aliseyyar@sosyalsiyaset.net

 

 

 

Makaleler ;

Ali Seyyar’ın Makaleleri

 

Sosyal Güvenlik Sistemimizin Tarihi Gelişimi ve Bugünkü Durumu

 

GIRIŞ

 
75 yıl sonra T.C.' nin sosyal güvenlik, sosyal yardım ve hizmetler alanında hak ettiği noktaya ulaşıp ulaşamadığını tespit edebilmek için,uluslararası boyutunu bir kenara koyarak konuyu, salt kendi tarihi süreci ;içerisinde ele alabiliriz. Bu tarz bir inceleme ve araştırma, konunun objektif bir şekilde değerlendirilmesi açısından yeterli olmayacağını bilmeme rağmen, sosyal güvenlik sistemimizin fonksiyonlarını yerine getirmede sıkıntı ya sokan bir çok faktörün ortaya çıkmasına da engel teşkil etmemektedir.
T.C.'nin, gelişmekte olan bir çok ülkede olduğu gibi sosyal hayata yeterince önem vermediğinden,zamanında isabetli politikalar geliştir(e)mediğinden ve sosyal güvenlik sistemine yeterince kaynak tahsis edemediğinden dolayı sosyal güvenlik, sosyal yardım ve hizmetlerde ulaşılması gereken hedeflerin gerisinde kaldığını bu makalede göreceğiz.

