aliseyyar@sosyalsiyaset.net

 

 

Türkçe-İngilize-Almanca Açıklamalı
<<<SOSYAL SÖZLÜK

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Haberleşme: (Bkz. İletişim).

Hadariyet: [Modern civilisation // Moderne Zivilisation]: Yerleşik modern hayatın sergilediği medeniyet.

Hadisecilik: (Bkz. Fenomenizm).

Hadis-i Kudsi: (Bkz. Bilgi Kaynakları).

Hafıza (Bellek): [Memory // Gedaechtnis]: Yaşananları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle münasebetini şuurlu olarak akılda saklama gücü ve kabiliyeti.

Hafıza Kaybı (Amnezi): [Amnesia // Amnesie; Gedaechtnisschwund]: Beyin sarsıntısı, yüksek ateş, beyin zedelenmesi, baskı gibi sebeplerden dolayı hatırlama gücünün bir kısmının ya da bütününün kaybolması.

Hafif Meşreplik: [Loose-unsuitable-inadequate behaviour // Unanstaendiges-unangebrachtes-unschicklisches Benehmen]: Ağırbaşlı olmamak, vakardan mahrum olmak, sosyal ahlak esaslarına riayet etmemek.

Hak: [Right // Recht]: Gerçek ve doğru olan her şey. // Hakikate ve adalete zıt olmayan her şey. // Herkesin meşru olan yetkisi, isteği, talebi, iktidarı ve(ya) bir şey üzerindeki mülkiyeti.

Hakaret: [Insult; Contempt // Verachtung; Beleidigung]: Bir insanın şahsiyetine-haysiyetine-şerefine dokunma.

Hak-Bin: (Bkz. Hak-Şinas).

Hakem Devlet: [Adjudicator state // Richterstaat]: Piyasa ekonomisinde oyunun kurallarına direkt olarak karışmayan, acil durumlarda sadece gerektiği kadar ve sınırlı ölçüde piyasaya müdahalede bulunan liberal ve sosyal piyasa ekonomisini savunan bir devlet tipi.

Hakemlik: [Arbitration // Schiedsrichteramt]: Bir anlaşmazlığın-uyuşmazlığın giderilmesi veya bir organizasyonun-kuruluşun kaidelere uygun işlemesini sağlama vazifesi.

Hakîkat (Gerçeklik; Gerçek; Realite; Şeniyyet): [Truth // Wahrheit]: Hakîkat sözlükte "gerçek, sabit, var olan şey ve doğru olmak" veya "bir şeyi gerçekleştirmek" anlamına gelir. Ayrıca, "en doğru, en mükemmel olan, doğru inanç, riyadan arınmış amel ve tam olarak maksada uygun düşen söz" anlamlarında da kullanılır. // Bir mantık terimi olarak hakîkat, tefekkürün dış dünyadaki nesnelerin uygunluğunu ifade ederi. Genellikle bir şey hakkında sorulan "nedir ?" sorusunun cevabı o şeyin hakikatini ve dolayısıyla tanımını ifade eder.

Hakikî Gruplar: (Bkz. Grup Türleri).

Hakikî Kültür (Gerçek Kültür): [True-real culture // Wahre-wirkliche Kultur]: İnsanların açıkça ve resmî olarak kabullenemedikleri, bununla birlikte, takip ettikleri normlar ve değerlerdir.

Hakikî Rol (Gerçek Rol): [// ]: Ferdin, toplumun beklentilerine kısmen-bütünüyle uygun olan veya hiç uygun olmayan davranışlarıdır.

Hakimiyet (Egemenlik): [Sovereignty; Dominance // Souverinitaet; Staatshoheit; Dominanz]: Siyasi anlamda egemenlik, modern devletlerin, iç (kamusal ve sosyal düzenin yapısı, halk egemenliğine dayanması) ve dış (ülkenin bağımsız olması) meselelerde mutlak manada sahip oldukları hükümranlık.

Hakimiyeti Sağlama Güdüsü: (Bkz. Güdü Türleri).

Hakkaniyet: [Equity; Justice // Gerechtigkeit; Billigkeit]: Hakka ve hak ölçülerine saygı duyulması. // Adalet prensibi çerçevesinde doğan hakların, hak sahiplerine tevdi edilmesi.

Hakke’l-Yakîn: [Perception of truth // Wahrheits-Gotteserkenntnis]: Marifet mertebesinin en yükseği.

Haksız Rekabet: [Unfair competition; Dishonest trading // Unlauterer Wettbewerb]: Aldatıcı hareket veya hüsnü niyet rekabetin her türlü suiistimalidir.

Hak-Şinas (Hak-Perest; Hak-Bin): [Someone who thinks and acts rightful // Rechtlich denkender und handelnder Mensch]: Hak ölçülerine inanan-riayet eden, hakkı gören ve tanıyan ve hak ile amel eden güzel ahlakinsan.

