YAŞLIYA DİN
HİZMETİ SUNARKEN ONLARIN YAŞAM
KALİTESİNİ ARTIRMA
VE
YAŞLILIĞI ANLAMLI
KILMADA DİNİN TANIDIĞI POZİTİF
AYRIMCILIĞIN
BOYUTLARI.
Zeki TAN
“…Yaşlımıza ilgisiz kalıp saygı göstermeyen bizden
değildir.”Tirmizi. Birr,15
İnsan hayatının son
dönemi olan yaşlılık safhası gerek fizyolojik olarak gerekse psikolojik
bakımından son derece önemli değişikliklerin yaşandığı bir safhadır. Bu
dönem durağan ve değişmez olmayıp, aksine çeşitli güçlerin etkileşimini
ihtiva eder. Bu güçlerin temelinde hayatın bütün safhalarının
zorluklarına rağmen var oluşunu sürdürebilmiş olmanın bilgeliği bulunur.
Yaşlılık öyle bir dönemdir ki bir yandan gelişim sürdürülürken, öte
yandan gerileme ve yaklaşmakta olan ölüm boy gösterir.
Yaşlılık yaşam
sürecinde gelişme ve olgunlaşmanın ardından kendine özgü fizyolojik ve
psikolojik değişimlerin ortaya çıktığı bu son evrede, korunması ve
üzerine toz kondurulmaması gereken bir dönemken, maalesef zaman zaman
medyaya yansıyan şekliyle lokal da olsa negatif örnekler durumun
vahametini gözler önüne sermektedir.
Sakarya’nın Hendek
ilçesinde 15 gündür kayıp olan 80 yaşındaki Fadime BOYA tecavüz edilip
öldürüldükten sonra elleri arkadan bağlanarak ağaç dalına asılmış halde
bulundu…!
İzmir'de, 74
yaşındaki Hüsnü Dikici, evinin çatısında kendisini asarak intihar etti.
Bornova ilçesi Pınarbaşı semti 1480 sokak numara 1'de sabah saat 07.15
sularında meydana gelen olay, vatandaşların, bir kişinin evinin
çatısında kendini asarak intihar ettiği yönündeki ihbarıyla ortaya
çıktı. Bölgeye hareket eden polis ekipleri, Hüsnü Dikici'yi, evinin
çatısında kendini asarak intihar etmiş halde buldu.
Hindistan’ın
güneyindeki Tamil eyaletinde, kızı ve torunları tarafından istenmeyen 75
yaşındaki anneanne çöplüğe atıldı. Palaniappan adlı yarı felçli yaşlı
kadını bir Hintli çiftçi buldu…!
Avam kamarası
tarafından hazırlanan bir rapor da İngiltere’de her yıl 500 bin yaşlı
insanın fiziksel ve ruhsal tacize uğradıkları belirtildi. Araştırmada
üçte ikilik bir çoğunluğun bu eziyetleri kendi evlerinde gördüğü
belirlenirken, eziyetin ve tacizin türleri; cinsel tacizden, finansal
tacize, bakımsızlıktan, fiziksel işkenceye kadar değişebiliyor.
Eziyetlere maruz kalan yaşlıların genellikle korku, utanç ya da
imkânsızlık yüzünden şikâyet etmemelerinden dolayı bu olaylar gizli
kalıyormuş…!
Nüfusun yaşlanması
ile birlikte sosyal güvenlik ve sağlık sistemleri açısından büyük
sıkıntıların yaşandığı Almanya’da ünlü işadamı Claus Hipp’in
“yaşlıları beslemeyelim ölüme terk edelim” şeklindeki sözleri şok
etkisi yarattı. Aynı zamanda Alman Sanayi ve Ticaret Odaları başkan
yardımcısı olan Hipp, yaşlıların sağlık hizmetlerinin asgari seviyeye
indirilmesini önerdi. Hipp:”Ekonomiye yük oldukları için yaşlıların
ne zaman ölüme terk edileceği konusu üzerinde düşünülmesi gerekir.”
Almanya’da 25 milyonu aşkın nüfusları ile önemli bir kesimi teşkil eden
60 yaş üstü yaşlı Almanları “ülkenin istenmeyen adamları”
konumuna getirmesi tepkilere sebep oldu…!
Doğusu ile batısı ile böyle bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dünyaya da
rahmetin tecellisini bekliyoruz!
Toplum yapımızda
kriminolojik olarak da daha önce hiç işlenmeyen suçların işlenmesi
üzerine toplum bilimcilerin ayrıca düşünmesi gerekir. Bizim medeniyet
olarak kriminoloji tarihimizde 80 yaşındaki bir kadına bu şekilde
davranılması söz konusu olmasa gerektir.
Topulumu bu seviyeye
getirmenin sebepleri üzerinde düşünmek için “ortak akla”
ihtiyacımız vardır. Buna benzer suçları işlemeye potansiyel olarak hazır
olanların çokluğu bir vakıadır.
Ahmet Selim:”…Bu
durumu sosyoekonomik şartlarla izah etmeye çalışmak, tehlikeli bir
kolaycılıktır. Türkiye yıllarca % 50'nin üstünde enflasyonlarla yaşadı.
Ortalama giyime sahip insanların parmakla gösterildiği günlerden
geliyoruz. Kaşar peyniri, sucuk, salam gibi yiyeceklerin tadını
bilemezdi insanların büyük bir kısmı. O zamanlarda suç ortamı yoktu da
şimdi mi var? "İnsanlar işsiz ve aç kaldıkları zaman çalıyor, geçim
sıkıntısından bunaldığı için vurup kırıyor..." tarzındaki bir yaklaşım,
açıklama değeri taşımaktan çok, gerçek sebepleri gizleme ve unutturma
sonucunu doğuran bir gaflet halini yansıtır. Bir toplumsal çöküntü
sürecini yaşıyoruz yıllardır. Biz böyle değildik. Bunu anlayabilmek
hakikaten çok zor ama anlamaya çalışmak mecburiyetindeyiz...”
diyerek sıkıntıyı açıklık getirir.
Yaşlıya olan
ilgimizi, senede bir gün... Sağır sultanlar bile yaşlılar gününü
kutladılar. 364 gün sonrası tekrar bu günü kutlarken tek fark, bir yıl
daha yaşlılığa yakın olacaklar ve belki de kendilerinin yalnızca bir gün
unutulmamalarını dileyecekler!
Yaşlılar büyüğümüz. Onları seviyoruz, onlara saygı
gösteriyoruz, onlar bizim baş tacımız… onları, kesinlikle huzurevine
göndermeyiz, Türkiye’nin orta halli ve yoksul sınıfı anasını babasını
dizinin dibinden ayırmaz; ayıranlar da zenginler…” gibi arabesk temalı,
tek yönlü, tek disiplinli ifadeler problem çözmüyor.
Türkiye’de
bugünün verileri ile 7.5 milyon yaşlı olup, 2050 yılındaki bu rakam 18
milyon olarak tahmin edilmektedir. Çekirdek aile, çalışan kadın,
evlerinde yalnız yaşayan ya da kendileri gibi yaşlı eşleri ile ömür
tüketen yaşlılar; hele bunların dörtte üçünün bir şekilde en az bir
kronik hastalığı olduğunu düşünün… Toplum olarak bütün bunlar acil
olarak çözülmesi gereken sorunlardır. Özellikle günümüz dünyasında
yaşlılar gündeme geldiğinde hep maddi boyutları ile çözüm arayışlarına
odaklanılmış metafizik boyutu ihmal edilir olmuştur. Insanı sadece
metabolizması ile hayata bağlamaya çalışmak çözüm üretmek için yetersiz
kalır.
İNSAN VE
YAŞLILIK
İnsan dünyaya gönderilirken anne karnından çocukluğa,
çocukluktan gençliğe gençlikten yetişkinliğe, yetişkinlikten de
yaşlılığa doğru bir hayat trendi çizmektedir. Kur’an-ı Kerim:”Vaktiyle
sizi topraktan yaratan Allah, Bir damla su idi, kan pıhtısı idi derken,
sizi bir bebek olarak dünyaya getiriyor. Önce delikanlı oluyor, sonra
yaşlanıyorsunuz. Allah kiminizi daha erken yanına alsa da, size verilen
süreyi mutlaka tamamlıyorsunuz. Bunlar üzerinde kafa yormalısınız...”
ifadesiyle hayat serüveninin basamaklarına dikkat çeker.
Bunların
içinde yaşlılık yaşam sürecinde gelişme ve olgunlaşmanın ardından
kendine özgü fizyolojik ve ruhsal değişimlerin ortaya çıktığı son
evredir. Bu süreç ömrü vefa ederse her canlı için geçerli olmakla
birlikte kişisel tutum ve algılamadan bütünüyle bağımsız değildir.
Gerçekten edilgen ve çaresiz bir yaşlılık geçirilebileceği gibi, bu
evrede “olgun”, “yaşam kalitesi artmış”, “anlamlı yaşlılık”
da yaşanabilir.
“Yaşlanma” kişiden kişiye anlamı değişen bir
sözcüktür. Genel olarak yaşlılık algılama, bellek ve kısmen de olsa
üretme yeteneklerinin azalmasıyla kendini belli eden bir durum olmakla
beraber bu dönemin bir nevi bilgeliğe dönüştürülme şansı her zaman
mümkündür. 1963 Nobel Tıp Ödülü’nü alan ünlü Avusturya’lı fizyoloji
uzmanı Sir John Carew Eccles’in belirttiği gibi:”Yaşlılığı geciktirmek
zihinsel değil, her türlü etkinliği sürdürmeye bağlıdır.”
Der.
Yaşlılığın
kişisel özellikler taşıdığı açık bir gerçektir. Durdurulamayan bir
süreçtir. Ama yaşlanmanın fizyolojik olarak belli bir süreç içinde devam
ettiği beyinde ise doğumla birlikte başladığı söylenebilir. Doğumdan
sonra beyin dokusunda hücrelerin ölümü, sabit bir hızla yaşam boyu
sürer. Yaşlılık, ruhsal yönden çevreye karşı ilgisizlik, içe kapanma,
yaşamdan zevk almama gibi değişimlerle kendini belli edebilir. Bu
değişimler karşısında kişi kötümserliğe kapılabilir.yaşamda isteklerini
gerçekleştirememiş olanlar yaşlanma döneminde seçeneklerinin iyice
azalmış olduğunu görürler. İstediklerini gerçekleştirmiş olanlar ise
işinde ya da aile ve toplum yaşamında eski etkinliklerini sürdürmekte
giderek daha yetersiz kaldıklarını anlarlar. Ama bu durum kişiye olumlu
yeni açılımlar sağlayabilir. Sahip olunan birikim ve kültür sonradan
gelen nesillere aktarılabilir. Bir nevi “torunlarla birlikte yaşlanma”
hayatı devam ettirme yaşlının “güz dönemini” ikinci bahara çevirebilir.
Yaşlıya din hizmeti sunulurken yaşlının hayatını anlamlı ve kaliteli
kılmak için şu çerçevelerden bakılabilir.
YAŞLININ
YAŞAM KALİTESİNİ ARTIRMA
Yaşadığımız hayatın her karesi, dolu dolu ve kaliteli
yaşanabilmesi için ilahi irade tarafından bize verilmiştir.
Yaratılışımızın bir boyutu da hayatı kaliteli –ihsan- derecesinde
yaşamaktır.
Bunun temini insanların iradesine bırakılmıştır.
Bir ordu
düşününüz; ama kalabalık. Diğer bir ordu düşününüz; eğitimli fakat
sayısı çok az. Ikinci ordu birinci orduyu her zaman mağlup eder.
Büyük işler
beden gücünden ziyade, doğru düşünme ve hedefleri geçerli hale getirme
ile başarılır. Yani kılıç keskinliği değil, akıl keskinliği esastır.
Demek ki yaşla kaybolan yetiler yerine önemli
kazanımlar varsa, kişi keyifli ve kaliteli bir yaşlılık geçirebilir.
Kaybettiklerinin yerini başka kazanımlarla doldurabilir. Yaşlı bir
alimin ihtiyarlıkta ilahi rahmetin daha çok tecellisinden dolayı
“...ihtiyarlığımı yüz gençliğe değişmem...” diyerek bu kazanımların
yaşlılıkta daha çok olacağını söyler.
İlahi irade, insana verdiği her nimetin hesabını
soracağını beyan eder.”O gün tüm nimetlerin
hesabını vereceksiniz.”
Diyerek sahip olduğumuz ömür nimeti dahil bütün bir hayatımızı kare kare
dolu dolu geçirmemiz gerektiğini ifade eder. Bunun şuurunda olan yaşlı
insanımız sahip olduğu ömür nimetinin kıymetini bilerek bunu yaşayacak
ve bunu daha kaliteli hale getirecektir. Hz. Peygamber(s.a.v.):”Kişi
ömrünü ne yolda tükettiğinin, vücudunu nerede yıprattığının...”
hesabını vereceğini beyan eder.
