, çocuk kulüpleri, gençlik merkezleri, sokak
çocukları merkezleri, dershaneler, öğrenci yurtları, aile
danışma merkezleri, aile ve çocuk mahkemeleri, sığınma evleri,
ıslahevleri, hastaneler, psikiyatri klinikleri, sağlık ocakları,
huzurevleri, işçi konseyleri, etik kurullar.” Peki,
bu isteklerimi nerede, hangi toplantıda, hangi konferansımda
dile getirmişim? “Tüyler ürpertici” olarak
vasıflandırılan “Sosyal Hizmetlerde Manevî Bakım”
kitabımın hangi sayfasında buna dair bir cümle var? Kitabımdan
bazı alıntılar yaptığınıza göre, neden bu isteklerimi teyit eden
bir alıntı yapmadınız? Çünkü böyle bir cümle tarafımızca sarf
edilmiş değil de ondan! Yani ben, etik kurullarında veya işçi
konseylerinde manevî bakım yapılsın demişim öyle mi? Yahu, bunu
söyleyebilmek için, manevî bakım hakkında hiçbir bilgiye sahip
olmamak gerekir. Bir kere manevî bakım nedir? Kısaca
tanımlayalım: “Manevî bakım, bakıma muhtaç yaşlı, özürlü veya
kronik hastalara yönelik maneviyat içerikli bakım hizmetidir,
yani bakıma muhtaç kişilerin maneviyatını (kişisel
gelişimlerini, morallerini) güçlendirmeyi, hayata bağlılıklarını
artırmayı, iç (manevî) dünyalarıyla barışık olmalarını, manevî
sapma ve korkularını gidermeyi amaçlayan sosyal nitelikli ve
insan odaklı bir bakım hizmetidir”. Peki, etik kurullarında
bakıma muhtaç insanlar mı var? İşçi konseylerinde bakıma muhtaç
insanlar mı var? Yoktur herhalde değil mi. Ee, ne diye buralarda
manevî bakım uygulanacakmış?
Manevî Sosyal Hizmetlerin Önemi
Ah bu haberi yapan benim bilgisiz kardeşim, sen herhalde manevî
bakım ile manevî sosyal hizmetleri karıştırdın. Eğer
“Ali Seyyar, manevî sosyal hizmetlerin uygulanabileceği alanları
şöyle sıralıyor” deseydin
kabulümdü. Çünkü bütün bu alanlarda manevî yönden de sosyal
hizmetlere ihtiyaç duyan insanlarımız olabilir. Neden mi?
Çünkü manevî sosyal hizmetler, sadece sosyo-ekonomik yönden
değil mânen (ruhen) de insanın saadetini temin etmek ister de
onun için. Bir yerde şunları ifade
etmişim: “Manevî sosyal hizmetlerin gâyesi, kalpleri
manevî, akılları ise pozitif bilimlerle aydınlanmış, fıtrî
vasıflara ve ahlâkî değerlere göre hayatını tanzim edebilen,
ruhu ile barışık mutlu fertler yetiştirmektir. Manevî sosyal
hizmetler, kişilerin sosyal bilinçlenmeleri ve topluma uyumları
için, üstün karakter geliştirmeye yönelik sosyal eğitimi esas
almaktadır. Maneviyat odaklı sosyal hizmetler, yalnızca dinî
konuları içermekle kalmaz, aynı zamanda psiko-sosyal eğitim ve
destek kapsamında güzel ahlâk, kültür, mantık, sağlık ve etkili
iletişim gibi kişisel gelişim alanına girebilecek birçok
pedagojik destek unsurunu da içerir”. Bu yaklaşımlara bir
itirazınız var mı? Genelde manevî bilimleri önemsemeyen çağdaş
aydınlar, bütünüyle pozitivist bilimlerin etkisi altında kalmış
olan akademisyenler ve bazı ateistler, itirazlarını dile
getiriyorlar ama manevî sosyal hizmetler alma hakkının
haddizatında anayasal bir hak olduğunu söyleyince çoğu, susmak
mecburiyetinde kalıyor. Çünkü demokratik yönden gelişmiş bütün
ülkelerde değişik sosyal veya dinî kurumlar aracılığı ile
genelde manevî sosyal hizmetler, özelde manevî bakım hizmetleri
isteğe bağlı olarak sistemli bir şekilde uygulanmaktadır.
Gelelim bizim gazetecimize. Bizim Cumhuriyet Gazetesi
muhabirinin fizikî yönüyle bakıma muhtaç olduğunu düşünmüyorum
dolayısıyla manevî bakıma şu anda ihtiyacı yoktur. Ancak “Cin
Tarifli” olmamakla beraber yine de “Tüyler Ürpertici” acı bir
gerçeği söylemem gerekiyor. Gazetecimizin aklî, fikrî, zihnî,
hissî, kalbî ve ahlâkî boyutlarıyla manevî sosyal hizmetlere
acilen ihtiyacı vardır. Niçin mi? Sosyal hayatta ve meslek
alanında muteber bir insan (gazeteci) olabilmek için, başta
(gazetecilik mesleğinin) sosyal ahlâk ilkelerini aklen, fikren,
kalben kabullenmek gerekir. Yanılıyor olabilirim ama sizce
gazetecimiz, benim hakkımda doğru haber üretmiş midir? Hemen
evet veya hayır demeyin. Henüz izahlı cevaplarım bitmedi. Daha
“Cin Tarifi”ne gelmedik ki. Gelecek yazıda buluşmak dileği ile…
Adapazarı Gazetesi Tarih: 21.08 2008
Gün: Perşembe
Prof. Dr. Ali Seyyar
HAYATA BAKIŞ
Cumhuriyet Gazetesine Cevap (2)
Cumhuriyet Gazetesi, “Sosyal
Hizmetlerde Manevî Bakım” kitabımı “Cin
Tarifli Kitap” olarak vasıflandırmakla yetinmiyor bir de
kitabıma “Tüyler Ürpertiyor” diyor. Nedenmiş o? Bir yerde
cinlerden bahsettiğim diye hemen tüyler mi ürperirmiş? Üstelik
270 sayfalık kitabımda gaybî varlıklardan sayılan cin ve
şeytanlara topu topuna yarım sayfa ayırmışım. Manevî bakım
modelini tanıtırken, vahyîlik, dünyevîlik ile uhrevîlik, fıtrî
evrensellik, kaderîlik, ahlâkîlik gibi temel esasların yanında
gaybîlik (gaybe bağlılık) unsuruna da vurgu yapmışım ve bu
bağlamda gaybî varlıkların (Allah, Melekler, cin ve şeytanlar)
özelliklerini tanıttıktan sonra bakıma muhtaç kişiler üzerindeki
etkilerini anlatmışım.
Cin ve Şeytanların Özelliği
Kitapta, cin ve şeytanlarla
ilgili kısımda her ilmihal kitabında bulunabilecek şu temel
bilgilere kısaca yer verilmiştir: “Cinler, saf ateşten, yani,
dumansız ateş alevinden yaratılmış ruhanî (manevî) varlıklardır.
Cinler de melekler gibi, görünmeyen gizli varlıklar olup çeşitli
suret ve şekle girmeye ve zor işler başarmaya muktedir, fakat
cins ve mahiyet bakımından meleklerden ayrı yaratıklardır.
Cinler arasında da insanlar gibi evlenme vardır. Onlar da
Allah'a iman ve ibadetle mükelleftirler. Bazıları isyankâr olup
kâfir, bazıları da itaatli mümindirler. Cinler, Allah'ın izni ve
hükmü olmadan hiç kimseye ne iyilik, ne de kötülük yapabilirler.
Cinler gaybı bilmez, Allah'ın Peygamberlerine bildirdiği ilahî
vahye muttali olamazlar. Cinler insandan evvel yeryüzünün idare
ve tedbirini görmekle vazifelendirilmişlerdir, ancak yeryüzünde
çok kötülük yaptıkları, fesat çıkardıkları için, sonunda bu
vazifeden uzaklaştırılmışlardır. Yerlerine, insanoğlu tayin
edilmiş, yeryüzünün sahipliği makamına getirilmiştir. Son
Peygamber, insanlara olduğu gibi cinlere de elçi olarak
gönderilmiş, tebliğ vazifesini cinler arasında da yerine
getirmiştir. Kuran’da Cin suresinde bu husus, açık bir şekilde
beyan buyrulmuştur. Şeytan(lar) ise, meleklerin ve bazı inançlı
cinlerin aksine, kişileri olumsuz yönde etkileyen küfrün ve
isyanın temsilcileridir. Nefis aracılığı ile kişilere kötülüğü
telkin ettikleri mevzusu, nefis ile ilgili kısımlarda detaylı
bir şekilde anlatılmıştır.” Görüldüğü gibi kitapta cinlerin
şeytanlara göre insanlar üzerindeki etki alanının nispeten
sınırlı olduğu ve özellikle şeytanî telkinlerin tehlikelerinden
sakınmak gerektiği bilgilerle sınırlı tutulmuştur. Halbuki aynı
kısımda her an insanların yaptıklarını kaydeden ve onları
değişik (manevî) tehlikelerden koruyan meleklerden (Kaaf;
50/17-18 ve El-Mümin; 40/7) daha çok bahsedilmiştir.
Meleklerin
Özellikleri
Meleklerin görevleri ile ilgili
olarak kitapta özetle şu bilgilere yer verilmiştir: Allah'ın
salih kullarına iyi ve hayırlı şeyleri telkin etmek, bakıma
muhtaçlığa yol açan hastalıklar, sakatlıklar ve yaşlılık gibi
sıkıntılı ve üzüntülü zamanlarında onlara tesellide bulunmak,
maneviyatlarını yükseltmek ve gerekirse kendilerine fiilen
yardım yapmaktır. İnsanlığın âdeta hizmetinde olan meleklere
iman etmenin genelde insanlar, özelde bakıma muhtaçlar üzerinde
birçok olumlu psiko-sosyal etki meydana getirir. Özellikle
bakıma muhtaç yaşlı ve kimsesiz bir insan, yalnızlığın getirdiği
ilgisizlik ile kendisini bazen manevî gurbette gibi
hissedebilirler. Bu yoksunluk ve sıkıntı içinde dünya o kişinin
başına yıkılacak gibi olur. Bu durumda teslimiyet, tevekkül ve
sabır ölçüleri içinde olan bakıma muhtaç kişinin imdadına yine
Allah’ın bir rahmeti ve lütfu olarak melekler değişik
varyasyonlarla imdada yetişir.
Manevî Bakım
Kitabımın İkinci Baskısı Çok Yakında
Evet, çok
yakında kitabımızın ikinci baskısı çıkacaktır. Kitabın ikinci
baskısının önsözünde değerli ilahiyatçı hocamız sayın
Prof. Dr. Faruk Beşer,
konuyla ilgili olarak şu tespitlerde bulunmaktadır: “Ülkemizde
Sakarya Üniversitesinin çalışkan ve velûd hocalarından Prof. Dr.
Ali Seyyar bizde ihmal edilmiş bu önemli konuyla ilgilenen nadir
bilim adamlarımızdandır. Sosyal siyasetle ilgili pek çok
eserinin yanında, genel anlamda manevî sosyal hizmetler, dar
anlamda sosyal ve manevî bakım uygulamalarına yeni açılımlar
sağlayan çok değerli kitapları çıktı. Multi disipliner bir
yaklaşımla millî kültürümüze ve geleneksel aile yapımıza uygun
bir yaklaşımla kaleme aldığı kitapların içinde “Sosyal
Hizmetlerde Manevî Bakım” kitabının ayrı bir anlamı vardır.
Bütün bu orijinal çalışmaların, Türkiye’de alanında bir ilk
olduğunun altı çizilmelidir. Tek başına bu çalışmalar bile
Manevî Bakım’ın bizde de bir bilim dalı haline getirilmesi için,
yeterli kaynak sayılabilirler. Hemşirelik Yüksek Okullarında,
Tıp ya da İlahiyat Fakültelerinde böyle bir dersin bulunması
veya bu isim altında müstakil bir bölümün açılması, insanı
ruh/beden bütünlüğü olarak ele alma adına modern bir uygulama
olabilir. Bütüncül bakım hizmetlerinin ayrılmaz bir parçası olan
Manevî Bakım anlayışının, gerek sağlık sektöründe, gerekse
sosyal bakım hizmetlerinde bundan böyle kurumsal bir nitelik
kazanmasını ümit ederim. “Sosyal Hizmetlerde Manevî Bakım”
isimli çalışmanın, hasta, özürlü ve yaşlıların sorunlarıyla
ilgilenen özellikle hekimlere, hemşirelere, sosyal hizmet
uzmanlarına ve bakıcı personele son derece faydalı olacağını
düşünüyorum”.
22 Temmuz 2008 // izmit
YAZ
KUR’AN KURSU ÖĞRENCİLERİNE KONFERANS 22.07.2008
“ÖZÜRLÜLERLE KAYNAŞMA”
Karamürsel
Müftülüğü ve Karamürsel Din Görevlileri Derneğince Yaz Kur’an
Kursu öğrencilerine yönelik konferans düzenlendi. 22.07.2008
Salı günü, Belediye Kültür Merkezinde yapılan proğrama, Sakarya
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Sosyal
Güvenlik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi ve aynı zamanda Başbakanlık
Özürlüler Dairesi Başkanlığında kurum danışmanlığı yapan
Prof. Dr. Ali SEYYAR katıldı.
“Özürlüler Ve 28 Özürlü Sahabe” konulu proğram: saygı duruşu ve
İstiklal Marşı ile başladı. Yaz Kur’an Kursları adına
Emrah ÇETİN adlı öğrenci Kur’an-ı
Kerim okudu. Müftü Vekili İhsan KURT
öğrencilere İslam’ın özürlüler konusundaki hassasiyetiyle ilgili
kısa bir açılış konuşması yaptı. Daha sonra
Ayşenur BÜYÜKGÖZ adlı öğrenci
“Yaratılanı Sev Yaratandan ötürü” şiiri okudu.