Halet-i Ruhiye (Ruh Hali): [State of mind; Frame of mind; Humour // Gemütszustand; Stimmung; Geistige Verfassung]: İnsanın, çeşitli gün ve saatlerde değişen hissi halleri.

Halk Dansları: [Folk-dances // Volkstaenze]: Evlenmek, eğlenmek, neşelenmek, avlanmak gibi değişik vesilelerle ve değişik biçimlerde yapılan dans oyunları...

Halk Demokrasisi: [People’s democracy // Volksdemokratie]: II. Cihan Harbi sonrası Sovyet denetimine giren Çekoslovakya, Bulgaristan; Romanya ve Polonya gibi ülkeler için Stalin tarafından dayatılan; Sovyet Komünist Partisi ve Sovyet idaresinin direktifleri doğrultusunda faaliyette bulunacak tek bir siyasî partinin veya tek bir siyasî partiyle uzlaşabilecek partilerin koalisyonunun başında bulunduğu totaliter bir idare biçimi.

Halk Devleti: [People’s state // Volksstaat]: Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında ve özellikle tek parti döneminde (1923-1946) Kemalist kadro tarafından Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne şifahen (sözle) ve gayri-resmî olarak verilen bir ad.

Halk Edebiyatı: [Folk-literature // Volksliteratur]: Kültürün temeli ve folklorun bir alt disiplini olan halk edebiyatı, halk kültürünün edebî zevk, bilgi, fikir, düşünce ve anlatım gücünü gösteren, nesilden nesile aktarılan, yazılı veya sözlü eserlerden meydana gelen kültür unsurlarının bütünüdür.

Halk Eğitim Merkezleri: [Public Education Centre // Volksbildungszentrum]: Yetişkin eğitim alanında faaliyet gösteren eğitim kurumlarıdır.

Halk Eğitimi (Kitle-Toplum-Yetişkinler Eğitimi; Yaygın Eğitim): [Common-public education // Volkserziehung-bildung]: Okul dışı, bir başka ifadeyle örgün eğitimin dışında kalan, mecburî eğitimini tamamlamış olan veya buna paralel olarak çoğu zaman gönüllü kişiler için, genelde kamu kurum ve kuruluşlarca düzenli, planlı ve sistemli bir şekilde yürütülen yaygın eğitim faaliyetlerinin bütünüdür.

Halk Ekonomisi: [Classic folk-economy // Klassische Volkswirtschaft]: Ticaretin ve sanayi mamullerinin girmediği kapalı devre ekonomisi.

Halk Evleri: [People’s houses; Turkish institution for public education and spreading Kemalism // Volkshaeuser; Türkische Einrichtung der “Republikanischen Volkspartei”/CHP zur Hebung der Volksbildung und Verbreitung des Kemalismus]: Ülkemizde Halk Fırkası (CHP) tarafından Nisan 1931'de, o güne kadar milliyetçi ideolojinin kurumsal kalbi konumunda olan "Türk Ocakları"nın kapatılmasından sonra, onların yerine, hem Kemalizmi (Atatürkçü ve devrimci fikirleri) yaymak, hem halkın genel kültürünü zenginleştirmek, hem de yaygın meslekî eğitim ve çıraklık eğitimini, yurt çapında sağlamak maksadıyla oluşturulan sosyal eğitim kurumlarıdır.

Halk Giysileri: [National costume // Volkstracht]: Halkın genelde tercih ettiği, benimsediği, beğendiği ve giydiği elbiseler.

Halk Hekimliği: (Bkz. Sağlık Folkloru).

Halk Kahramanları: [Popular heroes // Volkshelden]: Halkın yanında olan, onun sempatisini kazanmış olan dürüst, namuslu, çalışkan ve yiğit insanlardır. // Haksızlıkla mücadele ettiklerinden veya mağdur duruma düştüklerinden dolayı toplumun ekseriyeti tarafından sevilen-sayılan kişiler.

Halk Meteorolojisi: [People’s meteorology  // Volksmeteorologie]: Tabiat ile iç içe yaşayan halkın, bazı meteorolojik ihtiyaçlarını tahminî olarak tarihten gelen bilgi birikimi, tecrübe, âdet, örf ve ananelerle karşılamalarıdır.

Halk Müziği: [Folk-song // Volkslied]: Halkın geleneksel-millî müziğidir. // Toplumun bütün katmanlarına sirayet eden, sosyal, kültürel ve coğrafî özelliklerine göre değişik üslûp ve ifadeye, değişik repertuar ve icraya bürünmüş ve/fakat oluşum sırasında millî özelliklerini koruyan tek-çok çalgılı ve tek-çok sesli müzik türüdür.

Halk Toplumu:[Folk society // Volksgesellschaft]: Yoğun bir sosyal dayanışma içinde olan ve bölümüne ayrılmış, birbirinden ayrı küçük topluluklar.

