OSMANLI
ESNAFINDA UYUM VE DÖNÜŞÜM: 1650-1826
(Yıldırım Onur;
ODTÜ-İktisat Bölümü)
16. yüzyıldan sonra dünya
ekonomisinde değişen dengeler, Osmanlı İmparatorluğu'nu Avrupa'nın bir
uydusu haline getirmiş ve imparatorluğun tarımsal ve endüstriyel üretimini
köklü bir yapısal dönüşüme uğratmıştır. Klasik literatürde "düşüş" olarak
isimlendirilen kapsamlı bir paradigmaya uygulama alanı sağlayan bu gelişme,
öngördüğü dünya ölçekli yeni işbölümü doğrultusunda imparatorluğun
geleneksel iktisadi kurum ve politikalarında ciddi değişiklikleri de
beraberinde getirmiştir, imparatorlukta üretimin örgütlendiği temel yapılar
olan esnaf loncaları, söz konusu dönemde topyekün bir dönüşüm sürecine
girmişler ve yapılarında barındırdıkları ve klasik dönemle özdeşleşmiş
birçok unsuru terk veya ikame ederek 19. yüzyıla değin varlıklarını güçlükle
de olsa sürdürebilmişlerdir. Bu yazının temel amacı, bahisolunan süreç
zarfında uzun dönemli bir düşüş yaşadığı varsayılan Osmanlı esnaf
loncalarının, aslında gösterdikleri uyum ve dönüşüm sayesinde çöküşten
ziyade, bir yeniden yapılanma süreci geçirdiklerini ortaya koymaktır. Burada
bu bakış açısından hareketle Osmanlı esnafının iki yüzyıllık tarihine
damgasını vuran belli başlı gelişmeleri inceleyip, modern-öncesi Osmanlı
emek tarihinin genel hatlarını yeniden çizmeyi amaçlamaktayız.
Osmanlı esnafının tarihsel
gelişimine devinim kazandıran değişikliklerden ilki ve belki de en önemlisi,
16. yüzyılda baş gösteren nüfus artışı ve kentleşmeyle ilintilidir. 16.
yüzyılın ikinci yarısında "fiyat devrimine paralel olarak baş gösteren ve
17. yüzyıl başlarına kadar inişli çıkışlı eğilimlerle devam eden Celali
isyanları, başta Anadolu olmak üzere imparatorluğun birçok bölgesinde
etkisini gösteren nüfus hareketlerinde büyük rol oynamıştır, ikinci önemli
gelişme ise doğrudan mülkiyet olgusuyla ilintili olup, devletin vakıf-lonca
ilişkisine sekte vuran bazı yeni politikalarının sonucunda ortaya çıkmıştır.
Osmanlı şehirlerinde, zanaatkarların atölye ve dükkânlarının mülkiyeti büyük
oranda vakıfların elindeydi. 17. ve özellikle 18. yüzyılda, Osmanlı
Devleti'nin bazen müsadere yoluyla, bazen de sadece vakıfların devlete karşı
yükümlülüklerinde yaptığı değişikliklerin sonucu olarak, önce vakıf-lonca
ilişkisindeki süregelen dengede ve dolayısıyla da loncaların örgütlenmesinde
ciddi bir dönüşüm başlamıştır. Özellikle savaşların gerektirdiği acil nakit
ihtiyaçlarını karşılamak üzere, iltizamın ve daha sonra malikane
uygulamasının yaygınlaştığı bu dönemde, müsadere-müzayede cenderesindeki
esnaf ciddi bir açmazla karşı karşıya kalmıştır.
Bir diğer önemli gelişme de
18. yüzyıl başlarında, "gedik" denilen ve belli bir zanaatla uğraşım hakkını
o zanaatın ustalarının yed-i tasarrufuna bırakan yeni bir uygulamanın
yürürlüğe konmasıyla kendini göstermiştir. Esnaf loncalarının modern
tarihinde önemli bir rol oynayan gedik, 19. yüzyılın ikinci yarısına
kadar geçirdiği değişim sırasında zanaatkarların loncalardan koparak
zanaatlarını bireysel olarak sürdürmelerini daha çekici bir hale
getirmiştir. Ustanın öncelikle belli bir zanaattaki yetkinliğini onayan
gedik, bunun yanında ustaya içinde zanaatını icra ettiği atölye veya
dükkânda var olan sabit sermayenin (çıkrık, tezgâh vb.) miras ve satış
yoluyla devredilmesi de dahil olmak üzere bütün tasarruf haklarını
sağlamıştır. Bu hakları eline geçiren usta, gerektiğinde başka mahallere
taşınıp müstakil işyerini açarak, Osmanlı loncalarının temel özelliklerinden
birisi olan "bir zanaatın aynı sokak ve mahalde icra edilmesi" ilkesini
uygulamada sona erdirmiştir.
Son olarak da çok sık sözü
edilen ama hiçbir zaman detaylı bir çalışmanın konusu olmamış,
yeniçeri-esnaf ilişkisini ele almak istiyoruz. 16. yüzyıl sonlarından
itibaren imparatorluğun hemen hemen önde gelen bütün şehirlerinde kendini
gösteren yeniçerilerin loncalarla yakınlaşması, yeniçeri ocağının 1826
yılında lağvedilmesine değin yoğun bir biçimde sürmüştür. Şehirden şehre
benzerlikler ve farklılıklar gösteren bu yakınlaşma, başlangıçta esnaf için
bir tehdit unsuru olan yeniçerilerin zamanla esnaflaşması ya da tam tersi
bir şekilde, Kahire örneğindeki gibi, esnafın yeniçerileşmesi veya
imparatorluğun birçok şehrinde olduğu gibi yeniçerilerin esnafa yan
hizmetler sağlayan bir kesim haline dönüşmesine yol açmıştır.
Bu arada, çalışmanın kapsadığı
zaman ve coğrafi sınırlardan da bahsetmek gerekmektedir. Yukarıda söz edilen
gelişmelerin gedik dışında kalanlarının kökenleri 16. yüzyıla uzanmaktadır.
Buna rağmen başlangıç noktası olarak 17. yüzyılın ortasını seçmenin çeşitli
teknik nedenleri vardır. Her şeyden önce, yalnızca bu tarihten sonrası için
İstanbul’daki esnaf loncaları hakkında sistemli ve tama yakın bir bilgiye
ulaşmak mümkündür. Aynı şekilde imparatorluğun diğer büyük şehirlerindeki
(örneğin Kahire, Şam) benzeri örgütlenmelere dair ayrıntılı ve özgün bilgiye
de ancak bu dönemden sonrası için ulaşılabilmektedir.
Evliya Çelebi'nin 17. yüzyıl
ortalarında kaleme alınmış Seyahatnamesi, İstanbul'daki ve Kahire'deki esnaf
loncaları hakkında detaylı bilgiler ve loncalarla ilişiği bulunan nüfusun
büyüklüğü hakkında yaklaşık bir fikir vermektedir.
Yazar, eserine sayısal bazı
veriler de eklediğinden, çalışması Osmanlı loncaları üzerine olan yazımda
özel bir yer tutar (Evliya Çelebi, 1967). 1650'yi başlangıç olarak
seçmemizin diğer bir gerekçesi, Osmanlı sosyal ve iktisadi tarihi üzerine
araştırmaların genellikle klasik dönem sonrası, yani 16. yüzyıldan sonraki
dönem üzerinde yoğunlaşmış olmasıdır. Aslında esnaf loncalarıyla ilgili
olarak imparatorluğun belli bölgeleri için farklı başlangıç noktaları seçme
zorunluluğu ortaya çıkar. Konu üzerindeki çalışmaların yetersizliği
hakkındaki söylediklerimize ilaveten, somut belgelere dayanan Osmanlı sosyal
ve iktisadi tarihinin iddiaların aksine halen emekleme dönemini yaşayan bir
araştırma sahası olduğunu ve araştırmaların çoğunlukla imparatorluğun iyi
belgelenmiş dönem ve bölgeleri üzerinde yoğunlaştığını vurgulamamız gerekir.
Çalışmada 1826 yılının bitiş
noktası olarak seçilmesinin nedeni ise, bu tarihin yeniçeri ocağının
kaldırılması ve Osmanlı İmparatorluğu'nda köklü bir dönüşümün göstergesi
kabul edilen Tanzimat Dönemi'nin günümüz tarih yazımında sembolik de olsa bu
tarihle başlatılmasıdır. Yeniçeri ocağının kaldırılması, aralarında kuşkusuz
Osmanlı topraklarındaki temel üretim ve emek örgütleri olarak esnaf
loncaların da bulunduğu "eski, yerleşik kurumların yıkılmasındaki ilk
adımdır." (Lewis, 1968:99).
Osmanlı bürokrasisi, bu
noktadan sonra aşamalı olarak gerçekleştirdiği merkezileştirme süreciyle
devletin tüm kontrolünü ele geçirmiş ve aralarında loncaların da bulunduğu
sosyal-iktisadi kurumlar üzerindeki kontrolünü azaltmak suretiyle üstünde
taşıdığı modern-öncesi devletin yükümlülüklerini de terk etmeye başlamıştır.
Tanzimat reformlarıyla her alanda kendini gösteren modern devlete geçiş
sürecinde, büyük ölçüde bağımsız bir üretim biçimine dönüşecek şekilde
parçalanmış bulunan esnaf loncaları, o zamana kadar devletin onlara
sağladığı hammadde alımındaki önceliklerinden, vergi ödemedeki kolaylıklara
kadar ayrıcalıklarının birçoğunu yitirmişlerdir. 19. yüzyılın ikinci
yarısına gelindiğinde, Islah-ı Sanayi Komisyonu deneyimi çerçevesinde
loncaların yeniden canlandırılması yönünde bir girişim söz konusu olmuşsa da
bu, ancak sınırlı bir başarıyla sonuçlanmıştır. Böylece, esnaf loncalarının
16. yüzyılda başlayan serüvenleri, imparatorluğun en uzun yüzyılında büyük
ölçüde sona ermiştir.
Çalışmamızın coğrafi sınırlan
kısıtlıdır. Sınırlı sayıda dil bilmemiz ve bazı kaynaklara ulaşamamamız,
üzerinde duracağımız konularla ilgili olarak çalışmamızda imparatorluğun
bölge ve şehirlerine eşitsiz bir vurguyu da beraberinde getirmiştir.
Balkanlar üzerine bazı gözlemlerimizin yanı sıra, bu çalışmanın asıl odak
noktasında bugünkü Türkiye ve Suriye'nin sınırları içinde kalan bölgeler
bulunmakta, imparatorluğun başkenti İstanbul, belge zenginliği nedeniyle
diğer yerleşim merkezlerine göre daha çok yer kaplamaktadır. Balkanlara
imparatorluğun diğer bölgelerine nazaran daha fazla yer ayrılmasının nedeni
ise son yıllarda buradaki lonca örgütleriyle ilgili çok sayıda araştırmanın
gerçekleştirilmiş olmasıdır.
Osmanlı esnaf loncalarının
tarihçesini inceleyenler arasındaki yaygın eğilim, bu kurumlan özellikle
devletle olan ilişkisi açısından ele almak yönünde olmuş, sonuçta lonca
üretiminin sosyo-ekonomik boyutu idari ve kurumsal yanının gölgesinde
kalmıştır.
Sosyal ve iktisadi tarih
açısından bakıldığında, zanaatkarların, vergi mükellefiyetlerinden ziyade
üretici yanlan ön plana çıkar. Kuşkusuz, üretimin sosyo-iktisadi boyutunun
kurumsal ve idari unsurların gölgesinde ele alınması, daha önce de işaret
edildiği gibi Osmanlı endüstri öncesi zanaatsal üretiminin olağan akışının
ortaya çıkarılmasına (Faroqhi, 1989: 90)
bağlıdır ve bu konudaki yetersizlikler, Osmanlı toplumunun tarihsel
gelişiminin dinamiklerini kavramak konusundaki güçlüklerin daha uzun zaman
sürmesine yol açacaktır.
Esnaf loncaları, belirli bir
mesleği karşılıklı kontrol ve yardım esasları çerçevesinde, hiyerarşik bir
işbölümüne dayalı olarak gerçekleştiren kesimlerin bir araya gelip
oluşturdukları kentsel üretim örgütleridir. Osmanlı topraklarındaki esnaf
loncalarının ilk defa ortaya çıktıkları yer ve zaman kesin olarak
bilinememekle beraber,
yukarıdaki tarife uygun bir şekilde etkinlik gösteren loncaların, küçük ya
da büyük farklılıklarla da olsa, 16. yüzyıldan itibaren tüm büyük kasaba ve
şehirlerde var olduğu belgelenmiştir. Loncaların Osmanlı tarihi boyunca
uğradıkları yapısal değişimleri karşılaştırmalı bir bakış açısıyla inceleme
yönünde herhangi bir çaba görülmemektedir.
