OSMANLILAR’DA BİLİM VE KÜLTÜR
Mehmet İnbaşı
Osmanlı Türk toplumunu
temelini, 1071’den bu yana Türkleşen Anadolu coğrafyası, İslam dini, Türk
örfü ve Anadolu Türk insanı teşkil eder. Anadolu Selçuklu Devleti’nin
inkıraza uğraması, toplumun refah seviyesinin düşmesine sebep olmuştur.
Anadolu Selçukluları, Moğol tahakkümüne dayanamayarak yıkılmaya yüz tutmuş
ve yeni Türk Beylikleri teşekkül etmiştir. Moğol baskısı neticesinde
Selçukluların zayıflaması ile birlikte ortaya çıkan Anadolu Türk
Beylikleri’nden birisi de Osmanlı Beyliği’dir.
Diğer beylikler gibi
Osmanlı Beyliği’nde de Selçuklu iç bölgesinin manevi yüksek İslam
kültüründen farklı bir kültür hakimdi. Her şeyden evvel uç bölgesinde
nüfusun büyük çoğunluğunu Türkmenler teşkil etmekteydi. İç kısımdaki
Selçuklu kültür merkezinin, merkeziyetçi bürokrasiye, Arap ve Fars
edebiyatına dayanan yüksek kültür şekilleri karşısında, uç bölgesinde yani
bilhassa Osmanlı Beyliği’nin de hakim olduğu bölgede, tasavvufi ve hamasi
(destanımsı) bir halk edebiyatı ve örfi hukuka dayanan bir Türk halk kültürü
hakimdi. Bu uç kültürü ananesi Osmanlı Devleti’nin tarihi boyunca devlet ve
kültür hayatı üzerinde etkisini devam ettirecek ve Osmanlı kültürü daha açık
bir şekilde yeni bir Türk-İslam kültür sentezi olarak çıkacaktır.
Uç Kültürü
Türk nüfusunun yoğun bir
yerleşme bölgeleri de uçlar olmuştur. Özellikle 1243 Kösedağ
mağlubiyetinden sonra Orta, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da artan Moğol baskısı
ve tahakkümü ile ağır vergilerden bıkmış olan Türkmenler Moğol baskısının
çok az hissedildiği Sinop-Antalya hattının batısına, yani Kızılırmak’ın
batısına göç etmeye başlamışlardır. Selçuklu nüfuzunun tamamen kaybolmuş
olduğu bu uç bölgelerine başlangıçta yarı göçebe halk sevk edilmiştir.
Özellikle yeni Türkmen nüfusunun gelip yerleşmesini kolaylaştırmak
maksadıyla, ahi ve dervişlere vergi muafiyeti ile birlikte pek çok toprak
tahsis edilmiştir. İşte ahi ve dervişlerin kurmuş oldukları bu zaviyeler
veya gazi reislerinin çiftlikleri yeni Müslüman-Türk köylerinin çekirdeğini
teşkil etmiştir. Bu ilk yerleşme safhasını, devamlı ve tedrici bir yerleşme
takip etmekteydi. Bu toraklar umumiyetle kendilerine mülk olarak verilip
vergi muafiyetine kavuştuğundan zaviye etrafındaki nüfus hızlı bir şekilde
çoğalmaktaydı. Uç hattı ileri doğru kaydığı zaman, ulemanın yardımı
beylikler, İslam idare ananelerine dayanan küçük sultanlıklar haline
geliyordu. Orta Anadolu şehir ve kasabalarından ulema, tüccar ve sanat ehli
kimseler bu uç kasabalarına gelip yerleşiyorlardı.
Bu şekilde Marmara uç
bölgesinde yeni bir siyasi teşekkül ortaya çıkmıştı. Özellikle Türkler’in
cihangirlik ve savaşçılık vasıflarına, İslamiyet’in gaza ruhunun da
eklenmesiyle, bu yeni kurulan Osmanlı beyliği bünyesine Türk-İslam kültürünü
her tarafa yaymak isteyen Baciyan-ı Rüm, Abdalan-ı Rüm veya Abdal isimleri
altında pek çok savaşçı Türkmen katılmıştı.