Bütün bunlar dikkate alındığında kutsalın dışında
fertlerin başka bir nesne ile hayatlarının kalitesini artırma şansları
yoktur. Hayatın sorularına cevap verme ve hayatı anlamlı kılmanın yolu
kutsaldan geçer. Bu günün insanları teselli için dine dönmeyi değil
bilimsel ve teknolojik gelişmeyi tercih etmektedir. Artık bilimin her
şeyi yapabileceği şeklindeki inanç öyle bir hal almıştır ki, “bilim her
şeyi yapabilir, bilimin istediği her şeyi yapmasına izin verilmelidir.”
Bilim tarafından yapılan her şey doğrudur. Bilim hatadan uzak ve
kusursuzdur, bir eylem ne kadar korkunç olursa olsun sonucu bir cinayet
de olsa, eğer o bilimin tarafından doğrulanıyorsa, o tartışılmazdır.”
Bilimin bu kadar sınır tanımaz gücü ve kontrolünün bir sonucu olarak,
ahlaki emirlerin her hangi bir anlamı da kalmamıştır. Teknoloji, kendi
ahlakını kendisi oluşturmuş, bilimsel ve teknolojik sonuçlara kendisi
karar vermeye başlamıştır.
Modernleşmeyle birlikte dünya daha hızlı bir şekilde sekülerleşmeye
başladı. Sekürleşen bir dünyada yaşlının problemlerini çözme oldukça
sıkıntılıdır. Çünkü yaşlı insanı teselli edecek olan ruhunu teskin
edecek bir dünyaya kapı aralamak bir görev olsa gerek.
Günümüz
yaşlısının maruz kaldığı temel problem ve tehlike sosyal açıdan yalnız
kalmadır. Başta aileleri olmak üzere yalnızlığa terk edilen yaşlıya din
hizmeti sunmaktan ve onun gönül dünyasına doyurmaktan başka çare olmasa
gerektir.
Seküler bir
dünyanın sahip olduğu teorik temeller itibariyle yaşlının vazgeçilmez
unsuru olan kutsala yer verilmediği için insanlar intihar dahil her yolu
seçmekten kaçınmamaktadırlar. Çözüm ne? Bir tek çözüm yolu var.
Özellikle yaşlıyı içinde bulunduğu hayat krizinden kurtaracak ve
mutluluklar diyarına ulaştıracak vahyin rehberliği ışığında çağının
ruhunu okuyacak engin ruhlu kutlu rehberlere ihtiyaç vardır. Kendi
toplumsal prnoblemlerimizi çözmede bizim dışımızdaki dünyanın formülleri
yapımıza uymadığı uygun gelmediği için yaşlı insanımızın problemlerini
çözmede de manevi dinamiklerimizi harekete geçirmek gerekir.
Batı
dünyasının entellektüeli batılı
dünyanın çıkmazını
şöyle anlatır:”Gerçekten de, Amerika’da ve endüstriyelleşmiş batı
dünyasında ciddi bir kriz içinde olduğumuzun bir hayli kanıtı vardır. Bu
kriz ekonomik değil, insani bir krizdir. Şiddet, sıkıntı, endişe ve
ayrılık duygularının dayanılmaz derecede artmış olduğu toplumumuzda her
gün hızla artan tüketimimiz, üretmekten ve maddi doyumdan başka bir şey
aramaz hale getirilen insanların açlığını doyurmada yetersiz kalmaktadır.”Kendi
problemini çözemeyen bir dünyanın bizim problemlerimizi çözmesi
muhaldir.
Ülkemizdeki cami
cemaatinin genel yapısına baktığımızda yine aynı şekilde ekseriyetinin
yaşlılardan teşekkül ettiği bir gerçektir. Bu yaşlılara din hizmeti
sunanların özellikle “yaşlılık psikolojisi” dahil sosyal ve
psikososyal bilimlerle donatılmış bir eğitime tabi tutulması kaçınılmaz
olarak önümüzde durmaktadır.
Prof. Dr.
Mehmet AYDIN’ın ifade ettiği gibi:”… Bu gün
yaşlılık psikolojisi var. Bu yaşlılık psikolojisini genç bir insana
belli bir düzeyde vermezsek cami veya cami dışı cemaatinin çoğunluğunu
teşkil eden yaşlılara nasıl hitap etsin. Gelir namazı kıldırır gider.
Oysa bu hizmet değil. Demek ki belli ölçüde bir ihtiyarlık psikolojisi
eğitimi bu gün özellikle din görevlilerinin görmeleri gereken bir
eğitimdir…”
Duygular yaşlanmaz. Hatta
fizyolojik olarak yaşlanmasına rağmen psikolojik olarak tersi
olabiliyor. Yaşlanan sadece insanın bedenidir. Duygular tam tersine
olgunlaşır, hatta gençleşir. Vücudunuzu sadece gıdalarla değil, aynı
zamanda hayatla beslemeniz gerekir. En az bedensel egzersizler kadar,
ruhsal ve duygusal egzersizleri de ihmal etmemek gerek. Sağlık ve
sağlamlık hali, akıl ve ruh işbirliğinin önemine bağlıdır. Yaşlıya din
hizmeti sunarken ve hayatını anlamlı kılarken dikkat edilmesi gereken
temel bir husus da ona olan hizmet davranışlarıdır.
YAŞLIYA HİZMET DAVRANIŞLARI
Avusturya’da, bir
kilise kayıtlarına göre, 1680 yılında doğan her 19 kişiden sadece 2’si
65 yaşına geliyorken, tam 300 yıl sonra 1980’de doğan her 19 kişiden
15’i 65 yaşına gelmektedir. Bu demektir ki “ebedi gençlik çeşmesi”
bulunamadı ama hayatta kalma süresi uzadı. Yaşlı nüfus böyle çoğalınca
yaşlanma ile ilgili sorunlar da önümüze yığıldı. Konunun hastalık
boyutunu bir kenara bırakıp yaşlanmanın psikolojisini ve sevgiye muhtaç
insanlara nasıl yardım edebileceğimizi düşünmek toplumsal bir görev
haline gelmiş durumdadır.
Yaşlıyı hayata
bağlayan, ayakta tutan temel bir hususta sevgidir. Sevgiyi göstermenin
yolu da onlara hizmet davranışlarıdır. Hizmet davranışı onların
hoşlandığı şeyleri yapma rahatsız oldukları şeyleri yapmama
hatırlatmamadır. Onlara hizmet ederek memnun etme onlar için bir şeyler
yaparak onlara sevgi davranışı ile sevgimizi ifade etmeye çalışmadır.
Hizmetini görme, yanağını öpme, terliğini verme, elbisesini ütüleme,
taleplerini karşılama, gönlünü hoş tutma, yemeğini yemede yardım etme,
nazik davranma, sevgi ile bakma, güzel hitap etme, onunla tatlı konuşma,
zaman zaman hediye alma, hatıralarını dinleme, hatıralarına saygı
gösterme, aynı şeyi yüz defa anlatsa da her defasında sabırla dinleme…,
bunların hepsi hizmet davranışlarıdır. Bu davranışlar, düşünce,
planlama, zaman, çaba ve enerji ister.
Eğer gerçekten isteyerek yapılıyorsa sevginin ifadesi olup onu hayata
bağlar.
Negatif hizmet
davranışı veya olumsuzluk sergilemenin insanların bazen hayatlarını
yıkmaya kadar götürdüğüne dair batılı bir tıp doktoru şöyle bir hatıra
anlatır:”Tıp tahsiline başladığım günden bu yana, insan uzviyatındaki,
değişiklikleri ve uzuvlarda eskiyen yahut ölen dokular yerine yeni yeni
dokuların inşaa edilişinin, sırf maddi yönlerini izah eden ve açıklayan
temel prensipleri öğrenmiştim.
Dokuların birçoğunu
mikroskop altında inceledim. Vücudun çabucak iyileşmesi ve yarayı
sarması için ona yardımcı bütün şartları tetkik ettim. Mükemmel ahenk
karşısında kendimden geçtim. Yarayı kendi haline bırakmak, beklenen
neticenin meydana gelmesi için tıbbi imkânları hazırlamak, maddi
şartları ayarlamak kâfi görünüyordu... Fakat harikulade bir süratle,
sihirli bir iyileşme ancak ümitle, hayata kuvvetli bağlılıkla mümkün
oluyordu...
Cerrah olarak
çalışırken günün birinde yetmişini aşkın bir nine geldi, bel
kemiklerinin çok ağrıdığından ve kırılmış olma ihtimalinden şikâyet
ediyordu. Bir süre hastayı kontrol altına alıp tedavi ettikten sonra ara
ara filmlerini çekip incelemeye koyuldum. Ve şaşırtıcı bir süratle
iyileşmekte olduğunu gördüm. Çok geçmeden onun yanına varıp hayret dolu
bir şaşkınlıkla, tıp tarihinde eşi görülmemiş bir çabuklukla
iyileştiğini kendisine müjde verdim. Bunun üzerine yaşlı kadın,
tekerlekli sandalyeye binerek hareket etme imkânına sahip oldu. Daha
sonraları da koltuk değneğine dayanarak yürümeye başladı. Mesai
arkadaşlarımla birlikte bu harika nevinden iyileşme karşısında hastanın
taburcu edilebileceği ve hastanede tedavi görmesine lüzum kalmadığına
karar verildi. Hastanedeki rahatlık ve emniyet onu hayata bağlıyor ve
yaşama sevinci veriyordu. Ümitle dopdolu oluşu hastalığın iyileşmesine
ve çok kısa zamanda şifa bulmasına sebep oluyordu. Süratle hastalık
ondan kalkmış ve kırılan kemikler birbirine kaynamıştı. Ertesi sabah
pazar günü olduğu için kızı, mutad olarak annesini ziyarete gelmişti.
Öbür güne taburcu edileceğini koltuk değnekleriyle yürüyebildiği
kendisine anlatıldı. Kızı, annesini bir kenara çekerek; kocasıyla karar
verdiklerini, kendisini düşkünler yurdundan birisine yatıracaklarını,
çünkü kendisine evde bakma imkânına sahip bulunamadıklarını bildirmişti.
Ziyaretçilerin dağılmasından birkaç saat ya geçmiş, ya geçmemişti ki,
hemşireler tarafından çabucak çağırıldım.
İhtiyar kadıncağızın
çok büyük bir kriz geçirdiğine şahit oldum. Başına vardığımda gördüğüm
şey gerçekten dehşet vericiydi. Kadın son anlarını yaşıyordu
Anladım ki hasta belindeki kemiklerin kırılmasından değil de, kırılan
kalbinin tesirinden yıkılmıştı. Elden gelen bütün imkânlar
kullanıldı, krizin giderilmesi için her türlü çareye başvuruldu: Ama
bütün çabalamalar boşa gitmişti. Ne var ki artık aldığı
vitaminler, takviye edici ilaçlar onun bir türlü kırılan kalbini tedavi
edememişti, Ne yazık ki şimdi kırılmış olan kalbi, onun kaynamış olan
kemiklerine rağmen yaşamasına müsaade etmiyordu. Ve kadıncağız
birkaç saat sonra ruhunu teslim etti. Bu hazin son annenin kaderiydi.”
Toplum olarak
yaşlılarımızla bir arada durmak kaçınılmazdır. Önemli olan onların
gönüllerini onarma ve onları hayatın renkleri ile barışık yapma
hadisesidir. Yaşlının kendisinin yük olduğunu telakki etmesi onu daha
çok hırçınlaştırır. Kimseye faydam yoksa öleyim kurtulayım anlayışına
götürür. Fakat fert veya toplum tarafından hüsnü kabul görmesi onura
edilmesi onu hayata sımsıkı bağlar.
Yaşlıya olan pozitif
bir hizmet davranışının küçük de olsa büyük işlere vesilelik ettiğini şu
hadise güzel anlatır. Yaşı büyük olanları bazen küçük şeylerle mesut ve
mutlu edebiliriz. Çünkü bir yazarın ifade ettiği gibi “küçük şey yoktur.”
George COHAN,
annesine, ölümü anına kadar her gün iki defa telefon ederdi. Neden mi?
Onun annesine bu önemi göstermesinin sebebi, annesine karşı sevgisini ve
onu düşündüğünü hissettirmek istemesiydi. Bu da annesini mutlu etmek
için yeterliydi.
Hz.
Peygamber(s.a.v.)’in iyilik yaparken bir hurma tanesini dikkate vermesi,
hiçbir iyiliğin –ma’rufun- küçük veya bayağı görülmemesi
basit gördüğümüz fakat Allah katında onun çok büyük olduğunu
bilmemiz hayat felsefemize anlam katar.