Özürlüler konusunda konuşma yapmak
üzere kürsüye gelen Prof. Dr. Ali
SEYYAR, öğrencilerin seviyesi, anlayış ve algılamalarına
göre özürlülere karşı yaklaşımımızın nasıl olması gerektiğini
tiyatro ve mizahi bir üslupla anlattı. Konuşmasında özetle
Sahabe hayatından kesitler sundu.
Çocukluğunda gözlerini kaybeden ilk Müslümanlardan, ilk
Muhacirlerden ve Cennetle müjdelenen 10 Sahabeden birisi olan
Abdullah İbni Ümmi Mektum ama idi. Peygamber Efendimiz’in
Müezzinlerinden biri olan bu Sahabe-i Kiram aynı zamanda
Peygamberimiz sefere çıktığı zaman genellikle Medine’de yerine
vekil olarak Abdullah İbni Ümmi Mektum’u vali olarak bırakırdı.
Özürlü olmak yetersizlik ve acizlik değildir. Bilakis her şeye
rağmen ihtiyaçlarını giderebildiği için kahramandır. Özürlülere
acımak yerine yeteneklerinden istifade etmek, topluma
kazandırmak istihdam etmek gerekir. Toplumun alaycı bakış ve
davranışları yüzünden sokağa çıkamayan özürlüleri mutlaka
toplumsal hayata katmalıyız.
Sahabe-i Kiramdan Muaz İbni Cebel boyu kısa bacakları incecik
birisiydi. Ancak ağaca çok maharetliydi. Bir gün Peygamber
Efendimiz ağaçtan birisinin hurma toplamasını istemiş hemen Muaz
İbni Cebel koşarak ağaca tırmanmaya başlamış. Ağaca çıkarken
incecik bacaklarını gören sahabeler gülünce Peygamber Efendimiz
onları uyararak cennette en kuvvetli bacağın onda olacağını
müjdelemiş.
Ülkemizde yaklaşık 8,5 milyon özürlü var. Bunların sosyal
hayatta yeterince yer almadığını bunun çözümünün de hepimizin
üzerine düşen vazifemizi yapmamızla mümkün olacağı belirtti.
İnsanların ya özürlü olduğunu, ya özürlü yakını olduğunu ya da
özürlü olma ihtimalinin olduğunu belirterek sabretmemiz
durumunda dinimize göre Ahirette bütün özür ve engellerin
kalkacağı söyledi. Proğram soru cevap bölümüyle sona erdi.
Konuşmasının sonunda Karamürsel Müftü Vekili
İhsan KURT,
Prof. Dr. Ali SEYYAR’a günün
anısına bir çiçek takdim etti. Ayrıca Karamürsel Din Görevlileri
Derneği Başkanı Hasan GÖKER de konuşmacıya kitap hediye etti.
Kaynak:
http://www.karamurselmuftulugu.gov.tr/etkinlik/konferans_ozurluler_2008.htm
12 Mayıs 2008 // Isparta
Ali Seyyar, Isparta’da Yerel
Özürlüler Politikalarının Temel Esaslarını Anlattı
Engelliler
Haftası münasebetiyle 12 Mayıs 2008’de Isparta’ya giden Prof.
Dr. Ali Seyyar, bedensel ve zihinsel engelli tüm dernek ve
eğitim kurumlarının iştirakiyle gerçekleştirilen “Engelliler
Yürüyüşü”ne katıldı. Düzenlenen “Engelliler Yürüyüşü”ne Vali
Şemsettin Uzun, İl Genel Meclisi Başkanı Fevzi Özdemir, Belediye
Başkanı Hasan Balaman, Sosyal Hizmet Derneği Başkanı Prof. Dr.
Mahmut Bülbül ve Milli Eğitim Müdürü Tacettin Yılmaz da katıldı.
Ali Seyyar, daha sonra
saat 14’00’de Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Engelliler
Araştırma ve Uygulama Merkezi (ENAR) tarafından düzenlenen
konferansa katıldı. Programın başlangıç kısmında Sosyal
Hizmetler Derneği Başkanı Profesör Dr. Mahmut Bülbül bir
açılış konuşmasını yaptı. Bülbül konuşmasında; 'Ülkemizde
toplumsal duyarlılığı arttırma adına bir çok çalışma yapılıyor.
Çoğumuz kendi üzerimize düşen görevlerin farkında değiliz.
Devlet İstatistik Kurumu verilerine göre Türkiye'de özürlülük
oranı %12.29. Isparta'da da sekiz on bin civarında desteklenmesi
gereken insan var. Günümüzde çok sayıda özel eğitim merkezleri,
rehabilitasyon merkezleri açılıyor ancak yetişmiş insan
sıkıntısı mevcut. Engelli insanları her zaman benimsemeli ve
maddi manevi yardımcı olmalıyız. Engelsiz bir yaşam için engel
siz olmayınız? diye konuştu.
Ardından Profesör Dr. Ali Seyyar, “Yerel Yönetimler ve
Özürlülük” (uygulamalar, sorunlar ve çözüm önerileri) konulu
bir konferans verdi. Seyyar, konuşmasında; 'Türkiye'de 1999
yılında ilk kez özürlüler şurası yapıldı. Şuraya, katılımcı
demokrasi adına sivil toplum örgütleri, devlet adamları, iş
adamları ve halk katılma imkânı buldu. Bu şurada problemler ve
çözüm önerileri dile getirilip sosyal baskı oluşturulmuştur.
2005 yılında ikinci şura düzenlendi. Hedef ve çözüm odaklı
sorunların yer aldığı şura devletin kanun çıkarmasında etkili
oldu. Çıkan özürlüler kanununda ilk kez korumalı iş yeri kavramı
tanımlanmıştır. Böylece tüm işyerleri, çalışanları içinde özürlü
çalışanda bulundurmak zorundadır. Ayrımcılık yapılmayan, fırsat
eşitliği olan, toplumsal hayata tam katılımın olduğu bir toplum
olmak zorundayız.' diye konuştu. Ali Seyyar, daha sonra bir
slayt gösterisi eşliğinde özürlü dostu aktif istihdam
politikaları kapsamında KORUMALI İŞYERİ yönetmeliğini tanıttı.
Konferansa Isparta Valisi Sayın Şemsettin Uzun, bazı
belediye başkanları, Isparta SHÇEK İl Müdürü, öğretim üyeleri ve
çok sayıda öğrenci katıldı. Program sonunda Ali Seyyar’a Isparta
Valisi Sayın Şemsettin Uzun tarafından günün hatırasına
bir plaket takdim edildi.
24 Mart 2008 //
Ali Seyyar, Özel FM - Hayatın Rengi Programında
“Zihinsel Özürlülerin Cinsel Eğitimi” ve “Sadaka Devleti”
Üzerinde Bir Söyleşide Bulundu
Hayatın Rengi (Konuk Prof Dr Ali Seyyar) Programcı: Mustafa
Öztürk
24/03/2008 - 11:50
Hit: 7
Programı Dinlemek İçin Tıklayınız:
http://www.ozelfm.net/medyaizle.php?haber_id=34878
08.04.2008 //Salı
Ali Seyyar, “Kutlu Doğum” Programına Katıldı

Hz. Muhammet’in doğum gününü içine
alan Kutlu Doğum Haftası, Sakarya Büyükşehir Belediyesi
tarafından düzenlenen geceyle kutlandı. AKM’de gerçekleştirilen
programda ilk olarak, Bağdagül Sanat Evi sanatçıları tarafından
Ebru Sergisi açıldı. Serginin açılışını Sakarya Büyükşehir
Belediyesi Başkanvekili İrfan Sezer
yaptı. Sergi açılışından sonra SAÜ Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Ali Seyyar ve Atatürk
Üniversitesi Öğretim Üyesi ve şair Prof.
Dr. Nurullah Genç tarafından ‘Şiir ve Hayat’ söyleşisi
gerçekleştirildi. Ali Seyyar, Hz.
Peygamberin hayatından ve bütün mahlûkata sergilediği merhamet
yaklaşımlarından örnekler gösterirken, şair
Nurullah Genç, Hz. Muhammet için
yazdığı “YAĞMUR” şiirini okudu. Gecede Adapazarı Tarihi Türk
Müziği Topluluğu da sahne aldı. Türk Müziği Topluluğu
sanatçıları birbirinden güzel ilahiler seslendirdi. Geceye
katılan izleyiciler duygu dolu anlar yaşadı.
Kaynak:
http://www.adapazari.bel.tr/haber.php?id=1139&uk=16&ak=44&uk2=24
http://www.sakaryaaktuel.com/sakarya/kutlu-dogum-gecesi-duzenlendi.html
04 Nisan 2008 // Cuma
“Sevilen
Çocuk Başarılı Olur”
Kaynarca’da öğrenci velilerine yönelik
gerçekleştirilen, “eğitimde anne babaya düşen görevler” konulu
konferansta salonu anneler doldurdu. Babalar ise ilçenin
haftalık cuma pazarında gezmeyi tercih etti.
Sakarya
Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi
Prof. Dr. Ali Seyyar Kaynarca’da öğrenci velilerine yönelik
olarak "Eğitimde Anne Babaya Düşen Görevler" konulu bir
konferans verdi.
İlçe Milli
Eğitim Müdürlüğü tarafından Belediye Düğün Salonu’nda düzenlenen
konferansa kadınlar ilgi gösterirken az sayıda erkeğin katılması
dikkat çekti. Seyyar’da konuşmasının başında kadınları
eğitime gösterdikleri ilgi nedeniyle kutladı. Taraklı’nın bir
köyünden Almanya’ya göç ettiklerini ve bu ülkede 25 yıl
yaşadığını söyleyen Seyyar Almanca bir öyküyü
kahramanlarına Türkçe isimler vererek anlattı.
“Kalbi kırılan
çocuk şiddet uygulandığında ömür boyu anne veya babaya kırık
kalır. İnsanın gelişimi ruh sağlığı için yaramazlıklarına rağmen
çocuklarımıza kötü davranmamalıyız” diyen Prof. Ali Seyyar
yaramazlıkların meraklı olmanın bir sonucu olduğunu vurguladı.
Hayatından verdiği örneklerle çocukların dövülmesindeki
yanlışlığa dikkat çeken Öğretim Üyesi, “Annesi tarafından
dövülen annesine, babasına, öğretmenine güven duymayan bir çocuk
başarılı olamaz. Çocukları cezalandırmak adına kurnazlık
sergileyen yollar aramayın. Onlara güvenin. Örneğin kendilerinin
giyinmesini izin verin” dedi.
Eğitimin
yalnızca masa başında oturarak sağlanamayacağını belirten Ali
Seyyar şöyle konuştu: “Eğitim birlikte düşünmektir. Biz
çocuklarımızın ödevleri hakkında konuşarak bir kültürü
yaşatmalıyız. Onları dinleyin ve özgüvenleri yerine gelsin.
Çocuklarımızla yük yüze aktif iletişim kurun. Her gün en az
yarım saat yüz yüze görüşmeyi ihmal etmeyin. Aşırı himayeci de
olmayın Ortalamayı bulun. Anne babası tarafından sevilen çocuk
hayatta başarılı olur.”
Konferansın
verildiği Belediye Düğün Salonu’nu dolduran öğrenci velisi
annelere karşın az sayıda babanın bulunmasını haftada bir gün
kurulan pazara bağlayan öğrenci velisi İbrahim Kara, “Arkadaşlar
Pazar da gezmeyi konferansa tercih ettiler” dedi. / Sedat Balta
Kaynak:
http://www.kaynarcahaber.com/detay.asp?hid=792
31 Mart 2008 //
Pazartesi
ALİ SEYYAR CİNNET OLAYLARINI
DEĞERLENDİRDİ
Haber:
Türkiye, politik gündemin geriliminden yakınırken, geçtiğimiz
hafta tüm kamuoyunun tüylerini ürperten aile içi cinnet vakaları
gündemi sarstı. Sadece 1 hafta içerisinde meydana gelen olaylar
arasındaki benzerlikler, tuhaflıklar, insanın kanını donduran
ayrıntılar, “Nereye gidiyoruz?”, “Bize ne oluyor?”, “Bu kadar mı
vahşi çocuklar yetiştiriyoruz?” sorularına ve okullarda verilen
eğitimin sorgulanmasına neden oldu. Son günlerde medyaya
yansıyan vahşi cinayet haberleri, Allah (CC) korkusundan yoksun,
tüm değerlerini kaybetmiş, yüksek öğrenim görmüş ancak manevi
moralitelerini kaybetmiş bir gençliğin içinde bulunduğu acı
duruma işaret ediyor. Yıllardır, din eğitiminin eksikliğinden,
çocuklardaki ahlaki ve manevi dejenerasyondan, İmam Hatiplerin
kapısına kilit vurulmasından, inandığı şekilde giyinerek
okumasına izin verilmeyen genç kızlardan bahsediliyor. Beşeri
bilimlerin yanı sıra moral değerleri yükseltecek, çocukların
içine Allah (CC) korkusu ve sevgisi aşılayacak, felsefi ve
ahlaki derinliği artıracak dini eğitime ve sosyal bilimlere de
öncelik verilmesi gerektiği ifade ediliyor. Psikologlar
genellikle, aile içi şiddet ve geçimsizliğin, anne ya da baba
yoksunluğu ve parçalanmış, sağlıklı olmayan aile yapısının,
çocuklarda saldırgan davranışlara neden olabileceğini
vurguluyor.
(Ahmet Zeki Gayberi; Milli Gazete)
Prof. Dr. Ali Seyyar, son dönemlerde
artan cinnet olaylarını, Milli Gazete’de yapılan bir röportajda
değerlendirdi.