Halk: [People // Volk]: Arapça "ha-le-ka" kökünden gelen bu kelime, yaratılmışlar anlamına gelir. Latince "populus" anlamındaki halk kelimesi ise, belirli ortak noktaları olan insan topluluğudur.

Halkçılık (Popülizm): [Populism // Populismus]: Fransız Devrimi’nin önde gelenlerinin, Kraliyete-Monarşiye, iltimasa ve statü ayrıcalıklara karşı takındıkları tavırla beraber hakimiyetin, halka devredilmesine dair görüşleri.

Halkla İlişkiler: [Public Relations // Öffentlichkeitsarbeit]: İnsanların veya kurumların, sosyal hayatta müspet ve destekleyici unsurlarının ortaya çıkarılması ve sürdürülmesine yönelik yaptıkları tanıtıcı faaliyetlerin bütünü.

Halüsinasyon: [Hallucination // Halluzination; Sinnestaeuschung]: Herhangi hakiki bir duyum yokken, kişinin bunu bir şey varmış gibi algılaması ve hissetmesi. Genellikle psikiyatrik hastalıklarda rastlanılan bir rahatsızlık durumudur.

Hamidiye Etfal Hastane-i Alisi: [Ottoman hospital for children // Osmanisches Krankenhaus für Kinder]: Sultan 2. Abdülhamit Han'ın küçük yaşta vefat eden kızı Hatice Sultan hatırasına yaptırdığı ve 1899 yılında hizmete giren bir Osmanlı hastanesidir. Özellikle fakir ve kimsesiz hasta çocuklara adanmış olan bu hastanede, zamanın en modern tıbbî araç-gereçlerle gelişmiş tedavi yöntemleri uygulanmıştır.

Hamiyet: [Sense of honour; Charity // Ehrgefühl; Naechstenliebe; Opferbereitschaft für die Familie oder für das Vaterland]: Bir sosyal ahlâk terimi olarak hamiyet, vatan, din, aile, namus gibi yüksek değerleri koruma; bunlara saldırılması halinde öfkelenme, hiddetlenme ve savunma için harekete geçme; kişinin utanç verici bir i yapmaktan kaçınması...

Han: [Little Ottoman town caravanserai; Shelter; Lodging // Osmanische Herberge; Hotel; Stadt-Karawanserei]: Eski büyük kervansaraylara da han denilmekte ise de, umumiyetle bu tabir, küçük kervansaraylar için kullanılırdı.

Hane Berdûş: [Vagabond; Homeless; // Obdachlos; Vagabund]: Lafzı olarak "evi omzunda" mânâsına gelir. // Genelde yersiz yurtsuz kişiler, yani sokakta yaşayanlar için kullanılır.

Hane Halkı Geçimi: [Household maintenance // Familienunterhalt; Haushaltsversorgung]: Hane halkı üyelerinin, temel ve sosyo-kültürel ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik olarak gerçekleştirdikleri ev ve insanlarla ilişkili harcamalar.

Hane Halkı: [Household // Haushalt ]: Çoğu zaman aile ile eşanlamlı olan hane halkı terimi, bir arada yaşayan fertlerden meydana gelen sosyo-ekonomik bir birimdir. //

Hane: [Household; House // Haushalt; Wohnung; Haus]: Ev-mesken anlamına geldiği gibi, bir şeyin bölündüğü, yarıldığı kısımlardan her birisi de olabilmektedir.

Haraç: [Tribute; Poll tax for Non-Muslims in the Ottoman Empire // Tribut; Kopfsteuer der Nicht-Muslimen im Osmanischen Staat]: İslâm devletinde zimmîlerin ödediği vergi. // Mülkiyeti İslâm devletine ait olan ve köylülere yalnız ekip biçme hakkı tanınan tarım arazilerinin vergisidir.

Hareketlilik: [Activity // Bewegung]: Kişilerin, zamanda, fizikî mekânda (fizikî hareketlilik veya göç) veya sosyal yapıdaki (sosyal hareketlilik) değişimdir.

Harekiyat Psikolojisi: (Bkz. Kinetik Psikoloji).

Harp Malullüğü Aylığı: [Pension for war-disabled person // Rente-monatliche Zahlung für Kriegsverletzte]: Türkiye devletinde harp malullerine, sosyal tazminat niyetiyle sakatlık derecelerine göre bağlanan aylıktır.

Harp Malullüğü: [War-disability // Kriegsverletzung; Arbeitsunfaehigkeit wegen Kriegsbeschaedigung]: Harbe hazırlık döneminde veya harpta her çeşit düşman silahlarının tesiriyle, fiilen ateş altında, harp bölgelerindeki hareket ve hizmetler sırasında, bu fiillerin sebep ve tesirleriyle meydana gelen sakatlıkların yanında askerî harekatı gerektiren iç talep hareketleri sırasında, bu hareketlerin sebep ve tesiriyle ortaya çıkan sakatlıklardır. (Bkz. Gazi; Gazilik).