Burada üstünde duracağımız,
etkileri imparatorluğun bir ucundan diğerine tüm büyük kasaba ve
şehirlerinde hissedilmiş olan gelişmelerin arka planında, kendisini Osmanlı
topraklarında gittikçe daha güçlü bir şekilde hissettiren Avrupa iktisadi
yayılmacılığının yer aldığını belirtmek gerekir.
Bu dönemden sonra,
imparatorluktaki tarımsal üretimin ticarileştiği ve endüstride önde gelen
sektörlerin birçoğunun üretimlerini önemli bir oranda Avrupa'ya yönelik
olarak yapmaya başladıkları belgelenmiştir.
Biz bu ana dek yapılan
çalışmalarda bu sürecin dinamiklerinin yeterince vurgulandığı gerekçesiyle
dikkatimizi daha alt düzeyde gerçekleşen gelişmelere, yani imparatorluğun
yerel ve içsel dinamiklerine kaydırmayı uygun gördük. Aşağıda
inceleyeceğimiz gelişmeler, buzdağının sadece su üstündeki kısmını
oluşturmaktadır. Çalışmanın üzerinde yoğunlaştığı dönem boyunca, başta
sermayenin niteliğindeki değişiklikler olmak üzere, kredinin yaygınlaşması,
devletin belli alanlarda fabrikalaşma girişimleri (özellikle 18. ve 19.
yüzyılda), merkez ve taşradaki yeni mali kurum ve uygulamalar (malikane,
esham, vb.), farklı siyasi güçlerin ortaya çıkışı (ayan, vb.), tağşişler,
enflasyon, teknolojik değişiklikler, savaşlar, şirketleşme çabaları gibi
kimi içsel kimi de dışsal kaynaklı birçok gelişme, esnafın durumunun
şekillenmesinde çok önemli rol oynamıştır. Burada atmak istediğimiz adım bir
başlangıç olup, yaygın kabul görmüş bir paradigmanın varsayımlarından belki
de en önemlisi olan ve aslında ideolojik sayılabilecek yanını kısmen de olsa
çürütmeye yöneliktir. Bu da genelde bir İslam toplumu olarak ele alınan
Osmanlı toplumunun, işleyişine Avrupa müdahalesi bir etkide bulunmadığı
müddetçe, sosyal ve ekonomik yapısında herhangi bir değişimin söz konusu
olmayacağı ya da çok az olabileceği tezini savunan görüştür.
Benimsediğimiz bakış açısı,
esnaf loncalarının evrimini uzun dönemli bir çerçeveye oturtarak, esnafın
değişen koşullara ayak uyduran ve gerektiğinde geleneklere sarılıp
gerektiğinde de yeni yöntemlere başvurmaktan çekinmeyen bir üretim
örgütlenmesi içinde olduğunu göstermeyi amaçlamaktadır. Bu bağlamda Avrupa
müdahalesi, esnaf loncalarının tarihsel gelişimini şekillendiren birçok
etkenden sadece bir tanesi ve daha önemlisi, yönlendirici olmaktan çok
hızlandırıcı bir etken olarak görülmelidir.
17. yüzyılda bir "dünya
imparatorluğu" olarak Osmanlı İmparatorluğu, Avusturya sınırlarından Hazar
Denizi kıyılarına kadar uzanan ve bünyesinde Belgrat, Bursa, Edirne, Kahire
ve Halep gibi sürekli olarak gelişen büyük ticari merkezleri barındıran
geniş bir alanı kapsamaktaydı.
İstanbul, 1560-1730 yılları
arasında dünyanın en büyük metropolüydü (Murphey, 1990: 115). Kahire ve
Belgrat birbirlerinden çok az farkla, büyüklükte İstanbul'la yarışmaktaydı.
Öte yandan vergiden muaf olanlar hariç 33.000 kişilik nüfusuyla Anadolu'nun
en büyük şehri olan Kayseri gibi bir kent, büyüklük açısından Amsterdam,
Utrecht ve Barselona ile aynı kategoride yer alıyordu (Faroqhi, 1987: 43).
16. yüzyıl başlarında 7.-8.000
nüfuslu bir kasaba olan Tokat, 17. yüzyılın ortalarına gelindiğinde nüfusunu
üçe katlayarak 15.-20.000 seviyelerine ulaşmış daha sonra da bu seküler
artış çizgisini devam ettirmiştir.
Osmanlı kentlerinin çoğu, Kanuni Sultan Süleyman döneminde başlayan ve daha
önce görülmemiş bir büyüme süreci içindeydiler.
Nüfus açısından, Balkanlar'dan
Arap Yarımadası'na farklı oranlarda kendini gösteren bir büyüme eğilimi,
Osmanlı topraklarına 17. yüzyıl ortalarında damgasını vurmuştur. Osmanlı
toplumunun kırsal ve tarıma dayalı doğası, aynı dönemde Avrupa'yı da kasıp
kavuran bu nüfus artışı ve onunla paralel giden sürekli kentleşme eğiliminin
arz ettiği ilk büyük tehditle karşı karşıya kalmıştır. Kasaba ve şehir
merkezlerine sürekli bir insan akınının tüm Osmanlı topraklarında görülen
ortak bir özellik olduğu bu süreç sırasında, Osmanlı devletinin sürgün ve
benzeri yöntemlerle göçü engelleme çabaları başarı sağlayamamıştır.
Bu değişimde gittikçe artan
kanunsuz vergi (Bid'at) taleplerindeki artış kadar, taşrada yaşanan güvensiz
ortam (Anadolu'da özellikle Celali isyanlarından sonra) ve Osmanlı
devletinin vergi politikası gibi birçok etken de rol oynamıştır. Halil
İnalcık, bu süreçte kent nüfusunda ortalama %80 oranında bir artış olduğunu
ileri sürmektedir (İnalcık, 1994:46).
Bütün bunların ışığında, bu
sürekli kentleşme eğiliminin şehir merkezlerinde halkın her türlü ihtiyacını
üreten esnafın örgütlendiği loncalarda ne tür yapısal değişikliklere yol
açtığı bilinememektedir. Bu eğilim, acaba kentlerdeki imalat ve hizmet
sektörlerinin gelişimini ne yönde etkilemiştir? Göç ve kentleşme süreci,
zanaat ve zanaatkarların kent yaşamındaki konumunu ne şekilde değişikliğe
uğratmıştır? Elimizdeki kaynaklar ışığında bu sorulara bazı cevaplar
önermeye çalışıp daha önce verilmiş olan cevapları gözden geçireceğiz.
Öncelikle 17. yüzyılda Osmanlı
kentlerindeki nüfusun büyük bir kesiminin herhangi bir esnaf loncasına
mensup zanaatkarlardan meydana geldiği bir gerçektir.
Endüstri ve ticaretteki bu
yoğun nüfusa rağmen, son dönemlerde yapılan bazı çalışmalar, nüfusun
çoğunluğunun endüstri, ticaret veya diğer tarım dışı faaliyetlerle uğraştığı
Batı Avrupa kentleşme modelinin Osmanlı İmparatorluğu için aynen geçerli
olmadığını ortaya koymuşlardır.
Suraiya Faroqhi'nin Kayseri
örneğinde gösterdiği gibi "kasabalılar arasında çok sayıda kişi ne zanaatkar
ne tüccardı; hayatlarını bağ, bahçe ve hatta tarla ekip biçerek
kazanmaktaydılar. Çünkü kasabanın yanı başındaki bağ ve bahçeler, çok fazla
kâr getirmekteydi" (Faroqhi, 1987: 54).
Bu bilgi ışığında, endüstriyel
üretim faaliyetlerinin gittikçe ağırlıklı bir hal kazandığı Osmanlı
kentlerinde tarımın hiçbir zaman önemini yitirmediğini vurgulamak gerekir.
Nitekim 19. yüzyıla gelindiğinde başta Ankara olmak üzere birçok Osmanlı
ticaret merkezinde sınai üretim, ithal ürünlerinin boğucu tehdidi karşısında
durma noktasına geldiğinde, üreticilerin geçimlerini sağlamak üzere tarımsal
alana yönelmelerini sağlayacak bir manevra alanı mevcuttu.
Osmanlı şehircilik tarihiyle
ilgili elimizde fazla çalışma olmadığından, Rhoads Murphey'in "Osmanlı
kendilik ruhu" olarak tanımladığı olguyla ilgili savını bir adım öteye
taşımak güçtür (Murphey, 1990: 128).
Gelen nüfusun hangi oranda
endüstriyel veya tarımsal alana yöneldikleri büyük olasılıkla şehirden şehre
farklılık göstermekteydi. Elimizdeki kaynaklara dayanarak; imparatorluğun
farklı kentlerinde ve kasabalarında göçmenlerin kentsel üretimle hangi
yollarla bütünleştiği konusunda bazı ölçütler oluşturmak mümkündür.
Hanları ve bekar odalarını
dolduran göçmenlerin zanaat üretimine girmeleri söz konusu olduğunda,
şüphesiz dikkate alınması gereken en önemli nokta, esnaf loncalarının
işleyişine yön veren temel ilkelerdir. Mesleklerin kendilerine has
özellikleri, bu ilkelerin belirlenmesinde önemli bir rol oynamıştır.
Esnaf loncaları, hiyerarşik
temelde örgütlenmiş yapılar olduklarından dışarıdan gelen vasıfsız birinin
istediği bir zanaata rast gele girebilmesi zor, fakat imkânsız değildi.
Osmanlı kentlerinde loncalar,
kağıt üstünde katı hiyerarşik prensiplerle işleyen yapılar olarak
gözükmelerine rağmen, Carlo Poni'nin Bologna loncaları için yaptığı
genelleme ışığında, katılık derecesinin bir lonca tipinden diğerine
farklılık gösterdiğini söylemek, belki daha akla yatkın bir açıklamadır.
Nispeten daha prestijli sayılabilecek ve belli bir sabit sermaye (tezgâh,
vb.) gerektiren ayakkabıcı, semerci ya da terzi gibi zanaatkarlar, büyük
olasılıkla loncalarına kabul için izledikleri ilkelerinde habbazlar, eşek
traşçıları ve benzeri meslek sahiplerinden daha katıydılar (Mantran, 1962:
367).
Öte yandan, kuyumculuk ve
simkeşlik gibi çoğunlukla aile çevreleriyle sınırlı zanaatlar da yapı
itibarıyla oldukça katı ilkelerle donatılmışlardı.
Dolayısıyla her loncanın
kendine has yazısız birtakım kuralları, esnaf tarafından "ecnebi" ve "hamdest"
olarak nitelenen kimselerin loncaya girişini güçleştiriyordu. 18. yüzyılda
ayrıntılı bir şekilde kaleme alınmaya başlayan esnaf nizamnameleri, bu
geleneksel uygulamayı kağıt üstünde perçinlemişlerdir.
Bu nizamlar, üretimi
loncaların tekeli altına alırken, ustalığa terfiyi zorlaştırmış ve
loncaların geleneksel hiyerarşik yapılarını sürdürebilmeleri için tedbirler
almaya çalışmıştır. Fakat bütün faaliyetlerini nizama bağlamaya çalışan
Osmanlı esnafı, bu nizamlarla birçok alanda kendi önünü de tıkamıştır.
Sadece istihdamla ilgili alınan önlemler açısından bakılacak olursa bile,
kabul edilen esnaf nizamlarının uygulamada amacına ulaştığını söylemek büyük
bir yanılgı olacaktır. Çünkü bu konuda esnafa yönelik tehdidin tek kaynağını
her zaman ecnebi veya hamdestler oluşturmuyordu.
Filibe'deki abacı esnafı
örneğinde olduğu gibi, esnaf ustaları, nizamnameyi hiçe sayarak müstakil
dükkânlarını açmaya çalışan çıraklar için benzer bir şikâyeti İstanbul'a
iletmiştir. Şikâyetlerinde "henüz kuşak kuşanmayan, zanaatı yeteri kadar
öğrenmemiş ve icazeti almamış olan" çırakların işyeri açmalarının
yasaklanmasını rica eden ustalar, devletin müdahalesini talep etmişlerdir.
Bu şikâyeti yerinde bulan İstanbul'daki yönetim, gönderdiği bir fermanla
çırakları şartları yerine getirmeden işyeri açmaktan men etmiş ve bu konuyu
takip etmek üzere mahalli idareyi sorumlu kılmıştır.
1742 yılına ait bir hükümde
nizama karşı çıkarak "destgâh" açmaya çalışan İstanbul'daki kadifeci
esnafının çırakları ve onlara hamilik eden bazı esnaf usta ve yöneticileri
de aynı şekilde bu eylemlerinden men edilmiştir.