Selçuklular’ın fetih
bölgesindeki faaliyetlerinden dolayı varisi sıfatıyla Anadolu birliğini elde
etmeyi amaçlayan Osmanlılar, bunu gerçekleştirmek için çalışmışlardır.
Özellikle Yıldırım Beyazıd bu amacın gerçekleşmesinde büyük rol oynamıştır.
Osmanlılar’ın ilk
dönemleri ile ilgili olarak saray muhiti dışında yaşayan Türkmen-Yörük
gruplarına hitap eden Anonim Tevarih-i Al-i Osman ve Aşık Paşazade
Tarihi’nde Türk ve İslam unsurlarının senteze ulaştırıldığı bir hakimiyet
anlayışıyla karşılaşmaktayız. Bu eserlere göre ideal hükümdar, serveti
halkın refahı için kullanmalı, adil olmalı, halkı giydirip doyurmalıdır.
Nitekim Osman Gazi’nin rivayet edilen rüyasını Osmanlı müellifleri bu
şekilde yorumlamışlardır.
Osmanlı Şehzadeleri, bu
fikir ve düşünce ile daha küçük yaştan itibaren eğitilir ve tahta geçtiği
zamanda şehzade bunları yerine getirmek için çalışırdı.
İlk İlmi Faaliyetler
Osmanlı Devleti’nde
kuruluşunun ilk dönemlerinden itibaren ilim ve kültür alanında çalışmalar
yapıldığı bilinmektedir. Zira Türkler, daha Anadolu’ya gelmeden önce de ilmi
faaliyetlerde bulunmuşlar ve özellikle Büyük Selçuklular’da olduğu gibi
Anadolu Selçuklu Devleti’nde çeşitli şehir ve kasabalarda hemen hepsi
bugünkü manada birer üniversite hüviyeti arzeden medreseler tesis
etmişlerdir. Osmanlılar’dan önceki Anadolu medreselerinde görülen ve kurulan
bu tesislerin devamlılığını teminat altına alan vakıf sistemi, Osmanlı
Devleti’nde de aynen devam ettirilmiştir.
Osmanlılar zamanında ilk
medrese, İznik’in fethinden hemen sonra 1330’da Orhan Gazi tarafından bir
manastırın medreseye çevrilmesiyle kurulmuştur. Medresenin kurulmasından
hemen sonra vakıflar tahsis edildiği gibi bu medresenin müderrisliğine de
zamanın büyük alim ve mütefekkirlerinden birisi olan Şerefüddin Davud-ı
Kayseri ile Taceddin Efendi tayin edilmiştir. Orhan Bey’in oğlu Süleyman
Paşa’nın da İznik’te bir medrese inşa ettirdiği görülmektedir.1330’lu
yıllarda Anadolu’yu gezen meşhur Seyyah İbn Battüta, Orhan Bey ile görüşmüş
Osmanlı Beyliği’nin kültür ve medeniyeti hakkında çok güzel bilgiler
vermiştir. Nitekim Bursa’nın fethinden sonra Orhan Gazi tarafından 1335’te
bir başka medrese daha kurulmuştur. Bursa’da Orhan Bey devri ümerasından
Lala Şahin Paşa tarafından inşa olunan bir medrese olduğu gibi Sultan I.
Murad döneminde iki medrese, Yıldırım Beyazid döneminde sekiz medrese,
Çelebi Mehmed devrinde iki medrese ve Sultan II. Murad devrinde de pek çok
medresenin ihdas edildiği tarihi kayıtlardan anlaşılmaktadır. Yine aynı
şekilde Edirne’nin fethinden sonra da, çok kısa bir süre içinde başta
Osmanlı sultanları olmak üzere, devlet ricali tarafından yaptırılan cami,
mescid, medrese, han ve hamam gibi dini ve sosyal kurumlar, birer Türk-İslam
eseri olarak ortaya çıkmıştır. Bu yönüyle Edirne, Osmanlı Devleti bünyesinde
ilim ve kültür merkezi olmak bakımından Bursa’dan sonra ikinci sırada yer
almıştır. Böylece Fatih Sultan Mehmed devrine kadar, Osmanlı Devleti
bünyesinde ciddi bir eğitim-öğretim faaliyetleri başlatılmıştır.