1. Osmanlı'dan Cumhuriyet' e Geçiş Sürecinde Sosyal Güvenlik

Osmanlı Devleti'nin çöküşü esnasında Anadolu toprakları üzerinde takriben 12 milyon insanımız yaşıyordu. O tarihte, birbiri ardına gerçekleşen 1. Cihan, Çanakkale ve İstiklal harpleriyle en az 10 yıl süren savaşlardan henüz yeni çıkıldığı için, nüfusun yaklaşık 250 bini ortopedik yönde sakattı. Bunun yanında, o yıllarda 250 bin kadar frengili ve 250 bin civarında trohomlunun olduğu tahmin edilmektedir. 1 milyon kadar .i insanımız veremli idi. Bunun içindir ki, verem ölüm sebeplerinin % 13.5'ini verem teşkil etmekteydi (Şehsuvaroğlu, s.168-169).
Milli Mücadeleye katılan askerlerimizin % 40'ı sıtmalıydı.Bazı bölgelerimizde bu hastalıktan dolayı ortaya çıkan ölüm oranları o kadar fazla idi ki, özellikle Güney Anadolu 'nun bazı köyleri haritadan bile silinmişti (Göktürk, Yeni Yüzyıl). .!
Milletimizin çalışamayacak derecede bi-tab hale gelmesi ile beraber ekonomik hayat felce uğramış, tarım üretimi gerilemişti. Bu tabloya sağlık kadrosu ve altyapısının yetersizliği de eklenirse, sosyal hizmetler ve sağlık hizmetleri alanında içler acı sı bir manzara ortaya çıkmaktadır. Osmanlı Devleti tarihi devresini tamamladığı dönemde memleketimizde 2000 yatak kapasiteli hastanelerin yanında 1000 kadar hekim ve birkaç yüz yardımcı sağlık personeli bulunuyordu (Şehsuvaroğlu).
Milli Mücadelede elde edilen başarıyı sağlık alanında da gösterebilmek için mevcut sağlık kadrosu ile başlanarak 1940'lara kadar milyonlarca insanımız sıtma ve verem taramalarından geçirilmiştir. Bu gayretli sağlık seferberliği neticesinde, sıtma oranı % 11 'lere ve verem oranı da %1'e gerilemişti (Göktürk).
Cumhuriyetin 50. yılında (1973) hekim sayısı 18, hemşire sayısı 6 ve hasta yatak sayısı da 100 binlere ulaşmıştı. O zamanın Türkiye nüfusunu yaklaşık 40 milyon olarak kabul edersek, ortalama 3 bin kişiye bir hekim,her 10 bin kişiye 25 yatak ve 20 hasta yatağına ortalama olarak 1 hemşire düşmekteydi (Şehsuvaroğlu). Bu rakamlar sağlık sektöründe belirli bir aşamayı simgelese de bunların yine de dünya normlannın çok altında kaldığını belirtmemiz gerekmektedir. Mesela, aynı yıllarda gelişmiş batı ülkelerinde her hasta yatağına ortalama 2-3 hemşire düşmekteydi.
Bugün bu rakamlar, sayı boyutuyla daha da genişlemiş olmasına karşılık, bilhassa sosyal sigortalar ve devlet hastanelerine bağlı sağlık kurumlarında yaşanan manzaralar karşısında sağlık hizmetlerinin etki ve kalite standartlar tartışılır durumdadır. Bugün, sigortalı olan insanımızın dahi, bir röntgen filmi çektirmek için aylarca Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK) na bağlı hastane kuyruklarında beklemek mecburiyetinde bırakılması, sağlık alanında ulaştığımız noktayı açıkça göstermektedir.
Osmanlı Devleti, yerini Cumhuriyet' e bırakırken, yeni devlete sadece borç yüklememiştir. Sosyal güvenlik ve sosyal hizmetler alanında bilhassa Tanzimat sonrası dönemde kurulan sosyal güvenlik kurumları yeni devletin sosyal altyapısını oluşturmasına yardımcı olmuştur. Daha fazla kamu kesiminde ve belirli işyerlerinde çalışanlar için kurulan sosyal güvenlik kurumlan arasında misal olarak şunlar zikredilebilir (Alper,s.19): Askeri Tekaüt Sandığı (1866); Sivil Memurlar Emekli Sandığı (1881); Seyri Sefain , Tekaüt Sandığı (1890); Askeri ve Mülki Tekaüt Sandığı (1909); ve Şirketi ; Hayriye Tekaüt Sandığı (1917).
Bunun yanında, Osmanlı döneminde iş hayatına yönelik sosyal güvenlik ile ilgili hukuki düzenlemelerin de yapıldığını görmekteyiz. Bununla ilgili olarak Dilaver Paşa (1865), Maadin (1869), Askeri Fabrikalar (1909), Tersane İşçilerinin Tekaüdiyesi (1909) ve Hicaz Demiryolu Memur ve Müstahdemlerine Yardım (1910) Nizamnamlerini örnek verebiliriz.
Sosyal güvenlik, sosyal yardım ve sağlık hizmetlerinin yürütülmesinde önemli bir yere sahip olan vakıf müesseselerinin bir kısmı Cumhuriyet devrinde de fonksiyonlarını, kısmen de olsa, koruyabilmişlerdir. Bunlardan birisi Sultan Abdülhamid Han tarafından 1895 yılında tesis edilen Dar-ül Aceze (Düşkünler Evi) dir.Dar-ül Aceze'nin, bugünkü anlamda, kadın-erkek ayrımı yapmaksızın her kesimden, bakıma muhtaç hale gelmiş, genç-yaşlı insanlara yataklı bakım hizmetleri sunan bir sosyal tesis olduğunu söyleyebiliriz (Ekrem, s.31-33).
Bugün, Dar-ül Aceze ve Cumhuriyet devrinde kurulan diğer huzurevleri, hasta ve başkalarının yardımına sürekli olarak ihtiyaç duyan bakıma muhtaçları genelde kabul etmemektedir. Bugünün Türkiye’sinde, ancak 60 yaşın üzerindeki sağlıklı yaşlılar, sosyo-ekonomik yönden mağdur olmaları şartıyla, kurumsal ve yataklı bakım hizmetlerinden yararlanabilmektedir (Huzurevi Yönetmenliği m.34). Ancak, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu'na bağlı bazı huzurevlerinde, burada kalıyor iken, yatağa bağımlı duruma gelen yaşlılar için ayrılmış özel bakım bölümleri bulunmaktadır. Sürekli bakım ve rehabilitasyon bölümlerinin yatak kapasitesi ise 1996 yılı itibariyle ancak 405' tir.