Elimizdeki belgelerde lonca
nizamların uygulanması konusunda duyarlı bir tavır takındığı gözlenen
İstanbul yönetiminin, esnafın tehdit kabul ettiği gelişmeleri önlemek
konusunda hem başkentte, hem de taşrada esnafla yoğun bir işbirliği içinde
olduğu izlenimi ortaya çıkmaktadır.
Bu çerçevede nizamların esnafın karşı karşıya kaldığı tehditleri azaltmak
yönünde sadece geçici bir rahatlık getirdiği söylenebilir.
Lonca nizamnamelerinin katı
kurallarına takılıp esnaf saflarına giremeyen göçmenler, İstanbul'da
önceleri ipek ve diğer kumaşların ve 18. yüzyıl sonundan itibaren de
özellikle İngiliz dokuması kumaşların mahalle aralarında satışına
(koltukçuluk) yönelmişlerdir (Mantran, 1962: 369).
Taşrada ise ucuz İngiliz
kumaşı satmanın yanında herhangi bir loncayla ilişiği olmadan tütün ve kahve
pazarlamacılığı yapmanın zaman içinde oldukça rağbet gördüğü söylenebilir.
Öte yandan, işgücünün devletin
inşaat etkinlikleri için ihtiyaç duyulan büyük kısmı yeni göçenlerin çoğunun
işe alınmak için bekledikleri amele pazarlarından sağlanmaktaydı. Nitekim
18. yüzyılın ilk çeyreğinde Sadrazam Damat İbrahim Paşa'nın öncülüğünde
gerçekleşen İstanbul'daki mimari seferberlik, işgücü temin etmek konusunda
herhangi bir sıkıntı çekmemiştir (Aktepe, 1958:45-60).
Diğer yandan, Suraiya
Faroqhi'nin de tespit ettiği gibi, göçmenlerin bir kısmının da şehir
civarındaki bağ ve bahçelerde iş tutma şansı her zaman vardı (Faroqhi,
1998:167).
Göçmenlerin bu ve benzeri
yetenek gerektirmeyen işlerde istihdam edilmek suretiyle şehir ekonomisiyle
bütünleşmeleri, zaman içinde çok daha sistemli bir hal kazanmış ve başta
inşaat sektörü olmak üzere birçok sektörde işgücünün gittikçe artan bir
şekilde bu kesimden sağlandığı görülmeye başlamıştır. Bu çerçevede,
kaynaklarda karşımıza çoğunlukla ehl-i fesad yuvası olarak çıkan mahalle
kahveleri, örgütsüz işgücünün bir arada bulunduğu mekânlar olarak gittikçe
yaygınlaşmıştır.
16. yüzyılın sonundan
itibaren, İstanbul'da her zanaat için tespit edilmiş olan dükkân ve atölye
sayısındaki kotalarda büyük bir artış olmuştur. 16. yüzyılda sayılan 700 ile
sınırlı olan debbağhanelerin sayısı 17. yüzyılda 3000'e çıkarken, 100 olarak
belirlenen dantel atölyelerinin sayısı kısa bir sürede 318'e yükselmiştir
(İnalcık, 1994:158).
Bu dönemden sonra, dükkânların
sayısının belirlenmesinde önemli rol oynayan ihtisab düzenlemesinin
uygulamada etkinliğini yitirmeye başladığı gözlemlenmektedir (Mantran, 1957)
.
Büyük şehirlerde hu döneme
kadar fiyatların tespiti konusunda tek yetkili gibi gözüken muhtesibin artık
eskisi gibi yetkin olmadığı, fiyatları (narhı) çoğunlukla esnafın kendisinin
belirlemeye başladığı ve bu konuda kadıyla yakın bir işbirliğine girdikleri
gözlemlenmektedir (Rafeq, 1991:506).
Loncalar, 17. yüzyılda sadece
fiyatların değil dükkânların sayısının arttırılıp arttırılmamasıyla ilgili
karar sürecine de doğrudan müdahale etmeye başlamışlardır (Kütükoğlu,
1986:59-60). Mehmet Genç, 18. yüzyıl başlarında Girit'teki sabunhanelerin
sayısının imparatorluk içinden ve dışarıdan gelen talep karşısında on-yirmi
yıllık bir sürede 10 mislinden fazla arttığını ortaya koymuştur (Genç,
1984:53).
Özer Ergenç'in çalışması bu
konuda 16. yüzyılda gerçekleşmiş önemli bir gelişmeye daha işaret
etmektedir. Bu da büyüyen ve iyileşen pazar şartlan karşısında esnafın sof
üretimindeki işbölümünü safhalara bölmesi ve farklı meslek erbabı ve yeni
istihdam olanakları oluşturmasıdır (Ergenç, 1995:100-101).
Benzer bir gözlem Halil
İnalcık tarafından yine aynı dönemde geniş dış pazar olanaklarına sahip
Bursa ipek dokumacıları için yapılmıştır (İnalcık, 1969:114-115). Piyasadaki
olumlu değişiklikleri göz önüne alarak, varolan işbölümü çerçevesinde yeni
birimlerin oluşumuna izin veren esnaf loncaları, bunun tam tersi durumlarda
ya tamamen ortadan kalkmış ya da başka loncalarla birleşmeye gitmiştir.
Abdul-Karim Rafeq, 18.
yüzyılda Şam'da farklı türden takkeler üreten iki loncanın (ta'ifat tawaqi
al-zarba ve ta'ifat tawaqi al-mikhmal) ya ortadan tamamen kalktıklarını ya
da birleşerek yeni bir isim aldıklarına işaret etmektedir (Rafeq,
1991:497-498).
Ta'ifat al-tawaqiyya ismi
altında ortaya çıkan yeni lonca, kalıp kullanarak şapka üretmekte
uzmanlaşmıştır. Aşağıda da ele alacağımız gibi, iktisadi güçlükler ve artan
mali baskılar, imparatorluğun birçok şehrinde küçük loncaların kendilerini
büyük loncalara "yamak" olarak bağlamalarına yol açmıştır. Bazı esnaf
loncalarının kaderini ise merkezî veya yerel hükümetin koyduğu yasaklar
belirlemiştir. Şam'da 18. ve 19. yüzyıllarda sigara yasağının kaldırılışının
hemen ardından birkaç lonca ortaya çıkmış, yine kahveyle ilgili dönem dönem
yaşanan yasaklar, bu alanda uzmanlaşmış loncaların durumunu doğrudan
etkilemiştir (Rafeq, 1991:498).
Diğer yandan, şartların çok
iyi olmadığı bir dönemde, piyasanın ihtiyacından fazla dükkân açma girişimi,
"bais-i ihtilal" (başkaldırı girişimi) gerekçesiyle engellenmiştir.
18. yüzyılın başlarında,
büyüyen piyasa karşısında bazı lonca mensuplarının bağlı bulunduktan
loncadan koparak bulundukları şehrin kenar mahallelerinde dükkân açmaya
başladıkları gözlemlenmektedir. "Bais-i ihtilal" olarak addedilen bir diğer
önemli durum, esnaf loncalarının birbirlerinin alanını ihlal ederek işlerine
müdahale etmeleridir.
Dina Khoury, Musul örneğinde
loncanın bünyesinde, bu konu etrafında başka bir çatışmanın da cereyan
ettiğini göstermiştir. Büyüyen pazar olanakları sonucu tekstille uğraşan
loncaların usta ve kalfaları arasında yeni dükkânlar açılması ve yeni üretim
teknolojilerinin kullanılması konusunda ihtilaf ortaya çıkmış, bu ihtilaf
genellikle lonca dışında üretim gerçekleştiren grupların işine yaramıştır (Khoury,
1998. 140-141).
Lonca dışında gerçekleştirilen
üretim, Musul benzeri surlarla çevrili şehirlerde özellikle sur dışında
gelişme fırsatı bulmuş ve göçmen nüfusa çalışma olanakları sağlamıştır.
Daha 16. yüzyılda nüfusunun ve
kent mekânının büyümesine paralel olarak aynı zanaatın farklı mahallelerde
lonca olarak örgütlendiği gözlenen Ankara'nın
18. yüzyıla gelindiğinde sur dışında gelişen sektörleriyle geniş bir kesime
iş olanakları sağladığı bilinmektedir. Her iki şehrin de şansları, tarımsal
hammadde kaynaklarına yakın hatta iç içe olmalarından ve buralardaki
endüstriyel üretimin konjonktürel gelişmelere göre kentten kırsala
kayabilecek bir esneklikte örgütlenmiş olmasından kaynaklanıyordu.
Anadolu ve Arap vilayetlerinde
lonca çatısı dışında ortaya çıkan üretim mekanizmaları ancak 18. yüzyılda
açık bir şekilde kendilerini göstermişlerdir. Balkanlar ise benzeri
gelişmeleri daha 16. yüzyılda yaşamaya başlamışlardı. Seriye kayıtlarına
dayanarak Bulgaristan'daki loncaları inceleyen Nikolay Todorov, 16.
yüzyıldan itibaren Balkan şehirlerinde herhangi bir loncaya mensup
olmaksızın faaliyet gösteren çok sayıda zanaatkarın varlığına dikkat
çekmektedir (Todorov, 1983:113).
Todorov, bu insanların "çevre
köy ve şehirlerden ya da dış yerleşim bölgelerinden gelen zanaatkarlar"
olduklarını ve "16. yüzyılın sonuna dek bölgenin belli başlı kent
merkezlerinde gözle görülür bir sosyal sınıf oluşturdukları" savını ileri
sürmektedir (Todorov, 1983:119).
Sofya ve Ruse loncaları,
kontrolleri dışında gerçekleştirilen zanaatsal faaliyetler karşısında
kayıtsız kalmamışlardır. Ruse'deki ayakkabıcı esnafı, devletin yerel
temsilcilerine herhangi bir loncaya üye olmayan ve "topraklarına yabancı
bazı eşhasın" çizme ve ayakkabı yapmakta olduklarına dair şikâyet dilekçesi
vermişlerdi (age.). Bazı loncalar, örneğin Sofya'daki kürkçüler, yabancı
kişilerin lonca dışı etkinliklerini bildirmek için başkent İstanbul'a
temsilci göndermişlerdi (Todorov, 1977: III/4).
Aynı şikâyet, "tüm
zanaatkarların hem hammadde arzında hem de malların üretiminde kurulu düzene
uymalarını" isteyen şapkacıların dilekçesinde de dile getirilmekteydi (Todorov,
1983:119). Peter Sugar, lonca üyelerinin bu değişime farklı tepki
verdiklerini, 18. yüzyıldan başlayarak "lonca üyelerinin çoğunluğunun hem
lonca yapısı dahilinde hem dışında örgütlenmeye çalıştıklarını, böylece de
loncaları daha da zayıflattıklarını" ileri sürmektedir (Sugar, 1977:228). Bu
sürecin sonucu, loncalarda örgütlenmiş zanaatlerin çoğunluğunun sağda solda
mantar gibi türeyen zanaatkarlar tarafından bireysel atölyelerde yapılmaya
başlanması olmuştur. Bu kuralın dışında kalanlar ise, yeniçerilerin giysi
ihtiyaçlarını sağlamak gibi sabit bir talebe yönelik üretim yapan (Selanik
yün kumaş dokumacıları, vb.) loncalardı (Genç, 1993:3-6).
Var olan kontrol
mekanizmalarının loncaları iç göç ve fiyat dalgalanmalarının gittikçe artan
tehdidinden koruyamadıkları Balkan şehirlerinin aksine, başkent İstanbul,
loncalara mal ve hizmet üretimindeki üstünlüklerini koruyabilecekleri uygun
ortamı sağlamaktaydı. Devlet, çoğu zaman bu kurumların varlığına yönelen
tehditler karşısında esnafla işbirliğine gitmiştir (Refik, 1988, belgeler
no. 78,79 ve 254).
18. yüzyılın ilk çeyreğinde
başkentte gedik uygulamasının doğuşu ve kısa sürede uygulamada
başarıya ulaşmasının arkasında, temelde lonca üyelerini, bağımsız
girişimcilerin zanaat ve ticaretle artmakta olan uğraşılarından korumak
yatıyordu. Tüm bu sorunlara karşın ayakta kalmayı başaran loncalar, 18.
yüzyılın kalan kısmında Balkan kent ve kasabalarında da aynı uygulamadan
faydalanabilmek için İstanbul'a başvurmaktaydılar.
Loncalar konusunda kesinlikle
en iyi belgelenmiş şehirlerden biri olan 17. yüzyıl Bursa'sı, bize
loncaların yanında fason üretim (putting-out) gibi farklı
üretim biçimlerinin gerçekleştiği ilginç bir tablo sunar. Loncaların azami
ölçüde geliştikleri ana alan olan ipek endüstrisi, evde fason üretiminin de
esas gelişim sahası olmuştur. Tüccar, hem emek istihdamı hem de sermaye
yatırımı işlevlerini yerine getirip; Avrupa'daki endüstrileşme sürecinin
başlangıcında ortaya çıkan sistemden pek de farklı olmayan bir biçimde
üretimi örgütleyen girişimci rolüne soyunmuştur.