Röportajı
Okumak İçin Tıklayınız>>>
22 Mart
2008
Ali Seyyar, “Korumalı
İşyeri” Projesini Tanıttı
Marmara Çalışanlar Federasyonu
tarafından organize edilen “Kurumsal Sosyal Sorumluluk – (KSS)
-Konferansı”, 22 Mart 2008 Cumartesi günü İstanbul Ticaret
Odası (İTO) ana sponsorluğu’nda gerçekleştirildi. Konferans, İTO
Meclis Salonu’nda 5 ana başlık altında ve 5 oturum şeklinde
yapıldı. Konferansın ardından Topkapı Eresin Otel’de düzenlenen
gala gecesinde Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) Projeleri
lansmanları yapılarak, başarılı projelerin sahiplerine ödül
verildi. Sürdürülebilir kalkınmanın önemli faktörlerinden biri
olarak kabul edilen “Kurumsal Sosyal Sorumluluk” kavramının
Türkiye’de doğru şekilde hayata geçirilmesini amaçlayan
konferansta katılımcıların karşılıklı olarak yeni iş
bağlantıları kurmaları da hedeflendi. Konferansa 100’e yakın
üniversiteden akademisyenlerin yanı sıra, kamu sektöründen üst
düzey bürokratlar ve özel sektör yöneticileri katılacak.
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Konferansı’na
Prof. Dr. Ali Seyyar, Sakarya Alternatif Yaşam Derneği için
hazırladığı “STK ve Özel Şirketler İşbirliği Çerçevesinde
Özürlü İstihdamına Yönelik Korumalı İşyeri Projesi”ni II.
oturumda bir sunumuyla tanıttı.
“Korumalı İşyeri” Projenin İçeriği
(Özet):
2005 tarih ve 5378 sayılı Özürlüler Kanunun 14.maddesine
istinaden hazırlanmış olan 30.05.2006 tarih ve (RG) 26183 sayılı
Korumalı İşyerleri Hakkında Yönetmeliğe göre gerçek ve tüzel
kişiler, normal işgücü piyasasına kazandırılmaları güç olan
özürlüler için meslekî rehabilitasyon ve istihdam oluşturmak
amacıyla korumalı işyeri açabilirler.
Çalışan sayısının büyükşehir belediye sınırları içinde en az 30,
büyükşehir belediye sınırları dışında en az 15 olduğu ve
çalışanlarının yüzde 75’ini özürlülerin oluşturduğu korumalı
işyeri, İŞKUR il müdürlüğünün onayı ile açılabilmektedir.
STK’ların (vakıf senedi veya dernek tüzüğünde) amaçları arasında
eğitim ve üretim faaliyetlerinin yer alması durumunda, STK’ların
inisiyatifi ile bu gibi korumalı işyerlerinin açılması ve
işletilmesi söz konusudur. Özellikle emek piyasasında iş
bulamayan ve-fakat çalışmak isteyen özürlü işgücünün istihdamı,
onların sosyal hayata katılımı açısından son derece önemlidir.
Korumalı işyerinde, gerek burada istihdam edilecek işyeri
yöneticisi, eğitici personel, özürlü ve diğer personelin SSK
primlerinin hazine tarafından ödenmesi gibi devletçe tasarlanan
malî desteğinin yanında gerekli teknik desteklerin de
sağlandığını düşünecek olursak, sosyal proje üretmek isteyen
STK’lar için özellikle personel ve işletme maliyetleri açısından
bir avantajdır. STK öncülüğünde oluşturulan bir korumalı işyeri,
tercih edeceği üretim biçimine göre (montaj işçiliği) çoğu zaman
özel sektörde faaliyet gösteren işletmelerle bir sosyal partner
(paydaş) olarak işbirliği yapmak durumundadır.
STK’nın himayesinde ve organizasyonu altında açılan bir korumalı
işyeri, aynı zamanda özel işletmelerin de sosyal sorumluluk
üstlenmelerine vesile olmaktadır. Haddizatında özürlülerin
istihdamı için korumalı işyerlerinin oluşturulması sosyal
sorumluluk açısından STK’lardan çok şirketleri yakından
ilgilendirmelidir. Ancak bu sosyal sorumluluk bilincinin özel
sektörde de geliştirilmesi, dolaylı olarak STK’ların
girişimciliği ile de sağlanabilir.
Ortak (STK ve İşletme) kurumsal sosyal sorumluluk kapsamında
değerlendirilmesi gereken projemiz, özürlü işgücüne uygun bir
biçimde özel olarak düzenlenmiş olan korumalı işyerinin fizikî,
sosyal ve meslekî özelliklerin (değerlendirme bölümü, üretim
bölümü, sosyal servis) yanında projenin sürdürülebilirliği
açısından işletmelerle (şirketlerle) yapılan protokoller
çerçevesinde üretim, istihdam, yatırım, stok, dağıtım ve
pazarlama (üretilen malları satın alınması) gibi işletmecilik
faaliyetlerini de tanıtmaktadır.
Projenin Alt Başlıkları:
-
Korumalı İşyeri Nedir?
-
Türkiye’de Korumalı İşyeri Nasıl Tanımlanmaktadır?
-
Türkiye’de Korumalı İşyeri Nasıl Açılır?
-
Başvuru İçin İşverenden İstenecek Belgeler
-
Korumalı İşyerinde Çalıştırılacak Personelin (Özürlüler;
İşyeri Yöneticisi; Eğitici Personel) Nitelikleri
-
Korumalı İşyeri Açma Projesinin Güçlü ve Zayıf Tarafları
-
Korumalı İşyeri Açma Projesini Avantajlı Hâle Getiren
Yeni Gelişmeler (Tasarı Hâlindeki Kanunî Düzenlemeler)
-
Sosyal Sorumluluk Açısından STK’lara Düşen Görev
14-16 Mart 2008
ALİ SEYYAR
1.
ULUSLARARASI SAĞLIK TURİZMİ KONGRESİ’NE KATILDI
Sağlık turizmi hizmeti veren kurum ve
kuruluşların işleyişinin, standardizasyonunun
belirlenmesinde, yurt içi ve yurt dışı araştırma, geliştirme ve
çalışmalar yapma hedefini güden Salık
Turizmi Geliştirme Derneği tarafından Antalya’da
düzenlenen I. Uluslar arası Sağlık
Turizmi Kongresine katılan
Prof. Dr. Ali Seyyar, “Yaşlıların
ve Engellilerin Sağlık Turizmindeki Yeri” hakkında
bir sunumda bulundu. Ali Seyyar,
sağlık turizminin çeşitlendirilmesi için, bakıma muhtaç olan
veya kendi kendine yeterli olan yaşlılara
ve özürlülere bakım merkezleri veya tatil köyleri gibi
projelerin hayata geçirilmesinin önemine işaret etti. AB
müzakere sürecini izleyerek, sağlık turizmi imkânların yaşlı ve
özürlülere dönük olarak planlanması gereği üzerinde duran
Ali Seyyar,
turizm şirketlerinin bu özel pazara hazır olmalarını ve bunu bir
fırsat olarak görmeleri gerektiğini söyledi. “Sorunları erken
fark edenler ve çözüm odaklı yatırım yapanlar, uluslar arası
turizm alanında da rekabetçi bir konuma gelebilir” diye
Seyyar,
sağlık turizmine ayrılan kaynakların belirli bir kesiminin
özürlü ve yaşlılara ayrılması gerektiğini savundu.
Türkiye'de
turizm etkinliklerinin bütün bir yıla yaygınlaştırılmasının
mümkün olduğunu ifade eden Sağlık
Turizmini Geliştirme Derneği Başkanı
Dr. Dursun Aydın ise bunun sağlık
ve kongre turizmi gibi alternatif turizm dallarının
geliştirilmesine bağlı olduğunu kaydetti. Sağlık turizmi
denilince akla tedavi hizmeti, termal turizm, hasta ve yaşlı
bakım hizmetleri geldiğini anlatan Aydın, Türkiye'nin
imkânlarının, dünyada bu konuda söz sahibi olan Tayvan, Singapur
ve Malezya gibi ülkelerden daha iyi durumda olduğunun altını
çizdi.
Açılış Konuşmasına Katılanlar:
Sağlık
Turizmi Hakkında |
Sn. Dr.
Aycan AKTAŞ, Sağlık
Turizmi Platformu |
Dernek
Hakkında |
Sn. Dr.
Dursun AYDIN,
Dernek Başkanı |
Açılış
Konuşması |
Sn.
Başaran ULUSOY,
TURSAB Başkanı |
Açılış
Konuşması |
Sn.
Prof. Dr. M. Zeki Karagülle
Kongre Başkanı |
Açılış
Konuşması |
Sn.
Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR
Bütçe Plan Komisyon Üyesi |
Açılış
Konuşması |
Sn.
Prof. Dr. Cevdet ERDÖL
Sağlık ve Sosyal İşleri
Komisyon Başk. |
Açılış
Konuşması |
Sn.
Prof. Dr. Nihat TOSUN,
T.C. Sağlık Bakanlığı Müsteşar
Yrd. |
Açılış
Konuşması |
Sn.
Alâaddin YÜKSEL,
Antalya Valisi |
Açılış
Konuşması |
Sn.
İsmet YILMAZ, T.C.
Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı |
Sayın
Bakanın Konuşması |
Sn.
Eşref VAİZ, K. K.
T. C. Sağlık Bakanı |
Sayın
Bakanın Konuşması |
Sn.
Prof. Dr. Recep AKDAĞ,
T.C. Sağlık Bakanı |
SAĞLIK TURİZMİ AÇISINDAN YAŞLI TURİZMİ; 2.GÜN; (6.
OTURUM) |
|
Oturum
Başkanı:
Prof.
Dr. Ali SEYYAR |
|
14:00-14:10 |
Dünyada
Yaşlılık ve Yaşlıların Beklentileri |
Yrd.
Doç. Dr. Ümit ATEŞKAN,
Atatürk Eğt. ve Araş. Hast.
Geriatri Bölümü |
14:10-14:20 |
Yaşlı ve
Engelli Turizminin Sahil Turizmine Yansımaları |
Kamil
YÜCEORAL, Emekli
Turizm Bakanlığı Müsteşarı |
14:20-14:30 |
Avrupa’da Yaşlı Bakımı ve Bakım Maliyetleri |
Dr.
Kemal AYDIN, Türk
Hollanda Sağlık Vakfı |
14:50-15:00 |
Yaşlıların ve Engellilerin Sağlık Turizmindeki Yeri |
Prof.
Dr. Ali SEYYAR,
Sakarya Üni. Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri
Bölümü |
15:00-15:10 |
Dünyada
Stress ve Yaşlı Turizminin Önemi |
Louis
MINSTER,
Araştırmacı, MALTA |
Daha Fazla Bilgi İçin Bkz.:
http://www.saglikturder.org/index.html
BASIN’DA SAĞLIK TURİZMİ KONGRESİ
"SAĞLIK TURİZMİNDEN 10 MİLYAR DOLAR
KAZANABİLİRİZ"
Sağlık Bakanı Recep
Akdağ, dünya nüfusunun hızla yaşlandığını belirterek,
"Türkiye, yaşlı ve engelli bakımını açısından son derece önemli
bir konuma sahip. Genç ve dinamik bir nüfusa sahip olan ülkemiz,
bu alanda dünyada önemli bir açığı kapatabilir" dedi. Bakan
Akdağ, Sağlık Meslek Liseleri ve Meslek Yüksek Okulları'nın
müfredatlarında yapılacak düzenlemelerle hasta ve yaşlı bakımı
alanında kalifiye eleman yetiştirilmesinin sağlanacağını
bildirdi. Ülke nüfusunun önemli bir kısmını 28 yaşın altındaki
gençlerin oluşturduğuna dikkat çeken Akdağ, "Bu insanlardan
yararlanmalıyız. Ülkemizin sahip olduğu kültürel altyapı,
misafirperverliğimiz, yaratılanı yaratandan ötürü hoş gören
anlayışımız bize sağlık turizmi alanında çok büyük avantajlar
sağlamaktadır. Dünya nüfusu hızla yaşlanıyor. Genç bir nüfusa
sahip olan Türkiye tüm dünyaya gönlünü açmış durumdadır" diye
konuştu.
Sağlık Turizmini
Geliştirme Derneği tarafından Antalya'da düzenlenen '1.
Uluslararası Sağlık Turizmi Kongresi' sağlık ve turizm sektörü
temsilcilerinin katılımıyla başladı. Sağlık turizmi konusunun
her boyutuyla ele alınacağı kongrenin açılışına katılan Sağlık
Bakanı Recep Akdağ, günümüzde artık insanların başka ülkelerde
de doktor seçme özgürlüğünü kullanmak istediklerini söyledi.
Hükümet olarak son beş yıl içerisinde sağlık alanında çok ciddi
bir dönüşüm programı uyguladıklarını belirten Akdağ, şöyle
konuştu: "Son yıllarda özel sektör Türkiye'de sağlık alanında
çok büyük yatırımlar yaptı. Ülkemizde verilen tıbbi hizmet
Avrupa'daki akranlarının seviyesine ulaşmış durumdadır. Ülkemize
artık tedavi olmak amacı ile yurtdışından çok miktarda hasta
gelmektedir. Bakanlık olarak bize düşen özel sektörün önünü
açarak gerekli yasal düzenlemeleri yapmaktır."
Türkiye'nin; doğal güzellikleri, iklimi,
kültür zenginlikleri ve coğrafik konumuyla gerçek bir turizm
cenneti olduğunu ifade eden Sağlık
Turizmini Geliştirme Derneği Başkanı Dr. Dursun Aydın da
turizm faaliyetlerimizin deniz-kum-güneş üçgeninde 3-4 aya
sıkışmasından yakındı.