Bediüzzamanın yaşlıya olması gereken hizmet
davranışını bir analoji yaparak şöyle ifade eder:” Benim yakın dostlarım
bilirler ki, iki üç sene evvel her gün yarım ekmek-o köyün ekmeği
küçüktü-muayyen bir tayın –erzak-ım vardı ki, çok defa bana kâfi
gelmiyordu. Sonra dört kedi bana misafir geldiler. O aynı tayınım hem
bana, hem onlara kâfi geldi. Çok kere de fazla kalırdı. İşte şu hal o
derece tekerrür edip bana kanaat verdi ki, ben kedilerin bereketinden
istifade ediyordum. Kat'î bir surette ilân ediyorum, onlar bana bâr
değil. Hem onlar benden değil, ben onlardan minnet alırdım.
Ey insan! Madem canavar suretinde bir hayvan,
insanların hanesine misafir geldiği vakit berekete medar oluyor.
Öyleyse, mahlûkatın en mükerremi olan insan; ve insanların en mükemmeli
olan ehl-i iman; ve ehl-i imanın en ziyade hürmet ve merhamete şâyân
aceze, alîl ihtiyareler; ve alîl ihtiyarların içinde şefkat ve hizmet ve
muhabbete en ziyade lâyık ve müstahak bulunan akrabalar; ve akrabaların
içinde dahi en hakikî dost ve en sadık muhib olan peder ve valide,
ihtiyarlık halinde bir hanede bulunsa, ne derece vesile-i bereket ve
vasıta-i rahmet olur.
İşte, ey insan,
aklını başına al. Eğer sen ölmezsen, ihtiyar olacaksın. El-cezâü min
cinsi'l-amel sırrıyla, sen valideynine hürmet etmezsen, senin
evlâdın dahi sana hizmet etmeyecektir. Eğer âhiretini seversen, işte
sana mühim bir define: Onlara hizmet et, rızalarını tahsil eyle. Eğer
dünyayı seversen, yine onları memnun et ki, onların yüzünden hayatın
rahatlı ve rızkın bereketli geçsin. Yoksa onları istiskal etmek,
ölümlerini temenni etmek ve onların nazik ve seriütteessür kalblerini
rencide etmekle, kaybedenlerden olursun. Eğer rahmet-i Rahmân istersen,
o Rahmân'ın vedîalarına ve senin hanendeki emanetlerine rahmet et.
Âhiret kardeşlerimden
Mustafa Çavuş isminde bir zat vardı. Dininde, dünyasında muvaffakiyetli
görüyordum, sırrını bilmezdim. Sonra anladım ki, o muvaffakiyetin
sebebi: O zat ise, ihtiyar peder ve validelerinin haklarını anlamış ve o
hukuka tam riayet etmiş ve onların yüzünden rahat ve rahmet bulmuş,
inşaallah âhiretini de tamir etmiş. Bahtiyar olmak isteyen, ona
benzemeli.”
Yaşlıya olan hizmet davranışı onu daha çok hayata bağlar, nimetin
artmasına da vesile olur.
Kur’an-ı Kerim Hz.
Musa’nın Medyen’e giderken kayınpederi olacak olan Hz. Şuayb olduğu
rivayet edilen
kimsenin kızları tarafından bakılması ve koyun gütme gibi işlerin
görülmesi yaşlıya olan hizmet davranışlarında “kadının şefkat eli”
ile olabileceğinin göstergesidir.
Yaşlının hayatını anlamlı kılan unsurlardan birisi de yaşlıya fiziksel
temastır.
YAŞLIYA FİZİKSEL
TEMAS
İnsanları kaynaştıran
arada sevgi köprüsü kuran hususlardan biri de fiziksel temastır.
Fiziksel temas iki kişinin tenlerinin değmesi olayıdır. Fiziksel temas
ilişkiyi ve iletişimi sağladığı gibi bozabilir. Sevgiyi de nefreti de
fiziksel temas iletebilir. Fiziksel temasın pozitif veya negatif
olmasına bağlıdır. Vücudun bazı kısımları diğer bölgelere göre daha
duyarlıdır. Bu fark, minik dokunsal algılayıcıların tüm bedene eşit
şekilde değil de, kümeler halinde yayılmış olmasından kaynaklanır.
Örneğin dilin ucu dokunmaya çok duyarlıyken, omuzların, arkası en az
duyarlı yerdir. Parmakların ucu son derece duyarlı bölgelerdendir.
Hz.
Peygamber(s.a.v.)’in inananların birbirlerine selam vermelerinde ısrar
etmesinin fiziksel temas boyutu dikkate alındığında selamın hikmeti daha
çarpıcı oluyor.
Fiziksel temas sevgi
ile dolu olduğu zaman “seni seviyorum” sözlerinden daha çok etkilidir.
Şefkatli bir sarılma sevgiyi ifade eder. Fiziksel temas sevgi deposunu
doldurmanın iletişim kanalı görevini görebilir. Çünkü bedenler
dokunulmak için var. Saldırılmak için değil. Fiziksel temas sevgiyi çok
güçlü şekilde iletir. Fiziksel temasın yanında sözler son derece sönük
kalır. Özellikle krizlerde sevgiyi ifade etmek için fiziksel temas eşsiz
birer fırsattır. Şefkatli dokunuşlar kriz atlatıldıktan sonra da
hatırlanacaktır. Dokunmayı ihmal etme asla unutulmayabilir. Nadir
durumlarda bile olsa bir kişi bir başkasının elini sıkmayı reddettiği
zaman, ilişkilerinde bir şeylerin yolunda olmadığı mesajını iletir. Tüm
toplumlar, sosyal bir selamlama yolu olarak fiziksel temasın bir formunu
kullanırlar.
Hz. Peygamber
(s.a.v.) hanımının hayvana binmesinde yardımcı olması ve dizine
bastırarak bindirmesi,
bir sıkıntıyla kederlenip ağlayanın gözyaşlarını elleriyle silerek
teselli etmesi, fiziksel temasın en güzel formu olan öpücük için “Her
öpücük için cennette beşyüz yıllık mesafesi olan bir derece verilir.”
Gerçeği fiziksel temasın hayatımızdaki yerine dikkat çeker. Hz.
Peygamber (s.a.v.) sütanneye verdiği oğlu İbrahim’i sık sık görmeye
gittiği varınca çocuğu kucaklayıp öptüğü, kokladığı rivayet edilir.
Fiziksel temasın en güzel boyutu öpmekte hissedilir.
Hz.
Peygamber(s.a.v.)’in davet hayatının her karesi üzerinde düşünülmesi
gereken hususlardır. Bunlardan birisi de en yakın arkadaşı Hz. Ebu
Bekir’in pir-i fani olan babasına olan daveti ve kendisiyle olan
fiziksel teması,
öncesinde inanmamış da olsa bir yaşlıya bakışı şöyledir:
Rasûl-ü Ekrem
Mekke’ye fetih günü girdiğinde, oradaki problemleri hallettikten sonra
mescidde oturdu. Hz. Ebubekir, babası Ebu Kuhafe’yi resûl-i ekrem’e
getirdi. Hz. Peygamber, Ebu Kuhafe’yi görünce “Ey Ebu Bekir! Niçin
ihtiyarı bırakmadın, ben onun yanına giderdim?” dedi. Hz. Ebubekir “Ey
Allah’ın Resûlü! Onun senin yanına gelmesi, senin onun yanına gitmenden
daha müstahaktır” dedi. Rasûl-ü Ekrem Ebu Kuhafe’yi önünde oturttu ve
mübarek elini Ebu Kuhafe’nin kalbi üzerine koyarak şöyle buyurdu: “Ey
Ebu Kuhafe! Müslüman ol, kurtul!” Ebu Kuhafe müslüman oldu, kelime-i
şehadeti getirdi. Ebu Kuhafe’nin başı ve sakalı bembeyaz olduğu halde
Rasûlullah’ın huzuruna getirilmişti…”
Hz.
Peygamber(s.a.v.)’in çok sevdiği sık sık iltifatlarda bulunduğu bazen
kucakladığı Medine’nin eşrafından İslam’a hizmeti oldukça çok olan Sa’d
b. Muaz’a da fiziksel teması ve onu onure etmesi oldukça manidardır:
“Hz. Peygamber
(s.a.v.) Tebük dönüşünde Sa’d b. Muaz ile karşılaşıp tokalaşmış,
ellerinin nasırlaşmış olduğunu görünce bunun sebebini sormuş, o da
“Çoluk çocuğumun nafakasını temin için hurma bahçemde çalışıyorum.”
Cevabını verince Hz. Peygamber (s.a.v.) Sa’d b. Muaz’ın elini öpmüş
ve “işte bu eller Allah’ın sevdiği ellerdir” demiştir. Bir
peygamberin örnek bir davranışı insanların gönlünü ve ruhunu fethediyor.
Günümüz dünyasında bizim yaşlıya olan bakışımızın nasıl olması
gerektiğini açık olarak ortaya koyuyor. Yaşlıya candan bir fiziksel
temas gönlünü fethetmek için yeterlidir.
YAŞLIYA EBEDİ
YAŞAMA DUYGUSUNU VERME
Cenab-ı Hak her
insanın fıtratına ebedi yaşama duygusunu yerleştirmiş. İnanmayan bile
ölmeye ve ölüme sıcak bakmaz. Yaşlıların gençlere oranla hayata bağlanma
ve yaşama sevinci daha fazladır. Bazı duygular yaşla ters orantılıdır.
Yaş ilerledikçe kazanma hırsı daha da artmaktadır. Bu bilinmediği zaman
yaşlının hayata bağlanması yerine küstürülmesi cihetine
gidilebilmektedir. Dede “senin yaşın geçmiş işin bitmiş” retoriği bunun
negatif bir örneğidir. Bunun yaşlının gönlünde ve ruhunda açacağı yarayı
onarmak oldukça zordur. Hâlbuki ne kadar yaşlanırsa yaşlansın “Allah
sana uzun ömürler versin” demek onun gönlünü fethetmek için yeterlidir.
Çünkü ebedi yaşama duygusu fıtratında olan birisine kabrin yolunu
göstermek rahatsız edici olabilir. Yaşlıya sen zaten yaşadığını yaşadın
bundan sonra artık KDV yaşıyorsun, yani bundan sonra ne kadar yaşasan
kardır. Ölsen de olur şeklindeki hitapların açacağı yarayı hiçbir şey
tamir etmez.
Yaşlının beklentisini
karşılayabilecek, ümitlerini umuda çevirecek bir formülün bulunması
kutsalın içeriğinde potansiyel olarak mevcuttur. Yeter ki bu durağan
enerji kinetik hale çevrilsin. Sosyal değişimler neticesinde oluşan yeni
toplumsal yapıya uygun analizler yapılıp yara kangrene dönüşmeden
çözülsün. Bizim dışımızdaki dünyaya da formüller ihraç edilebilsin.
Yaşlanan batı dünyası yoğun bir uğraşı ve arayış içerisine girerek
yaşlısını mutlu etmenin yollarını aramaktadır. Dini hayat adına profan
bir yapıya sahip seküler bir dünyanın bu hususta da ümit ve umut olması
oldukça zor.
Bizim toplumumuzda
yaşlı gündeme geldiğinde maddi boyutu ile tartışılır ve geçiştirilir.
Yaşlıya huzur evi kompleksleri, yaşlı koordinasyon merkezleri, ulusal
yaşlanma eylem planı, yaşlılar enstitüsü, yaşlılar köşkü, yaşlanma bilgi
merkezi…, gibi hususların içine onun manevi boyutu hiç okunmuyor desek
yeridir. Yaşlının ruhunu teskin etmedikten sonra onu mutlu etmek oldukça
zor olsa gerektir. Ona vereceğimiz ebedi cennet müjdesi onun dünyasına
ayrı bir anlam katacaktır.
Günümüz
yaşlısının yaşlanmaktan korktuğunun bir boyutu da ilahi iradenin
kendilerine verdiği krediyi kullanamamaları olsa gerektir. Modern toplum
onları işlevsel hale getirmekten öteye dışlamayı marifet sayar hale
geldi. Hâlbuki yaşlıyı kenara iten toplum gerçekte insanlığını kenara
itmiştir. Modern insan “yaşlılar yılı” da ilan etse problemlerini
çözmek için geropsikiyatri –yaşlının problemi ile uğraşan bilim dalı- da
kursa, kutsala baş vurmadan bu işin içinden çıkacağa benzemiyor. Fakat
bu hususta kutsalın verdiği alanda da yeteri kadar ve istenen seviyede
çözüm ve bilgi üretildiği söylenemez. Yaşlının hayata bakışı, manevi
ihtiyaçlarının karşılanışında kat edeceğimiz çok yol var. Yukarıda
geçtiği üzere toplumumuzda büyük bir yekûn oluşturan yaşlıların genel
durumları problem haline gelmeye başladı. Yaşlıya yaklaşım usul ve
adabını bilmeyince problemin üstesinden gelemiyoruz. Usul olmadan vusul
olmaz derler. Yaşlıya seni bekleyen bir cennet var hakikatini
anlatmalıyız.“Onlar, altın işlemeli mutluluk tahtlarına kurulacaklar
ve birbirlerine sevgi ile bakarak uzanacaklar. Onları ölümsüz gençlikler
bekleyecek, tertemiz kaynakların suyundan doldurulmuş kâseler, ibrikler
ve fincanlarla, ne kafalarını dumanlayan ne de onları sarhoş eden bir
su ve seçebilecekleri her çeşit meyveyle ve canlarının çekebileceği her
çeşit kuş etiyle.