Haim Gerber, herhangi bir
lonca ile ilişki içinde olmayıp, fason üretim dışında kalarak bağımsız
olarak faaliyetlerini sürdüren bireysel zanaatkarların da Bursa üretim
ağında hiç de göz ardı edilmeyecek bir sayıda olduğunu ortaya koymuştur (Gerber,
1988:53). İmparatorluğun diğer şehirlerine göre Bursa'daki loncalara girişi
de sadece belli koşulların yerine getirilmesine bağlayan Gerber, diğer
meslektaşları gibi vergisini ödediği ve zanaatında yetkinliğini kanıtladığı
sürece herkesin esnaf loncalarına girebileceğini ileri sürmüştür (Gerber,
1988: 64).
Bu bağlamda Bursa'daki esnaf
loncalarının aslında düşünüldüğünden çok daha esnek bir yapıya sahip olduğu
sonucuna varan Gerber, yaptığı çalışmaların hemen tamamında Osman Nuri
Ergin'in "Mecelle-i Umur-u Belediye" kitabını temel kaynak olarak
kullanıp, onun görüşlerini aynen benimseyen hocası Baer'in tezini kısmen
çürütmüştür. Birçok çalışmasında esnafın tamamen devlet güdümünde ve sert
hiyerarşik ilkelerle işleyen kurumlar olduğunu kabul eden Baer, nispeten
daha geç sayılabilecek çalışmalarında Gerber'in bulgularından yararlanarak
özellikle İstanbul dışındaki esnaf loncalarının özerklik derecesinin hiç de
küçümsenemeyecek bir boyutta olduğunu göstermeye çalışmıştır.
14. yüzyılda imparatorluğun
başkenti olan Bursa, 17. yüzyılda belirgin bir büyüme hızına tanık olmuştur.
Büyüyen iç ve uluslararası talep sayesinde, ipek endüstrisi, üç üretim
biçiminin bir arada bulunabildiği barışçıl bir ortam sağlamıştır (Faroqhi,
1989:117). Başta hammadde sağlanması olmak üzere birçok alanda aracı olarak
rol oynayan tüccarların buradaki etkinliklerinin önemi şüphe götürmez. Bir
maddenin üretiminde uzmanlaşmış olup olmadığı fark etmeksizin,
imparatorluğun diğer şehirlerinin çoğunda, loncalar, devlet organlarından
zanaatleri için gerekli hammaddeden belirli miktarda alabilen tek kurumdu.
Tüccarların bu zanaatla bu denli ilgilenmelerinin nedeninin ipeğin doğası ya
da üretim sürecindeki basamaklar olması olasılığından söz edebiliriz.
Şehirdeki ikinci büyük imalat
sektörünü oluşturan debbağların, 17. yüzyılda hemen hemen tamamı loncaların
çatısı altında örgütlenmişlerdi. Geleneksel işbölümüyle sürdürülen deri
üretiminin aksine, Bursa'da ipek üretimi, kadın ve çocukları da içeren lonca
mensubu olmayan bireylerin hiçbir lonca çatısı altına girmeyerek evlerinden
üretime katıldıkları bir örnek olarak ortaya çıkmaktadır. Loncaların da bir
biçimde fason üretim ağını örgütlemiş olabilecekleri savlanabilirse de,
eldeki kaynaklar bu konunun aydınlatılmasına izin vermemektedir.
Bursa'nınkine çok benzer bir durum da ipek endüstrisinde fason üretim
sisteminin yerini fabrika sisteminin aldığı Halep'te görülmektedir.
Halep'in talihi, kırsal ve
küçük kasaba tipi üretim çöktüğünde "yaşamını idame şansının olağanüstü
zayıf olduğu güvenliksiz kırsaldan gelen mültecilerle tıka basa dolu bir
yere dönüştüğünde" tersine dönmüştür (Faroqhi, 1989:94). Ancak 18. yüzyılın
ikinci çeyreğinden itibaren taleplerini lonca dışı zanaatkarlara ısmarlayan
tüccarlar sayesinde başta ipek endüstrisi olmak üzere bazı sektörler yeniden
canlanmıştır. 18. yüzyıl ortalarında şehirde 157 civarında esnaf loncası
bulunduğunu belirten Marcus, ipek ve tekstil sektörlerinde maaşlı işçilerin
yaygın bir şekilde çalıştırıldığını tespit etmiştir. Aslında büyük piyasa
talebiyle genişleyen Halep tekstil endüstrisi, uzun zamandır nüfusun
çoğunluğunu ücretli işçi olarak istihdam etmekteydi. Marcus'un ortaya
koyduğu gibi, 18. yüzyılın ikinci yarısında tekstil endüstrisindeki
zanaatkarların çoğu sipariş üzerine çalışıyor, geleneksel olarak bu sektörde
yer alan loncalar ise yalnızca iç pazarın talebini karşılıyordu (Marcus,
1989:164-165).
Şam'daki bütün üretim
faaliyetleri loncaların kontrolü altındaydı. Kent, hacıların buluşma yeri
olduğundan, buradaki tüm ekonomik hayat, sayıları yılda otuz bini bulan
hacıların taleplerini karşılamaya yönelik çalışan loncalar etrafında
yoğunlaşmıştı (Rafeq, 1976:157).
Mekke'ye yakınlığı gibi dinsel
bazı nedenlerden ötürü yabancılara kapalı olduğundan, 17. ve 18. yüzyıllarda
kentin istikrarlı ekonomik hayatına yönelen tek tehdit, aşağıda incelenecek
olan yerel yeniçeri ocağından kaynaklanmaktaydı. 18. yüzyılın sonuna doğru
ise, özellikle tekstil üretimiyle uğraşan loncalar, İngiliz kumaşı gibi
yabancı ürünlerin rekabetinden kaynaklanan daha önemli bir tehditle
karşılaştılar, İngiliz kumaşlarının gelişi, Hac kervanlarının peşine takılan
tüccar ve çerçiler sayesindeydi. Avrupa'yı ziyarete giden yerli
Hıristiyanlar da, başta kumaş olmak üzere yabancı malların bölgeye girişinde
önemli rol oynuyorlardı (Rafeq, 1976:158). 18. yüzyılın ortalarından
itibaren sadece Şam'da değil Levent bölgesinin tamamında İngiliz
dokumalarının pazarı büyük bir hacme ulaşmıştır. Bu döneme kadar uzun
mesafeli ticaret vasıtasıyla bu tür malları Osmanlı şehirlerine pazarlayan
ve loncalarla uyum içinde çalışan tüccarlar, bundan sonra faaliyetlerini
loncaların aleyhine gelişecek bir zemine taşımışlardır.
Esnaf loncalarının sosyo-ekonomik
hayatında yukarıdaki gelişmeler yaşanırken, devletin mali alanda ürettiği
politikalar, esnafın mülkiyetle ilgili meselelerinde önemli değişikliklere
yol açmıştır. Bugüne değin araştırmacılar arasındaki yaygın eğilim vakıf
olgusunu lonca gibi kentsel yapılardan bağımsız olarak ele almak yönünde
olmuş ve vakfın sosyal ve ekonomik yaşantıdaki rolü ayrıntılı bir şekilde
incelenmemiştir.
Osmanlı vakıfları üzerine bu
ana dek yapılmış en kapsamlı sayılabilecek çalışmada, Barnes, bu kurumun
gelişimini sadece tarikat, cami ve yeniçeri ocağı ekseninde ele alıp
vakıfların başta esnaf olmak üzere diğer iktisadi kurum ve uygulamalarla
olan ilişkisini en az düzeyde ele almıştır (Barnes, 1986:50-60). Ekonominin
artık neredeyse tamamen naktileştiği
18. yüzyılda vakıfların ekonomik işlevlerinin sosyal işlevlerinin önüne
geçtiği ve devletin vakıflarla ilgili politikasında önemli değişiklikler
gerçekleştirdiği düşünülürse bu alanda yeni bir bakış açısının gerekliliği
ortadadır.
Vakıflar,
Osmanlı İmparatorluğunun ilk zamanlarından itibaren, kasaba ve kentlerde,
Sultanlar, Valide Sultanlar ve sadrazam, başdefterdar gibi yüksek düzey
memurlar tarafından kurula gelmişlerdir. Başlangıçtan itibaren vakıflar, hem
mali, hem idari bakımdan özerk kurumlar olarak, fethedilen kentlerde
kültürel ve ticari kompleksler oluşturmakla yükümlüydüler (İnalcık,
1994:142-143).
Vakfa gelir temin eden ticari
yapıların başında gelen bedestenlerin kurulması ya da yenilenmesi, Kudüs'te
olduğu gibi, fethedilen bölgenin Osmanlılaştırılmasında önemli bir rol
oynuyordu (Cohen, 1989:6-8). Osmanlılar, kasabadaki insanları çalıştırmak
suretiyle merkez bedestenin çevresinde dükkânlar kuruyor, bu dükkânlar da
dallara ayrılıp caddenin iki yanında sıralanarak bir zanaate mensup
kimselerin ya da aynı tür mallar satan tüccarların işgal ettiği bir pazar
oluşturuyorlardı-(İnalcık, 1994:142-143).
Tatar, Pazarcık, Filibe,
Saraybosna, Sofya, Üsküp, Manastır, Serez ve Selanik gibi Balkan
şehirlerinin çoğunda, ticari faaliyetler bedestenler etrafında odaklanıyor,
şehirler de bu merkez temelinde gelişme imkanı buluyorlardı. Evliya
Çelebi'den öğrendiklerimiz, başta Anadolu şehirleri olmak üzere Osmanlı
kentlerinin ticari alanlarının 17. yüzyılda oldukça planlı ve işlevsel bir
şekilde ortaya çıkmış bulundukları yönündedir.
Arasta, çarşı veya
bedestendeki dükkân ve atölyelerin mülkiyetlerinin vakıflarda olması,
kelimenin gerçek anlamıyla kiracı konumunda olan zanaatkar ve tüccarların
vakıf yönetiminin tespit ettiği belli bir miktar kirayı ödediği anlamına
geliyordu. Barnes'in ortaya koyduğu gibi, bedestendeki dükkânların kiraları,
vakıfların ana gelir kaynağını oluşturuyor ve taraflar arasında yapılan
akit, vakıf yönetimine dükkânda yer alan malların korunması gibi bir
yükümlülük dışında başka bir külfet getirmiyordu (Barnes, 1896:50).
İcare-i vahide
denilen ve kısa vadeli (günlük, haftalık, aylık
veya yıllık) belli bir kira karşılığında vakıf dükkân veya atölyelerini
kiralayan esnaf ustaları, yapılan akde göre vakıf mütevellisine sadece
normal kira bedelini ödemek ve kira akdi süresince bu mekândan yararlanma
hakkına sahiptir. Kiracının kiraladığı mekândan hayatı boyunca tasarruf
etmesi veya vefatı durumunda evladına devretmesi mümkün değildir. Kira
süresi dolduğunda vakfın yöneticisi söz konusu mekânı eski kiracıya hiçbir
ayrıcalık tanımadan başka birisine yeniden kiraya verebilecektir (Yüksel,
1998:103-120).
Kiralamanın işyerlerinin konum
ve hallerine göre tespit edilen bir rayice göre yapıldığı düşünülürse, vakıf
yöneticilerinin kiracılarını, yani esnaf ustalarını zor durumda bırakmış
olmaları olası gözükmüyor. Ancak enflasyonist eğilimlerin arttığı dönemlerde
tüm kiralarda ayarlamalar söz konusu olmuş olabilir. Bu bilgiler ışığında
belli bir iktisadi istikrarın olduğu klasik dönemde esnaf-vakıf ilişkisinin
belli bir dengeye oturduğu iddia edilebilir. Bu da mekânsal olarak esnafın
zanaatlarını bir arada icra etmelerini kolaylaştırmıştır.
17. yüzyıldan itibaren bu
denge bozulmaya başlamıştır. Özellikle yerel eşraf ve Osmanlı devlet
memurlarının, daha iktisadi bazı saiklerle evkaf kurmaya başlamaları bunda
önemli bir rol oynamıştır. Devletin vergi politikası uzun süreli savaşların
masraflarıyla ancak başa çıkabildiğinden, devlet memurları (askeri
mensupları) ve yerel eşraftan oluşan toprak sahipleri, malvarlıklarını,
kalıcı olacak ve onlara sabit kira garantisi sağlayacak biçimde, vakıf
nezdinde çarşı, dükkân, hamam, depo, atölye, fırın, değirmen gibi ticari
binalara (müsakkafat) dönüştürmeye başladılar (Barbir, 1980: 32).