Sağlık turizminin alternatif turizmin önemli
bir dalı olduğuna işaret eden Aydın, şöyle devam etti:
"Ülkemizdeki turizm faaliyetleri, tüm ülkeye ve 12 aya yayılması
gerekmektedir. Bu bağlamda, alternatif turizmin geliştirilmesi
zorunludur. Sağlık turizmi; alternatif turizmin önemli bir
dalıdır. Çünkü dünyada yaşlı nüfus ve kronik hastalıklar
artmakta, buna paralel olarak tedavi maliyetleri de
yükselmektedir. Sağlık turizmi alanında ülkemizin, elinde büyük
bir potansiyel bulunmasına rağmen, bu pazardan ancak yüzde 1'in
altında pay alıyor."
Aydın, Türkiye'deki hastaneler, termaller ve yaylaların
yurtdışında özellikle Ortadoğu ve Körfez ülkelerinde tanıtıldığı
takdirde, ekonomiye yıllık ortalama 10 milyar dolar girdi
sağlanabileceğini kaydederek, bu bölgelerden özellikle kaplıca,
estetik cerrahi, organ nakli, diş tedavisi, tüp bebek ve fizik
tedavi bölümlerine çok büyük bir talep geldiğini aktardı.
Türkiye Seyahat
Acenteleri Birliği (TÜRSAB) Başkanı Başaran Ulusoy ise
SPA ve termalin, kongre ve kültür turizminin yanında önemli bir
alternatif turizm çeşidi olduğunu dile getirdi. Ulusoy, 500
milyon dolarlık yatırımın sağlık turizmine önemli katkı
sağlayacağını vurguladı.
Sağlık Bakanlığı
Müsteşar Yardımcısı Nihat Tosun da dünyada son yıllarda
yaşanan gelişmeler neticesinde sağlık turizmi alanında
Türkiye'nin ön plana çıktığını söylerken TBMM Sağlık İşleri
Komisyonu Başkanı Trabzon Milletvekili Cevdet Erdöl de yaptığı
konuşmada, "Son birkaç yıl içinde hükümetin aldığı kararlar
neticesinde çok fazla sayıda hasta ülkemize gelmeye başlamıştır"
dedi.
Toplantıya katılan
Antalya Valisi Alaaddin Yüksel, önümüzdeki yıllarda dünya
genelinde 1,5 milyar insanın seyahat edeceğine dikkat çekerek,
bu endüstriden alınan payın artırılması gerektiğini kaydetti.
Yüksel, spor, kongre ve sağlık turizminin alternatif turizm
alanları olduğunu sözlerine ekledi.
http://www.bizimantalya.com/saglik_turizmi_tartisiliyor-7597.html
SAĞLIK TURİZMİ ANTALYA’DA TARTIŞILIYOR
Antalya’da 14-17 Mart tarihleri arasında
düzenlenecek 1. Sağlık Turizmi Kongresi’nde
sektörün gelişmesi için atılabilecek adımlar tartışılacak.
Sağlık Turizmini
Geliştirme Derneği Başkanı Dr. Dursun Aydın, düzenlediği
basın toplantısında, ülkede turizm sezonunun 4 aya
sıkıştırılması nedeniyle ekonomik yönden yeterli kazanç elde
edilemediğini söyledi. Türkiye’de turizm etkinliklerinin bütün
bir yıla yaygınlaştırılmasının mümkün olduğunu ifade eden Aydın,
bunun sağlık ve kongre turizmi gibi alternatif turizm dallarının
geliştirilmesine bağlı olduğunu kaydetti. Sağlık turizmi
denilince akla tedavi hizmeti, termal turizm, hasta ve yaşlı
bakım hizmetleri geldiğini anlatan Aydın, Türkiye’nin
imkânlarının, dünyada bu konuda söz sahibi olan Tayvan, Singapur
ve Malezya gibi ülkelerden daha iyi durumda olduğunun altını
çizdi.
Sağlık turizminin hem tedavi ve hem de tatil
yönlerinin birlikte ele alınıp geliştirilmesi gerektiğini
belirten Aydın, sözlerini şöyle sürdürdü: "Dünyada sağlık turizm
alanında dönen 100 milyar dolarlık cironun yarısından fazlasını
Uzak Doğu ülkeleri alıyor. Büyük bir potansiyel olmasına rağmen
Türkiye bu pazardan yüzde 1’in altında pay alıyor. Eğer tedavi
hizmeti, termal turizm ile hasta ve yaşlı bakım hizmetleri bir
arada paket olarak düşünülüp pazarlanırsa, bizimle hiç bir ülke
rekabet edemez. 2-3 yıl içinde dünyadaki turizm potansiyelinden
yüzde 10’luk payı alıp, 10 milyar dolar kazanabiliriz."
Gereken atılımın yapılabilmesi için teşvik
imkanları ve alt yapının geliştirilmesi ve iyi bir planlama
yapılması gerektiğini kaydeden Aydın, bunun için de devlet, özel
sağlık sektörü ve turizmcilerin bir araya gelmesinin önemine
işaret etti. Bu amaçla Antalya’da 14-17 Mart tarihleri arasında
1. Sağlık Turizmi Kongresi’nin düzenleneceğini bildiren Aydın,
uluslararası kongreye hükümet yetkililerinin yanı sıra yerli ve
yabancı yatırımcılar, sigorta şirketleri ve sağlık alanından
yetkililerin katılacağını söyledi.
Yabancı yatırımcıların Türkiye’ye ilgisinin
büyük olduğunu kaydeden Aydın, Türkiye’de yabancı doktorların
çalışmasına imkân tanıyan düzenlemenin yasalaşmasının sağlık
turizminin gelişmesine büyük katkı sağlayacağını savundu. Bir
soru üzerine, yabancı doktorların Türkiye’de çalışabilmesinin
sağlık turizmiyle yakından ilgisi bulunduğunu ifade eden Aydın,
bir çok yabancı yatırımcının kendi doktorunu getirebilmesi
koşuluyla Türkiye’de yatırım yapmak istediğini söyledi. Aydın,
"Yabancı doktorların Türkiye’de çalışabilmesi için yasa çıkarsa,
bir yıl içinde birçok yabancı yatırımcı ilk kazmayı vurur" diye
konuştu.
Son yıllarda getirilen düzenlemeyle
yatırımcılara teşvik için 50 yıllığına ücretsiz arsa tahsisi de
sağlandığını anlatan Aydın, özellikle Arap sermayesinin
Türkiye’de yatırıma sıcak baktığını belirtti. Aydın, 1 Şubat’ta
yürürlüğe giren güzellik salonlarıyla ilgili yönetmelikle sağlık
kuruluşu adı altında faaliyet gösterecek termal tesislerde
doktor çalıştırılmasının da zorunlu hale getirildiğini söyledi.
(Kaynak: Dünya Gazetesi)
www.dunyagazetesi.com
03 Mart 2008
Ali Seyyar, “Canda Özür Olmaz” (AKRA FM’) Programına Konuk
Oluyor
“Canda Özür Olmaz”, engellilerin sorunlarını gündeme taşıyıp
çözüm önerileri sunmayı amaçlıyor. Engelliler üzerine
çalışmalarıyla tanınan Mustafa Öztürk’ün hazırlayıp sunduğu
programda; engellilerin eğitimi ve istihdamı, engellilerin
kanuni hakları, engellilerle iletişim yöntemleri, engellilerin
bakımı ve rehabilitasyonu, engellilerin toplumla bütünleşmesinin
önündeki sorunlar masaya yatırılıyor.
Programda engellilerin hayatlarını kolaylaştıracak bilgilere de
yer veriliyor. Canda Özür Olmaz, Salı saat 14.10’da, Pazar ise
saatler 19.00’u gösterdiğinde AKRA FM’de diğergâm dinleyicilerle
buluşuyor.
Programın Sesli Arşivi İçin Tıklayınız
http://www.akradyo.net/radyo.asp?p=anaframe.asp#
“Canda
Özür Olmaz”, Program Yapımcı Mustafa Öztürk Hakkında:
01.03.1962 Ağrı'nın Taşlıçay
ilçesinde doğdu. Çocukluk yılları Ağrı'da gençlik
yılları(1979'dan itibaren) Sakarya'da geçti Mustafa ÖZTÜRK
İşletme eğitimi aldı.
Toplumda özürlü bilincinin oluşmasına katkı sağlamak
amacıyla Canda Özür olmaz 1-2 Hayatın Rengi,1-2 kitapları (Canda
Özür Olmaz 2 ve Hayatın Rengi 2,görme engelliler için sesli
kitap olarak hazırlanmıştır.) yayınlanmıştır. Ayrıca "BİZANTİON"(
5.yy İstanbul) adlı sanat tarihi kitabının da yazarıdır.
Gazete ve dergilerde çeşitli makaleleri yayınlanan
Mustafa Öztürk, aynı zamanda toplumda özürlü bilincinin
oluşmasına katkı yapmayı amaçlayan "CANDA ÖZÜR OLMAZ" ve sanat
kültür edebiyat içerikli "HAYATIN RENGİ" Radyo programlarını
hazırlayıp sunmaktadır.(103,2 Özelfm'de)
Kişisel
web sitesi:
http://www.mustafaozturk.com.tr
28 Şubat 2008
Ali Seyyar’dan
RADİKAL ve MİLLİYET Gazetelerine Cevap
Ali Seyyar, halkın doğru bilgilendirilmesi
ve bilinçlendirilmesi adına bilimsel duyarlılığın ve sosyal
sorumluluğun bir gereği olarak RADİKAL ve MİLLİYET gazetelerinde
26.02.2007 tarihinde “ENGELLİLERE (DEVLETTEN)
'MİLLİ SEKS' TAVSİYELERİ” başlığı
altında verilen haberin yol açtığı mahzurları ve yanlış
anlamaları bertaraf etmek adına 27.02.2007 tarihinde CİHAN AJANS
vasıtasıyla cevap vermiştir. Ali Seyyar, kutsal ve manevî bir
anlam taşıdığına inandığı “MİLLΔ kelimesini “SEKS” kelimesi ile
birlikte hiçbir surette kullanmadığını, “Millî Seks” tabirinin
RADİKAL tarafından uydurulduğunu beyan etmektedir.
Ali Seyyar, haber konusu olan makalesinin
zihinsel özürlülerin cinsel eğitimine yönelik öneriler kısmında
basınla ilgili olarak şunları tavsiye etmektedir:
“Medya, sosyal sorumluluk anlayışı
içerisinde, millî kültürümüze ve toplumsal değerlere ters
düşmeyecek tarzda ailenin önemine vurgu yaparak (özel) cinsel
eğitime destek vermelidir”.
Ali Seyyar, RADİKAL ve MİLLİYET
gazetelerinin, “zihinsel özürlülerin cinsel eğitimi” gibi çok
hassas bir konuda sosyal sorumluluk bilinci içinde hareket
etmediklerine inanmaktadır. Yazara ait olmayan “MİLLÎ SEKS” gibi
bir başlığın atılmasıyla, hem yazarın fikrî emeğine saygısızlık
gösterilmiş, manevî şahsiyeti rencide edilmiş, hem de konu
saptırılarak, halkın yanlış anlamasına yol açmıştır.
Ali Seyyar, konunun iyi anlaşılması
bakımından, basında çıkan haberlerin yanında haber konusu olan
makalenin bütünü bu sitede yer vermektedir.
* * *
ENGELLİLERE 'MİLLİ SEKS'
TAVSİYELERİ
(Radikal)
DEVLETTEN 'MİLLİ SEKS'
TAVSİYELERİ
(Milliyet)
Başbakanlık Özürlüler Yüksek Kurulu üyesinden engellilere
cinsellikle ilgili öğütler: Fizyolojik ve psikolojik sağlığınız
için gusül abdesti alın. Cinsel yaşamınızı milli kültüre uydurun
ANKARA - Başbakanlık Özürlüler Yüksek
Kurulu üyesi Prof. Dr. Ali Seyyar'ın 'Özürlülere
Adanmış Sosyal Politika Yazıları' isimli kitabında
birbirinden ilginç 'bilgiler'
veriliyor. Seyyar kitabında zihinsel özürlülerin
'dinin gereği olarak' gusül abdesti almalarının fizyolojik ve
psikolojik sağlıklarına 'son derece
önemli katkılar sağlayacağını' ve
'kişinin gusletmeyi bir vazife olarak algılaması halinde şehvani
duyguların kontrol altına alınması'nın kolaylaşacağını
savunuyor. Ayrıca cinsel ihtiyaçların giderilmesine yönelik
yöntemlerden sadece 'milli kültürümüze uygun olanları'
tavsiye ediyor.
Kasım 2003 tarihinden beri Başbakanlık Özürlüler Yüksek Kurulu
üyesi olan Prof. Dr. Seyyar'ın, 'Özürlülere Adanmış Sosyal
Politika Yazıları' kitabındaki 'Türkiye'de Zihinsel Özürlüler ve
Cinsel Eğitim' başlıklı makalede özetle şu görüşlere yer
veriliyor:
"Uyku halinde veya uyanıkken iradi olarak cinsi zevk vererek
veya alarak şehvetle meninin gelmesi durumunda zihinsel
özürlünün cünüp duruma düştüğünü bilmesinde fayda vardır. Bu
durumda kişinin, dinin bir gereği olarak bir an önce cünüplükten
kurtulması, yani gusletmesi (boy abdesti alması) gerekmektedir.
Gusül insanın fizyolojik ve psikolojik sağlığına son derece
önemli katkılar sağlamaktadır. Cünüplüğün vücutta getireceği
yorgunluk ve gevşeklik gusülle giderilmektedir. Bunun sebebi,
kan dolaşımının boy abdesti sayesinde düzene girmesidir. Diğer
taraftan kişinin gusletmeyi bir vazife olarak algılaması halinde
şehvani duyguların kontrol altına alınması (cinsel disiplin) da
kolaylaşmaktadır."