Ve en güzel gözlü
saf ve temiz eşler yanlarında olacak kabuklarının içinde saklı bulunan
inciler gibi.
Hayatta iken
yaptıklarının bir ödülü olacak bu. Orada ne boş konuşmalar duyacaklar,
ne de günaha yönelten bir çağrı, ama sadece iç sükûneti ve barış
müjdesi…”
“…Onlar, meyve
dolu sidre ağaçları arasında bulacaklar kendilerini, çiçeklerle
bezenmiş akasyalar, genişçe yayılmış gölgeler, fışkıran sular ve bol
bol meyveler, hiç eksilmeyen, hiç tükenmeyen. Ve yüceltilmiş eşleri
onlarla olacak çünkü Biz onları yenilenmiş bir hayatta tekrar var etmiş
olacağız ve bakireler olarak dirilteceğiz, sevgi dolu ve uyum içinde,”Ancak
böyle bir ahiret hayatını öneren bir anlayış yaşlıyı mesut edebilir.
YAŞLIDA ÖLÜM
KORKUSUNU YENME
Modern dünyanın
modern insanının en çok korktuğu fenomen ölümdür. Hayatının hiçbir
karesine ölümü yerleştirmek istemez. Geçmişte şehrin merkezinde yer alan
kabristanlar modern toplumda şehrin görünmez yerlerinde ve uzağında
planlanmaktadır. Fakat her şeye rağmen ölüm öldürülmüyor, kabir kapısı
kapanmıyor. Ölümün keşif kolları yaşlıda daha net görünürken ona hayatı
acılaştırmakta ve bazen yaşanmaz hale getirmektedir. Modern toplumda
estetik cerrahiyenin yükselişinde ölümün belirtilerini yok etmenin rolü
olsa gerektir.
Her insan fanidir.
Her fani bir gün ölecektir. Fakat ölmemenin imkân ve formülü de vardır.
O da ölmekten geçmektedir. Yani ölmek istemiyorsak ebedi yaşamak
istiyorsak ölmemiz lazım. Tıpkı bir tohum ağaç haline gelmek istiyorsa
bunun yolu toprağın bağrına gömülmekten geçer. Ölüm; ebedi aleme açılan
bir kapıdır. Cennet yamaçlarına giden yol ölümden geçer. Bizi
sevdiklerimize ölüm katarı ulaştırır.
Yaşlı dahil bütün
insanlarda ölüm korkusunun yenilmesi hayatı daha anlamlı hale getirir.
Bir yaşlıya; sizi otuz üç yaşına getirecek, hanımınızı da aynı yaşa
getirecek, sizin hiç ölmeyeceğiniz bir yol ve yöntem var bunu elde etmek
için bütün servetini verir misin? Sorusuna negatif cevap vermez. Kim
servetini vermez ki? Bunun yolu nedir? Bunun yolu vefattır. Kur’an-ı
Kerim:”…Öyleyse, artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, dürüst ve
erdemli davranışlar ortaya koysun ve Rabbine özgü kullukta hiç kimseyi,
hiçbir şeyi O'na ortak koşmasın!” Hakikatini kendine rehber edinen
ölüme sıcak bakar. Hatta ölümü de sever. Toplum olarak ölüme sıcak
bakmıyoruz. Bunun da sebebi kutsalın yoğun olarak hayatımıza müdahil
olmamasıdır. Modern hayat fertleri kutsalla barıştırma yerine aralarına
engeller ördü. İnsanlar isim olarak Mikail, İsrafil, Cebrail ismini
kullanırken Azrail ismini kimse kullanmak istemez. Hatta rahatsızlık
bile hissediyor. Hâlbuki bizi Allah’a götürecek, cennet nimetlerine
kavuşturacak olan bir meleğe sevgi ile bakabilmeliyiz. Çünkü bu melek
bizi ebedi aleme taşıyor.Ölüme soğuk bakma ruhsal bir çöküntü içerisine
girmeye sebep olabiliyor.
Yaşama ateşi,
beklenenin tersine yaşlandıkça daha çok artmaktadır. Birçok gencin
farkına varamadığı bir şey, yaşlıların hayatı daha çok sevdiğidir. Bu
nedenle yaşlı bir insan sağlığının ihmal edildiği, kendisine iyi
bakılmadığı duygusunu hep taşır.
“Hırs-ı piri” sözü bazı yaşlıları güzel tarif eder. Annesinin memesini
bırakamayan bebek gibi, bazı yaşlılarda mal mülk, şöhret ve makam
tutkusu çok alevlenir. Hayata yoğun bağlılığın temelinde daha çok yaşama
duygusu da yatmaktadır. Ne kadar yaşanırsa yaşansın ölümün pençesinden
kurtulma şansımız yoktur. Ölüme sıcak bakmamız hayatımızın daha renkli
olmasını ve anlamlı yaşamamızı temin eder. Bunları pozitif hale
getirmenin yolu yaşlının ruhunda “cennet sevdası” ateşini
alevlendirmektir.
YAŞLIYI ÜRETEBİLECEK HALE GETİRME
İnsan ürettiği
müddetçe hayata daha anlamlı bakar. Üretilen her bir eser, fikri veya
ameli, insanda heyecan meydana getirir. İnsan ürettikleri sayesinde
Allah’ın gözdesi ve sevdiği kimse olabilir.
Allah’ın sevgili kulları olan peygamberlerin birer meslek ile anılmaları
peygamberlerin ürettiğine dikkat çekmedir. Hz. Nuh’un dülgerlik yaptığı,
Hz. İdris’in terzilik yaptığı şeklinde meslek sahibi olmaları bütün bir
toplum için prototiptirler.
Hz. Peygamber
(s.a.v.)”İnsanın yediği en hayırlı emek
kendi eliyle ürettiğidir. Allah’ın peygamberi Davut (a.s.) bile kendi
eliyle ürettiğinden yerdi.”
Hz. Davut peygamber olmasına
rağmen üretmekte ve Hz. Peygamber(s.a.v.) üreten ele karşı tavrını ve
bakışını sa’d b. Muaz’a olan sevgisini yukarıda zikrettik. Üreten
insanın kendisine güveni gelir. Bütün bunları yaşlının tarlaya,
fabrikaya götürülmesi ve orada çalıştırılması anlamına gelmemeli. Hemen
hemen herkesin gücüne göre üretebileceği işler bulunmalıdır.
Bu bazen evde çiçek
yetiştirme, oturduğu yerde bir şeyler ayıklama, torununu parka götürme
olabilir…! Bunlardan maksat yaşlıyı hayata bağlamadır. Yoksa hayata
bağlanmayan yatağa bağlanır. İşe yaradığını hissettirme. Çünkü yaşlı da
olsa hep kendini ispat peşindedir. Yaşlı olmasına rağmen torunu yaşında
kızlarla evlenen yaşlıların temel gayesi sen “artık bittin” diyenlere
“yıkılmadım ayaktayım” mesajını vermektir.
Eskiden yani tarım
toplumunda servetin kaynağı kas gücüydü, kasların veya fertlerin güçlü
olması daha çok üretme anlamına gelirdi. Kazandığı her şeyi beyin ile
değil kas gücü ile elde etmekteydi. Sanayi toplumunda kas gücünün yerine
makineler geçti. Yüzlerce kişinin yapamayacağı işi bir makine
yapabiliyor. Sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçişte üretim artık
beyin ile yapılmaktadır. Beynin ürettiği gücü elinde tutanlar gücü de
elinde tutanlardır. Topluma önderlik yapanlar bilgi çağını
yakalayanlardır. Bilginin bizzat kendisi üretimin etkenliğini
şekillendiriyor. Yeni bir dönem başladı. Toprak gibi, kol gücünü de
arkada bırakan yeni bir güç var: Bilgi… O bilgi sayesinde, insan emeğine
ihtiyaç azalırken, üretim artıyor. Kalite yükseliyor; maliyet düşüyor.
Bunu yaparken daha çok beyne ihtiyaç vardır. Bacon:”Bilgi güçtür”
derken bilgiyi elinde tutanın güce de sahip olduğunu ifade eder.
Beyin tıpkı kalem
gibi bir alettir. İyi bakılırsa ömrü uzun olur ve erken yıpranmaz. Son
yapılan araştırmalar beynin sürekli olarak yeni şeyler öğrenmesinin,
uyarıcı tesiri yaptığı ve hücre yaşlanmasını yavaşlattığını
göstermektedir. Yaşlanmaktan ve üretmekten korkan insanların “Çalışan
demir ışıldar” sözüne uygun olarak beynini iyi şekilde çalıştırması
çok önemlidir. Beyin tıpkı bir kuyu gibidir. Suyu alındıkça artar.
Yaşlılık üretmek için önemli bir hayat kesitidir. Bu kesit verimli ve
kaliteli hale getirilebilir.
Eskilerin ifade ettiği gibi “kocadıkça koç” olur gerçeği
tecrübenin ürünüdür. Tecrübi bilgi kullanılabilir bilgidir.
Cicero:”İhtiyarlık,
insanı işlerden uzaklaştırırmış derler. Evet, ama hangi işlerden? Önce
onu tayin etmeli. Gençlik isteyen, kuvvet isteyen işlerden değil mi? Bir
kere ihtiyarların kuvveti yoktur diye üzülmemeli. Çünkü onların kuvvetli
olmalarına lüzum yoktur.
Vücut halsiz de olsa,
ihtiyarlara göre manevi kuvvetlerle yapılacak işler var mıdır? Ya
tecrübeleriyle, düşünceleriyle büyük işler gören ihtiyarlara ne demeli?
İhtiyarların işe yaramadığını söyleyenler ne söylediğini bilmeyen
insanlardır. Böyle bir iddiada bulunmak, bir gemiden dümencinin hiçbir
işe yaramadığını söyleme gibidir.
Öyle ya, gemiden kimi
direğe tırmanır, kimi güvertede koşar, kimi geminin suyunu boşaltır.
Dümenci ise geminin arka tarafında dümen elinde rahat rahat oturur.
Hâlbuki geminin selameti namına en önemli vazife dümencidedir. Gerçi
ihtiyarlar gençlerin yaptıkları işleri yapamazlar, ama çok daha büyük,
çok daha iyi işler görürler.
Büyük işler kuvvetle
veya çeviklikle değil, düşünceyle sözünü geçirmeyle, ortaya doğru
fikirler atmayla başarılır.”
Diyerek ihtiyarın tecrübesi ile toplumun yapılanmasına ve inşasına az da
olsa katkı sağlayabileceğini ifade eder.
Dünyayı ve hayatı
derinden etkileyen kararların beden gücü ve çevikliği ile değil, erdem,
fikir ve sağduyu ile alındığı unutulmamalıdır. Goethe, Churchill
80’inden sonra raflar dolusu eser yazmışlar. Picasso 90’lı yaşlarında
resim yapmayı sürdürmüştür. Yaşlanma sınırını da “50-65 arası genç
yaşlılar”, “65-80 arası orta yaşlılar” ve “80’in üstü yaşlılar”
değiştirmek gerekir diyor uzmanlar.
Dostoyevski’nin en üretken olduğu yaş süreci 70-80 arası dönem olduğu
söylenir.
Hz. Peygamber(s.a.v)
bilgi edinme sürecini belli bir zaman dilimine yerleştirmeyip bu süreci
devamlılık arz eden hale getiriyor.
“Beşikten mezara kadar bilgi edinme sürecini devam ettirin.”
Derken bilgi üretirken bütün yaş kategorilerini ifade ediyor.
Yaşlılık tecrübenin
zirvede olduğu dönemdir. Pasif bir dönemi aktif hale getirmek için
toplum olarak yaşlının elinden tutulmalıdır. Yaşlılığı
sadece güçlük ve zorlukların olduğu bir dönem değil, hoş yanlarının da
olduğu bir “hayat kesiti” olduğunu düşünmek yaşlıyı mutlu
edecektir, ruhundaki fırtınaları dindirecektir.
Yaşlı bir insanın en önemli psikososyal sorunu
yalnızlıktır. Bu yalnızlığını üreterek giderebilir. Yaşlı bir insan çok
lüks bir huzur evine veya hastaneye bırakıldığında eğer yalnızlık
duygusuna kapılmış ise âni bir çöküş ve ölüm yaşayabilir.