Haset (Kıskançlık; Çekemezlik): [Envy // Neid]: Bir anti-sosyal tutum ve davranış biçimi olarak haset, başkasında olan sağlık, zenginlik, iyilik, güzellik, refah, saadet ve benzeri nimetlerden dolayı rahatsız ve huzursuz olmak, o kişiden o nimetlerin gitmesini istemek, gitmesi halinde sevinmek ve zevk duymak, gitmemesi halinde ise o kişiyi mütemadiyen kıskanmak ve çekememektir.

Hasta Hakları: [Rights of patients // Rechte der Kranken; Patientenrechte]: Sağlık hizmetlerindeki kaliteyi artırmak maksadıyla gerek tedavinin başlangıcında, gerek tedavi esnasında, gerekse tedavi sonrasında hastalığa yakalanan kişilere tanınmış haklar....

Hasta Sorumlulukları: [Responsibility of the patients // Verantwortung der Kranken; Patientenverantwortung]: Gerek tedavinin başlangıcında, gerek tedavi esnasında, gerekse tedavi sonrasında hastanın yetkili hekime karşı sorumlulukları.

Hasta Ziyareti: [Visit of patients // Krankenbesuch]: Hastalanan bir kişiye moral ve ümit vermek, onun sosyal hayatta yalnız olmadığını göstermek maksadıyla yapılan iyi niyetli bir ziyaret. (Bkz. Ziyaret; Folklor).

Hastalık Sigortası: [Health insurance // Krankenversicherung]: Sosyal sigortalar sistemi içinde yer alan sigortalıya ve sigortalı sayılan kişilere (aile fertlerine), hasta olmaları halinde sağlık yardımları ve hizmetleri sunan bir sigorta türüdür.

Hastalık: [Illness; Sickness // Krankheit]: Sağlığını yitirme veya sağlık hâlinden kısmen veya tamamen uzaklaşma.

Hatırlama: [To remember // Sich erinnern]: Önceden öğrenenleri veya bilinenleri, hafızada iyi tutmak, bunları unutmamak ve belirli bir zaman aşımından sonra da bunları tekrarlayabilmek.

Havas: [The educated-cultivated class // Höhere Gesellschaftsschicht; Gebildete]: Sosyo-ekonomik yönden üst tabaka.

Hayal Kırıklığı (Hayal İnkisarı; Engelleme): [Frustration; Disappointment // Frustration; Enttaeuschung]: Güdülerin engellenmesi, bir gâyeye yönelmiş davranışın önüne set çekilmesi, başkalarının, bizim için sarf ettikleri olumsuz-haksız sözler veya bize yaptıkları menfî-hoş olmayan tutum ve davranışların bir sonucu olarak, insanın içine düştüğü gerilim, keder, hüsran ve üzüntü.

Hayat Akışı: [Life fluency // Lebensablauf]: Bir ferdin hayatındaki, doğumundan ergenliğe, yetişkinliğinden ve yaşlılığa ve ölüme kadar uzanan farklı merhaleler.

Hayat Alanı: [Life space // Lebensraum]: İnsan veya insan grupları için gerçekler dünyasını oluşturan hadiselerin bütünü.

Hayat Hadiseleri: [Life events // Lebensereignisse]: İnsanın hayat döngüsünde hayatın çeşitli yönlerini biçimlendiren şahsî (evlenme, boşanma, ölüm gibi) ve sosyo-kültürel (savaşlar, kadın hareketleri, tabiî afetler gibi) olaylar.

Hayat Tarzı (Yaşam Biçimi): [Life-style // Lebensstil]: Bir bireyin biyolojik toplumsal ve duygusal gereksinmelerin karşılaşmasına aracılık eden kapsamlı yaşam örüntüsü.

Hayır Kurumları (Gönüllü Kurumlar): [Non-Profit Organisation; Voluntary association // Wohlfahrtsverbaende]: Birlikte çalışmak ve(ya) başkalarına yardım etmek için, gönüllü olarak bir araya gelen idealist veya inançlı insanların oluşturduğu müesseselerin bütünüdür.

Hayırsever (Toplumsever; Filantrop; İnsaniyet Perver) [Philantropist // Philanthrop]: Yunanca “Philein”, “sevmek” ve “Anhropos”, “insan” kelimelerinden müteşekkil “Filantrop”, “insaniyet perver”, bir başka ifadeyle “hayırsever” anlamına gelir.

Hayırseverlik: (Hayırhâhlık Filantropi): [Charity; Philantropic activity // Philanthropie; Wohltaetigkeit; Karitative Taetigkeit]: Herkes hakkında hayır-iyilik-güzellik dilemek ve iyilik-güzellik için çaba sarf etmek. // Hayırhâhlık, ruhî güzelliklerin bir tezahürüdür.