'Evlilik dışı ilişki psikoloji bozar'
Prof. Dr. Seyyar'ın kitabında dikkat çektiği konulardan biri de
evlilik dışı ilişkiler:
"Evlilik dışı veya birden fazla değişik kişilerle kurulan cinsel
ilişkiler, cinsel hayatın manevi ve estetik boyutunu zedelediği
gibi, kişiler arası sevgi ve şefkat ilişkisinin gelişmesini de
önlemektedir. Dolayısı ile aile yuvası atmosferinden uzak olan
bu gibi ilişkiler, kişilerin fıtri, psiko-sosyal gelişmelerini
de engellemektedir. Hangi gerekçe ile savunulursa savunulsun,
evlilik öncesi veya sonrası için teşvik edilen özgürleştirilmiş
cinsel hayat, hem toplumsal ahengi bozmakta, hem de fuhşun
yayılmasına yol açmaktadır. Evlenmeye aday zihinsel özürlüler
kuracakları yuvada başarılı olabilmeleri için mümkün mertebe
(zihinsel) özürlü olmayan kişilerle veya bedensel özürlülerle
evlendirilmelidir."
Başbakanlık Özürlüler Yüksek Kurulu üyesi Prof. Dr. Seyyar
kitabında milli seks vurgusu da yaptı: "Hangi sosyal gruba
yönelik olarsa olusun cinsel ihtiyaçların giderilmesine yönelik
yöntemlerden sadece milli kültürümüze ve medeniyetimize uygun
olanlar tavsiye edilmelidir. Dolayısı ile toplumsal
değerlerimizin de öngördüğü aile modelinin bugünün imkânları ve
ihtiyaçları ile uyumlu örneğini oluşturmaya ve geliştirmeye
yönelik sosyal politikalara ağırlık verilmelidir."
TARIK IŞIK: (26/02/2008 Radikal Gazetesi; Milliyet Online)
* * *
ZİHİNSEL
ÖZÜRLÜLER MAKALESİ ÇARPITILDI
Özürlüler ile ilgili önemli
çalışmalarıyla tanınan ve 20'nin üzerinde kitabı bulunan Sakarya
Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Seyyar, zihinsel
özürlüleri cinsel istismardan korumaya yönelik 3 yıl önce
yazdığı bir makale, bazı gazeteler tarafından son günlerdeki
tartışmalara alet edilerek çaptırıldı. Bakıma muhtaç özürlülerin
sosyal güvence kapsamına alınmasında 2005 yılında Özürlüler
Kanunu'nun çıkmasında akademik katkıları olan Seyyar'ın
Başbakanlık Özürlüler Yüksek Kurulu Üyesi kimliğini ön plana
çıkartan gazeteler, yazıyı saptırarak 'Devletten seks
tavsiyeleri', 'Milli seks önerileri' başlığı altında
verdi. Bilimsel bir çalışmanın manipüle
edilerek bu şekilde gündeme getirilmesinden büyük üzüntü
duyduğunu belirten Seyyar, 3 yıl önce yazdığı 'Özürlülere
Adanmış Sosyal Politika Yazıları' isimli kitabında,
bahsedilen tabirleri kesinlikle kullanmadığını söyledi.
3 yıl boyunca konuya ilişkin herhangi bir bilimsel
itirazın olmadığı, makalenin mevcut konjonktür ikliminde gündeme
getirilmesinin manidar olduğunun altını çizen Sayar, şöyle
konuştu:
"Magazin jargonu ile halkta infial oluşturma gayesi güden
haberde bilimsel bir makalenin bütüncül izahları yerine, kısmen
yapılan alıntılarla sansasyonel bir başlık atılmıştır. Bu tarz
bir çarpıtma ve başlıkla, devletin kurumlarını hedef alacak bir
malzeme halinde sulandırarak haber yapılması, bilime,
özürlülere, ailelerine, devletin kurumlarına ve şahsıma yapılmış
bir hakaret niteliği taşımaktadır. Son dönemlerde provakatif
çıkışlar yapmak isteyen bir takım çevrelerin, 'bulanık suda
balık avlama' amacının malzemesi yapılmak istenen makaleme
maksatlı yakıştırmalarla gündeme taşınırken, milli
kültürümüz, medeniyetimiz, toplumsal değerlerimiz gibi atıfta
bulunduğumuz değerler de hafife alınmıştır. Genel olarak
özürlülerimiz ve ailelerimiz açısından ele alındığında haberde
işleniş biçimi ile çarpıtılan konulara ne kadar uzak bilinçsiz
ve aşağılayıcı olduğu ortaya çıkmaktadır."
Özürlüler Yüksek Kurulu ve
Özürlüler İdaresi Başkanlığı'nca kendisine bu konuyla ilgili
herhangi bir makale veya çalışma talebi olmadığını dile getiren
Seyyar, bahse konu makale, 3 yıl önce tamamen bilimsel bir sonuç
olarak kaleme aldığını hatırlattı. Zihinsel özürlülere yönelik
cinsel istismarla ilgili her gün basında haberlerin yer aldığına
dikkat çeken Seyyar, makalesinde, bunun önüne geçilmesi için
bazı tavsiyelerin yer aldığını vurguladı.
Seyyar "Özürlülükte kontrol
edilemeyen davranışları kontrol altına almak, aklın, bilimin ve
vicdanın kabulleri doğrultusunda bir takım telkinlerle ve
ısrarlı tekrarlarla sağlamak, hem özürlünün sosyal adaptasyonu,
hem kişisel yetilerin geliştirilmesi, hem de aile ve çevrenin
anti sosyal ve psikolojik sıkıntılardan kurtulması açısından çok
önemlidir. Bu telkinler dini içerikli olabilir, örfi olabilir
veya bilimsel bir bulguya dayanabilir. Burada dikkate alınması
gereken husus, özürlüye yararlı olabilecek bir bireysel ve
sosyal davranışın kazandırılmasıdır." şeklinde konuştu.
Prof. Dr. Ali
seyyar, özürlülerin yaşadığı cinsel sorunlar ve ailelerinin
yaşamış olduğu cinsel odaklı sorunların çözümünde geleneksel
kazanımların hiçe sayan, bilimsel çalışmaları yok sayan ve
esasen bu dezavantajlı kesimi kullanarak maksatlı hareket eden
haberleri kınadığını sözlerine ekledi.
(27 Şubat 2008, Çarşamba Cihan Ajans ve
ZAMAN On Line; Adapazarı Gazetesi; 28.02.08)
* * *
Haber Konusu Olan
Makalenin Tam Metni İçin Tıklayınız:
03-04 Kasım 2007
Sosyal Bilimci Ali
Seyyar, Din Hizmetleri Sempozyumu’na Katıldı

T.C.
BAŞBAKANLIK; DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI tarafından düzenlenen
“I. Din Hizmetleri Sempozyumu”na sosyal ve manevî bilimlerle
ilgili iki interdisipliner tebliğ ile katılan Prof. Dr. Ali
Seyyar, sosyal hizmet alanında bakıma muhtaç özürlülere dönük
manevî bakım hizmetinin önemini anlattı.. Isparta Üniversitesi;
İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Saadettin Özdemir
ile birlikte sunulan diğer tebliğde İlahiyat Fakültelerinde
“Manevî Sosyal Hizmetler Bölümleri”nin açılmasının gereği
üzerinde duruldu.
Ali Seyyar’ın Makaleleri Okumak İçin
Tıklayınız:
Seyyar, Ali; Bakıma
Muhtaç Özürlülere Dönük Manevî Bakım Uygulamaları; Diyanet
İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Dairesi; I. Din Hizmetleri
Sempozyumu (Bugünü ve Geleceği); Ankara-Kızılcahamam; 03-04
Kasım 2007.
Seyyar, Ali;
Özdemir; Saadettin; “AB Sürecinde Türkiye’de Dinî Sosyal
Hizmetlerin Önemi (Türkiye-Almanya-Örneği); Diyanet İşleri
Başkanlığı Din Hizmetleri Dairesi; I. Din Hizmetleri Sempozyumu
(Bugünü ve Geleceği); Ankara-Kızılcahamam; 03-04 Kasım 2007.

Din Hizmetleri Sempozyumu’na Katılan Üyeler, Topluca Bir Hatıra
Fotoğraf Çektiler
SEMPOZYUMUN
GEREKÇESİ
Türkiye’de din hizmetlerinin tarihî süreçte büyük aşamalardan
geçerek bugünlere geldiği bilinmektedir. Değişen dünyamızda
kullanılan geleneksel yöntemlerin yeni imkanları da kullanarak,
geliştirilmesi, hizmetlerin hızlı, etkin bir şekilde mümkün olan
en geniş alana yayılması zarureti açıktır. Diyanet İşleri
Başkanlığı, personel, altyapı ve yasal görevleri itibariyle
Türkiye’de din hizmeti sunan yegane kurumdur. Mevcut insan
kaynakları ve alt yapısıyla din hizmetlerini tüm
vatandaşlarımızın beklentilerini karşılayabilecek seviyede
sunabilme ve bu konuda diğer İslam ülkelerine örneklik teşkil
etme potansiyeline sahiptir. Bu amaçla periyodik olarak
yapılacak bilimsel etkinlikler, bir taraftan Diyanet İşleri
Başkanlığının mevcut potansiyelini daha da güçlendirirken öte
yandan ana hizmet alanlarına da yeni açılımlar ve önemli
katkılar sağlayacaktır.
SEMPOZYUMUN
AMACI
1) Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yürütülen din
hizmetlerinin, organizasyonu, personel durumu, metotları,
uygulamaları ve sonuçları açısından bir değerlendirmesini
yapmak,
2) Din hizmeti kavramının ülkemizde ve dünyada ifade ettiği
anlamlar ve bu ad altında yapılan faaliyetlerin mukayeseli bir
karşılaştırmasını yapmak,
3) Ülkemizde yaşanmakta olan sosyal değişimler neticesinde
oluşan yeni toplumsal yapıya uygun hangi hizmetlerin yapılması
gerektiği konusunda akademik çevrelerin görüşlerini almak,
4) Pratik din hizmetleri alanında mevcut teknik gelişmelerden
yararlanma yolları konusunda yeni öneriler geliştirmek,
5) Diyanet İşleri Başkanlığının yeni toplumsal taleplere
vereceği cevapları üretmede takip edeceği politikalara ışık
tutacak önerilerin ortaya çıkmasını sağlamak,
6) Din hizmetleri alanında yaşanan sorunların ortaya konulması
ve tartışılmasını sağlamak.
SEMPOZYUM İLE
İLGİLİ HABERLER
Din eğitimi konusunu önyargısız tartışalım
Bardakoğlu, din eğitimi konusunun her şeyden önce ön yargısız
bir şekilde tartışmaya açılması gerektiğini söyledi

Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, sempozyumda 100'e yakın
bilim adamının biraraya geleceğini söyledi
ASLIHAN A. KARATAŞ/ANKARA
Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, toplumun din eğitimi
ihtiyacının tam olarak karşılanamadığına dikkat çekerek, “Bu
konuda ilk yapılacak şey din eğitimi ihtiyacının nasıl
karşılanması gerektiğini tartışmaktır. Din eğitimi konusuna
önyargısız olarak yaklaşmalı, tartışmalı ve her türlü fikre açık
olmalıyız” dedi. 1. Din Hizmetleri Sempozyumu'na katılan Diyanet
İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, Başkanlığın din kurumu değil ,
sadece din hizmetleri verdiğini belirterek, “Hızla değişen bir
toplumda yaşıyoruz. Eskiden gördüğümüz ve devraldığımız
geleneklerle din hizmetlerini sürdürmek yerine, yeni yüzyılın
ihtiyaçlarına göre insanlarımıza yeni usüllerle, iletişim
araçlarıyla din hizmetini sunmak durumundayız” dedi.
DİN HEPİMİZİ
İLGİLENDİRİR
Bardakoğlu,
din eğitimi konusuyla ilgili bir soru üzerine Anayasa'nın 24.
maddesinin din eğitimi konusunda Diyanet İşleri Başkanlığı'na
verdiği görevi hatırlatarak, bu görevin cami hizmetleri ve
Kur'an kursları kanallarıyla yerine getirildiğini söyledi. Din
eğitimi ihtiyacını karşılayan başka bir kurumun olmayışına
dikkat çeken Bardakoğlu, şöyle konuştu: “Toplumun din eğitimi
ihtiyacını bir realite olarak görüp, bunun nasıl karşılanması
gerektiğini tartışmak gerekir. Ön yargısız olarak, kimseyi itham
etmeden, mahkum etmeden.” Tartışmaların kurumları yıpratmadan
yapılması gerektiğini ifade eden Bardakoğlu, dinin herkesin
ortak bağı olduğunu sözlerine ekledi. Bardakoğlu, Kur'an
kurslarındaki 12 yaş sınırıyla ilgili bir soru üzerine ise, “
Yaş 15 olsun ya da 10 olsun diyenler olabilir. Biz de toplumun
tartışmasından istifade ederiz. Bu konuda kararı verecek olan
Diyanet İşleri değil, siyasi iradedir, yasama organıdır. Biz ise
sadece görüşlerimizi paylaşırız” dedi.
04.11.2007 Yeni Şafak
Bardakoğlu: Din eğitimi
tartışılmalı
Diyanet İşleri Başkanı Ali
Bardakoğlu, Kızılcahamam Patalya Otel'de gerçekleşen 1.Din
Hizmetleri Sempozyumu'nun açılışına katıldı.