Bu yalnızlıktan kurtulmanın bir yolu da sahip olduğu ve ömür boyu
kazandığı değerleri, bilgiyi kendisinden sonraki kuşağa aktarmadır. Bir
yaşlının torununa veya toplumdaki herhangi bir küçük çocuğa abdesti,
namazı, Hz. Peygamber(s.a.v.)’in hayatını veya peygamber kıssalarını
sabırla anlatması kadar anlamlı bir şey olamaz. Evde yalnız ve başkasına
yük olan kimseyi kimse sevmez. En azından fikri olarak bir şeyler
üretebilir.
Faydalı olması onun “en hayırlı insan” kategorisine dahil olmasını temin
eder. En hayırlı insan, insanlara faydalı olandır fehvasınca “en yaşlı”
“en faydalı” duruma gelebilir.
Bütün tarihi birikimi aktarmak onu hem kaliteli hem de değer üretmesi
hasebiyle yük olmaktan kurtarıp yük alan konumuna getirir. Bu da onu
aile içinde sevimli ve sevgili hale getirir. Yoğun bir hayatın içinde
çocuğuna vakit ayıramayan bir baba veya annenin bilgi verme eylemini
dede veya nenelerin yüklenmesi onları hürmete layık hale getirir.
Yaşlıyı üretir ve eser ortaya koyar hale getirir.
Son zamanlarda bütün dünyada öldürücü Alzheimer
hastalığı artmaktadır. Zihin yeteneklerinin azalması (bunama) olan bu
hastalık 65 yaşın üstündeki her 100 kişiden 7’sini etkilemektedir.
Araştırmalar bu hastalığın yaşlılar arasında yayılmasının gerçek
sebebinin, zihin egzersizleri eksikliği olduğunu göstermektedir.
Gereğince çalıştırılmayan beyin hücreleri köreliyor. Bol bol kitap
okumak ve tartışmak (zihin egzersizleri yapmak) zihnen dinç kalmanın
önde gelen şartıdır. Bilgi, genç
tutar. Beyne giren her yeni
bilgi insanın DNA’sını değiştirmektedir. Bu işlem ise yokluktan var
olmaya doğru gidilen adımlardan başka bir şey değildir. Yani bilgi beyne
geldiğinde gerçek anlamda varlığı yokken, protein sentezi sonucu DNA’yı
değiştirip varlığa bürünmektedir. DNA’nın sürekli değişmesi ve
biçimlenmesi, insanın dış görüntüsüne de yansımaktadır. Değişik meslek
gruplarında çalışan bazı insanların yaşıtlarından 10-15 yaş daha genç
görünmesinin nedeni budur. Dışardan sürekli yeni bilgi alındıkça,
kesintisiz öğrenme devam ettikçe kişiler genç ve dinç görüneceklerdir.
Ahirette insanların
ürettikleri ile değer kazanacağı ilahi metin tarafından ifade edilir.”Sevgili
Resulüm onlara söyle: ”Artık kendinizi ispatlamak zorundasınız. Çünkü
yaptıklarınızı yalnız Allah değil, resulü ve diğer müminler de görecek.
Sonra toptan her şeyin dışını içini gören Allah’ın huzuruna
çıkarılacaksınız. O da sizin yaptıklarınızı bir bir gösterecek.”
Yaşlanmasına rağmen
üretken olmayı beceren insanlar daha az çöküntüye uğramaktadırlar.
İnsanoğlu eli tutup, şuuru yerinde olup ayakta durduğu sürece bir şeyler
üretmelidir. tembellik, yaşlanma sürecini hızlandırmaktadır. Üretmeyip
boş duran ve yaşlılığı bir felaket olarak değerlendirenlerin çok kısa
bir zaman zarfında kanser veya ağır hastalıklara yakalandıkları
gözlemlenmiştir.
Emekli olup bir
şeyler üretmeyenlerin bazen müzmin ve menhus darbe haline gelebilmesi
mümkündür. E. J. Steiglitz’in:”İlerleyen yıllarla birlikte gelen çok
büyük bir kayıp ekseriye cemiyetin yaşlılar üzerine zorla sindirdiği işe
yaramazlık duygusundan doğmaktadır… Bizim sosyal sistemimizin, fertleri
sadece muayyen bir kronolojik yaşa ulaştıkları için taşıdıkları
mesuliyetten kurtarması, emekli yapması ve fertleri bunu kabule mecbur
etmesi, vahşice olduğu kadar, aptalca bir kaidesini teşkil eder.
İslam’da ise bu şekliyle bir yaşlılık aylığından ya da emeklilik
müessesesinden bahsetmek mümkün değildir.
İnsanların her yaşta üretecekleri mutlaka bir şeyler vardır. Günümüzde
bütün İslam dünyasının ürettiği veya ihraç ettiğinin bir Almanya kadar
etmemesi
düşündürücü olsa gerektir.
YAŞLI İLE NİTELİKLİ BERABERLİK :Yaşlıyı
anlamak ve onu hayata taşımak toplum olarak temel bir görevimiz
olmalıdır. Bunu yapmadığımız zaman birçok problemle karşı karşıya
kalırız. Yaşlının en çok ihtiyaç duyduğu bir hususta onunla beraber
olmaktır.
Bu beraberliğin de
bir değeri ve niteliği olmalıdır. Nitelikli beraberlikten kasıt
birlikteliktir. Ayrı da olsa gayrı olmama halidir. Yaşlıyı hayata
bağlayan onun sevdikleri ile birlikte olma isteğidir. Bir yaşlıya
verilecek en büyük ceza özellikle onu torunlarından ayırmaktır. Ölüm
anında bile aile içinde sevdikleri kimselerin arasında son nefesini
vereceğini bilen kimseler, daha huzurludurlar.
Yaşlıların özellikle
çocuklarla birlikte olmasının ayrı bir hazzı olduğu söylenir.
Nitelikli beraberlik bedensel beraberlikten öte duygu beraberliğidir.
Çünkü hayatta bir arada yaşayanlar aynı fiziki mekânda olmaktan öte aynı
duyguları paylaşanlardır. Aynı oda da oturan iki insan fiziksel olarak
yakın olmakla birlikte mutlaka yakın değillerdir. Yaşlı ile konuşup
televizyon seyrediyorsa veya gazete okuyorsa aynı evin içindeler fakat
birlikte değiller.
Nitelikli beraberlik
birlikte bir şeyler yapma ona odaklanıp o anda bütün dikkatimizi ona
endekslemedir. Yaşlı ile nitelikli beraberlik terk edildiği zaman
yaşlılar bunun yerine oyuncak bebekle doldurmaya çalışmaktadır.
Japonya'da
60 yaş üstü emekli ve yalnız kadınların evlerinde oyuncak bebekler
türüyor. Bu bebekler torunlar için değil, torunların yerine geçmek için.
Japonya, oyuncak endüstrisinde hatırı sayılır bir dev olmasına rağmen,
oyuncak sektörü sıkıntıda. Ülkedeki nüfus gerilemesi, oyuncak
tüketicilerinin de azalmasına yol açıyor. Ancak firmalar bu duruma bir
çözüm bulmakta gecikmemiş: Büyüklere oyuncaklar!
Oyuncak firmaları yeni üretilen konuşabilen bebeklerin, yetişkinler
arasında büyük ilgi gördüğünü belirtiyor. Özellikle 60 yaş üstündeki
emekli ve yalnız yaşayan kadınların tercih ettiği bebekler, sahibine onu
ne kadar çok sevdiğini söylüyor ve eve girdiğinde ona 'Hoş geldin'
diyor. 'Transformers' adlı oyuncaklarla tüm dünyada ünlenen Tomy
firmasından Yuko Hirakawa, "Birçok ileri yaşta insan bu bebeği torunu
yerine koyuyor" diyor ve ekliyor: "Robot bebekle konuşabiliyorsunuz,
sizi sevdiğini söylüyor. Kucağınıza aldığınızdaki ağırlığı da küçük bir
bebeğinki kadar".
Bunlar toplumun sağlıklı olmadığının göstergeleridir.
Sabri
AKDENİZ günümüz insanın acı bir manzarasını şöyle bir anekdotla
anlatır:” Bir Japon kadını vasiyetnamesinde nesi varsa hepsini
televizyonuna bırakıyor.”Ömrümün son on beş yılı boyunca televizyonumdan
başka hiçbir kimse ile bir ilişkim olmadı!” diyerek yalnızlığına karşı
acı tepkisini bu garip vasiyetnamesine yansıtmış.”
Modern
dünyanın insanı mutlu etmesi mümkün görünmüyor. Hâlbuki yaşlı ile olan
beraberlik onun sahip olduğu hatıraları dinleme imkânı sağlar. Sahip
olduğu bilgiler bir “hatıra bankası” işlevini görebilir.
Kur’an-ı Kerim, Hz. Zekeriyya’nın duasını aktarırken yalnızlıktan
rahatsız olduğunu ifade edip ilahi iradenin onu bundan kurtarmasını
istemektedir.“Ya Rabbî,
beni evlatsız, tek başıma bırakma
ki lütf edeceğin evladım bana vâris olsun…”
Sahip olduklarının arkadan gelenlere miras olarak bırakılma talebini
dile getiriyor. Allah’tan olan talebi hemen çabucak şu şekilde
karşılık görüyor. “Onun duasını kabul
buyurduk...”
Hz. Zekeriyya’nın Meryem süresinde
ifade edildiği üzere yaşlı olduğu dikkate alınınca yaşlıya karşı
Allah’ın davranış tarzı bize örnek olmalıdır.
Hz. Peygamber(s.a.v.)
her gün muayyen vakitlerde mutlaka aile bireylerini ziyaret ederek
onlarla nitelikli sohbet ederdi.
Bütün aile fertlerini bir araya getirerek gece sohbet yapması aile
hayatına ayrı bir güzellik katardı.
Yapılan
bir araştırmanın sonucu şöyledir:”Yaşlılıkta kendileri ile iyi ilişkiler
kurup beraber olacakları arkadaşlara sahip olmanın uzun bir yaşam için
daha önemli olduğu ortaya çıktı. Bilim adamlarının, yaşları 70 ve
üstünde olan 1500 kişi üzerinde yaptığı araştırma, yaşlıların çocukları
ve akrabaları ile sık sık görüşmelerinin uzun yaşam üzerinde çok az
etkisinin olduğunu gösterdi. Yaşlıların arkadaşları ve sırdaşlarıyla
güçlü bağlarının, yaşam sürelerini uzattığı görülmüş.
Aynı mekânı paylaşmaktan öte aynı duyguları paylaşanların birbirlerini
etkilemesi olarak görülebilir.
YAŞLIYI HAYATA BAĞLAYAN İLGİDİR
Yaşlılık veya yaşlanma toplumda bir hastalık olarak algılanmaktadır.
Hâlbuki yaşlılık bir hastalık değil, tüm organizmanın verimliliğinde bir
azalma sürecidir. Yaşlılıkla birlikte yeni fikirleri kabul etme
yeteneğinde bir azalma olabilir. Psikososyal yaklaşıma göre yaşlılık;
Bilgi ve deneyimlerin sentez edildiği, genç kuşaklara aktarıldığı,
kayıpların, yalnızlığın ve uyum sorunlarının yaşandığı ya da hayatın,
ilişkilerin anlamının ve değerinin anlaşıldığı bir dönemdir.
Her
şeye rağmen yaşlının en çok ihtiyaç duyduğu husus ilgidir. Onu ayakta
tutacak sevgiden kaynaklanan ilgidir. Çünkü sevginin ifadesi ilgi ile
ortaya çıkar. Seven sevdiğine ilgi ve özen gösterir. Yaşlı için sevgi ve
ilgi su gibidir. Gıdadır. Sevgi ile büyütülen bir çiçeğin öz sularının
bile daha hızlı aktığı tespit edilmiştir.
Ona ilgi göstermemek hayatla olan bütün bağlarını koparmak anlamına
gelir. Kendilerine değer verildiği ilgi gösterildiği kendilerinin
önemsendiğini hissettirmek yaşlıyı hayata bağladığı gibi kendisine güven
duygusu da verir. Güven duygusu gelişen yaşlı hayata daha sıkı bağlanır.
İlgisizlik yaşlıyı intihara kadar götürebilir. Amerika’da yapılan bir
araştırmada, kendi huzurevlerinde kalan yaşlıların yüzde 60’ının hiç
ziyaretçisi olmadığı, yalnızlık ve yabancılık hissiyle depresyon geçiren
yaşlıların intiharı tercih ettikleri ortaya çıkmış.
Bizim toplumumuzda bu anlamda intihar olaylarının yaşanmamasında dini
inancın etkisinin olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.
İlgi ve
sevginin büyülü bir unsur olduğu görülmüştür. Kanser hastasında bile
sevginin farklı renkleri hastaların taşıdıkları pozitif duygular beynin
mutluluk kimyasalları salgılamasına yol açıyor. Bu kimyasallar kemik
iliğini güçlendirip ilikteki kanserli hücreleri yok ediyor.
Yakın ilgi ve sevgi kanser hastasını bile hayata bağlıyorsa yaşlının
problemini niçin çözmesin? Çünkü sevgi artınca nefret azalır.