Bu insanlar, vergi yükünden ve
müsadereden kaçmanın o dönemde en iyi yolu olarak gözüken yöntemle yeni
vakıflar kurup onlara kendilerini mütevelli olarak atarken, diğer yandan da
devlet mülkiyetindeki, özellikle müsakkafat niteliğine sahip ve bakıma
muhtaç durumda olan binaları da kurdukları vakıfların taşınmaz listesine
kaydetme uğraşı veriyorlardı. Devletin özellikle bakıma muhtaç binaların
daha fazla harap olmasını önlemek için bu konuda teşvik edici bir tutum
takınmış olması muhtemeldir, örneğin Bizans'ta da 11. yüzyılda manastır
vakıflarının kontrolünde olan ve harap düşmüş birçok mülkün, bu vakıfların
yönetimine dışarıdan yöneticilerin (haristikos) atanması yoluyla ihya
edilmeye çalışıldığı bilinmektedir.
Öte yandan, aynı dönem,
devletin acil nakit ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik olarak, iltizamın
vakıf gelirlerinin yönetimine de yoğun bir şekilde girmesine tanıklık etti.
Bununla, Osmanlı Sultanları, Valide Sultanlar; ve diğer hanedan
mensuplarınca kurulan vakıfların (evkaf-ı selatin) yönetimleri, müzayedede
en yüksek miktarı teklif edene belli dönemler için kiralanmaya başlandı.
Yine bu dönemde, devletin en acımasız politikalarından biri olan müsadere
uygulaması yoğun bir şekilde uygulanmaya başlandı.
18. yüzyıl sonlarında
(1770-1810) ortaya çıkan mali kriz yüzünden müsadereye sistemli bir şekilde
başvuracak olan "devlet, sadece yüksek düzey devlet görevlilerinin değil
aynı zamanda zengin kabul edilen özel şahısların terekelerine de el
koyacaktır (Genç, 1994: 65-66)." Hem bu şahısların müsadere edilen
müsakkafatın, hem de evkaf-ı selatinin ticari mülklerinin mültezimlerle
işletilmesi esnaf üzerindeki mali yüklerin artışını beraberinde getirmiştir.
Aslında mütevelli veya mültezim fark etmeksizin, 18. yüzyılda esnafın kira
konusunda oldukça sıkıntılı bir dönem yaşadığı söylenebilir. Bedestendeki
dükkân ve atölyeler geleneksel olarak cari piyasa oranlarıyla belirlenen
kira oranları, mültezimlerin ve onlardan hiç de aşağı kalmayan
mütevellilerin keyfi artışlarına ve para taleplerine şahit olmuştur.
Mültezimlerin eline bırakılan
sadece dükkânların icarı değildi; aynı zamanda esnafın ödemekle yükümlü
olduğu vergilerin toplanması işi de gittikçe artan bir şekilde iltizam
yoluyla sağlanmaya başlandı. Musul'da 18. yüzyılın ilk yarısında pazar
yeri ve esnaftan vergilerin toplanması, üç büyük ailenin eline verilmişti.
Daha 1716 yılında Musul esnafı kendilerinden ikinci kez vergi talep
edildiğinde, söz konusu verginin halihazırda büyük bir aile tarafından
toplandığını ve bu miktarın merkeze aktarılmadığını beyan etmişlerdi. Dina
Khoury'nin araştırmasından öğrendiğimize göre bundan üç yıl sonra şehir
esnafı, şehirdeki sarayı basarak kendilerinden usulsüz bir şekilde toplanan
vergilerin iadesini talep etmişlerdir (Khoury, 1998:138).
Vakıfların iltizam ve malikane
uygulamasıyla karşı karşıya kalmasının, zanaatlarını bedesten ya da diğer
ticari binalardaki dükkân ve atölyelerinde yürütmekte olan lonca üyeleri
açısından önemi büyüktür. Dükkânlarını eskiden beri çoğunlukla İcare-i
vahide denilen bir kira karşılığı ellerinde tutan ustalar, 18. yüzyılda
icarateyn denilen yöntemin yaygın şekilde uygulanmasıyla yüz yüze
gelmişlerdir.
Bu uygulama çerçevesinde
başlangıçta muaccele denen bir peşin ödeme yapıp daha sonra da
müeccele denen belli bir kirayı yıl sonunda vakıflara ödemek durumunda
olan esnaf ustaları, özellikle mali kriz anlarında oldukça güç durumlara
düşmüşlerdir. Mütevellilerin ve vakıf gelirlerini malikane vasıtasıyla idare
eden mültezimlerin mali açıklarım telafi etmek için müeccelelerde keyfi
artışlara gitmesi, aynı zanaatı icra eden esnaf arasında belirgin bazı
kopmalara yol açmıştır. Talep edilen oranlan ödeyemeyen ustalar, fırsat
bulduklarında başka mahallere taşınmaya başlamışlardır. Diğer yandan, bazı
ustalar İcare-i tavile ya da İcare-i tavile-i resmiye denilen
uzun vadeli kiralama akdiyle dükkânların ve sabit sermayenin bilfiil
sahipleri durumundayken, bazıları da birçok şehirde yüksek kiralarla
başkalarının dükkânlarında çalışıyorlardı. (Khoury, 1998: 141).
Hem evkaf-ı selatin
müsakkafatında zanaat ve ticaret yapanlar, hem de diğer vakıfların
mülklerini, evkaf temsilcileriyle (mütevelli, nazır vb.) imzaladıkları
sözleşmelerle ellerinde tutan ustalar, örfi ve şer'i hukuka başvurarak, bu
yeni gelişmelere büyük tepki gösterdiler. Çünkü bu, her şeyden önce bedesten
ve çarşı düşüncesinin ortaya koyduğu, loncaların mekânsal birliği fikrine
çok ciddi bir tehdit oluşturuyordu. 19. yüzyıl başında, aynı sorunla yüz
yüze kalan İstanbul'daki lonca temsilcileri, Divan-ı Hümayun'a konu hakkında
dilekçelerle başvurmaktaydılar. Ustalar, atölyelerindeki alet ve donanımın
kendilerine ait olduğuna kanıt olarak gedik belgelerini gösteriyor, yeni
uygulamanın yalnızca kendi hayatlarını değil, tüm imparatorluğun ekonomik
yaşantısını mahvedeceğini iddia ediyorlardı. Elde ettikleri sonuç, Sultan'ın,
yayınladığı bir fermanla, mültezimin, zanaatkar ve dükkân sahiplerinin
işlerine karışmasını yasaklaması oldu.
Sürekli büyüyen kentleşme
oranı, geleneksel olarak lonca üyeleriyle sınırlı olan zanaatları el
altından yürüten bireylerin giderek artan sayısı ve gelişme imkanı bulan
alternatif üretim mekanizmaları, imparatorluğun zanaatkar nüfusunun
şikâyetlerine yol açıyordu. Aynı dönem, meslek erbabı şahısların daha çok
gelir getiren zanaatlara hatta seyyar satıcılık gibi alanlara yoğun bir
biçimde yönelmelerine de tanık olmuştur. 18. yüzyılın kesicin kalemli
eleştirmenlerinden birisi durumu şöyle tarif eder:
Ve bir san'attan ve bir
san'ata dahi gidenler; ve kifayet mikdarı ma'işeti var iken Hindistan
seferine giden sandığı yeni bazirganlar; ve san'atı var iken hor görüp
kaldırım üzerinde karpuz bazirganı olup na'ib efendi geldikte dolaşan
zeva'idler; (Develi, 1998:39).
Terzilerden ipek eğiricilere,
18. yüzyıl başından itibaren, bu ve benzeri konularda Divan-ı Hümayun'a
yapılmış çok sayıda şikâyet vardır.
Bu şikâyetlerin kökeni daha önce belirttiğimiz gibi, göçmenlerin İstanbul,
Kayseri, Halep gibi kentleri doldurmaya başladıkları döneme uzanır. Lonca
mensubu ustalar, lonca dışı bireylerin gittikçe artan bir oranda zanaat ve
ticaretle uğraşmalarına tepki olarak, loncanın devletle ilişkilerinin
düzenleyicisi olan kethüdaya, alet ve donanımlarını (alat-ı lazime-i malume)
bir senet karşılığında kendi adlarına kaydederek, gedik altında yeni bir
kurum geliştirdiler (Akarlı, 1986: 225).
Gerçekte, farklı lonca
üyelerinin bir araya gelerek, gedik konusunda nasıl ortak bir karar
aldıklarına dair süreç bugüne dek aydınlatılmamıştır. Gabriel Baer, bu
uygulamanın devlet tarafından yukarıdan uygulamaya sokulduğunu
savlamaktadır. Bu yeni düzenlemenin esas amacı, belli bir alanda uzmanlaşmış
ustaların konumlarını güvence altına almaktı. Böylece gedik, üretim ve
hizmet sektöründe kaç kişinin çalışacağı ve bu iş kolunda kaç dükkân
açılacağını belirlemek yönünde atılmış tekelci bir adım olarak kabul
edilebilir (Ergin, 1922:656). Fakat daha sonra orijinal hedefinden çok
farklı bir gelişme çizgisi izlemiş ve bir nevi hisse senedi haline
dönüşmüştür.
Araştırmacılar arasında
gediğin ortaya çıkış tarihinin 1727 yılı olduğu yönünde bir görüş birliği
vardır. Osman Nuri Ergin'in yayınladığı ve H. 1198/1726 yılına ait bir belge
ise gediğin bu tarihten önce farklı bir anlam taşıdığını göstermektedir. Bu
belgede gedik, karşımıza bir zanaatın icra edildiği mekân olarak
çıkmaktadır. Vezir Hanı'ndaki basmacı esnafının şikâyetlerini dile getiren
bu belgenin içeriği şöyledir:
Hirfetimiz erbabı kadimden
ancak yirmi yedi gedik ve karhanelerimiz ber-muceb-i ferman ali han-ı
mezkura mahsus olup bu ana gelince şakirdlerimiz üstada hidmet ile mahareti
nümayan ve pir-perver olduklarından sonra gedik erbabından bir üstad yanına
halife veyahud şerik olup ba'dehu gedik düştükte cümle ittifakıyla kendüye
gedik verilmek ve ahar diyardan gelip hirfetimiz erbabından olmak üzere
iddia edenlerin sa-nat-ı mezkurede maharetleri nümayan olduktan sonra
mu'temedün-aleyh kefili ile kezalik gedik erbabından bir üstad yanına bir
müddet halife ba'dehu şerik olup mahlul gedik düşdükte yine cümle
ittifakıyla kendüye verilmek mu'tad ve nizamımız olup han-ı mezkurun gayri
ahar mahallerde dükkân ve karhane ihdas etmek memnu iken... l Zilhicce
1138/1726 (Ergin, 922:559).
Son zamanlarda Suraiya Faroqhi
tarafından ortaya atılan bir iddiaya göre, gedik uygulamasının ortaya
çıkışının arkasında iki önemli sebep vardır. Bunlardan birincisi özellikle
ustaların birbirleriyle daha yoğun bir ilişki içinde oldukları zanaatlarda
sabit kurallara duyulan ihtiyaçtır. Bu yüzden gedik, ilk önce zanaatını
kolektif olarak icra eden boyacı ve debbağ esnafı gibi zanaatkarlar
tarafından benimsenmiştir (Faroqhi, 1998a: 143). İkinci sebep olarak da
kalfaların gittikçe artan sayılarım ve ona paralel olarak baskılarını ileri
süren yazar, son analizde Akarlı'nın görüşüne katılarak, gediğin ortaya
çıkış ve yaygınlaşmasını dönemin iktisadi güçlüklerine bağlamaktadır. Her
iki yazar da, gediği esnaf ustalarının zaten sınırlı olan pazarı daha fazla
insanla paylaşmak yerine geleneğe sarılarak tekelci konumlarını güçlendirmek
için geliştirdikleri bir savunma aracı olarak görürler.
İmparatorluğun ekonomik
yaşantısına girişinin ardından, yerel kadının mührüyle ustaya verilen gedik
belgesi, babadan oğula intikal edebilmekteydi. Böyle bir aktarımın
gerçekleşebilmesi için, başlangıçta oğulda aranan tek şart, aynı meslekte
çırak olarak çalışmış olmasıdır. Alet ve donanımın bulunduğu ve zanaatkarın
ticaretini yürüttüğü dükkân veya atölye, gedik senediyle tanınan "icray-ı
sanat ve ticaret" haklarının dışında kalıyordu.
Müstakar, yani yeri sabit
gedikler, sanat ve ticaretin icra edildiği taşınmazın tasarrufunu dolaylı
olarak da olsa gedik senedini elinde tutan şahsa bırakırken, havai, yani
sahibinin istediği yerde sanatını ve ticaretini yapmasını olanaklı kılan
gedikler de ustalara zanaatlarım şartların daha uygun olduğu bir yerde
sürdürebilmeleri için geniş bir manevra alanı sağlıyordu (Ergenç, 1980:
108).