Gazetecilerin sorularını da
yanıtlayan Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu, yaz kuran
kurslarındaki yaş sınırı dahil, din eğitimi ile ilgili her türlü
konunun toplumun tüm kesimleri tarafından ön yargılardan uzak
bir şekilde tartışılması gerektiğini söyledi. Diyanet İşleri
Başkanlığı dışında toplumun din eğitimi ihtiyacını karşılayan
başka bir kurum bulunmadığının altını çizen Bardakoğlu, bu
anlamda verilen hizmetin ise yeterli olmadığını söyledi.
"Diyanet İşleri Başkanlığı din kurumu
değil, din hizmeti kurumudur." diyen Bardakoğlu, amaçlarının
topluma din hizmetini en iyi şekilde vermek olduğunu söyledi.
Sempozyuma 100'ün
üzerinde bilim insanı katılacağını, 75 tebliğin tartışılacağını
belirten Bardakoğlu, verilen din hizmetinin masaya
yatırılacağını aktardı.
Bardakoğlu, "Topluma daha iyi, etkin, kuşatıcı, güler yüzlü din
hizmetini nasıl sunarızı tartışacağız" diye konuştu.
Din eğitiminin de Diyanet İşleri
Başkanlığı'nın görev alanına girdiğine dikkat çeken Bardakoğlu,
bu çerçevede camilerdeki vaaz ve hutbeler ile yaz Kur'an
Kurslarına değindi. Yaz Kuran Kursları'na yaklaşık 1.5 milyon
çocuğun katıldığını belirten Bardakoğlu, "Çocuklarımız buralarda
sadece Kuran öğrenmiyor. İyi insan, iyi evlat, iyi komşu, iyi
vatandaş olmayı da öğreniyor. Ama bu faaliyetlerin toplumun din
eğitimi ihtiyacının tamamını karşıladığını söyleyemeyiz. Şu anda
toplumun din eğitimi ihtiyacını karşılayan başka bir kurum da
yok." şeklinde konuştu.
Toplumun din eğitimi ihtiyacının bir
realite, sosyal olgu olarak kabul edilmesi gerektiğini
vurgulayan Bardakoğlu, "Bunun nasıl karşılanması gerektiğini
tartışmalıyız. Din eğitimi konusuna ön yargısız olarak
yaklaşmalı, her türlü fikre açık olmalıyız." dedi.
"Din eğitimi nasıl olmalı?" sorusuna
cevap aranması gerektiğini dile getiren Bardakoğlu, "Kimse
kimseyi itham etmeden, hiçbir kurum mahkum edilmeden sağlıklı
bir tartışma ortamı oluşturmalıyız. Kurumları yıpratmadan, ön
yargıların esiri olmadan tartışmalıyız. Din hepimizin ortak payı
ve değeridir." ifadesini kullandı.
Din konusunun toplumu oluşturan her
ferdi yakından ilgilendirdiğinin altını çizen Bardakoğlu,
"Toplumu din eğitimine karşı ve taraf olanlar diye iki kutuplu
düşünürsek, gösterirsek olayı anlamamış oluruz. İnsanların
bireysel olarak dinin şurasıda ya da burasında yer alması önemli
değil." dedi.
Bardakoğlu, bir gazetecinin
"Avrupa'da din eğitimi anaokulundan başlıyor. Türkiye'de yaz
Kuran kurslarında 12 yaş sınırı var" şeklindeki sözleri üzerine
ise, "Din eğitimini kimler almalı, nerede almalı, nasıl almalı?.
Bu önyargısız tartışılsın. Mesela (Bu sınırlar gereklidir)
diyenler olabilir, (gerekli değil) diyenler olabilir. Yaş sınırı
12 değil de 15 olsun, ya da 10 olsun diyenler olabilir. Toplum
tartışır. Biz de bu tartışmalardan ayrı ayrı istifade ederiz.
Ayrıca bu konuda karar verecek olan Diyanet İşleri Başkanlığı
değildir. Siyasi iradedir, yasama organıdır. Bize görüş
sorarlarsa bizde o konuda toplumun ortak taleplerini ve o
konudaki ihtiyaçlarını ifade ederiz. Biz kişisel
kanaatlerimizden ziyade, toplumun genel ihtiyaçlarını ve
sorunlarını aktarırız." diye konuştu.
Bardakoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı
Teşkilat Yasası'nın 2008 yılında çıkmış olacağını ümit ettiğini
söyledi. "Biz yasamanın da, siyasetin de dışındayız." diyen
Bardakoğlu, ilgili mercilerin yasaya son şeklini vereceğini
kendilerinin de konuyla ilgili görüşlerini bildireceklerini
aktardı.
CİHAN
05 Ekim 2007 Cuma

ALİ SEYYAR, Samanyolu TV “İftar
Zamanı” programında REHA YEPREM’in konuğu oldu
Reha Yeprem’in
misafiri olarak İFTAR ZAMANI
programına katılan Prof. Dr. Ali Seyyar,
bakıma muhtaç özürlü ve yaşlıların sosyal haklarına vurgu
yaparak, sosyal ve manevî bakımın önemine işaret etti.
ŞEFKATLİ ELLER YAYINLARI’ndan
çıkan yeni kitaplarının da tanıtıldığı programda
Ali Seyyar, maneviyatın bakıma
muhtaç kişilerin mutluluğu için önemli bir kaynak olduğunu ve
bundan dolayı da manevî sosyal hizmetlerin kurumsallaşması ve
yaygınlaşmasının gerektiğinin altını çizdi.
04 Ekim 2007
Perşembe

Ali Seyyar, Karamürsel’de Özürlülere Moral Dağıttı
ENGELLİLER VE AİLELERİNE Karamürsel Müftülüğü, Karamürsel Din
Görevlileri Derneği ve Özel Ailem Rehabilitasyon Merkezince
İftar Verildi
Ramazan ayının son günleri iftar
proğramlarıda yoğunluk kazanıyor. Bazı iftarlar var ki bir başka
lezzet akıyor. Sadece yemeği değil mutluluğu ve hüznü bölüşmek,
ulaşılmazlara ulaşmak, engellilerle buluşmak ramazanın ruhunu,
inceliğini yaşatıyor. Dün gece Belediye Karamürsel Belediye
Kültür merkezinde yapılan iftar programı da birçok güzelliği ve
özelliği ile anılacak bir etkinlikti. Karamürsel Müftülüğü,
Karamürsel Din Görevlileri Derneği ve Özel Ailem Rehabilitasyon
merkezince düzenlenen “Engelli ve Ailelerine İftar programı”
beklenenin üzerinde bir katılımla gerçekleşti. Özel Ailem
Rehabilitasyon Merkezi öğrenci ve velileri, İşitme engelliler
Okulu öğrencileri, Gazanfer bilge çocuk yuvası öğrencileri,
Karamürsel ve çevresinde ikamet eden
her sınıf engellinin buluştuğu iftar programına ayrıca özürlüler
ile ilgili çalışmaları ile tanınan, Başbakanlık Özürlüler
İdaresi Başkanlığı Kurum danışmanı, Sakarya Üniv. Öğretim
üyelerinden Prof. Dr. Ali SEYYAR da onur konuğu olarak
katıldı.
Prof. Dr. Ali SEYYAR Anlamlı Bir
Konuşma
Karamürsel müftüsü Abdülcelil
ÇAKAR’ın hoş geldiniz konuşmasından sonra, kendisine ayrılan
kısa zaman içinde dolu dolu mesajlar veren
Prof. Dr. Ali SEYYAR
ilgiyle dinlendi. Konuşmasında
“ Sosyal ve bilimsel ilimlerin gözüyle özürlü dezavantajlıdır.
Fakat İslâmiyetin perspektifinde ise özürlüler en avantajlıdır.
Engelli, hasta, yaşlı ve fakir kimseler manen daha zengin ve
Rableriyle bağlantılıdırlar. Engellilere tavsiyem 4 T kuralını
uygulamalarıdır. Bunlar Tevekkül, Tahammül, Teslimiyet ve
Teşekkürdür” dedi. Özürlüler ile ilgili sosyal politika ve
sosyal güvenlik bağlamında akademik çalışmalar yapan Ali SEYYAR
konuşmasına şöyle devam etti “Din yolunda her türlü sıkıntı ve
meşakkate katlanmada öncü olan Sahabelerin hastalık ve bedensel
özürlerine de aktif sabır gösterdiklerini temel alarak, ayrıca
peygamberimizin özürlülere yaklaşımı ile ilgili ilahi mesajlar
aldığını dile getirdi. Peygamberimiz özürlülere ile şakalaşmış,
onların sosyal hayata katılımlarını sağlayan kolaylıklar
getirmiş, mesleki anlamda ve istihdam boyutuyla yeni imkânlar
sağlamıştır. Mesela Hz. Abdullah’a hem Müezzinlik hem de
yöneticilik görevi vermiştir. Bacağından sakat olan Hz Muaz bin
Cebel, bizzat peygamberimiz tarafından yemen valisi olarak tayin
edilmiştir’’ dedi. Konuşmasına Peygamber efendimizin şefkat
politikalarından örnekler sunan Ali SEYYAR davete duyduğu
memnuniyeti dile getirerek organizasyon sahiplerine ve özellikle
katılımcılara teşekkür etti.
İftara 300 civarında davetli katıldı. (Karamürsel Yerel Basın;
haberler.bizden@hotmail.com)
23 Eylül 2007 Pazar
Ali Seyyar, ZAMAN Gazetesine Konuk Oldu….
(23 Eylül
2007-Zaman Gazetesi-Pazar Eki-Gündem; Sayı 43)

Özürlü sahabilerin kitabı yazıldı
Ali Seyyar: “Peygamberimiz engelli sahabilere
pozitif ayrımcılık uygulamıştı”
H.SALİH ZENGİN
Bugüne
değin sahabilerin hayatına ilişkin birçok kitap okumuş ve
onlarla ilgili pek çok kıssa dinlemiş olabilirsiniz. Ancak
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sas) döneminde yaşayarak O’nu gören
ve sohbetlerinde bulunan sahabilerden bir kısmı var ki diğer
sahabilerden oldukça farklı.
Hatta bir
kısmı Peygamberimiz’i ‘görememişler’ bile. Bu sahabilerin diğer
sahabilerden fizikî olarak farklılıkları ortopedik ve görme
özürlü olmalarına dayanıyor. Prof. Dr.
Ali Seyyar, biri hanım olmak üzere 28 engelli sahâbinin
hayatını ve Peygamberimiz’in onlara yaklaşım biçimini “Yıldızlar
Engel Tanımaz-Bedensel Özürlü Sahâbilerin Hayatı” isimli
kitabında bir araya getirdi.
“Peygamberimiz’in vefatına yakın en az yüz binin üzerinde sahabi
yaşıyordu. Bugün olduğu gibi o dönemde de toplumun %10’u özürlü
ise, en az on bin tane özürlü sahabi vardı. Peygamberimiz
özürlülere pozitif ayrımcılık uygulayan ilk kişidir” diyen
Seyyar, Peygamberimiz’in engelli
sahabilerle şakalaştığını, onlara özel bir şefkat ve ilgi
gösterdiğini söylüyor. Peygamberimiz’in ve sahabilerin
hayatından az bilinen bir kesit daha böylece aydınlanmış
oluyor...
Yıldızlar engel tanımaz
Peygamberimiz Hz. Muhammed (sas) döneminde yaşayarak Allah
Rasûlü’nü gören, O’nun mübarek atmosferine girerek sohbetlerinde
bulunan iman ehli kimselere sahabi deniyor malumunuz. Birçoğumuz
sahabilerin hikâyelerini dinleyerek ve hayat tarzlarını
kendimize örnek alarak büyüdük. Peygamberimiz’in güneşinden
istifade ederek O’ndan aldıkları manevi feyzle, insanlar içinde
Allah’a manen en yakın olma üstünlüğünü elde eden sahabiler için
de bir grup var ki, onlardan çoğumuz haberdar bile değiliz. Bu
sahabilerin diğer sahabilerden fiziki olarak farklılıkları
ortopedik ve görme özürlü olmaları… Sakarya Üniversitesi öğretim
üyelerinden Prof. Dr. Ali Seyyar,
bugüne değin pek işlenmeyen bu konuyu
Aşiyan Yayınların’dan çıkan “Yıldızlar Engel
Tanımaz-Bedensel Özürlü Sahabilerin Hayatı” isimli kitapta
topladı. Birisi hanım olmak üzere toplam 28 ortopedik ve görme
engelli sahabiyi anlatan kitap, Peygamberimiz’in özel ihtiyaç
sahibi insanlara gösterdiği şefkat ve ilginin boyutunu da ortaya
koyuyor.
Özürlülerle
ilgili sosyal politika ve sosyal güvenlik bağlamında akademik
araştırmalar yapan Ali Seyyar’ın
çalışması, Türkiye’de bakıma muhtaç insanlara kurumsal sosyal ve
manevi bakım hizmetlerini akademik ve mesleki bir zeminde sunan
‘Şefkatli Eller Yayınları’nın
bir parçası. Seyyar’ın bu yayınevi
arasından çıkmış Bakım Terimleri, Sosyal Bakım ve
Sosyal Hizmetlerde Manevî Bakım isimli üç kitabı var.
Çalışmaları sırasında engellilikle baş edebilmede en
sağlam stratejileri sahabilerin geliştirdiğini gören Seyyar, din
yolunda her türlü sıkıntı ve meşakkate katlanmada öncü olan
sahabilerin, hastalıklara ve bedensel özürlerine aktif sabır
göstermelerini baz alarak özürlü sahabilerin hayatına eğilmiş.
Hz.
Muhammed’den özürlülere pozitif ayrımcılık
Peygamberimiz’in, özürlü sahabilerine nasıl davranması ve
davranmaması gerektiği hususunda yeri geldiğinde Cenab-ı Hak’tan
ilahî mesajlar ve hatta ikazlar aldığını söyleyen
Prof. Dr. Seyyar, Efendimiz’in
özürlü sahabilere özel bir ilgi gösterdiğini kaydediyor. Abese
Sûresi’nde geçen görme özürlü Hz.