Karşımızdaki kişiye sevgiyle yaklaşırsak yolladığımız sevgi ışığı,
karşımızdaki kişinin psikolojik savunma sistemini harekete geçirir ve
korkularını yenmeyi kolaylaştırır.
Huzurevinde yapılan bir mülakatta yaşlıların ortak düşünceleri şu
şekilde özetlenebilir.”Bu yaştan sonra çok yemek, çok giymek zaten bizi
ilgilendirmiyor. Bizim istediğimiz, çocuklarımızdan, torunlarımızdan
ilgi görebilmek, onları sevebilmektir…!”
Yaşlısına ilgi ve alaka göstermeyip kenara iten toplum veya fert aslında
insanlığını bir kenara itmiş demektir.
Yaşlıyı
evin “kültür abidesi”
ve “geçmişi geleceğe bağlayan bir köprü”, “bereket direği”, “rahmet
vesilesi”, “musibet dafiası” telakki etmek toplumu geleceğe taşır.
Yaşlıya olması gereken ilgiyi şair şöyle ifade eder.
“Yalnızlığa
dayanırım da bir başınalığa asla,
Yaşlanmak hoş
değil duvarlara baka baka,
Bir dost göz
arayışıyla,
Saat
tıkırtısıyla...
Korkmam,
geçinip gideriz bir mutlulukla,
Ama; ’Günün
aydın, akşamın iyi olsun’ diyen biri olmalı
Bir telefon
sesi çalmalı ara sıra da olsa kulağımda
Yoksa Zor
değil, hiç zor değil demli çayı bardakta karıştırıp, bir başına
yudumlamak doyasıya
Ama; ’Çaya kaç şeker alırsın?’Diye soran bir ses
olmalı ya ara sıra...”
Yaşlılık
uzmanının yaşlıyı hayata bağlamada ona ilgi gösterme hususunda şunlara
dikkat çeker;
“Yukarıdaki
şiirdeki yaşlı olmanın dayanılmaz ağırlığını ülkemizde tanık olduğumuz
yaşlı manzaralarında da görebiliriz;banka kuyruklarında emekli maaşını
almak için çile çeken yaşlılar, ışıklarda ve köşe başlarında dilenen
yaşlılar, huzurevlerinde kimsesizliklerini gözlerinden okuduğumuz
yaşlılar, yaşamdan değil işten emekli olun denilen bir avuç tuzu kuru
yaşlılar, ailelerin gazete ilanları ile aradıkları kaybolan yaşlılar,
evinde yatağında aç susuz kalan komşuları tarafından polise bildirilen
yatalak, terkedilmiş yaşlılar, hastane köşelerinde bekleşen yaşlılar,
çocukları tarafından horlanan yaşlılar, parası için paylaşılamayan
yaşlılar, parklarda uyuklayan, çocuklarla iyi anlaşan, geçmişi bu gün
gibi yaşayan yaşlılar, torun bakmak için yaşadığı evinden yuvasından
koparılan yaşlılar, bir türlü ağarmak bilmeyen ağrılı geceleri, soğuk
yatakları, gözde büyüyen koridorları olan yaşlılar, hasta olmadıkça
hatırı sorulmayan bayramdan bayrama ziyaret edilen, huzurevine yatırmam
deyip odasına uğranmayan yaşlılar, bastonu, torunu, gözlüğü olmayan
yaşlılar, torunlarını masal ile büyüten yaşlılar, kendini doğada bulan
ve her sabah hali hatırı sorulan yaşlılar, ya da insan sesine,
sıcaklığına hasret yaşlılar gibi...
...Yalnızlığı, insanın çevresinde kimse olmaması gibi
fiziksel ya da herkesin içinde yalnızlık gibi psikososyal boyutlarda ele
alabiliriz;emeklilik, hastalık, eş, ekonomi ya da statü kaybı,
çocukların olmayışı ya da uzakta oluşu ya da gün boyu aile üyelerinin
çalışıyor olması gibi nedenlerle çevresi daralan yaşlı hele birde
emeklilik sonrası bir uğraş/hobi geliştirmemişse yalnızdır. Psikososyal
olarak kendisi, ailesi ve çevresi ile ilişkileri zayıf bir yetişkin;
yaşlılıkta istek, ilgi ve enerjinin azalması, fiziksel-duyusal-bilişsel
yetersizlikler ve psikolojik bozukluklar nedeniyle kendi içine daha çok
kapanarak yalnızlaşır. Bedenen ve psikolojik olarak yalnızlaşan bireyin
sosyal desteğinin nicel ve nitel olarak yetersizliği, kimsesizliğini
arttıracaktır.Yalnızlığın önlemleri genç yaşta alınmalı ve bireyin
yaşlandığı ortama, gelenek ve göreneklerine uygun çözümler
üretilmelidir:Kendini ifade ve çevresi ile olumlu ilişki geliştirme,
güçlü aile bağları oluşturma, iş olduğu kadar özel ve sosyal yaşama önem
verme, hobi geliştirme, gelenek ve göreneklerimizde yer eden birlikte
akşam yemekleri, bayram ziyaretleri, hasta ziyaretlerine özen gösterme,
torunları ile buluşturma yollarına gidilerek yalnızlığa çözümler
üretilebilir...”
Modern dünya
daha çok yaşlının fiziği ile uğraşırken metafizik boyutunu unutmaktadır.
Yaşlının ilgi ve alaka görmesi onun gönül dünyası ile alakalıdır.
Bedenen gelişme dursa bile hürmet ve saygı görmesi halinde hayata daha
fazla bağlanabilir.
Kur’an-ı Kerim Hz. Yakup (a.s.) hüznünden dolayı
gözlerini kaybettiğini, yeniden evladına kavuşarak sevindirilmesi
karşısında gözlerine yeniden kavuştuğunu anlatırken Hz. Yakub’un yaşlı
oluşuna dikkat çeker.
Hz. Yusuf tarafından ona gösterilen ilgi onu hayata bağlıyor.
YAŞLIYA
TANINAN POZİTİF AYRIMCILIK
Yaşlıya hayatın her boyutunda pozitif ayrımcılık
tanındığı bir vakıadır.Pozitif ayrımcılık –positive discrimination-
tarihsel bakımdan bir takım olumsuzluklar (genellikle istihdam ve eğitim
alanında- yaşamış gruplar esas olarak etnik gruplar ve kadınlar)
yararına olan politika ve pratikler olarak ifade edilir.
Korumasız kimseleri koruma, kimsesizin kimsesi olma. Günümüzde bunu en
çok hak eden yaşlılar olsa gerek. Onlara özel muamele yapmak, korumak,
kollamak toplumun temel görevi olmalıdır. İslam, yaşlıya hayatın her
alanında kolaylıklar sağlamış, özel muamele, duruma “Special state”
tabi tutmuştur. Onlar için kırmızı çizgiler ilan etmiş onlarla
ilişkilerde bir nevi “manevi sit alanı” oluşturmuştur.
Savaşta yaşlıya dokunulmaması,
gayri müslim yaşlıdan cizye alınmaması,
ramazanda oruç tutmaya gücü yetmez hale geldiğinde oruç tutmaması,
cemaata namaz kıldıran imamın saflarda yaşlı insanın bulunması halinde
daha kısa okuması
Hz. Peygamber(s.a.v.)’in hayatında bedduaya yer verilmezken
yaşlı-anne,babasına- olan ilgisizlikten dolayı
“...burnu sürtünsün! Sonra burnu sürtünsün! Sonra
burnu sürtünsün...”
şeklinde ifadeler yaşlıya verilen yerin
önemine dikkat çeker. Yağmur duasında yaşlıya yer verilip ona
yaptırılması
ilahi rahmetin yaşlı sayesinde verileceğini ortaya koyar. Günümüz
dünyasında yağmursuzluğun sebepleri arasında yaşlının hayatın dışına
itilmesi olayının yeri olsa gerektir. Hz. Peygamber(s.a.v.)”İçinizdeki
beli bükülmüş yaşlılarınız olmasa idi, belalar üzerinize sel gibi
akardı...”
ifadesiyle toplum ve fert hayatımızda
yaşlının yerinin evin en müstesna yeri olması gerekir. Hayatın dışına
itilmesi değil hayatın mihveri olması gerektiğini ortaya koyar. Çünkü
aile ve toplumda yaşlı belayı önleyen bir paratoner görevi üstlenir.
Yine Hz. Peygamber(s.a.v.)’in:”Bir yaşlı
Allah’ın ona olan sevgisinden elini dergah-ı ilahiyeye kaldırdığında
Allah onun elini boş çevirip vermemesinden -istihya- eder çekinir,
isteğini mutlaka yerine getirir.”
Ifadesi ilahi kudretin yaşlıya verdiği krediyi göstermektedir. Günümüz
modern dünyanın bu krediyi kullandığı söylenemez. Yaşlı bir paratoner
gibi toplumdan belayı defedecek ve topluma bereket manevi getirecek
potansiyele sahiptir. Bu potansiyel atıl olarak durmaktadır. Aksine her
gün yaşlımızdan aldığımız bedduanın hesabı da fazlası...!
Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber(s.a.v.)’in
hadislerinde sıla-ı rahim yani akrabalar arasındaki ilişkilerin
geliştirilmesi
hususunda tahşidatların olması toplumda özellikle yaşlılarla sıkı ilişki
ve iletişimin yoğunlaştırılmasına dikkat çeker. Sıla-ı rahimi günümüzde
bir “sevgi köprüsü” olarak ifade edebiliriz. “Rahim” sevgi
anlamına geldiği gibi “sıla” iletişim kurmak olarak da ifade edilebilir.
Yaşlıya yapılan iyiliğin karşılığının mutlak
görüleceğinin ifade edilmesi
beşeri münasebetlerde en küçük bir isteksizlik gösterilmemesi ilahi
iradenin istediği hususlardandır.
Kur’an-ı Kerim:”Rabbin
sadece kendisine ibadet etmenizi bir de ana-babaya iyilik etmenizi
emretti. Eğer onlardan biri ya da ikisi senin yanında yaşlanırlarsa
onlara “öf” bile deme! Asla azarlama, tatlı söz söyle! Onlara, kol kanat
ol, sevgi ile yaklaş. “Ya Rab! Küçükken nasıl beni bağırlarına
bastılarsa sen de onları kucakla” diye dua et.”
Burada her ne kadar anne babanın hukuku
dile getiriliyorsa da, onların özellikle “yaşlılık” halinde
örselenmemesi azarlanmaması gerektiğine dikkat çeker. Çünkü yaşlanan
anne baba bakıma ve ilgiye muhtaçtır. Orta yaşlarında zaten çocuklarına
da anne baba bakar. Asıl evladı tarafından bakılacakları hayat devresi
yaşlılık halleridir. Çünkü ihtiyarlıktaki zaaf ve acz rahmet-i
ilahiyenin celbine medardır.
Yaşlılar,
yaşlılıklarında adeta manevi sit alanı gibi kabul edilmiş ve dokunulmaz
kılınmışlardır. Ayeti kerime şu hususlara dikkat çeker:
Birincisi:Yaşlıya sözlü bile olsa rahatsızlık izhar edilmeyecek
Ikincisi
:Kesinlikle azarlanmayacak
Üçüncüsü:Mutlaka tatlı söz söylenecek
Dördüncüsü:Onlara kol kanat olunacak
Beşincisi:
Bütün davranışlar sevgi endeksli olacak
Yeni doğan bebeğe gösterilen ihtimamın aynısı yaşlıya
ihtiyarlıkta gösterilmesi istenmektedir. Burada sıralanan bütün
davranışlar anne ve baba tarafından çocuklara gösterilmektedir.
Kur’an-ı Kerim:”Nitekim
şunu daima hatırlasınlar ki Biz bir
insanın ömrünü uzatırsak, aynı zamanda onun güç ve yeteneklerinde
yaşlandıkça bir azalma meydana getiririz; eski çocukluk haline
çeviririz. Ah bir düşünebilseler.”
Ayette geçen “nekese” fiili bir şeyi ters çevirmek anlamına gelir.
Kafasını yere koyup amuda kalkan kimse içinde kullanılır.
Yaşlının son dönemi çocukluk haline benzemektedir. Çocuğa gösterilen
ihtimamın aynısı ona da gösterilmelidir.
”...Çocuk hükmüne
geçen seriu’t-teessür ruhlarında –çabuk etkilenen bir psikolojik yapıya
sahip-ve mizaçlarında ölüm ve zevalden çıkan elim ve dehşetli
me’yusiyete karşı ancak hayat-ı bakiye ümidiyle mukabele edebilir…”
Yaşlımızı teselli edecek yegane şey; ebedi bir hayatın kendilerini
beklediğini, bitmez bir gençliğin, tükenmez nimetlerin kendilerini
karşılayacağının hakikatini gönül dünyalarında duymalarıdır.