Yukarıda da bahsettiğimiz
gibi, büyük bir kısmı mültezimlerin ve özel şahısların kontrolünde olan
vakıflar, esnafın kullanımında olan ticari emlakin kira bedellerini şartlara
göre ayarlayabiliyorlardı. Gedik senedine sahip ustalar, kira bedelini
karşılayamayacak durumdaysalar başka bir yere taşınarak, müstakil iş
yerlerini açabiliyorlardı. Gedik senedi almaya hak kazanmış bir ustaya
halihazırda çalışmalarını sürdüreceği bir yer verilmiş olduğunu belirtmek
gerekir. Başlangıçta atölye ve dükkânların bulunduğu ticari mahalde işini
sürdüren usta, herhangi bir zorunluluk durumunda bulunduğu yeri terk
edebilir hale geldi. Çünkü, alet ve edevatın mülkiyetini gedik vasıtasıyla
ele geçiren usta, en uygun gördüğü yerde gidip atölye veya dükkân açma
potansiyelini haiz oluyordu, ki bu gelişme, kanımca İstanbul'da uzun vadede
mekânsal birliği parçalayarak, loncaların bozulmasındaki en kritik rollerden
birini oynamıştır.
18. yüzyılda esnaf
loncalarının gedikleşmesi, İstanbul'a özgü bir durum değildi. Randi Deuilhem-Schoem
Şam'daki vakıflarla ilgili çalışmasında gediğin farklı bir isim altında da
olsa (kedek) 19. yüzyılın sonuna kadar şehrin ekonomik hayatında önemli bir
yer işgal ettiğini ortaya koymuştur, ilk defa 1630 yılında Şam'daki
sakalarla ilgili olarak "kedek" den bahsedildiğini belirten yazar,
özellikle vakfiyelerde kedek wakhulu kavramının aynı İstanbul'daki gedik
uygulamasının geçirdiği evrime paralel bir süreçten geçtiğini ileri
sürmektedir. Kedek wa-khulu'nun 19. yüzyıl sonunda vakıf mülkleri üzerinde
uzun dönemli bir kira türü olduğunu söyleyen Deguilhem-Schoem, yapılan kira
sözleşmesiyle dükkân içindeki tüm sabit sermayenin, dükkânın iç mekânının
kullanımının ve burada icra edilen zanaatla ilgili uğraşım hakkının
sözleşmeyi yapana verildiğini belirtmektedir (Deguilhem-Schoem,
1986:,205-206).
Abraham Marcus'tan
öğrendiğimize göre, Halep loncaları da üretimdeki tekellerini garanti altına
almak için, aynı uygulamaya başvurmuştur (Marcus, 1989:178-179-).
Gedik terimi, aynı
İstanbul'daki gibi, "belli bir dükkân ya da atölyede belli bir ticaret ya da
zanaatı yürütme hakkını" ve "alet ve diğer donanımı (taqwima) kullanma
yetkisini" nitelemek için kullanılmıştır (Marcus, 1989:178).
Uygulamada, kişiler gedik
belgelerinin devri sırasında karşılarındakine her iki hakkı da
devrediyorlardı. Bu açıdan devir olgusu, ciddi bir sorunu beraberinde
getirmiştir, ilk dönem için elimizde yeterli belge olmamasına karşın, hem
İstanbul'da, hem de Halep'te gediğin devrinde izlenen en yaygın yolun
babadan oğula miras olduğunu gösteren kanıtlar vardır. "Mersum mürd olmuş
gediği oğluna intikal eylemiştir" cümlesi, 18. yüzyıl sonundaki belgelerde
yoğun bir şekilde kullanılır olmuştur (BOA, Cevdet/iktisat, no. 167, no.
194, no. 411).
Gediklerin Bursa ve İstanbul
gibi büyük şehirlerde alınır satılır hale gelmesi, loncaların geleneksel
işleyiş kurallarına ve özellikle hiyerarşik ilkelerine büyük bir darbe
vurmuştur. Gediklerin sınırlı sayıda olması loncaların ustalığa terfilere
kısıtlamalar koymasına yol açmış, bu da akabinde kalfa ve çıraklık
kademesinde birikmelere yol açmıştır. Gediğin veraset yoluyla
devredilebilmesi, ustanın ölümünde yerine erkek çocuklarından veya yakın
akrabalarından birinin geçmesine olanak tanımış bu da geleneksel terfi
sistemini zayıflatmıştır.
Gedikle ilgili gelişmeler
esnafın durumunda büyük değişikliklere meydan vermiştir. Bu belge,
zanaatkarlara zanaatlarını istedikleri mahalde açtıkları müstakil bir atölye
veya dükkânda sürdürebilmeleri için manevra alanı sağlayarak, uygulamada
daha önce belirttiğimiz gibi lonca üyelerinin zanaatlarını aynı yerde, aynı
bedestende yürütmek zorunda olması ilkesinden büyük bir sapmaya yol
açmıştır.
Bursa ve Musul gibi kentlerde
görülen bir eğilim olarak bir zanaatin icra edildiği yer dışında tek tek
dükkânlar açılması ya da üretimin evde yürütülmesi, 18. yüzyılda İstanbul'da
da yaygınlaşmıştı. Loncalar ise ısrarla, devletten atölye ve dükkân
bloklarının açılmasının önüne geçilmesini talep etmişlerdir. Üsküdar'daki
ayakkabıcılar loncasının şikâyetlerine yanıt olarak, yeni bir dükkân bölgesi
kurulup bu alan dışında dükkân açılmasının yasaklandığı ilan edildi (BOA,
Cevdet/belediye, no.52).
Ancak loncaların dağılma
sürecini başlatan asıl gelişme, lonca üyeleri gedik belgelerini tüccarlardan
aldıkları borçlara karşılık teminat olarak göstermeye başladığında ortaya
çıktı. Akarlı'nm da belirttiği gibi, ustanın borçlarını ödeyememesi, mezatla
dükkândaki sabit sermayeyi, yani çıkrık veya tezgâhları en yüksek fiyatı
verene satmasıyla sonuçlanıyordu (Akarlı, 1986:226).
Bu, dışarıdan birinin loncaya
sınırlı sayıda gedik olmasından dolayı terfi ettirilemeyecek bir usta olarak
veya hiç çıraklık ya da ustalık tecrübesi olmaksızın girmesi anlamına
geliyordu. Aynı sorun, ölen bir ustanın gediğinin ailesine miras olarak
kalması ve onların bunu esnaflıkla ilişiği olmayan birine satması durumunda
da kendini gösteriyordu. Uygulamada ortaya çıkan bütün olumsuzluklara rağmen
gediğin lonca üyeleri açısından belli bir sektörün tekel hakkına sahip
olabilmek için temel koşul olması durumu, 19. yüzyıl ortalarına dek sürdü.
Bu zamana dek zanaatkarların çoğunluğu belgelerini tam bağımsızlık ilan
edebilmek için kullanmıştı ve vakıfla ilgili bölümde anlattığımız gibi,
vakıf olgusundaki değişimler onları halihazırda, zanaatlarım artık
kendilerinden başka kimseye karşı zorunluluk taşımadan yürütebildikleri
dükkânlarının sahibi yapmıştı.
Başlangıçta hiçbir koşulda
ustalık unvanı elde edemeyen yeniçeriler, gedik belgesi almak için uygun
niteliklere sahip değildi. Yerel ocaklarda "yerliyya" adı altında örgütlenen
yeniçerilerin 16. yüzyıldan sonraki işlevlerinin savaş dışında her şeyle
ilgili olduğu bilinmektedir. Yeniçeriler, İstanbul, Kahire ve Şam gibi
şehirlerde özellikle 18. yüzyılda güçlü bir politik ve sosyal kesim haline
gelmişlerdir. Yeniçerilerin zanaat ve loncalarla yakınlaşması 16. yüzyılda
başlamış, 18. yüzyılda bu kesimle iyice iç içe geçen bir görünüm
kazanmıştır.
Mevcut kaynaklar, yeniçeri
kurumundaki bozulmanın Osmanlı İmparatorluğu'nun sosyal, ekonomik ve siyasi
hayatı üzerindeki etkisi konusunda görüş birliği içindedir. 16. yüzyılın
sonlarından itibaren, Osmanlı vakanüvisleri, yeniçerilerin sivil hayata
girip örneğin evlenip aile kurabilmelerini imparatorluğun yaşadığı sosyal ve
ekonomik sıkıntılar arasında doğrudan ilişki kurmaktadırlar. Onlara göre, bu
gelişme, devletin askeri kurumlarının, aşağı görülen ve daha önce asla
askeri kurumlara girmelerine izin verilmeyen reayadan kişilerle dolması
başta olmak üzere birçok olumsuzluğu beraberinde getirmiştir. Bu aynı
zamanda Kınalızade'nin meşhur Daire-i Adliyesinin temel varsayımının
işlevselliğini kaybetmesi anlamına geliyordu.
17. yüzyıldan başlayarak sivil
yaşamın yeniçerilerin zorla sızmayı başardıkları bir alanı zanaat
etkinlikleri ve dolayısıyla loncalardı. Bunun nedeni evlenip kışlanın
dışında yaşamayı seçtiklerinde herhangi bir gelirlerinin olmamasıyla çok
yakından ilintiliydi, İnalcık'in şu satırları lonca tarihinde yeniçeri
faktörüyle ilgili tartışmaların hepsinin başlangıç noktası olarak
alınmalıdır:
Kapıkulu birliklerinin
(yeniçerilerin) kasaba loncalarına girişleri Osmanlı lonca sisteminin
gerilemesinde diğer bir etkendi. Askeri ayrıcalıkları onları muhtesip ve
kadı denetiminden bağışık kılıyor, lonca sistemini kendi çıkarlarına göre
değiştirmelerine olanak tanıyordu. Çoklukla resmi olarak belirlenen piyasa
fiyatını göz ardı ediyor, kaliteyi düşürüyor, önceden ustalık belgesi
almaksızın nerede isterlerse orada dükkân açıyorlardı. Sık sık yerleşik
ustaları onları ortaklığa alıp karlarını bölüşmeye zorluyorlardı. En kötüsü,
hammaddeden geniş çapta kar sağlamalarından ceza almadan
sıyrılabiliyorlardı. Tüm bu etkenler, geleneksel lonca yapısının
dağılmasında ve genel olarak Osmanlı zanaatının gerilemesinde büyük rol
oynuyordu (İnalcık, 1994:158-159).
16. yüzyıldan itibaren
yeniçerilerin Osmanlı şehirlerinde ticari hayata ve zanaatlara gittikçe
artan bir şekilde girdiklerine dair birçok belge vardır. Ergenç'in 16.
Yüzyıl sonu Ankara'sıyla ilgili çalışmasından, o dönemde yeniçerilerin
mudarebe gibi yöntemleri kullanarak, iş yaptıklarını ve şehirde "mevcud
bulunan 9 handan ikisinin" sahibi konumunda olduklarını öğreniyoruz (Ergenç,
1995:132-133).
Mantran'a göre, İstanbul'da
yeniçerilerin zanaatlarla iştigalleri 18. yüzyılda yoğun bir hal kazanmıştır
(Mantran, 1962:393). Osman Nuri Ergin'in yayınladığı bazı belgeler bunu
doğrular niteliktedir (Ergin, 1922: 617-625). Söz konusu gelişmenin en yoğun
şekilde yaşandığı yerin İstanbul olması doğaldır. Çünkü İstanbul,
yeniçerilerin loncalarla, onların etkinliklerinin kontrolünde ve
denetlemesinde aldıkları zabıta rolü nedeniyle sürekli yakın temas halinde
oldukları bir yerdi. Bu yoğun ilişkiler, başkentte yeniçerilerin istedikleri
esnaf koluna girebildikleri şeklinde yorumlanmamalıdır. 1755 yılında
yeniçeriliklerini gerekçe gösterip istedikleri gibi şerbetçilik yapmak
isteyenler şiddetle uyarılarak, söz konusu esnafın "ihtilaline bais"
olmamaları enir edilmiştir (İstanbul Esnaf Tarihi, Cilt 1, 1997: 93-94).
Yeniçerilerin esnafa
müdahalesini körükleyen en önemli gelişme, 17. yüzyılda yaşanmıştır. 17.
yüzyılda yeniçerileri ulufelerini hazineye terk etmeleri koşuluyla
esnaf loncalarında idari pozisyonlara (kethüda, şeyh, yiğitbaşı, vb.) atayan
devlet, bu uygulamasını 18. yüzyılda da sürdürmüştür (Genç, 1994:62).