Abdullah İbn-i Ümmü Mektûm olayının Peygamberimiz’in
özürlülere davranışı noktasında bugünün tabiriyle pozitif
ayrımcılık ilkesine göre yeniden şekillenmiş olduğunu ifade eden
Seyyar, şunları söylüyor: “Peygamberimiz ileri gelen müşriklere
tebliğde bulunuyordu. Bu esnada Hz. Abdullah, belki de farkına
varmadan tam toplantının arasına girer ve Peygamberimiz’den
ısrarla nasihat talep eder. Peygamberimiz’in yüzünü hafifçe
buruşturması üzerine hemen ihtar ayetleri gelir. Bu ayetlerden
sonra Peygamberimiz her zamankinden daha çok özürlülere
iltifatta ve ikramda bulunmuş, onlarla şakalaşmış, onların
sosyal hayata katılımlarını sağlayan kolaylıklar getirmiş,
meslekî anlamda ve istihdam boyutuyla yeni imkânlar sağlamıştır.
Mesela Hz. Abdullah’a hem müezzinlik hem de yöneticilik görevi
vermiştir. Bacağından sakat olan Hz.
Muaz bin Cebel, bizzat Peygamberimiz tarafından Yemen
valisi olarak tayin edilmiştir.”
Peygamberimiz’in, toplum içinde hiçbir sosyal statüye sahip
olmayan ve horlanan özürlüleri, şefkat politikalarıyla bu
durumdan kurtardığına dikkat çeken Seyyar, bu sosyal değişimin
toplumsal konsensüs ve sosyal dayanışma ile sağlanabileceğini
ifade ediyor. Seyyar’ın işaret
ettiği gibi Peygamberimiz de bu konuda sosyal pedagojik
yöntemler kullanarak, özürlülerin toplumsal rehabilitasyon
sürecini hızlandırmıştır. Mesela Efendimiz’in bazı bedenî
kusurları olduğu için, toplum içinde bulunmaktan tedirgin olan
ve bu yüzden çölde yaşamayı tercih eden Zahir isminde bir
sahabiye çölden bazı bitkileri toplayıp, Medine pazarında
beraberce pazarlamayı önermesi ilginçtir. Pazardaki
alışverişlerde Zahir’e yardımcı olan Peygamberimiz etrafına da
“Zahir bizim çölümüzdür, biz de onun şehriyiz” diyerek sürekli
iltifatlarda bulunmuştur.
Kaç bin
özürlü sahabî vardı?
Kitapta yer
alanların dışında birçok özürlü sahabinin varlığını tespit eden
Ali Seyyar, verilen bilgilerin
yetersiz olduğunu görünce sadece geniş malumat olanları derleyip
toplamış. Peki Efendimiz döneminde yaşayan bedensel özürlü
sahabinin sayısı ne kadardı? Prof. Dr.
Seyyar, şu an hemen hemen her toplumda özürlülerin
oranının yüzde 10 olduğunu hesaba katarak, “Peygamberimiz’in
vefatına doğru, yüz binin üzerinde sahabi yaşadığına göre,
bunlardan en az on bininin özürlü olduğunu tahmin edebiliriz.”
diyor.
Hayatlarını
araştırdığı 27 engelli sahabiden kısa boyu ve ince bacakları ile
dikkatleri çeken Hz. Abdullah bin Mesud’un
kendisini çok etkilediğini söyleyen Ali
Seyyar, kutsal topraklara yaptığı ziyaret esnasında da
onu rüyada görme şerefine nail olduğunu zikrediyor. “Hatta bu
kitabın yazılması, buna da bağlanabilir. Hayatını incelediğimde
ona karşı hayranlığım daha da arttı. O, bünyesinin tüm
çelimsizliğine rağmen Kureyş müşriklerinin bulunduğu Kâbe’ye
gitmiş ve orada alenî olarak Kur’an okumuştur. Büyük işkence
gören İbn-i Mes’ud, iyileşir
iyileşmez tüm uyarılara rağmen yine aynı kahramanlığı
göstermiştir.” diyen Seyyar,
hepimizin çeşitli sebeplerle özürlü olabileceğini, önemli olanın
özürlülük imtihanı karşısında nasıl bir tavır göstermemiz
gerektiği noktasında düğümlendiğini ortaya koyuyor. Kitabın
amacı da bu zaten. Peygamberimiz’in sünnetinden ayrılmayan
bedensel özürlü sahabiler hepimiz için iyi bir model. İşte
kitapta yer alan somut bir örnek daha: “Son nefesine kadar
bedenine giren müzmin bir hastalıkla yatalak ve bakıma muhtaç
halde 30 yıl yaşayan Hz. İmran bin
Hüseyin, “Nasıl dayanıyorsun bu acılara?” diyen
arkadaşına, “Benim için sağlık ve hastalıktan hangisi Allah’ın
hoşuna giderse, benim hoşuma giden de odur! Otuz yıldır kendimde
büyük bir huzur buldum.” diyebiliyordu. Bu sabır sayesinde Hz.
İmran öyle manevî makamlara erişecekti ki, meleklerin
tesbihlerini işitir hâle gelecekti. Melekler de, teselli olsun
diye kendisine her gün selam getirecekti.
Zihinsel
engelli sahabi var mıydı?
Prof. Dr. Ali Seyyar,
normal şartlarda her toplumda her çeşit özürlü
bulunabileceğinden hareketle ‘Zihinsel engelli sahabi var mı?’
sorusunun cevabını da aramış. Bir yandan da böyle düşünmek,
acaba sahabilere saygısızlık olur mu kaygılarını da taşımış
kalbinde. Sonunda davranış ve şakalarıyla her zaman sorun
oluşturan ama yine de Peygamberimiz tarafından kollanan
enteresan bir sahabiye rastlamış:
Nuayman İbni Amr. Gerisini
Seyyar’dan dinleyelim: “Bir keresinde bir bedevi mescidin
önüne devesini bırakır. Özel durumu herkesçe malum olan
Nuayman’a birkaç sahabi, şöyle bir teklif getirir: “Sen şu
deveyi kesiversen de onu yesek! Et yemeyi çok özledik. Nasılsa
Resulullah onun bedelini öder”. Nuayman, bu sözlerden hemen
etkilenerek deveyi keser. Bedevi dışarı çıkınca kıyameti
koparır. Peygamberimiz durumu anlar ve Nuayman’ı bir hendeğin
içinde gizlenmiş olarak bulur. Onu hendekten çıkarır ve “Bunu
niçin yaptın” yerine “Bu yaptığını sana yaptıran nedir?” der.
Nuayman da kendini savunurcasına, “Benim yerimi sana gösterenler
var ya, ey Allah’ın Rasulü! İşte onlar bu işi bana yaptırdılar.”
der. Peygamberimiz onun yüzündeki tozlarını hem siler hem de
tebessüm ederek onun gönlünü alır ve bedevinin devesinin
bedelini öder.”
Peygamberimiz özürlü sahabilerle şakalaştı mı?
“Bedenî
kusurları yüzünden çölde yaşamayı seçen
Zahir isimli sahabi, Medine pazarında Peygamberimiz’i bir
köşede beklerken, Peygamberimiz ona arkadan yaklaşır ve
gözlerini kapatarak şakalaşır. Peygamberimiz’in o güne kadar hiç
kimseye bu denli mesafesiz davranmadığını gören etraftaki
Müslümanlar, bu ilginç manzarayı seyrederler. Kâinatın efendisi,
bunu fırsat bilerek, çevreye yüksek sesle: “Bir kölem var.
Satıyorum. Onu benden kim alır?” diye şakasını sürdürür. Zahir,
“Ey Allah’ın elçisi, beş para etmez bir sakat köleyi kim satır
alır?” deyince şaka bu andan itibaren biter. Peygamberimiz bütün
ciddiyetiyle kendilerini sarmış olan kalabalığa seslenerek,
şöyle der: “Ya Zahir, and olsun ki Allah ve Allah’ın Rasûlü
katında senin değerin paha biçilmez! Bunun için biz de seni
seviyoruz.”
Savaşta
kolunu kaybeden hanım sahabi kimdi?
Nesibe Hanım,
Uhud muharebesinde cephe arkası hemşirelik hizmetleri yapan bir
sahabiydi. Ama Peygamberimiz’in müşkül durumunu görünce kadın
haliyle onu korumaya koşmuş ve müşriklerle çarpışırken birkaç
yerinden yara almıştı. Medine’ye döndükten sonra aldığı ağır
yaranın tedavisi bir yılda ancak kapatılmış, Peygamberimiz de
onu sık sık ziyaret etmiş, ona iltifatta ve özel dualarda
bulunmuştur. Nesibe Hanım, Hz. Ebû
Bekir zamanında ileri yaşına rağmen Yemame savaşına aktif
olarak katılmış, bu kez on iki yerinden yara alarak bir kolunu
kaybetmiştir. Ordu Medine’ye döndüğünde, Hz. Ebû Bekir bu
kahraman hanımı ziyaret etmiş ve ona beytül maldan maaş
ödenmiştir.
18.04.2007-19.04.2007
“Mahalle Afet
Gönüllüleri' 7 Yıldır Oluşturulamadı
Sakarya
Üniversitesi (SAÜ) İktisadi ve İdari bilimler Fakültesi öğretim
üyesi Prof. Dr. Ali Seyyar,
deprem sonrası ilk müdahalede çok önemli olan 'Mahalle Afet
Gönüllüleri'nin' Sakarya'da 7 yıldır oluşturulamadığını söyledi.
Türkiye'de
bütüncül afet yönetimine yönelik ilk adımın İçişleri Bakanlığı
2001 yılında onayladığı 'Mahalle Afet Destek Projesi' ile
atıldığı bilgisini veren Seyyar, bu proje yerel yönetimlerin
desteği ile valiliklere bağlı il sivil savunma müdürlüklerinin
çatısı altında hayata geçirilmesinin planlandığını ifade etti.
Projeyle ''Mahalle Afet Gönüllüleri"
ismi altında sivillerden oluşan bir kurtarma ekibinin
oluşturulmasının öngörüldüğünü kaydeden Seyyar,
"Afetin hemen ardından mahallede ilk
müdahaleyi yapabilecek düzeyde 18-55 yaşları arasında yaklaşık
50 gönüllü, profesyonel ekiplere yardımcı ve destekçi olması
yönünde eğitilmekte ve gerekli ekiplerle donatılmaktadır. Ne
yazık ki bu sistem Adapazarı'nda kurulamamıştır" dedi.
Belediyesi'nin afet ve acil durumlarda etkin müdahale
hizmetlerinde bulunmak istiyorsa, kendisine bağlı olan itfaiye
ile sivil savunma, sağlık ve kolluk kuvvetleri ile sıkı bir
işbirliği içinde olması gerektiğini anlatan Seyyar şöyle
konuştu: "Sadece bir merkezin
bulunması, afetten sorumlu bütün kurum ve kuruluşlar arasındaki
koordinasyonu kolaylaştıracağı gibi, çok başlılık, idarî
zafiyetler ve yetki karmaşasına da son verece
Prof.
Seyyar, 'Sosyal
Politikalar Dergisi'nde yaptığı değerlendirmede,
Adapazarı için hayati önem taşıyan bir konuya dikkat çekti. Ekim
ayı itibariyle İstanbul'da 36, İzmit'te 17, Yalova'da 5 ve
İzmir'de 1 mahallede Afet Yönetim Sistemi oluşturulurken,
depremde en çok hasarı alan Adapazarı'nda bu sistemin hayata
geçirilemediğini dile getiren Seyyar, bunu büyük bir eksiklik
olduğunu kaydetti. Genelde afet, özelde deprem tehlikelerini de
dikkate alan sivil destekli bütüncül afet yönetim organizasyonun
oluşturulmasının bir deprem bölgesi olan Adapazarı için
kaçınılmaz olduğunu vurgulayan Seyyar,
"Ancak Adapazarı'nda henüz ne bütüncül, ne de sivil destekli bir
afet yönetimi modeli oluşturulmuştur. Adapazarı, fizikî ve
sosyal alanda yeniden inşa edilirken, Büyükşehir Belediyesi'nin
proje kapsamında olan 'Afet Eğitim ve Koordinasyon Merkezi' ve
'Mahalle Afet Yönetim Sistemi' gibi çalışmalar, Marmara
depreminin üzerinden 7 yıl geçmesine rağmen halen
tamamlanmamıştır." şeklinde
konuştu.
"Deprem Halkın Gündeminden Düştü"
Seyyar, afet olgusunun halkın gündeminden düştüğünü belirterek,
bunun toplumun acı veren felaketleri hatırlamak istememesi
şeklinde değerlendirilebileceğini, ancak başta yerel yönetimler
olmak üzere, sosyal ve siyasî sorumluluk taşıyan her kurum ve
kuruluş, afet yönetimini esas alan çalışmalardaki rolünü
unutmamaları gerektiğini hatırlattı. Adapazarı Büyükşehir ktir."