2. Cumhuriyet Döneminde Sosyal Güvenlik Sisteminin Oluşumu ve Gelişimi


Cumhuriyet döneminin sosyal güvenlik alanındaki gelişme süreci siyasi rejimin oluşumu ve gelişimi ile yakından alakalıdır, Mesela, T.C.'nin 1936 tarihli ilk İş Kanunu işçi hak ve özgürlükleri bakımından çok sınırlı olmakla birlikte grevlerin yapılmasına da izin vermiyordu ((a) Talas, s.65).
İş Kanununun yürürlülük tarihinden itibaren 1 yıl zarfında işçiler için sosyal sigorta kurumunun tesisini öngördüğü halde (7. Bölüm, m. 100- 107 ) özel kesimde bağımlı olarak çalışan işçilerin sosyal güvenlik kurumu 'İşçi Sigortalar Kurumu' adı altında ancak 1946 yılında kurulmuştur. İşçi Sigortalar Kurumu, kurulduğu yıl, ilk önce iş kazaları ve meslek hastalıkları sigortasını kapsamına almış (4772 sayılı kanun), daha sonra 1950'de ihtiyarlık sigortasını (5417 sayılı kanun), 1951' de hastalık ve analık sigortasını (5502 sayılı kanun) ve 1957'de de maluliyet, ihtiyarlık ve ölüm sigortasını (6900 sayılı kanun) ihdas etmiştir. 1965 yılında (506 sayılı kanun) İşçi Sigortalar Kurumu SSK'ya dönüştürülmüştür.
1950 yılında yürürlüğe giren T.C. Emekli Sandığı (1946 tarih ve 1683 sayılı kanun) ile beraber 1945-1960 arasında sosyal güvenlik alanında önemli gelişmeler yaşanmıştır.
Ne var ki, bağımsız çalışanların sosyal güvenliği ileri bir tarihe bırakılmıştı. 1971' den itibaren sosyal sigorta kurumlarının kurumsal yapılanması Bağ-Kur ile tamamlanırken ,esnaf ve sanatkarlardan oluşan bağımsızların bir çoğunun sosyal güvenlik hakları, kısmen de olsa, garanti altına alınırken (2.9.71 tarih ve 1479 sayılı kanun) sosyal sigorta mevzuatı da Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu ve Tarımda kendi Adına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu (17.10.83 tarih, 2925 ve 2926 sayılı kanunlar) ile son şeklini almıştır. 2925 sayılı kanun kapsamındaki tarım işçileri SSK bünyesine alınırken, 2926 sayılı kanun kapsamındaki tarımda bağımsız çalışan çiftçiler ise Bağ-Kur'a bağlanmıştır.


3. Türk Sosyal Güvenlik Sisteminin Bugünkü Durumu


3.1. Sosyal Güvenlik Halkımızın Bütününü Kapsamamaktadır

Sosyal güvenlik kurumlarının oluşumundan sonra üzerinde durulması gereken diğer bir konu ise, sosyal güvenlik alanlarının (hastalık, yaşlılık vs.) kapsamına giren kesimlerin sayısı ile bu kesimlerin hangi sosyal hizmet alanlarından ne derecede faydalanabildikleridir.
İlk önce şunu ifade edelim ki, Milletlerarası Çalışma Örgütü (İLO) tarafından tespit edilen asgari sosyal güvenlik normları çerçevesinde sayılan 9 sosyal riskten işsizlik ve aile yükleri gibi sosyo-ekonomik riskler henüz Türk sosyal güvenlik sisteminde düzenlenmemiştir (1952 tarih ve 102 sayılı İLO Sözleşmesi).
Sosyal sigorta kuruluşlarından SSK ve Emekli Sandığı, bu iki riskin , zararlarını karşılama dışında, tüm riskleri kapsama almışken, Bağ-Kur bağımsız çalışanlarını iş kazaları ve meslek hastalıkları, hastalık ve analık gibi sosyal risklere karşı koruma altına almamıştır.
Ayrıca, SSK' nın kapsamında olan 2925 sayılı kanuna tabi kadın işçiler de analık durumu halinde koruma altına alınmamışlardır.
Bu üç sosyal sigorta kuruluşuna bağlı sigortalılar ve sigortalı sayılan aile fertleri bu kuruluşların sunduğu sağlık hizmetlerinden ücretsiz olarak yararlanabilirken, Bağ-kur tarafından uygulanan 2926 sayılı kanun kapsamındaki tarımda bağımsız çalışan çiftçiler hastalık, analık ve iş kazaları gibi sosyal risklere karşı henüz korumasızdırlar.
Bu itibarla, üç büyük sosyal sigorta kurumu ile özel birkaç sandığın sunduğu sigorta hizmetlerinden faydalanabilenlerin toplam nüfusa göre oranı %81 iken (1996 yılı itibariyle) sadece sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkı olanların oranı ise ancak % 69'dur (SSK,1996 İstatistik Yıllığı, s. 26). Bir başka deyişle, Türk halkının %31' i, yani takriben 21 milyon insanımız, sağlık sigortası kapsamı dışında kaldığı için sağlık hizmetlerinden ancak paralı olarak yararlanabilmektedir.