Hazcılık: (Bkz. Hedonizm).

Hazîne-i Hâssa: [Private treasury of the Ottoman Sultan // Private Schatzkammer des Osmanischen Sultans]: Osmanlı Devletinde doğrudan doğruya Padişahın özel gelir ve giderlerini idare eden, klâsik dönemde Ceyb-i Hümayun denilen bir teşkilât.

Hedonizm (Hazcılık; Zevkçilik): [Hedonism // Hedonismus; Auf Genuss gerichtete Lebensanschauung]: Ahlâkî gâyeleri, yalnız duyuların ve içgüdülerin tatmin edilmesinde arayan ve bunu müdafaa eden felsefî doktrin.

Hegemonya: [Hegemony // Hegemonie]: Siyasî, sosyal ve kültürel vasıtalar kullanılarak, bir sınıfın diğeri üzerinde kurduğu, kısmen rızaya dayalı bir hakimiyet.

Helva Sohbetleri: [Conversation in the evening, organized by“Ahi” community; Turkish-Islamic guild // Die von der “Ahi” Gemeinschaft veranstalteter Unterhaltungsabend]: Ahi Birliğinin ve Esnaf Loncalarının geleneklerinden olan ve sosyal etkinliklerin önemli bir parçası olan helva sohbetleri, Osmanlı Devletinde halk ve devlet erkanının, özellikle kış mevsimin uzun gecelerinde düzenlediği bir eğlence  ve muhabbet türüdür.

Hemşehrilik: Bir tür mahalli vatanseverlik ihtiva eden “memleketlilik”. (Bkz. Asabiyet).

Heteroseksüel: :[Heterosexual // Heterosexuell]: Karşı cinse cinsel ilgi duyan kişi. (Bkz. Heteroseksüellik).

Heteroseksüellik: [Heterosexuality // Heterosexualitaet]: Karşı cinse duyulan fıtrî duygu ve şehevî arzular. // Normal cinsî istek ve arzular. // Kadın ve erkeğin birlikte yaşadıkları cinsel hayat. (Bkz. Cinsel Sapma; Homoseksüellik).

Heva: Kötü ahlakın bir simgesi, daha doğrusu kaynağı olan heva, toplum veya din tarafından hoş karşılanmayan arzu, eğilim ve heveslerin bütünüdür.

Heyecan: [Excitement; Enthusiasim // Aufregung; Begeisterung]: Çok yoğun olarak hissedilebilen, organizmada gerginlik ve telaş meydana getiren, müspet veya menfî olabilen hisler.

Hezeyan: [Delirium; Nonsensical talk // Delirium; Sinnloses Gerede]: İnsanın, saçma sapan konuşması.

Hıdrellez: [Old-Turkish celebration of spring // Alt-Türkisches Frühlingsfest]: Kelime Hızır ve İlyâs adlarının birleşmesinden meydana gelmiş ve zamanla "Hıdrellez", "Hıdırles" veya "Hıdır-elles" şeklini almıştır. Kökü, İslâm öncesi eski Orta Asya, Ortadoğu ve Anadolu yaz bayramlarına dayanan, Hızır ve İlyâs kavramları etrafında dinî bir muhtevaya bürünmüş halk bayramının adıdır. // Hıdrellez, halk arasında ölümsüzlük sırrına erdiklerine ve biri karada, diğeri denizde darda kalanlara yardım ettiklerine inanılan Hızır ve İlyâs peygamberlerin yılda bir defa bir araya geldikleri gün olarak kabul edilir.

Hıristiyan Kapitalizmi: (Bkz. Sosyal Kapitalizm).

Hırs (Harislik; Tamah; Açgözlülük): [Ambition; Greed // Ehrgeiz; Gier]: Bir şeyi elde etmek için, aşırı derecede çalışıp ve bedenen yorulmaktır.

Hıyânet (Hâinlik; Vefâsızlık): [Treachery; Perfidy // Verrat; Treuleusigkeit]: İtimadı-güveni kötüye kullanmak, vefâ örneği göstermemek, hâince tutum sergilemek ve(ya) sözünde durmayıp oyun oynamak.

Hibe: [Donation; Gift // Schenkung; Spende; Stiftung]: Bir şey bağışlamak veya bir malı parasız ve karşılıksız vermek.

Hicrân (Hicr): Ayrılık; Uzaklaşma; Ayrılığın getirdiği acı, sızı, keder anlamlarına gelen hicran, sosyal hayatta (hicr) daha çok kasten dostluğu bırakmak, insanlarla sosyal münasebeti kesmek, kişilere, nefsanî arzular veya dünya işlerinden dolayı dargın olmak ve onlarla barışmamak anlamlarına gelir.

Hiddet: (Bkz. Öfke).