Bu durum, esnaf loncalarının
idari kısımlarına hem devlet eliyle yeniçerilerin atanması, hem de esnafın
kendi inisiyatifiyle atamalar yapması gibi çift başlı bir anlayışı
doğurmuştur. İnalcık'ın da belgelediği gibi, bu dönemde herhangi bir esnaf
loncası, kendi arasında seçip devletin onayına sunarak kethüdasını
belirleyebilirdi (İnalcık, 1986:135-142). Özellikle mali bunalım
dönemlerinde bu çift başlı idari yapılanma, esnafı çok güç durumda
bırakıyordu. 18. yüzyılda devletin bu idari pozisyonları malikane yöntemiyle
kiraya vermesi, Mehmet Genç'in de belirlediği gibi, aynı malı ve hizmeti
üreten esnaf gruplarının birleşerek üstlerinde oluşan mali yükü azaltmaya
çalışmalarına yol açmıştır (Genç, 1994:62-63).
Özellikle küçük çapta üretim
yapan loncalar, bu gelişme karşısında kendilerinden daha büyük loncalarla
birleşmeye daha doğrusu onlara "yamak" olmaya başladılar. Rafeq'in
araştırmasından öğrendiğimize göre, hem devletten, hem de kendi
yöneticilerinden gelen vergilerle ilgili baskıyı hafifletmeye yönelik bu
eğilim çerçevesinde şapka üretenler (tawaqiyya) terziler loncasına (khayyatin),
hayvan kesiciler (masalkhiyya) ise kasaplara (qassabin) yamak olmuşlardır (Rafeq,
1991:504-505).
Lonca mensubu yerleşik
ustaların, loncalarında yamak gibi yan birimler oluşturmak suretiyle
yeniçeriler dahil olmak üzere dışarıdan gelen baskıları kısmen de olsa
azaltmaya çalıştıkları öne sürülebilecek bir savdır. 1600 öncesinde büyük
yeniçeri garnizonlarının konuşlandırıldığı diğer büyük Osmanlı şehirlerinde
(Kahire, Selanik, Halep, Sofya, vb.) yukarıda sözü edilen gelişmeler, bu
dönemde ya da daha sonra gerçekleşmiştir. Raymond, Kahire üzerine olan
çalışmasında Cabarti'den yeniçerilerle ilgili şu satırları aktarıyor:
Yeniçeriler Kahire'ye
yerleşir yerleşmez, yerel dükkânların sahipleriyle ortaklaşa ticari
etkinliklere giriştiler. Böyle bir ortaklık formülü, esnaf ve zanaatkarların
nasıl sömürüldüklerini tam anlamıyla gözlerden uzak tutmaya yetmiyordu.
Tarihçi Cabarti, bu işletin nasıl döndüğünü daha ileriki bir dönem için son
derece iyi aktarmıştı: Buna göre yeniçeri dükkâna giriyor ve "kapının üstüne
mensubu bulunduğu orta'nın nişan ve rengini taşıyan bir tabela asıyor' ya da
'senin ortağınım' diye yazıyordu". Böylece yeniçeri, dükkânın kendi himayesi
altında bulunduğunu, tüccarın da ortağı (şerik) olduğunu anlattıktan sonra
bütün gününü dükkânda rahatça oturup "çubuk tüttürüp kahve içerek geçiriyor,
dükkân sahibinin hasılatına el koyup bölüşüyordu." (Raymond, 1999: 34).
Ancak Kahire ve Şam gibi
yerlerde de yeniçerilerin rolü, zanaatkar ve tüccarların sömürülmesinden
öteye geçip zanaatların uygulanmasına pek varmıyordu. Kahire'nin
uluslararası ticaretteki gerilemesini askerlerin bu gibi etkinliklerine
bağlayan Andre Raymond, yeniçerilerin loncalarda giderek artan sayılarına
dikkat çekmektedir (Raymond, 1999:34).
Şam'ın ekonomik yaşantısında
-etkileri kırsal kesime dek uzanan- yeniçeri girişimciliğinin başlangıcının
izlerine 1630'da rastlanır (Pascual, 1984).
Halep ve Şam'ın ekonomik
yaşantısında yeniçeri faaliyetleri daha ziyade kasap ve diğer gıda ile
ilgili loncalarda yoğunlaşmıştır. Şam'da kasap ve benzeri loncalar,
hacıların geçtiği Kutsal kentlere giden yolun yer aldığı merkezi semte
egemendir (Rafeq, 1976:304). Zenginleri ve yerel eşrafı koruma rolleri önce
geldiğinden, yeniçerilerin zanaat etkinlikleri yalnızca politik konumlarını
sağlamlaştırmaya yönelik görünmektedir. Burada belirtilmesi gerekli önemli
bir ayrıntı, Şam ve Kahire gibi yeniçerilerin siyasi olarak çok güçlü
oldukları bazı şehirlerde, esnaf ve tüccarın bu siyasi erki kullanmak ya da
en azından korunmalarını temin etmek amacıyla kendilerini belli bir bedel
karşılığı yeniçeri ocaklarına yazdırması gibi bir durumun da söz konusu
olmasıdır (Raymond, 1999:87).
Yerel yöneticilerin
yeniçerilerle ilgili olarak belli dönemlerde İstanbul'a ulaştırdıkları
şikâyetleri çoğu zaman sonuçsuz kalmış, ama 1740'ta Şam'da olduğu gibi
İstanbul'dan ulaşan bir ferman, buradaki yeniçerilerin topyekûn
dağıtılmasını emretmiştir. Kari Barbir'in belirttiği gibi, bu gelişme,
yeniçerilerin o ana değin askeri görevlerinin yanında sürdürdükleri, esnaf
loncası mensubu konumlarının bir nevi teyid edilmesi anlamına geliyordu (Barbir,
1980:92-93). Nitekim aynı dönemde Musul'daki zanaatkarların merkezi
hükümetle olan yazışmalarında gittikçe artan bir şekilde icra ettikleri
zanaatın yanında yeniçeri olduklarını da belirttikleri gözlemlenmektedir (Khoury,
1998:137). Musul, Kahire ve Halep'te artık iyice simbiotik bir hal kazanmış
ilişki çerçevesinde, esnafın geleneksel yapısını muhafaza etme çabası içinde
olması tabii ki düşünülemez.
Balkanlarda yeniçeriler
iktisadi faaliyetlerini daha ziyade tarımsal alanda yoğunlaştırdıklarından
esnaf loncaları üzerinde uzun süre herhangi bir baskı oluşturmamışlardır.
Özellikle 1729'daki Belgrad Antlaşması'nı takiben Sırbistan'a
konuşlandırılan aşağı yukarı 2500 yeniçerinin büyük bir kısmı çiftlikler
kurmak suretiyle çiftçiliğe soyunmuş ve köylülerin üstüne vergiler ve
angaryalar salmaya başlamıştır, Bulgar tarihçilerin son dönemdeki
araştırmaları, yeniçerilerin kırsalda olduğu kadar şehirlerde de, özellikle
18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, gittikçe artan bir. şekilde
varlıklarını hissettirdiklerini ortaya koymuştur. Gueorguieva'nın yeniçeri
terekeleri üzerine yaptığı araştırması 18. yüzyıl sonlarında Sofya'daki
yeniçerilerin önemli bir kısmının zenginliklerini uğraştıkları belli bir
zanaat dalına borçlu olduklarını göstermiştir (Gueorguieva, 1998:60-61).
Sonuç olarak, yeniçerilerin
zanaat ve loncalarla ilintisinin imparatorluğun farklı kentlerinde
benzerlikler ve değişiklikler gösterdiği söylenebilir. Başkentte ve
imparatorluğun Şam, Halep, Kahire, Sofya, Musul gibi büyük ölçekli
şehirlerinde esnaf loncalarıyla iç içe geçmiş bir hal kazanan yeniçeriler,
üretimin yanında diğer hizmetler de veren bir grup haline dönüşmüşlerdir.
Yerel ocaklara kayıtlı olup aynı zamanda ticaret ve zanaatlerini yürüten
yeniçerilerin, başkentte potansiyel bir siyasi güç odağı haline geldikleri,
1730'lardaki ve 1807'deki isyanlarda açıkça ortaya çıkmıştır. Aralarına
hiçbir güçlük çekmeden esnaf ustalarını da çeken yeniçeriler, isyanların
önderleri olarak karşımıza çıkmaktadır (Olson, 1976; 1978).
Kahire'de Mehmed Ali'nin
hükümranlığı yeniçerilerin sonunu getirmiştir. 1826'da başlayan bir süreç,
hem İstanbul hem de Anadolu'da yeniçerilerin topyekûn ortadan kaldırılmasına
yol açmıştır. Yeniçerilerin bu kadar yoğun bir biçimde zanaat ve loncalarla
ilişkisi göz önüne alındığında, kurumun 1826'da lağvedilmesinin Osmanlı
kentlerinin sosyo-ekonomik gelişimini nasıl etkilediği yeniden
değerlendirilmelidir.
Sonuç
Osmanlı esnaf loncaların
tarihi, 17. yüzyıldan 19. yüzyılın ilk çeyreğine dek birçok bakımdan
belirsizlikler içermektedir. Aslında, her zanaat ve ticaret dalı farklı bir
iş kimliğini ve kültürünü yansıttığından, her loncanın kendisine özgü bir
evrim süreci yaşamış olması ve bahsettiğimiz gelişmelere bu temelde tepki
vermiş olması kuvvetle muhtemeldir (Poni, 1989:80-81). Bu yazıda esnaf
loncalarının klasik dönem sonrası ortaya çıkan bazı gelişmeler karşısında
gösterdiği uyum ve dönüşümü, imparatorluğun ticari yaşamında gerçekleşen
bazı değişiklikleri arka plana itme pahasına açıklamaya çalıştık.
Araştırmacılar halen büyük bir
gayretle 17. yüzyıl ve sonrası Osmanlı kentlerinin sosyal ve iktisadi
gelişimi üzerinde çalışıyorlar. Son dönemde bu alanda yazılan monografilerin
sayısında belirli bir artış gözlenmektedir.
Loncalar gibi sivil kurumların
17. yüzyıl sonrası yaşanan kentleşme sürecinden nasıl etkilendikleri
umuyoruz ki gelecek yıllarda aydınlığa kavuşacaktır. Osmanlı
İmparatorluğu'nun farklı bölgeleri üzerindeki ön araştırmamız, loncaların bu
sürece tepkilerinin birçok açıdan yerel ekonomik ve sosyal koşullarla
belirlendiğini ortaya koymuştur.
Kısacası, Avrupa'nın yayılma
çağında, Osmanlı toplumu ve ekonomisi, pazarını işgal etmeye başlayan
güçlerin dayattığı dinamikler kadar kendi dinamikleri doğrultusunda da
işleyişini sürdürmekteydi. Lonca kurumu, bütün bu güçlerin yönelttiği tehdit
karşısında başvurulan yerel tepkileri göstermesi açısından yalnızca bir
örnektir. Özenli bir analiz, loncalarla Osmanlı devlet ve toplumunun diğer
öğeleri arasında var olan güç dengelerinde yaşanan değişimin loncaların
arasında ve bünyelerinde de gözle görülür sonuçlar doğurduğunu
gösterecektir. Bütün bunların ışığında, Osmanlı toplum ve ekonomisi üzerine
çalışan araştırmacıların, satır arasında da olsa, Osmanlı esnaf loncalarını
karşılaştıkları tehditler karşısında gerektiğinde uyum, gerektiğinde de
dönüşüm gösteren birer kurum olarak görmek yerine, romantik bir bakış
açısıyla bunları sadece sosyal adalet ve zanaat onurunun temsilcileri olarak
görmeleri anlaşılmaz bir durumdur.
DİPNOTLAR
KAYNAKÇA
Arşiv Kaynakları:
Başbakanlık Osmanlı Arşivi
(BOA)
Cevdet iktisat, no. 167,194,
411, 955, 991,1719.
Cevdet/Belediye, no. 52.
Kitap ve Makaleler:
Abou-el-Hajj, Rifat (1993)
Formation of the Modern State, The Ottoman Empire Six.teenth to Eighteenth
Centuries, SUNY Press, Albany, NewYork.
Akarlı, Engin D. (1986)
"Gedik: Implements, Mastership, Shop Usufruct, and Monopoly among İstanbul
Artisans, 1750-1850," Wissenschaftskolleg Berlin Jahrbuch, ss. 225-231.
Aktepe, Münir (1954) "Ahmed
III. Devrinde Şark Seferine İştirak Eden Ordu Esnafı Hakkında Vesikalar,"
Tarih Dergisi, Cilt 7, No. 10, ss. 17-30.
— (1958) Patrona isyanı
(1730), Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul.
Baer, Gabriel (1969) Studies
in the Social History of Modern Egypt, The Universify of Chicago Press,
Chicago ve Londra.
— (1970a) "The Administrative,
Economic and Social Functions of Turkish Guilds," International Journal
ofMiddleEast Studies, Cilt 1, ss. 28-50.
— (1970b) "Guilds in Middle
Eastern History," Studies in the Economic History of the Middle East, (der.)