3.2. Kaçak (Sigortasız) İşçi İstihdamı Yaygındır


Kanuni açıdan mecburiyet olmasına karşılık Türkiye'de istihdam edilen işçilerin takriben yarısının (%53) kayıt dışı yani sosyal güvenlik sistemi dışında çalıştığı tahmin edilmektedir (Türk Tabipler Birliği Raporu, 1996).
Kayıt dışı ekonomi yaygınlaştıkça ve iş güvenliği de tesis edilmedikçe, işsizliğin çok olduğu ülkemizde her türlü kanuni haklardan mahrum olan sigortasız çalış(tırı)an işçilerin sayısı da gittikçe artacaktır. Bu durum, sosyal sigorta kuruluşlarının aktif-pasif sigortalı ilişkisinin ve aktüaryal dengesinin bozulmasına sebebiyet verdiğinden, 50 yıldan fazla bir geçmişi olan sosyal güvenlik sistemimiz, bilhassa 1990'lı yıllardan sonra finansman açıkları vermeye başlamıştır.
Sigortasız işçi çalıştıran kayıtsız sektörün, yükümlüklerini yerine getiren kayıtlı işyerleri aleyhine haksız rekabette bulunduğu genelde kabul edilmektedir (Çağan). Ancak, bir işverenin sigortasız işçi çalıştırdığının tespit edilmesi halinde kendisine yüklü miktarlarda para cezası verilmesi mümkün olduğu halde, bu gidiş e dur diyebilecek etkili bir denetim mekanizması geliştirilemediğinden kayıtlı olanların da kayıtsızlığa kaymasına adeta göz yumulmaktadır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Ekim 1998'de, ülkemizde kayıt dışı istihdamın en yaygın olduğu İstanbul'u pilot bölge seçerek, burada bir aylık 'Sigortalı Çalış, Sigortalı Çalıştır' kampanyasını bitirdikten sonra yaygın denetime geçeceğini açıklamaktadır. Ne var ki, Sigorta Teftiş Kurulu İstanbul gibi bir mega kentte ancak 65 eleman ile denetim çalışmalarını yapabilmektedir. Personel yetersizliği ve denetim için gerekli olan teknik altyapının eksikliği buna eklenirse (Bilgisayar sistemli denetim ağı, araç- gereç vs.) sorunun sadece iyi temennilerle çözümlenmesini beklemekten başka bir seçenek bırakmamaktadır.
Sigortalı işçilerin sayısındaki artış, genel ekonomik kalkınma ve gelişme ile alakalı olduğu kadar, işçilerin kanuni haklarının bilincine ulaşması ve bununla ilgili olarak da haklarını etkili bir şekilde kullanabilmesine bağlıdır (Kutal, s.33). Dolayısıyla, devletin, hem sendikal örgütlenme hakkını yaygınlaştırarak hem de kanuni iş güvencesini tesis ederek denetimlere etkinlik kazandırması gerekmektedir. Şüphesiz, iş hayatına tanınacak olan endüstriyel demokrasi ve sosyal diyalog (örneğin: işletme içinde işçi konseylerinin kurulmasına izin verilerek) şeffaf bir iç denetim mekanizmasının gelişmesine de yol açacaktır.