Özellikle Osmanlılar’ın
Rumeli’ye geçişlerinden itibaren, gittikleri her şehir ve kasabalara
Türk-İslam kültür eserlerinin birer nişanesi olarak pek çok cami, mescid,
medrese, han ve hamam gibi dini ve sosyal tesisler ile eğitim kurumlarını
inşa ettirmişler ve Osmanlı tebaasının eğitim ve kültür seviyesinin yüksek
tutulması için her türlü gayreti sarfetmişlerdir.
İlimde Zirve Dönemi
İstanbul’un fethinden sonra
Osmanlı Devleti’nin kültür ve sosyal yönden çok ileri bir seviyeye gitmeye
başladığı görülür. Nitekim Fatih Sultan Mehmed Han, bugün kendi ismiyle
anılan Fatih Külliyesi’nin yapımı için 1463’te emir vermiş ve 8 yıl gibi
kısa bir süre içinde iki minareli, bir şerefeli cami ile iki tarafında sekiz
medrese yaptırmış, ayrıca bunlara talebe yetiştirmek için Tetimme adı
verilen sekiz medrese daha inşa ettirmiştir. Dönemin en yüksek ilim ve irfan
yuvası olan bu medreseler, Şahnı Seman veya kısaca Semaniye adıyla Osmanlı
kayıtlarında zikredilmekte olup, birer yüksek ihtisas eğitim kurumları
olarak teşkilatlandırılmışlardır.
Kuvvetli bir asker olduğu
kadar, geniş görüşlü bir fikir adamı olarak da tanınan Fatih, edebiyata
vakıf olduğu gibi, din felsefesi meselelerine, Coğrafya, Riyaziye ve Heyet
ilmine de hususi bir alaka duymuştur. Devrinin en büyük alimleri; Fıkıhta
Molla Hüsrev, Tefsirde Molla Gürani, Molla Yegan, Hızır Bey Çelebi,
Riyaziyede Ali Kuşçu, Kelam ilminde Hoca-zade başta olmak üzere Anconalı
Ciriaco ve başka İtalyan alimler, Fatih’e batı tarihini okutmuşlardır.
Bunlardan başka Patrik Gennadios, Trabzonlu alim Amirutzes ile oğlu,
Batlamyus’un kitabını Arapça’ya tercüme edip bir dünya haritası
yapmışlardır. Aynı zamanda meşhur tarihçi Kritovulos da eserini bu
tarihlerde kaleme almıştır. Fatih birçok alim ve fikir adamını sarayında
toplar ve onlara çeşitli iltifatlarda bulunup himaye ettiği gibi, onlarla
her konuda tartışır ve bir ilim adamı olarak fikir beyan ederdi.
Sultan II. Beyazid’in de
kültürel faaliyetlerle yakından ilgilendiği görülmüştür. Nitekim kendi adını
taşıyan bir külliye inşa ettirmiş ve burada eğitim ve kültürel faaliyetlerin
yapılabilmesi için gerekli tahsisatları ayyırmıştır.
Kanuni Döneminde İlim ve Sanat
Osmanlılar zamanında
bilim ve kültür alanında yapılan en önemli faaliyetlerden birisini de,
Kanuni Sultan Süleyman zamanında inşa edilmiş olan medreseler teşkil
etmektedir. Süleymaniye Külliyesi bünyesinde inşa edilmiş olan bu
medreseler, kaynaklarda Sahn-ı Süleymaniye veya kısaca Süleymaniye
Medreseleri olarak zikredilmektedir.
Süleymaniye külliyesi
içinde 7 medrese inşa edilmiştir. Bu medreselerde tıp ilmi başta olmak üzere
Hadis, Matematik ve Edebi dersler ile diğer dini bilgiler okutulmakta ve
icazet alanlar yani mezun olanlar o sahanın uzmanları olarak kabul
edilmekteydiler. Süleymaniye Külliyesi’nde aynı zamanda hastane, imaret,
tabhane gibi sosyal tesisler de yer almaktaydı.