"Psikolojik Destek Verecek Gönüller de Oluşturulmalı"
Ali
Seyyar, afet psikolojisi ekseninde psikolojik destek verecek
Mahalle Hizmet Gönüllüleri de oluşturulması gerektiğini
vurgulayarak, "Afet durumlarında
mağdurlara insanî ve sosyal hizmet sunmaya hazır meslek
elemanların başında psikologlar, sosyologlar, ilahiyatçılar, din
görevlileri, manevî terapistler, eğitimciler, çocuk gelişim ve
sosyal hizmet uzmanları gelmektedir. Olağanüstü durumlarda
mağdurların travma sonrası stres bozukluğundan kaynaklanan
değişik negatif tavır ve tepkilerinin (kızgınlık, asi olma,
isyan, içine kapılma, ümitsizlik vb.) giderilmesi, manevî
dünyalarıyla barışık ve topluma yeniden adapte olmaları için,
her mahallede değişik sosyal mesleklerden oluşan gönüllü ekipler
oluşturulmalıdır. Depremzedelerin psikolojik, manevî ve sosyal
rehabilitasyonlarıyla ilgilenecek bu ekip, afet psikolojisi,
rehberlik ve rehabilitasyon konularında teorik ve pratik eğitim
aldıktan sonra entegreli bir şekilde mahalle afet kurullarında
yer almalıdır." şeklinde konuştu.
KAYNAKLAR:
a)
“Mahalle Afet
Gönüllüleri' 7 Yıldır Oluşturulamadı”:
www.sakaryarehberim.com/others/haber.php?xnumber2=4636 - 114k –
b)
“7 Yıldan Bu Yana
Oluşturulması Gereken Mahalle Afet Gönüllülerinden Eser Yok: Yan
Gelip Yatıyoruz” (Sakarya Yeni Haber; 18.04.2007)
c) “Mahalle Afet
Gönüllüleri 7 Yıldır Oluşturulamadı” (Sakarya Halk; 18.04.2007).
d) “Afet
Gönüllüleri Oluşturulmadı: SAÜ İİBF Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali
Seyyar, Deprem Sonrası İlk Müdahalede Çok Önemli Olan Mahalle
Afet Gönüllülerinin Sakarya’da 7 Yıldır Oluşturulamadığını
Söyledi” (Yeni Sakarya; 18.04.2007)
e) Duran Savaş; “Depremden Sonra Gündeme
Gelen ‘Âfet Gönüllüleri’ 7 Yıldır Oluşturulamadı”; Zaman
Gazetesi; 19.04.2007, s.23.
NOT 1:
Prof. Dr. Ali Seyyar’ın konu ile ilgili makalesinin tam
metnini okumak için bkz.:
Seyyar, Ali; “SOSYAL POLİTİKA ODAKLI AFET YÖNETİMİ AÇISINDAN
ADAPAZARI’NIN DURUMU” Sosyal Politikalar Dergisi; 2. Sayı; 2007;
ss. 111-114.
NOT 2:
Mahalle Afet Destek Projesi (MADP)
ve Mahalle Afet Gönüllüleri
(MAG) hakkında daha fazla bilgi için bkz:
http://www.mag.org.tr/tur/index.asp
26 Mart 2007 -
Prof. Dr. Ali Seyyar, Haftalık AKSİYON Dergisinde depremin yol
açtığı psikolojik ve ekonomik sorunlara sosyal politika
ekseninde bir açıklama getirdi.
SAKARYA’DA SAVCI DEPREMİ
İstanbul Cumhuriyet Savcısı Nazmi Okumuş’un
“Depremden sonra Sakarya’da tefecilik, sahte fatura
ve uyuşturucu parası ile geçinen bedavacı bir
toplumu oluştu.” sözleri Sakarya’da nasıl
karşılandı? |
 |
17Ağustos 1999
depreminin merkez üssü Gölcük’tü; ama Sakarya’daki yıkım da
hemen hemen o boyutlardaydı. Nitekim resmî rakamlara göre Gölcük
dahil bütün Kocaeli genelinde ölü sayısı 9 bin 477 iken,
Sakarya’da 3 bin 891’di. Bu sebeple Sakarya, deprem travmasını
uzun süre yaşayan yerlerden biri oldu.
Son günlerde bir
başka olay gözleri yeniden Sakarya’ya ve 17 Ağustos depremine
çevirdi. Sakarya Emniyeti; tefecilik, sahte fatura ve uyuşturucu
ticareti yapmakla suçlanan bir gruba operasyon yapınca, bu dava
prosedür gereği İstanbul’a geldi. Çünkü bu organize suçlara
İstanbul’daki ağır ceza mahkemesi bakıyor. İşte bu davayı açan
İstanbul Cumhuriyet Savcısı Nazmi Okumuş, 2 Mart 2007
tarihli iddianamesinde aynen şunları yazdı: “Bu şekildeki
suçların Sakarya ve civarında oluşmasının sebepleri
düşündürücüdür. Ülkemizin en verimli arazilerine sahip olan
Sakarya ilinde son yıllarda üretim ve çalışma gittikçe
azalmaktadır. Özellikle 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999
depremlerinden sonra insanlar adeta çalışmayı terketmişler, kamu
kurum ve kuruluşları ile dış devletlerden deprem yardımı adı
altında uzun süre yapılan aynî ve nakdî yardımlar nedeniyle
çalışmadan ve üretmeden hızla tüketen bir toplum
oluşturmuşlardır.”
Savcı Okumuş’un bu
tespitini gözlemlemek üzere Sakarya’ya gittik. Emniyet
yetkilileri, Sakaryalı işadamları, Sakarya Üniversitesi’nden
öğretim üyeleri ve yerel gazeteciler ile yaptığımız görüşmelerde
iki farklı olgu ile karşılaştık. Hem savcının tespitini
doğrulayan bazı olaylar var, hem de mafyanın kökünün kazandığı,
bir tek faili meçhul dosyanın kalmadığı yeni bir şehir...
Aslında Sakarya’daki
son gelişmelerin en önemli aktörü il emniyet müdürü Mustafa
Aydın. 1999’da bir süre Ankara’da Emniyet İstihbarat Dairesi
Başkanı olarak görev yapan Aydın, 2002’den beri Sakarya Emniyet
Müdürü. “İstihbaratçı” kökenli bir polis müdürü olan Aydın,
Sakarya’dan önce üç yıl görev yaptığı Samsun’da da organize suç
gruplarının üzerine şiddetle gitmesiyle tanındı. Hatta Samsun’da
iken bu sebeple zamanın koalisyon ortağı bir partinin
milletvekilleri ile takıştı. İşte böyle bir profil çizen Aydın,
Sakarya’ya gelince bu sefer buradaki grupları zapturapt altına
almış. Sakarya Emniyeti’nde görüştüğümüz Aydın, önümüzdeki 1
Nisan günü itibariyle 38 yıllık polislik mesleğini noktalayıp
emekli oluyor. Geride mafyanın artık olmadığı, en azından
sindiği bir Sakarya bırakarak…
Bir yetkili,
“Aslında Aydın’ın Samsun’da çökerttiği gruplar
Sakarya’dakilerden daha güçlü, üst seviyede politik ilişkileri
olan şebekelerdi. Sakarya’dakiler göz önündeki sokak mafyası
olunca bu kadar ilgi çekti.” diyor. Peki, Sakarya’da Aydın ne
yapmış? Beş yıl içinde burada “kıskaç”, “makas”, “tünel”,
“perçin”, “atlas”, “şafak”, “kelebek” isimleri verilen
operasyonlar olmuş. Esnaf odaları, fırıncılar odası başkanları,
mafya olarak bilinen grupların elebaşları başta olmak üzere pek
çok yerel güç odağı gözaltına alınmış, bunların bir kısmı
cezaevine girmiş. Sakaryalı bir gazeteci, “Burada bazı oda
başkanları Emniyet dinler korkusuyla hâlâ cep telefonu
kullanmıyor.” bilgisini veriyor.
Savcı Nazmi
Okumuş’un iddianemesine konu olan operasyon, 2006’nın
kasımında yapılmış ve Kelebek adını taşıyor. Bu organize suç
operasyonuyla gözaltına alınan kişi sayısı 400. Peki
Sakaryalılar savcı Okumuş’un tespitini nasıl karşılıyor?
Sakarya’da Emniyet yetkilisinden işadamına, sokaktaki vatandaşa
kadar herkesin üzerinde birleştiği nokta, buranın İstanbul’un
arka bahçesi olma özelliği. Emniyet yetkilisi bunu, “Sapanca’nın
düzlüğünde her gün bir ölü bulursunuz. Çünkü arabanın arkasına
koyduğu cesedi getirip buraya atıyor.” sözleriyle anlatıyor.
Sapanca, Akyazı, Düzce üçgeni bir anlamda bu cesetlerle meşhur
oldu.
Örneğin Sakarya’da
Jandarma 2006 yılında 600 bin kök hint keneviri yakalamış.
Bölgede yüksek miktarda ekildiği anlaşılan hint keneviri esrarın
ana hammaddesi. Bu kadar hint kenevirinden asgari 60 ton esrar
üretmek mümkün. İstanbul’daki olan bazı suç şebekelerinin
karargâhları burada olduğu için bu ekim faaliyetinin de
İstanbul’dan yönetildiği kanısı yaygın. Bir Sakaryalı,
“İstanbul’da hırsızlık yapan gelip burada saklanıyor. Gebze’de
bir yere kaçamaz. Ama Adapazarı, Hendek, Akyazı, Sapanca
gizlenmeye müsait yerler.” diyor.
Sakarya insan yapısı
itibariyle de ilginç bir şehir. Çünkü burada tam 17 ayrı dil
konuşuluyor. Çerkezler, Abazalar, Tatarlar, Karadeniz
kökenliler, Doğu kökenliler, Manavlar başta olmak üzere 17 ayrı
dilin oluşturduğu 17 ayrı alt kültür var. Nüfusun yüzde 50’si
Karadeniz bölgesinden. Karadeniz’den Sakarya’ya yaşanan bu
dalgada, ağırlıklı bir kriminal damarın varlığı da Emniyet
yetkililerinin gözünden kaçmamış. Zaten Karadeniz’e kıyısı olan
Karasu ve Akyazı ilçeleri, özellikle 1980’li yıllarda silah
kaçakçılığı güzergâhındaydı.
Sakarya Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Ali Seyyar’ın
Savcı Okumuş’un tespitine ilk tepkisi şöyle oluyor: “Başka
illerde oluşmuş daha büyük suç şebekeleri var. Ama oralarda
deprem olmadı.” Ne var ki branşı “sosyal politika” olan Prof.
Seyyar’ın şu analizi savcıyı destekler cinsten: Depremden
sonra Sakarya sosyal yardımlarda Türkiye çapında ikinci,
asfaltlamada ise birinci oldu. Seyyar’a göre bunun sebebi,
Türkiye’de sosyal yardımların şeffaf olmaması.
Ona göre özellikle Türkiye’de yapılan
belediye yardımlarında hiçbir kritere uyulmuyor; dolayısıyla
adeta devlet yardımına bağımlı yaşayan yeni zümreler
oluşturuluyor: “Halbuki maddî yardım istihdam sürecine katılım
sağlanana kadar geçici süre ile olmalı. Mesela bir Avrupa
ülkesinde fert başına düşen millî gelirin yüzde 40’ının altında
geliri olan kişi yoksul kabul ediliyor. Geliri bu yüzde 40’a
ulaşacak kadar devlet yardımı ile tamamlanıyor. Bu, emek
piyasasına kazandırılana kadar şartlı bir yardım. Ama hiçbir
şekilde iş gücü niteliği olmayanlara süresiz yardım yapılıyor.”
Prof. Seyyar’ın
vurguladığı bir diğer önemli konu, Türkiye’deki sosyal hizmetler
uzmanı eksikliği. “Türkiye’deki sosyal hizmetler uzmanı sayısı 2
bini geçmez ve bunlar yetiştirme yurtlarında oturuyorlar.”
diyor. Peki deprem insanları nasıl etkiledi? Buna “Elbette
deprem insanların psikolojisini sarsıyor. Ama esas sorun
devletin depremden sonra sosyal rehabilitasyon tedbirleri
almamasıydı. Savcı bir kabahat arıyorsa bunu vatandaşta değil,
devlette aramalı.” cevabını veriyor.
Yakın zamana kadar
Sakarya Genç İşadamları Derneği Başkanlığı yapan işadamı
İbrahim Uysal, “Depremle birlikte 20-30 yıllık birikimlerini
kaybeden müteşebbisler oldu. Ama çoğu gene eski haline geldi.
Türkiye genelinde banka mevduatları incelendiğinde Sakarya ön
sıralarda.” diyor.
Gerçekten de örneğin
Zirai Donatım’ın depremde hasar gören fabrikası altı yıl boyunca
çalışmamış. Ama 800 civarında işçi düzenli olarak maaşlarını
almış. Bir süre önce işadamı Mustafa Nurdoğan’ın satın
aldığı ve şimdi Başak adını taşıyan fabrika 400 civarında
işçiyle ancak bu sene üretime geçmiş. İşadamı Nurdoğan, aynı
zamanda meşhur Arma Filtresi ve Federal Elektrik’in sahibi…
Peki 300 bin nüfuslu
Sakarya’da nasıl oluyor da 40 bin kişi icralık oluyor? İbrahim
Uysal’a göre bunun önemli sebeplerinden biri depremden sonra
alınan kredilerin geri ödenmesinde yaşanan sorunlar. Sakarya
Genç İşadamları Derneği Başkan Yardımcısı Hakan Alaçam ise,
“Depremden sonra Yalova ve Kocaeli daha çabuk toparlandı,
Sakarya devlet yardımlarında sanki biraz ötelenmiş oldu. Ama ona
rağmen birinci, ikinci, üçüncü organize sanayi bitti. Dört ve
beşinciyi aynı anda yapma projesi var.” diyor.
Son olarak üst düzey
emniyet yetkilisinin şu sözünü aktaralım: “Uyuşturucu açısından
İzmit, Bolu ne ise Sakarya da o. Hint keneviri ekimi Türkiye’nin
her tarafında yaygın. Hatta bazı illerde kontrol edilir gibi
değil.”
Faruk Mercan - Ufuk Şanlı - Sayı: 642 - 26.03.2007 (Katkıda
bulunan: Duran Savaş)
Sayfa 1 - 2
|