Hikmet: [Wisdom // Weisheit]: İyi ve kötüyü ayırt edebilme fazileti gösterebilme meziyetidir. // Bütün özel bilgi alanlarını kuşatan doğru, faydalı, kapsamlı ve derin bilgi. // Seçme mecburiyetinde kaldığında, kötü bir hâl içerisinde de en az zararlı olanı bulup, sorumlu davranma kabiliyeti....

Hile: [Trick; Ruse; Cheat; Fraud; Wile // Betrug; List; Schwindel]: Sözle veya fiille bir insanı veya grubu etkilemek, yanıltmak, aldatmak, kandırmak maksadıyla yapılan her türlü sahtekarlık, düzenbazlıktır.

Hilm (Hilmiyet): [Gentleness; Mildness; Softness // Sanftmut; Milde]: Akıllı ve kültürlü olmakla kazanılan, sosyal münasebetlerde hoşgörülü, bağışlayıcı ve medenî davranışlar sergilemeyi sağlayan ahlakî erdem.

Himâye-i Etfal Cemiyeti: [Turkish association for protection of children // Türkischer Verein zum Schutz der Kinder]: Ülkemizde Kurtuluş Savaşında şehit olmuş veya savaşta sakatlanmış kişilerin çocuklarını ülkeye ve insanlığa yararlı bir şekilde ve sağlıklı bir ortamda yetiştirilmeleri için 30.06.1921’de Ankara’da kurulan bir dernektir.

Himmet: [Favour; Politeness; Amicable-kind help // Gütige Hilfe; Gunst; Freundlichkeit; Bemühung]: Kalp ve gönülden gösterilen, mânâ âleminde gelişen ciddî ve ileri derecede gayret. //

Hipno-Terapi: [Hypnotherapy // Hypnotherapie]: Hissî, ruhî ve fizikî rahatsızlıkları ortadan kaldırmak maksadıyla uygulanan hipnoz.

Hipnotizma: (Bkz. Hipnoz).

Hipnoz (Hipnotizma): [Hypnosis; Hypnotizm // Hypnose; Hypnotismus]: Sözle, nazar (bakış) la, telkinle veya yardımcı nesneler kullanarak, kişinin beynini yormak suretiyle onu uyuşuk hale getirmek veya onu uyutmak. // Birisinin etkisi altında kalarak, kişinin sunî uykuya dalması, uyutanın etki ve telkinlerine açık, fakat dış dünyanın etkilerine karşı kapalı olma halidir.

Hipokondri: [Hypochondria // Hypochondrie]: İnsanın, kendi sağlığı ile ilgili olarak aşırı derecede kaygılı olması ve hâlini beğenmemesi.

Hisbe (İhtisab; Muhtesiblik): [Islamic-Ottoman office for public regularity // Islamisches-Osmanisches Amt für staedtische Angelegenheiten und öffentliche Ordnung]: Lügatte, saymak, hesap yapmak, yaymak vb. anlamlarına gelmesine rağmen, İslâm idare hukuku ıstılahında "devlet muhasebesi veya dairesi" mânâsını taşımıştır. // Kamu hukukunun bir alt disiplini olarak gelişen hisbe, daha sonraki devirlerde zabıta, çarşı ve ahlâk zabıtası gibi değişik kurumların adı olmuştur. //

Histeri: [Hysteria // Hysterie]: Hareket ve duyu ile ilgili birbirini tutmayan, şahsî şikayetlerin yoğun olduğu bir psikolojik-sinirsel rahatsızlıktır.

Hitabet (Retorik): [Addressing; Rhetoric // Redekunst; Rhetorik]: Güzel söz söyleme sanatı.

Hiyerarşi: [Hierarchy // Hierarchie]: Bir bütünlüğü oluşturan parçalar ya da bir sistemin elemanları arasındaki, çoğu kez önemlerine göre oluşturulan bir sıra düzeni.

Hiyerarşik Devlet (Dikey Devlet): [Hierarchical state // Hierarchischer Staat]: Böyle bir devlet modelinde, idare kademeleri ve idareci ile çalışanlar arasında hiyerarşik bir münasebet vardır.

Hizip (Fraksiyon): [Fraction // Fraktion]:Geniş bir siyasî ve sosyal grubun içinde bulunmakla beraber, grubun ana hedeflerinin bir bölümü ile ters düşen, grubun genelinin veya grup liderinin onaylamadığı-kabul etmediği tutum ve davranışlarda bulunan alt grup.

Hizipçilik: [Fractionism // Fraktionismus]: Siyasî partilerin veya sosyal grupların içinde, parti veya topluluğun gidişatını-geleceğini etkileyebilecek-değiştirebilecek düzeyde etkin bir alt grubun, kendi hedeflerini gerçekleştirmek doğrultusunda yaptığı faaliyetler.