Allah’ın yaşlıya
gösterdiği özel ilgi itina ve pozitif ayrımcılığı Hz. Zekeriya’nın
duasında görmek mümkündür. Hz. Zekeriya (a.s.) bu duayı yaparken
kendisinin doksan sekiz veya yüz yaşlarında hanımının da doksan
yaşlarında olduğu rivayet edilir.
Gerçi ayette bunu ifade eden rakam olmamakla beraber sayılan belirtiler;
saçlarının beyazlığı, kemiklerin zayıflığı, ihtiyarlığın alameti olarak
görülmektedir.
“Kulu
Zekeriya'ya Rabbinin bahşettiği rahmeti dile getiren bir anmadır, bu:
Hani o, tâ içinden Rabbine seslenerek şöyle demişti: “Ey Rabbim!
Doğrusu, artık kemiklerim gevşedi, saçlarım ağardı.
Ama şimdiye
kadar, ey Rabbim, Sana yönelttiğim duada cevapsız bırakıldığım hiç
olmadı.
Ve gerçek şu ki,
ben göçüp gittikten sonra yakınlarımın yapacaklarından kaygı duyuyorum;
çünkü karım baştan beri kısırdı.
Öyleyse, bana
katından, benim yerimi alacak bir yardımcı bahşet ki bana ve Yakub'un
Evi'ne mirasçı olsun ve Sen ey Rabbim, o'nu hoşnut olacağın bir ahlakla
donat!”
Bunun üzerine
melekler o'na seslendiler: “Ey Zekeriya, ismi Yahya olan bir oğul
müjdeliyoruz sana. Ve Allah şöyle buyuruyor: ‘Daha önce hiç kimseye bu
ismi vermemiştik’”.
Zekeriya: “Ey
Rabbim!” dedi, “Karım kısır olduğu halde ve ben de yaşlanarak bütünüyle
güçsüz bir duruma düşmüşken, benim nasıl oğlum olabilir ki?”Hz.
Zekeriya Allah’tan evlat talebinde bulunuyor. Evlat talebinde bulunurken
biyolojik olarak bunun imkânsızlığını dile getiriyor. Kendisinin
yaşlandığını, saçlarının beyazlandığını, fizyonomi olarak mümkün
olmadığını karısının kısır olduğunu dile getiriyor. Hz. Zekeriyya’nın bu
talepte bulunduğunda pir-i fani olduğu, yukarıda geçtiği üzere kendisi
doksansekiz veya yüz yaşında hanımının da doksan yaşında olduğu açıktır.
Fakat cenab-ı Hak onun bu içten ve samimi isteğini yaşlılığına binaen
olsa gerek geri çevirmiyor:
” Ve Zekeriya
hani, o da Rabbine seslenerek: “Ey Rabbim!” demişti, “Beni çocuksuz
bırakma; fakat beni varissiz bıraksan bile, biliyorum ki herkes göçüp
gittikten sonra kalıcı olan biricik varlık Sensin!”
Ve bunun üzerine
onun bu yakarışına da karşılık verdik ve karısını o'nun için çocuk
doğurabilecek hale getirerek o'na Yahyâ'yı armağan ettik…”
Karşılığını hemen bulan bir dua örneğidir. Bu duada Hz. Zekeriyya’nın
kullandığı husus yaşlılıktır. Yaşlılık kredisi hiç geri çevrilmiyor. Hz.
İbrahim’de de görülmektedir. Onun karısı kısır kendisinin de yaşlı
olduğu ifade edilir.
Hz. İsmail doğduğunda Hz. İbrahim seksenaltı Hz. İshak doğduğunda ise
yüz yaşına varmıştı.
Dua Allah katında kullanacağımız en güçlü ve makbul kredimiz olmakla
beraber yaşlılıkla birlikte iki güzeli bir araya getirmiş oluyoruz.
ARMAĞAN ALMA
YAŞLIYA DEĞERLİ OLDUĞUNU HİSSETTİRİR.
İnsanlar arasında
sevgi ve dostluk nişanesi olarak veya bir görgü kuralı olarak
karşılıksız verilen nesneye hediye denir.
Bu daha çok karşıdaki insanın gönül dünyasında sevgiyi inşayı esas alır.
Hz. Peygamber(s.a.v.)’in ifadesiyle bazen hikmetli
veya karşıdaki insana yol gösteren veya bir nevi danışmanlık görevi
görecek “güzel kelime” de armağan olabilir.
Hz. Peygamber(s.a.v.)
prensip olarak hediye alır ve karşılığında mutlaka hediye verirdi.
Geri çevirmezdi.
Hediyeleşmenin insanlar arasında sevgi ve dostluğun gelişimine katkı
sağlayacağını ifade eder.
Armağan elimizde
tutup “bak beni hatırlamış” diyebileceğimiz bir şeydir. Birine armağan
vermek ona değer verme ve onu düşünüyor olmanın sembolüdür. Armağan bir
sevgi ifadesi olup karşıdakini düşünmenin en güzel gönül alma
ifadesidir. Sevginin manadan tecerrüt edip maddeye dönüşmesine armağan
denir. Hediyeler sevginin görsel sembolleridir. Çalıştığımız yerden bir
kağıt alsak da kalp şeklinde kesip üstüne “seni seviyorum” diye yazsak
bu bile insanları mutlu eder.
Hediyenin pahalı olup olmaması önemli değildir.
Yaşlıyı hayata
bağlamanın ve ona değer verdiğimizin bir ifadesi de, onu değeri ne
olursa olsun bir armağanla sevmek ve sevindirmektir. Ona alacağımız çok
küçük bir hediye; çorap, mendil, yazma…, onun gönül dünyasını inşa
etmeye vesile olabilir. Çünkü can, hele yaşlı kâle alınmak umursanmak
ister.
Yaşlı eski konumunun
devam etmesini ister. Yıllarca aile içerisinde sözü dinlenmiş kendisine
önem verilmiş insanlar bu önemini ve ona olan ilginin kaybedildiğini
hissettiği an hayatında bir geri çekilme ve düşüş görülebilir.
Yaşlıyı kâle
aldığımızın bir sembolü de ona zaman zaman hediye almaktan geçer. Bir
arada yaşadığımız insanın var oluşunu hissettirmek gerekir. Yaşlının
umursanıp umursanmadığı çok önemlidir. Yaşlı şu soruları zaman zaman
kendine sorar.
—Kale alınıyor muyum?
Beni umursuyorlar mı?
—Kabul ediliyor
muyum? Beni olduğum gibi, yargılamadan kabul ediyorlar mı?
—Değerli miyim? Beni
vazgeçilmez ve eşsiz olarak görüyorlar mı?
—Sevilmeye layık
mıyım? Beni ben olduğum için özleyip benimle zaman geçirmek istiyorlar
mı?
Yaşlıya alınacak armağan onun kabul edildiğini kâle alındığını değerli
olduğunu, sevilmeye layık olduğunu ortaya koyar. Kendisine değer
verildiğini hisseden yaşlıya güven gelir ve hayatı anlamlı olur. Anlamlı
hayat kaliteli hayattır.
YAŞLIYI ONAYLAMA
VE ONU KÂLE ALMA, -UMURSAMA-
İnsanlar sahip olduğu
sıfatların hep devam etmesini ister. Toplum ve fert nazarında hüsnü
kabul görmek yaşlının olmazsa olmazlarıdır. Söylediğinin önemsenmemesi
onu yaralar. Yanlışını düzeltmek çok zordur. Yeniliklerden korkar.
Eskiye özlemi çok fazladır. Kurulmuş düzenine itiraz onu rahatsız eder.
Yaşlı geçmişi ile beraber yaşamak ister. O kulpu kırık fincan, o
dökülmüş olan koltuk, bizim için anlam ifade etmeyebilir, ama yaşlı her
sabah eşiyle karşılıklı oturup o kulpu kırık fincanla çayını kahvesini
içmiştir. O koltukta ne sohbetler etmişlerdir. Kocası öldükten sonra o
eşyalar ona daha çok şeyler söylemektedir.
Yaşlının camiye
koyduğu kilimi veya halısı eski bile olsa kaldırılması onu gönülden
yaralar. Onu bir yolunu bulup başka şekil ve yerde değerlendirmek
lazımdır. Onun atılması bütün hatıralarının atılması anlamına gelir.
Bildikleri yanlış da
olsa dinlenilmek ister. Ünlü
psikoterapist Viktor Frankl, başından geçen bir olayı şöyle anlatır:
Saat gecenin üçüdür. Frankl'ın telefonu çalar. Telefonun diğer ucunda
intihar etmek üzere olan bir kadın vardır: "İntihar etmeye karar verdim;
ama ölmeden önce bir psikoterapist olarak sizin ne diyeceğinizi merak
ettim." der. Frankl her türlü yöntemi deneyerek onu intihardan
vazgeçirir. Kadın, intihar etmeyeceğine ve Frankl'ı ziyarete geleceğine
söz verir. Kadın, sözünü tutar ve aralarında sıcak bir sohbet
gerçekleşir. Sohbetleri sırasında Frankl, kadını intihardan vazgeçiren
nedenin, onu yaşamaya ikna etmek için yaptığı konuşmalar olmadığını
anlar. Kadın, gecenin saat üçünde uyandırılmasına rağmen sabırla
onu dinleyen, onunla konuşan birisinin de bu dünyada var olduğunu,
dolayısıyla dünyanın yaşamaya değeceğini düşünerek vazgeçmiştir
intihardan.
Modern insanın temel
problemi, modernizmin ürünü olan yaşama biçiminin onu esir almasıdır.
Adına "refah toplumu" adını verdiğimiz ve insanın maddî tatminine
yönelik modernizmin ona gerçekten refahı sağlayıp sağlamadığı bugün bir
kesim batı insanının sorgulamasına muhatap olmuştur. Kızılhaç örgütünde
hemşire olarak çalışan ve birçok ülkeyi gezen bir Batılının sözlerini
unutamıyorum. Şöyle diyordu bu Batılı: "Gezdiğim birçok ülkede çok
önemli bir tespitim oldu. Hayatın daha sade, daha basit olduğu yerlerde
insanların daha mutlu olduklarını, refah seviyesi yüksek yerlerde de
daha mutsuz ve iç huzurundan yoksun olduklarını gördüm."
Yaşlıyı da dinleme
ona değer verdiğimizin en güzel ifadesidir. Tatlı söz söyleme kalbinin
onarılmasını temin eder. Yaşlımıza sağlayacağımız en iyi konfor: şefkat,
nezaket, anlayış olsa gerektir. Hz. İbrahim’in babası davetine icabet
etmemesine rağmen Hz. İbrahim’i “…sen vazgeçmezsen taşlayacağım, git
gözüm görmesin…”
şeklindeki ifadelere aldırmayıp hitapları son derece şefkat yüklüdür.
Her seferinde “…Canım babacığım…”…Canım babacığım”
“sana selam olsun…”
“Allah’ım babamı bağışla çünkü o ne yaptığını bilmiyor…
Şeklindeki hitaplar yaşlı kimsenin inanmayan bile olsa hitap tarzımıza
yön vermelidir.
Bir yazarın”Güzel bir
söz bir iltifat beni iki ay yaşatabilir” der.
Yaşlıya yapılan; dedeciğim, nineciğim bu sana kıyafet çok yakışmış, hacı
amca çok genç görünüyorsun, sesin çok güzel, maşallah cami seninle
şenleniyor…, gibi ifadeler onlara sinerji verir. Bunları söylerken
istediğimiz bir şeyi elde etme değil yaşlının mutluluğunu temin etmeye
yönelik olmalıdır.
Geropsikiyatri
–yaşlılık tedavisi ile uğraşan bilim dalı- uzmanı Prof. Dr. Engin
EKER:”…Yaşlıları anlamaya ve onları hayata taşımaya ihtiyacımız var.
Bunu yapmazsak toplumun sağlığı ve huzuru önümüzdeki yıllarda ciddi
boyutlarda tehlike altına girebilir…” diyerek uyarır. Yaşlısına sahip
çıkan kendisine ve geleceğine sahip çıkar.
SONUÇ
Yaşlılık hayatımızın
tabii bir sürecidir. Şüphesiz hayatımızın en güzel evresinden birisini
teşkil eder. Yaşlılıkta pek çok güzellik bir arada yaşanır. Yaşlılık
biyolojik olarak sıkıntılı olsa ile torun sevgisi gibi bir nimeti
yaşlılıkta tatması yaşlıda ayrı güzellik meydana getirir. Yaşlılık
namazın secde haline benzer. İnsanın kendisini en çok ilahi kudrete
yakın hissettiği veya hissettirildiği bir dönemdir. İnsan, hayatının
hiçbir döneminde olmayan maddi ve manev-i donanıma yaşlılıkta sahip
olur. Toplumu berekete boğacak kadar Allah katında manevi krediye
sahiptir yaşlı. Yeter ki onlara toplum piramidinin en üstünde yer
verilsin.