3.3. Sosyal Güvenlik Kuruluşlarının Malî Dengesi Bozulmuştur

Sosyal güvenlik sistemimiz bugün geldiği nokta itibariyle, aşağı yukarı her kesimin kabul ettiği şekilde, mali bir kriz içine girmiştir. Kriz, sistemin temel fonksiyonlarını yerine getiremez hale getirmiştir.
Bütün sosyal devlet niteliğindeki ülkelerde olduğu gibi, Türk sosyal güvenlik kuruluşları da sigorta tekniğine göre işletilmesine rağmen, devletin müdahaleleri neticesinde sosyal güvenlik kuruluşları, prim karşılığı olmayan sosyal yardım zammı adı altında aylık ödemeye mecbur edilmiştir. Bu durum sosyal sigortalar kurumunun mali imkanlarını olumsuz yönde etkilemiş ve sonuçta devlet bu yükü üstlenmek durumunda kalmıştır ((b) Talas, s.6 ).
Bunun yanında, T.C. devleti, 1965-1993 yılları arasında SSK'nın fonlarını çok düşük getiri olarak ve maksat dışı değerlendirdiği için, bugün i bu açık SSK'nın öz kaynaklarıyla kapatılamamaktadır. Bundan dolayıdır ki, 1998 bütçesinden üç sosyal sigorta kuruluşuna % 10 oranında bir pay aktarılıştır. 1.4 katrilyon TL 'ye varan bu rakam 1999 yılı konsolide bütçesinde % 44 artışla 2.5 katrilyon TL 'ye ulaşmıştır.
Türkiye'de sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan devlet katkısı yine de Avrupa düzeyinin çok altındadır. Kaldı ki, bütçeden sosyal güvenlik kapsamında bulunan 52 milyon kişiye ayrılan pay, yalnız 250 bin kişi olduğu tahmin edilen rant kesimine ödenen faizin (5.9 katrilyon TL) 1998 yılı itibariyle ancak dörtte biridir (Özsever, Milliyet).

4. Sosyal Yardım ve Hizmetler Alanındaki Durumuz

Günümüz Türkiye'sinde sosyal güvenlik, sosyal sigorta kuruluşları ile özdeşleşmiş durumda. Halbuki, sosyal güvenliğin diğer bir ayağını (genel vergilerden ve/veya fonlardan oluşan kaynaklardan yapılan) kamusal sosyal yardım (nakdi ve ayni yardım) ve sosyal hizmetler (rehabilitasyon,sağlık hizmetleri vs.) teşkil etmektedir.
Türkiye'de sosyal yardım tabiri ilk defa 1936 tarihli İş Kanununda sosyal sigortalar çerçevesinde kullanılmıştır. Burada, değişik sosyal risklerden doğabilecek zararların telafisine yönelik yapılacak ödenekler, sosyal yardım olarak ifade ediliyordu (m. 100). Halbuki, primi rejim dediğimiz sosyal sigortalar sisteminden sunulan edimler yardım değil, sigortalı için bir haktır.
Sosyal yardım ise alternatif bir sosyal güvenlik yöntemidir ve daha fazla sosyo-ekonomik yönden yardıma muhtaç herkese, herhangi bir karşılık beklemeksizin, yapılan her türlü ayni ve nakdi desteklerdir (Petrich, s.23).
Gerçek şu ki, sosyal güvenliği gerçekleştirmenin tek vasıtası sigorta sistemi olmadığı halde, T.C.'nin kuruluşundan uzun bir döneme kadar sosyal yardım kurumlarının oluşturulamaması neticesinde muhtaç insanlarımıza yeterince yardım yapılamamıştır.
Bu bağlamda, istiklal madalyası sahipleri göğüslerindeki madalya dilenmek durumuna getirilmiş ve 1969 yılına kadar bunların sosyal güvenlik ihtiyaçları ele alınmamıştır. Diğer yandan, kendisine bakmakla mükellef kimsesi bulunmayan 65 yaşından büyük olan aciz yaşlılar ve çalışamayan özürlüleri korumaya yönelik kanun ancak 1977' de yürürlüğe girmiştir (10.07.1976 tarih ve 2022 sayılı kanun). Bu kanun kapsamına girenlere aylık bağlanmasına rağmen, bu yardım çok cüzi olmasından dolayı muhtaçların asgari sosyal ihtiyaçlarını bile karşılamaktan çok uzaktır.
Bunun yanında, halk arasında Fak-Fuk-Fon (Fakir Fukara Fonu) diye bilinen Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu' nundan sosyal güvenlik kuruluşlarına bağlı olmayan muhtaç durumdaki insanlarımıza ancak 1986 yılından itibaren yardım eli uzatılmaktadır. Bu fondan fakrı zaruret içinde bulunanlara gerek sağlık gerekse ayni yardımlar yapılmaktadır. Ancak, yapılan sosyal yardımların genellikle bir kereye mahsus olması ve süreklilik arz etmemesi sistemin en önemli eksikliklerindendir. Bir de, fonda oluşan kaynakların ara sıra başka amaçlar i için kullanılması (bunlardan en masumanesi de bütçe açıklarını kapatmak amacı için yapılanlardır), zaten kısıtlı olan bu tür sosyal hizmetlerin etkinliğini daha da zayıflatmaktadır. Dolayısıyla, bir çok kesimin insan hayatına yaraşır şekildeki hayat düzeyi her geçen gün gerilemekte ve asgari hayat standardının çok altına düşmektedir.