Hizmet (Hizmetler): [Service(s) // Dienstleistung(en)]: Mallar olarak tasnif edilemeyen iktisadî faaliyetlerin-işlemlerin bütünüdür.

Hizmet Akdi (Hizmet Sözleşmesi; İş Akdi): [Contract of employment; Labor contract // Arbeitsvertrag; Dienstvertrag]: İşçinin, hizmetlinin ücret karşılığında, belli şartlar çerçevesinde belirli-belirsiz bir süre çalışması veya belli bir işi görmesi üzerine işveren ile kurulan iş sözleşmesidir.

Hizmet Borçlanması (Borçlanma): [Dept of social security services // Verschuldung von Sozialversicherungszeiten-praemien]: Sosyal güvenlik kapsamı dışında kalan ve herhangi bir Sosyal Güvelik Kurumuna aktif dönemlerinde katkı sağlamamış (prim ödememiş) olanların, hizmet sürelerinin sonradan prim ödemek suretiyle sigortalı hizmet sürelerine eklenmesini öngören kanunî bir uygulama.

Hizmet Sektörü: [Service sector // Dienstleistungssektor]: Genelde elle tutulamaz (maddî olmayan) ürünler sağlayan organizasyonlar ve işletmelerden oluşan iş kolları.

Hizmet Sürelerinin Birleştirilmesi: [Uniting of social security services // Zusammenrechnung-knüpfung von Sozialversicherungszeiten]: Sosyal Sigorta Kurumlarına tâbi çeşitli işlerde çalışmış olanların hizmet sürelerinin, aynı tarihlerde rastlamamak kaydıyla, aylık bağlanmasına hak kazanıldığında, birleştirilmesini öngören kanunî bir hüküm.

Hizmet Süresi: [Period of service // Dienstzeit; Sozialversicherungszeiten]: Sigortalının, Sosyal Güvenlik Kurumlarına, emeklilik keseneği veya malullük, yaşlılık ve ölüm sigortası primi ödediği süreler.

Hizmet Tespit Davası: [Action for fixing of period of service // Klage auf Feststellung der Dienstzeiten-Sozialversicherungszeiten]: İşverenin, çalışan işçisini, SSK’ ye bildirmemesinden dolayı, genelde işçinin işten ayrıldıktan sonra sosyal sigortasız olarak çalıştırıldığını öğrenmesi neticesinde, ayrıldığı işyerinde çalıştığını ispat etmek, hizmet sürelerini belirlemek ve kaybedilmiş sosyal sigorta haklarına kavuşmak maksadıyla mahkemeye açtığı dava.

Hizmetlerin İhyası: [Possibility of uniting of social security services in Turkey // Berücksichtigungsmöglichkeit der Sozialversicherungszeiten in der Türkei // Dienstleistung]: 1983 tarih ve 2829 sayılı Kanunun 5. maddesine göre, sosyal sigortalıların, kesenek, prim veya toptan ödemelerini almalarından sonra diğer kurumlardan birinde sigortalı olup, aldıkları paraları (Örn.: ....

Hoca: [Muslim preacher-scholar-clergyman // İslamischer Gelehrter-Geistlicher-Vorbeter]: Farsça'dan (Hâce) dilimize kazandırılan bu kelime, eski Türkçe'de yaşlı, tecrübeli, muteber (saygın) kişi anlamına gelmektedir. Koca kelimesine ahenk olması bakımından ve mânâ eşitliği açısından aynen uyduğu için, halk "hoca" kelimesini benimsemiş ve halk arasında genelde başkalarına bir şey öğretmeyi edinen kimse için kullanılmıştır...

Homofili: [Homophilia // Homophilie]: Benzer karakterde veya sosyal durumda olan bir kimseye duyulan dostluk. Homoseksüelliğin platonik bir şekli.

Homoseksüel (Eşcinsel; Gey): [Homosexual // Homosexuell]: Genelde aynı cinsten kişilere belirgin cinsel ve hissî ilgi-temayül duyan erkeklere atfen kullanılan resmî veya klinik terim.

Homoseksüellik (Livâta; Oğlancılık; Eşcinsellik): [Homosexuality // Homosexualitaet]: Bir cinsel sapıklık türü olarak livata, erkek erkeğe cinsel ilişkide bulunma alışkanlığıdır. // Aynı cins insanlar arasında kurulan cinsel özellikteki hissî v bedenî bağlılık.

Hospitalizm: [Hospitalism // Hospitalismus]: Uzun bir süre hastane veya rehabilitasyon merkezinde kalmanın bir sonucu olarak insan bedeninde veya ruhunda ortaya çıkan garip ve duygusal bir değişim.

Hoşgörü (Hoş Görmek; Müsaadekâr): [Tolerance // Duldsamkeit]: Toplum içinde yaşayan herhangi bir insanın, bazı makul sebeplerden dolayı, sosyal değerlerden ve kaidelerden belirli derecede sapması veya farklı davranışlarda bulunmasına karşılık kendisine gösterilen müsamaha ve anlayış.