Yaşlıya dinin verdiği
konum; onun “nazdar”, “nazenin” ve “nazlı” bir varlık
olduğu, duada ellerinin boş çevrilmediği bazı dini pratiklerden muaf
tutulabildiği, modern ifadesi ile ona pozitif ayrımcılık tanındığı,
onunla iletişimde en küçük bir negatifliğin, “öf” bile demenin rahmeti
dışlama olduğu bilinmelidir.
Yaşlının manevi
dokunulmazlığı olduğu, adeta “manevi sit alanı” gibi korunması
gerektiği hususuna toplum olarak sahip olmalıyız. Toplum olarak
“yaşlılar yılı”, “yaşlılar haftası” ilan da edilse,
geropsikiyatriler –yaşlının problemi ile uğraşan bilim dalı- formüller
de üretse yaşlıya huzuru, huzur evinde de olsa, enjekte etmenin yolu
yaşlının kutsalla daha yoğun olarak buluşturulmasıdır.
Bir mütefekkirimizin
ifade ettiği gibi İhtiyar ve ihtiyareler”..Çocuk hükmüne geçen
seriu’t-teessür ruhlarında –çabuk etkilenen bir psikolojik yapıya
sahip-ve mizaçlarında ölüm ve zevalden çıkan elim ve dehşetli
me’yusiyete karşı ancak hayat-ı bakiye ümidiyle mukabele edebilir…”
Yaşlımızı teselli edecek yegâne şey; ebedi bir hayatın kendilerini
beklediğini, bitmez bir gençliğin, tükenmez nimetlerin kendilerini
karşılayacağını ve en sevdikleri eşlerinin ilk evlendikleri gibi
kendilerine verileceğinin ümidini aşılamaktır. Ümit insanı canlı tutar
ve hayatı anlamlı kılar. Anlamlı hayat da yaşanmaya değer. Yaşanan hayat
en güzel hayattır. En güzel ve ebedi hayat da ahiret hayatıdır.
Yaşlıya hürmeti
yitiren bir toplumun “iman ve ahlak toplumu” olma vasfını
yitirebileceğinin bilinmesi gerekir. Bazen yaşlı ile imtihana tabi
tutulduğumuzun bilinci canlı tutulmalıdır.
Ülkemizdeki cami cemaatinin genel
yapısına baktığımızda ekseriyetinin yaşlılardan teşekkül ettiği bir
gerçektir. Bu yaşlılara din hizmeti sunanların özellikle “yaşlılık
psikolojisi” dahil sosyal ve psikososyal bilimlerle donatılmış bir
eğitime tabi tutulması kaçınılmaz olarak önümüzde durmaktadır.
Prof. Dr. Mehmet
AYDIN’ın ifade ettiği gibi:”… Bu gün yaşlılık psikolojisi var. Bu
yaşlılık psikolojisini genç bir insana belli bir düzeyde vermezsek cami
veya cami dışı cemaatinin çoğunluğunu teşkil eden yaşlılara nasıl hitap
etsin. Gelir namazı kıldırır gider. Oysa bu hizmet değil. Demek ki belli
ölçüde bir ihtiyarlık psikolojisi eğitimi bu gün özellikle din
görevlilerinin görmeleri gereken bir eğitimdir…”
Günümüz dünyasında
yaşlının problemini çözmeye çalışanlar insanın gönül dünyasını hesaba
katmadan çözüm yerine çözümsüzlük üretirler. Modern dünya yaşlıya
yaptığı yatırımı getirisi olmayan bir yatırım olarak görmektedir.
Hâlbuki dünyaya gelen bebek nasıl rızkı ile geliyor, aileler buna
kavuşmanın sevincini yaşıyorsa aynı pozisyon yaşlı için de olmalıdır.
Ondan ayrılık sürur değil, hüzün getirmeli. Allah hiçbir mahlukunu hiç
kimseye yük etmediği gibi, yaşlıyı da bir başkasına -rızık açısından-
yük etmez. Geçmişte toplumu bilgelikleriyle inşa edenlerin gelecekte
ortada bırakılmaları insanlık adına iyi bir fotoğraf olduğu söylenemez.
Toplumun refaha kavuşması; yaşlıya sahip çıkılması, ona ilgi
gösterilmesi, hürmet edilmesi, onun bir kültür abidesi olarak telakki
edilmesi, onun toplumu musibetlerden koruyan paratoner ve bereketin
kaynağı olarak görülmesi ile mümkündür. Yaşlısını aziz etmeyen toplum
rızkını teptiğinin farkında olmalıdır. “Huzur evi”! dendiğinde “Allah
kimseyi düşürmesin” duaları dökülüyorsa gerçek huzurun aile ocağında
olduğu şuuruna toplum olarak sahip olmalıyız.
Torunların yaşlı nine
ve dedelerine saygılı olmalarını temin etmeliyiz. Yaşlının genç kuşak
için bir “hatıra bankası” olduğunu dile getirmeliyiz. Yaşlıyı
sevindirmenin ilahi kudret tarafından karşılık bulacağı bilinmelidir.
Bunu temin etmenin yolu da gençlerin ilahi mesajla tanışmaları ile
mümkündür. Ahiret inancının olmadığı bir toplumda ideal manada iyilik
beklemek zor olsa gerektir. Yaşlı için yapılan her fedakârlık gönül
dünyasına dikilen bir güldür. Çünkü geçmişte hiçbir fedakârlıktan
kaçınmayan yaşlının, hayatın bu son evresinde kendisine hizmet edilmesi
talebinin olduğunun bilinmesi gerekir.
Yaşlı da özgüven
oluşturmak onu hayata bağlar. Belki de çocuk yuvalarında masal anlatacak
tonton dede ve nineler sahip oldukları kültürü aktarmanın sevincini hiç
unutmazlar. Kara sabanla tarla sürmenin, geçmişte yaşadığı geleneksel
hayata ait portrelerin anlatılması çocuğun geçmişle köprü kurmasına
yardımcı olur.
Geçmişi
geleceğe taşımanın yaşlı ile mümkün olduğunu, toplumun ilahi rahmete
kavuşmasının yolunun da yaşlıya hürmetten geçtiğini bilmeyen toplum,
kıyametini –çöküşünü- kendi eli ile hazırlamış demektir. Zaten başımıza
gelen her felaket, musibet kendi işlediklerimizin eseri değil midir?
et-TABERÎ, Ebu Ca'fer Muhammed b. Cerir; Câmiu'l-Beyan fi
Tefsiri'l-Kur'ân Beyrut, 1988. …………
Çalışmakla ilgili çarpıcı açıklamalar için bkz. “Japonlar yılda
ortalama dört milyar kitap ve dergi alıyorlar. 1995 yılında,
Haruyama Shigeo'nun "İnsan Beyninin Devrim Çapındaki Keşfi"
isimli kitabı 3,5 milyon satarak en çok satılan kitap oldu.
"Büyük Nehirdeki Bir Damla" isimli kitabıyla yazar, Itsuki
Hiroyuki, hayatın aşağı kademesinde olmanın nasıl bir
gülümsemeyle yüzleşilebilir olduğunu gösterdi. Bu kitap 1998'de
2,5 milyon sattı. Bunu 2001 yılında "Hayatı Güzel Yaşama"
adlı kitap takip etti. Kitabın yazarı Hinohara Shigeaki...
Kitabı bugüne kadar 1 milyon 200 bin sattı. Yazar 93 yaşında
olmasına rağmen hâlâ işine devam etmektedir. Yaşlanan Japon
nüfusu artık şimdi paradan ziyade daha mânâlı daha güzel daha
kaliteli bir hayat yaşamanın yollarını bulmanın tam zamanı
olduğu kanaatindeler. Onun için Hinohara Shigeaki ve kitabı
dikkatleri üzerine çekiyor. 1911 doğumlu olan doktor, en az on
yıl daha yaşayabileceğini tahmin ediyor. 95 yaşında da golf
oynamak istiyor. BBC temsilcisinin "Yani 95 yaşınızda golf
oynamaya başlamayı planlıyorsunuz öyle mi?" sorusuna doktor:
"Bunu başarabileceğime inanıyorum. Ama maalesef şimdi buna
vaktim yok. Çünkü görüyorsunuz, günde 17 saat çalışıyorum."
diye cevap veriyor.
BBC- Günde 17
saat mi?
Doktor- Evet
17 saat çalışıyorum. Hatta daha fazla çalışıyorum. Ben
yaşlılık konseptini değiştirmeyi düşünüyorum.
BBC– Yani siz
yaşlılığı yeniden tarif etmek mi istiyorsunuz?
Doktor- Evet,
görüyorsunuz, insanların çoğu 75 yaşından sonra gerçekten çok
sağlıklılar. Yeni bir hayata, yeni bir şeylere başlamak için
heyecan duyuyorlar. Basit ve sadece bir hayat yaşamalıyız
ama, yüksek mefkûre ve yüce bir düşünce ve ideal sahibi
olmalıyız.
BBC'de
bunları konuşan Dr. Hinohara Shigeaki, altmış seneden fazla bir
zamandır doktorluk yapıyor. Yani emeklilik yaşından sonra da
aynı hastanede çalışmaya devam etmiş. Kendisinin bizzat ifade
ettiğine göre, her sabah saat 6'dan önce kalkıyor. Sporunu ve
kahvaltısını yapıyor. 93 yaşında olmasına rağmen her sabah işe
gidiyor. İşe giderken arabada günlük programını kontrol ediyor.
Beş yıllık ajanda kullanıyor ve iki-üç yıl sonrasının bile
programı belli. Hastanenin asansörlerini kullanmayarak,
merdivenleri tırmanıyor. Yürümesinde ve diğer hareketlerinde
herhangi bir anormallik yok. Hafiften biraz beli bükülmüş, şuuru
yerinde... Hastaları ile de çok enfes ve bilgece konuşmalar
yapıyor. Çoğu zaman onlara ilaçlardan ve tedaviden bahsetmek
yerine, kendi vücutlarını nasıl korumaları gerektiğini ve nasıl
sağlıklı ve mutlu bir hayat yaşanabileceğini anlatıyor. Her
yerde fazla yeme içmeye karşı dikkatli davranmanın, vücudu aktif
ve zinde tutmanın önemini ısrarla anlatıyor. İnsanlar da, böyle
davranmanın faydalarını canlı bir örnek olarak kendisinde
gördükleri için ister istemez tesiri altında kalıyorlar ve
hayata karşı pozitif bir motivasyon kazanıyorlar.
Doktor,
çok çalışmanın zannedildiğinin aksine vücudu ve beyni asla
yıpratmayacağını bilakis güçlendireceğini anlatıyor ve misal
olarak da kendisini gösteriyor. Ayrıca boş boş oturup tembellik
yapmanın veya hayata küsmenin mânasızlığını hem de hayatı nasıl
çökerttiğini vurguluyor.
İslam coğrafyası denildiğinde, günümüzde 1 milyar 300 milyon
nüfusun yaşadığı 57 ülke ve 80 dolayında Müslüman topluluğu
anlaşılmaktadır. İslam dünyası demeye dilimizin varamadığı bu
coğrafyada dünya nüfusunun 5'te 1'i yaşarken, dünya milli
gelirinden alınan pay ise 20'de 1'dir. Hâlbuki dünya nüfusunun
5'te 1'ini bile oluşturmayan gelişmiş zengin ülkeler dünya milli
gelirinin 20'de 15'inden fazlasını almaktadırlar. Dünya
ticaretindeki durumu anlamak için de şu gerçeği bilmek
yeterlidir: 2004 yılında 57 İslam ülkesinin toplam ihracatı 801
milyar dolar iken Almanya'nın tek başına ihracatı 915 milyar
dolardır. İthalatta ise toplam 700 milyar dolar, Almanya'nın 718
milyar dolardır. Üstelik dünyanın başlıca hammadde kaynaklarının
yüzde 40'ı, enerji kaynaklarının da yüzde 65'i İslam
coğrafyasındadır. Müsian Başkanı Dr. Ömer BOLAT’tan naklen,
Gülerce Hüseyin, Koca Bir Devrin Hali, 21.07.2006, Zaman. Bütün
bunlar dururken bizim çalışmamız farzlar üstü farzdır. Hatta
uyku, çalışıp dinlenmenin neticesinde olması gereken bir mükâfat
iken, üretmeyen insanların uyumayı ve dinlenmeyi hak ettikleri
söylenemez.
Acluni, Keşfu’l-Hafa, 2/212; el-MUTTAKİ, Ali el-Hindi;
Muntehâb-ı Kenzi'l-Ummal fi Suneni'l-Akval ve'l-Ef'âl (Ahmed
b. Hanbel Müsned'inin Kenarında) Beyrut, 1985. 9/167.
er-RÂGIB, el-İsfehâni Ebu'l-Hüseyin b. Muhammed; el-Müfredât
fi Garibi'l-Kur'ân, İst. 1986, “NKS” Maddesi, s. 337.
|