Sonuç


Sosyal güvenlik sistemimizin kronikleşen sorunlarını aşabilmek için idare yapısından finansman sistemine kadar köklü değişiklikler ihtiva eden kapsamlı bir yeniden yapılanma ve köklü bir reformun gerçekleştirilmesi zorunlu görülmektedir.
Soruna yaklaşırken, başta sosyal güvenlik sistemi dışında kalan milyonlarca 'güvencesiz' insanımızın durumu ele alınmalıdır. T.C., Anayasa' da ifadesini bulduğu şekilde sosyal bir hukuk devletidir. Dolayısıyla, sosyal devletin bir gereği olarak, devletimiz vatandaşımızın maddi ve manevi varlığının gelişmesini ve herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak için gerekli şartları hazırlamakla yükümlüdür (T.C. Anayasası; m.5 ve m. 56).
Sosyal güvenlik haklarının anayasal dayanağı olmakla birlikte, günümüz koşullarında ve mevcut sosyal sistem içinde bunların tam manasıyla yerine getirildiğine inanmak güçtür. Özellikle, sağlık hizmetlerinden, sosyal güvencesi olmayan yardıma muhtaç bütün fertlerin ücretsiz olarak yararlanabilmeleri gerekmektedir. Şu andaki Yeşil Kart uygulaması, muhtaçların sağlık ihtiyaçlarını karşılama açısından yeterli gelmemektedir. Kurulması düşünülen genel sağlık sigortası çerçevesinde sunulacak sağlık hizmetleri, daha etkin ve kaliteli servis hizmetleri sunabilmek için hem sosyal güvenlik kurumlarından ayrılmalı hem de muhtaçları içine alacak bir şekilde düzenlenmelidir.
Diğer taraftan, sosyal güvenlik kurumlarını bir ölçüde rahatlatacak bir dizi tedbirin alınması hemen mümkündür. Tedbirlerin başında, prim ödeme gün sayılarının artırılması, emeklilik yaşının makul bir şekilde yükseltilmesi, sosyal güvenlik kurumlarının siyasi etkilerden arındırılmış bir şekilde özerkleştirilmesi ve aralarında standardizasyon ve koordinasyonun sağlanması gelmektedir.

Google



Kaynaklar
Alper, Yusuf; 'Cumhuriyetimizin 75.Yılı:Sosyal Güvenlik; Tisk-İşveren; Ekim, 1998.
Çağan, Nami; 'Sigortalı Çalış, Sigortalı Çalıştır' Zaman; 16.09.1998.
Ekrem, Reşat; Darülaceze (1895-1974); İstanbul; 1974.
Göktürk,Gülay; "Cumhuriyet Doktorlarına..."; Yeni Yüzyıl; 03.11.1998.
Kutal, Metin; “Türk Sosyal Güvenlik Sisteminde Temel Sorunlar ve Reform Çalışmalar”'; BASİSEN; Aralık 1996.
Özsever, Atilla; "Amerika'dan Zengin Miyiz”; Milliyet; 1998.
Petrich, Christian,. "Sicherstellungder Versorgung"; BAB-Nr.8/9-1994.
SSK; 1996 İstatistik Yıllığı; Ankara.
Şehsuvaroğlu, Bedri; Türk Tabipler Tarihi; Bursa; 1984.
Talas, Cahit; Türkiye'nin Açıklamalı Sosyal Politika Tarihi; Ankara; 1992.
Talas, Cahit; "Bir Kez Daha Sosyal Güvenlik Üzerine"; Sosyal Güvenlik Dünyası Dergisi; Yıl: 1;Sayı:2; 1998.
Türk Tabipler Birliği Raporu; Yay.; Bizim Gazete; 21.01.1996.