Kanuni Sultan Süleyman
Devri’nin büyük mimarı, Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş olan diğer cami,
mescid, medrese, han, hamam, aşevleri, imarethane gibi dini ve sosyal
kurumlar, Osmanlı Devleti’nin kendi tebaası için, Müslim ya da Gayr-i Müslim
farkı gözetmeden nasıl hizmet ettiğini göstermesi bakımından da gerçekten
dikkat çekicidir. Özellikle Kanuni dönemine kadar ve bu dönemde inşa edilmiş
olan pek dini ve sosyal kurumların sadece Bursa, İstanbul ve Edirne gibi
şehirlerde değil Rumeli’de fethedilen pek çok şehire de inşa edildiği
görülmektedir. Nitekim bunların bugün bile ayakta olup hala hizmet vermeye
devam etmesi, Osmalılar’da bilim ve kültürün hangi aşamaya geldiğini
göstermesi bakımından da gerçekten de dikkate değerdir. Aynı zamanda birer
kültür merkezi olan bu Türk-İslam eserlerinin varlığının devam ettirebilmesi
için, tahsis edilmiş olan vakıfların ve bunlara ait belgelerin elimizde
bulunması Osmanlı Devleti bünyesindeki kültür seviyesini açık bir şekilde
ortaya koymaktadır.
Osmanlı Sultanları
tarafından özellikle de İstanbul’un fethinden sonra Yeni Saray’da yani
Topkapı Sarayı bünyesinde kurulan Enderun ve Birün Mektepleri de Osmanlı
toplumunda özellikle de saray çevresinde yüksek bir kültürün ortaya
çıkmasına sebep olmuştur.
Kanuni döneminden sonraki
Osmanlı Sultanları zamanında da bilim ve kültür alanında bazı ilerlemelerin
olduğu görülmektedir. Fakat XVII. yüzyıldan itibaren medreselerdeki eğitim
faaliyetlerindeki bozulmalar, bilim ve kültürün gelişmesini sekteye
uğratmıştır. Nitekim harplerin uzaması ve bazılarının da Osmanlı Devleti
aleyhine sonuçlanması devleti, ekonomik olarak krize sokmuş ve bu da eğitimi
etkilemiştir.
Netice olarak şu
söylenebilir;kuruluştan itibaren Osmanlı Kültürü, Türk-İslam unsurunu temel
alan yüksek bir kültüre sahipti. Arapça ve Farsça’nın yanında Türkçe de özel
bir yere sahipti. Şiirlerde ve manzum eserlerde kullanılan dile ulemanın
hakim olması kültür seviyesinin yükseldiğini bariz bir şekilde gösterir.
Aynı zamanda Osmanlı sultanlarının büyük bir kısmı şair olup divanları
bulunmaktaydı.
Bibliyografya:
*
Yrd. Doç. Dr.; Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Öğretim Üyesi.
ALTUNDAĞ, Şinasi; “Osmanlılar’ın
İlk Devirlerinde Türkler’in Kültür veSosyal Durumları Hakkında Birkaç Not”,
DTCFD., C.II, Sayı: 4, (1944), s.519-526.
İNALCIK,Halil; “Osmanlı İmparatorlu’nda Kültür ve Teşkilat”, Türk Dünyası El
Kitabı,Coğrafya-Tarih, c. I, Ankara 1992,s.457-476.
HALAÇOĞLU, Yusuf;
XIV-XVII. Yüzyıllarda Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı, Ankara 1991.
ACAROĞLU, M. Türkler;
“Eski Osmanlı Belgelerine Göre: XV. Yüzyıl Sonlarıyla XVI. Yüzyıl başlarında
Balkanlar’da Türkçe Yer Adları (1490-91/1520-1530)”, XI. Türk Tarih Kongresi
5-9 Eylül 1990, c. III., Ankara 1994, s.1267-1300.
AKDAĞ, Mustafa; “Osmanlı
İmparatorluğu’nun Yükseliş Devrinde Esas Düzen”, Tarih Araştırmaları Dergisi
III, Ankara 1965, s.139-156.
YÜCEL, Yaşar;XVI.-XVII.
“Yüzyıllarda Osmanlı İdari Yapısında Taşra Ümerasının Yerine Dair
Düşünceler”, Belleten XLI (1977), s.495-506.
YÜCEL, Yaşar; “Osmanlı
İmparatorluğu’nda Desentralizasyona Dair Genel Gözlemler”, Belleten XXXVIII
(1974), s.657-708. |