Hukuk Devleti: [Constitutional state // Rechtsstaat]: Fertlere, hukuk güvenliğini sağlayan adil devlet düzenidir. Buna, idarî biçimi ne olursa olsun (Cumhuriyet; Krallık; Padişahlık), idaresi hukuka bağlı devlet de denir. // Hukuk devletinde devlet, sadece hukuku koyan bir varlık olarak değil, aynı zamanda hukuka bağlı bir varlık olarak da ortaya çıkmaktadır.

Hukuk Sosyolojisi: [Sociology of right // Soziologie des Rechts]: Sosyolojik boyutuyla hukuk eksenli araştırmalar yapan bir bilim dalıdır.

Hukuk: [Right; Law // Recht]: Toplumun umumî menfaatini veya fertlerin ve toplumun müşterek iyiliğini sağlamak maksadıyla konulan ve kamu gücü ile desteklenen kaide, hak ve kanunların bütünüdür.

Hurafe: [Superstition // Aberglaeubische Vorstellungen und Taten]: İslamî anlayışa ve inançlara ters olan, sonradan ortaya çıkarılan ve dinle ilgisi olmayan her türlü görüş (batıl inanç), tutum ve davranışlardır.

Husumet (Hasımlık; Düşmanlık; Adavet; Karşıtlık): [Animosity; Enmity // Feindseligkeit; Feindschaft]: İnsanlar, gruplar, akrabalar veya toplumlar arasında gerçekleşen ve bir tarafın kazancının-menfaatinin ancak diğer tarafın kaybına-zararına bağlı olan, sevginin, dostluğun, kardeşliğin yerine haset, kin ve çekemezliğin hakim olduğu zararlı-tehlikeli bir münasebet...

Huy (Mizaç): [Temperament; Habit; Natural tendency; Character // Temperament; Natürliche Veranlagung; Charakter]: Kişiliğin, organik yapı ve doğuştan gelen-getirilen eğilimlerin oluşturduğu ve genelde zor değişen yanı...

Huzurevi (Yaşlılar Yurdu): [Rest home; Old people’s home // Altersheim]: Yaşlıların kurumsal yönden korunması, bakılması, psiko-sosyal ihtiyaçlarının karşılanması maksadıyla tesis edilen yatılı sosyal yurt.

Hükümet: [Government // Regierung ]: Siyasî bir mekanizma içinde yer alan atanmış veya seçilmiş vazifeliler-temsilciler tarafından siyaset ve kararların uygulanması sürecidir. (Bkz. İktidar).

Hümanizm (İnsanlık; İnsanperestlik; Beşerperestlik; Âdemiyyet): [Humanism; Humanity // Humanismus; Menschlichkeit]: “Âdemiyyet”, sosyal ahlâk boyutuyla namuslu-iffetli bir insana yakışır hâl, tavır, tutum ve davranıştır.

Hünsa: (Bkz. Çift Cinsiyetli).

Hür (Özgür) İnsan: [Person in freedom; Independent person // Person in Freiheit; Unabhaengige Person]: Hürriyet içinde yaşayan, manevî-fikrî derinliklere inebilen, yüceliklere kanatlanabilen, engelleri aşabilen, fikren özgür düşünebilen, sosyal tekamül yolunda her gün birkaç adım atabilen insan.

Hür Teşebbüs (Serbest Girişim): [Freedom of economic action; Free enterprise // Wirtschaftliche Bewegungsfreiheit; Freie Entfaltung; Unternehmensfreiheit]:  Kendine ait sermaye ile serbestçe tercih ettiği bir alana yatırım yapan, tüm kar ve zarar riskini kendisi üstlenen ve kamusal olmayan girişim.

Hür Toplum: [Free society // Freie Gesellschaft]:  Hürriyet içinde yaşayabilen, sosyal tekamül yolculuğunu engelleyen tasallutlardan, uyumsuzluklardan ve çatışmalardan uzak olarak hayatını özgürce tanzim edebilen katılımcı bir toplum.

Hürmet: (Bkz. Saygı).

Hürriyet (Özgürlük): [Freedom // Freiheit]: Başkalarına ve kendisine (kendi nefsine) zarar vermemek şartıyla, her istediğini yapabilmek.

Hüsn-ü Muamele: [Fine-good treatment; Kindness / Gute Behandlung; Freundliche Aufnahme; Liebenswürdigkeit]: Bir sosyal ahlak terimi olan hüsn-ü muamele, sosyal hayatta başkalarına güzel muamele göstermektir.

Hüsn-ü Zan: [Good opinion of someone or something // Gute Meinung; Wohlwollen]: Bir kimsenin veya hadisenin iyiliği hakkındaki vicdanî kanaat.

Google

İnternetten Online Sipariş Vermek İçin Tıklayın