M. A. Cook, Oxford University Press, Londra, ss. 11 -30.
— (1970e) "Monopolies and
Restrictive Practices of Turkish Guilds," Journal of the Economic and Social
History of the Orient, Cilt 13, ss. 145-165.
— (1980) "Ottoman Guilds: A
Reassessment," Social and Economic History ofTurkey içinde, 1071-1920,
(der.) H. İnalcık ve O. Okyar, Meteksan Limt., Ankara, ss. 95-102. (1995).
Barbir, Karl (1980) Ottoman
Rule in Damascus, 1708-1758, Princeton University Press, Princeton. Barkan,
Ömer L. (1970) "Research on Ottoman Fiscal Surveys," Studies in the Economic
History of the Middle East içinde, (der.) M. A. Cook, Oxford University
Press, Londra, ss. 163-171.
— (1984) "Osmanlı
İmparatorluğunda Esnaf Cemiyetleri," İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi
Mecmuası, Cilt 41, ss. 39-46.
Barnes, Robert J. (1986) An
Introduction to the Religious Foundations in tlıe Ottaman Empire, E. J.
Brill, Leiden.
Braudel, Fernand. (1984) "The
Turkish Empire," The Perspective of the World, Civilization and Capitalism
15th-l8th Centuries içinde, Cilt 3, (çev.) S. Reynolds, Harper & Row, New
York, ss. 467-484.
Breebaart, Anne Deodaat (1961)
The Development and Structure of the Turkish Futuwah Guilds, Yayımlanmamış
Doktora Tezi, Princeton University.
Cerasi, Maurice M. (1999)
Osmanlı Kenti, Osmanlı İmparatorluğunda 18. ve 19. Yüzyıllarda Kent
Uygarlığı ve Mimari, (çev.) Aslı Ataöv, Yapı ve Kredi Bankası Yayınlan,
İstanbul.
Cevdet Paşa, Ahmed
(1303-1309/1884-1892) Tarih-i Cevdet, Matba-i Osmaniyye, İstanbul.
Cezar, Yavuz (1977) "BirAyanın
Muhallefatı," Belleten, Cilt 51, ss. 41-78.
— (1986) Osmanlı Maliyesinde
Bunalım ve Değişim Dönemi (XVIII. Yüzyıldan Tanzimat'a Mali Tarih). Alan
Yayıncılık, İstanbul.
Cohen, Amnon (1987) Economic
Life in Ottoman Jerusalem, Cambridge University Press, Cambridge.
— (1990) "Gold and Silver
Crafting in Ottoman Jerusalem: The Role Played by the Guild," Tarih, Cilt l,
ss. 55-67.
Çizakça, Murat (1981) "Sixteenth-Seventeenth
Century Inflation and the Bursa Silk Industry: A Pattern for Ottoman
Industrial Decline?" Yayımlanmamış Doktora Tezi, University of Pennsylvania.
— (1999) İslam Dünyasında ve
Batı'da İş Ortaklıkları Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
Dalsar, Fahri (1960) Türk
Sanayi ve Tİcaret Tarihinde Bursa'da İpekçilik, Sermet Matbaası, İstanbul.
Darling, Linda (1996) Revenue
Raising and Legitimacy: Tax-Collection and Finance Administration in the
Ottoman Empire, 1560-1660, E. J. Brill, Leiden.
Demirel, Ömer (1989) II.
Mahmud Döneminde Sivas'ta Esnaf Teşkilatı ve Üretim-Tüketim İlişkileri,
Kültür Bakanlığı, Ankara.
Develi, Hayati (haz.) (1998)
XVIII. Yüzyılda İstanbul'a Dair Risale-i Garibe, Kitabevi, İstanbul.
Doğru, Halime (1997)
XV.
ve XVI.
Yüzyıllarda Sivrihisar Nahiyesi, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara.
Emecen, Feridun (1989) XVI.
Asırda Manisa Kazası, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara.
Ergenç, Özer (1980) "Osmanlı
Şehrinde Esnaf Örgütlerinin Fizik Yapıya Etkileri," Türkiye'nin Sosyal ve
Ekonomik Tarihi (1071-1920) içinde, (der.) Halil İnalcık ve Osman Okyar,
Meteksan Limited, Ankara, ss. 103-109.
— (1984) "16 Yüzyıl Ankara'sı,
Ekonomik, Sosyal Yapı ve Kentsel Özellikleri," Tarih içinde Ankara, (der.)
E. Yavuz ve Ü. N. Uğurel, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara, ss. 49-59.
— (1995) Osmanlı Klasik Dönemi
Kent Tarihçiliğine Katkı, XV7. Yüzyılda Ankara ve Konya, Ankara Enstitüsü
Vakfı, Ankara.
Ergin, Osman Nuri (1922)
Mecelle-i Umur-u Belediyye, Cilt 1, Matba-i Osmaniyye, İstanbul.
Evliya Çelebi (1967) Evliya
Celebi Seyahatnamesi, (haz.) Zuhuri Danışman, 2. Cilt, Zuhuri Danışman
Yayınevi, İstanbul.
Faroqhi, Suraiya (1984) Towns
and Townsmen of Ottoman Anatolia, Trade, Crafts and Food Production in an
Urban Setting, Cambridge University Press, Cambridge.
— (1987) Men of Modest
Substance, House Owners and House Property in Seventeenth Century Ankara
and Kayseri, Cambridge University Press, Cambridge.
— (1982-83) "Mohair
Manufacture and Mohair Workshops in the Seventeenth Century Ankara,"
İktisat Fakültesi Mecmuası, Ord. Prof. Ömer Lütfı Barkana Armağan, Cilt 41,
ss. 211-236.
— (1989) "Merchant NetWorks
and Ottoman Craft-Production, (16th-17th Centuries)," The Proceedings of
International Conference on Urbayism in Islam, 1. Cilt, Ekim 22-28, The
Middle Eastern Culture Center, Tokyo, ss. 86-132.
— (1990) "Towns, Agriculture
and the State in Sixteenth Century Anatolia, "Journal of the Economic and
Social History of the Orient, Cilt 32, ss. 125-156.
— (1991a) "The Fieldglass and
the Magnifying Lens: Ottoman Studies of Crafts and Craftsmen," The Journal
of European Economic History, Cilt 20, No. l, 1991, ss. 29-57.
— (1991b) "In Search of
Ottoman History," The Journal of Peasant Studies, New Approaches to State
and Peasant in Ottoman History, (der.) S. Faroqhi, Frank Cass, Londra, ss.
211-241.
— (1993) "Social Life in
Cities," An Economic and Social History of the Ottoman Empire, 1300-1914
içinde, (der.) Halil İnalcık (D. Quataert ile birlikte), Cambridge
University Press, Cambridge, ss. 576-608.
— (1995a) Coping with the
State: Political Conflict and Crime in the Ottoman Empire, ISIS Press,
İstanbul.
— (1995b) Hacılar ve Sultanlar
(1517-1638), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
— (1997) Osmanlı Kültürü ve
Gündelik Yaşam, Ortaçağdan Yirminci Yüzyıla, (çev.) Elif Kılıç, Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, İstanbul.
— (1998a) "Between Conflict
and Accommodation: Guildsmen in Bursa and İstanbul during the Eighteenth
Century," Guilds, Economy and Society içinde, (der.) Clara E. Nunez,
Proceedings of the Twelfth International Economic History Congress, Madrid,
Ağustos 1998, ss. 143-151.
— (1998b) "Migration into
Eighteenth Century "Greater İstanbul" as Reflected in the Kadı Registers of
Eyüp," Turcica, Cilt 30, ss. 163-183.
Genç, Mehmet (1984) "XVIII.
Yüzyılda Osmanlı Ekonomisi ve Savaş," Yapıt, Toplumsal Araştırmalar Dergisi,
No. 4, Nisan-Mayıs, ss. 52-76.
— (1986) "Osmanlı Esnafı ve
Devletle İlişkileri," Ahilik ve Esnaf, Konferans ve Seminerler, Esnaf ve
Sanatkarlar Derneği Yayınları, İstanbul, ss. 113-124.
— (1987) "17.-19. Yüzyıllarda
Sanayi ve Ticaret Merkezi Olarak Tokat," Türk Tarihinde ve Kültüründe Tokat
Sempozyumu içinde, (der.) H. Bolay vd., Ankara, ss. 145-169.
— (1994) "Ottoman Industry in
the Eighteenth Century," Manufacturing in the Ottoman Empire and Turkey:
1500-1914 içinde, (der.) Donald Quataert, SUNY Press, Albany, N.Y., ss.
59-86.
Gerber, Haim (1977) "Guilds in
Seventeenth Century Anatolian Bursa," Asian and African Studies, Cilt 11, ss.
59-86.
— (1988) Economy and Society
in an Ottoman City; Bursa, 1600-1700, Hebrew University Press, Kudüs.
Gueorguieva, Tzvetana (1998) "Les
Organisations Provinciales des Janissares dans la Vie Sociale de la Roumelia
Ottomane," Arab Historical Review for Ottoman Studies, (der.) Abdeljelil
Temimi, sayı 17-18, Eylül, ss. 57-62.
Haldon, John (1993) The State
and the Tributary Mode of Production, Verso, Londra.
Hattox, Ralph (1985) Coffee
and Coffeehouses, the Origins of Social Beverage in the Medieval Near East,
University of Washington Press, Seattle, Washington.
İnalcık, Halil (1969) "Capital
Formation in the Ottoman Empire," The Journal of Economic History, Cilt 19,
ss.97-140.
— (1986) "The Appointment
Procedure of a Guild Warden (Ketkhüda)," Wiener Zeitschrift für die Kunde
des Morgenlandes, Cilt 76,1986, ss. 135-142.
— (1990) "İstanbul: An İslamic
City," Journal of Islamic Studies, Cilt l, ss. l -23.
— (1993) (Donald Quataert ile
birlikte), A Social and Economic History of the Ottoman Empire, 1300-1914,
Cambridge University Press, Cambridge.
— (1994) The Ottoman Empire,
the ClassicalAge, 1300-1600, Phoenix, Londra.
İslamoğlu-İnan, Huricihan
(1987) "Introduction, 'Oriental Despotism' in a World System Perspective,"
The Ottoman and the World Economy içinde, (der.) H. İslamoğlu-İnan,
Cambridge University Press, Cambridge, ss. 1-27.
İstanbul Esnaf Tarihi (1997) 2
Cilt, İstanbul Araştırmaları Merkezi, İstanbul.
Jennings, Ronald (1990) "Pious
Foundations in the Society and Economy of Ottoman Trabzon, 1565-1640,"
Journal ofthe Economic and Social History ofthe Orient, Cilt 33, ss. 271
-336.
Kafadar, Cemal (1981)
"Yeniçeri-Esnaf Relations: Solidarity and Conflict," Yayımlanmamış Master
Tezi, Institute of Islamic Studies, McGill University.
Keyder, Çağlar (1981) "Proto-Endüstri
Kavramı ve Çevre Ülkelerde Emperyalizmin Yol Açtığı Tahribat," Toplum ve
Bilim, No. 13, Bahar, ss. 93-106.
Khoury, Dina Rizk (1998) State
and Provincial Sociery in the Ottoman Empire: Mosul 1540-1834,: Cambridge
University Press, Cambridge.
Kömürciyan, Eremya Çelebi
(1988) İstanbul Tarihi, XVII. Asırda İstanbul, (haz.) H. Andreasyan ve K.
Pamukciyan, Eren Yayıncılık, İstanbul.
Kütükoğlu, Mübahat (1986)
"Osmanlı Esnaf örgütlerinde Oto-Kontrol Müessesesi," Ahilik ve Esnaf,
Konferanslar ve Seminerler, Esnaf ve Sanatkarlar Derneği Yayınları,
İstanbul, ss. 55-85.
Lewis, Bernard (1937/38) "The
Islamic Guilds," Economic History Review Cilt 8, ss. 20-37.
— (1968) The Emergence of
Modern Turkey, 2. Basım, Oxford University Press, Londra
Mandaville, John E. (1979) "Usurious
Piety: The Cash Waqf Controversy in the Ottoman Empire," International
Journal ofMiddle Eastern Studies, Cilt 10, ss. 289-308.
Mantran, Robert (1962)
İstanbul dans la seconde moitie du XVIIe siecle, Libraire Adrien Maisonneuve,
Paris.
— (1957) "Un document sur
l'ihtisab d'İstanbul a la fin du XVIIe," Melanges Louis Massignon Publies
par l'Institut Français d'Etudes Arabes de Damas, Cilt6, Beyrut,ss. 127-143.
Marcus, Abraham (1989) The
Middle East on the Eve of Modernity, Aleppo in the Eighteenth Century,
Columbia University Press, New York.
Masters, Bruce (1988) The
Origins of Western Economic Dominance in the Middle East: Mercantilism and
the Islamic Economy in Aleppo, 1600-1750, New York University Press, New
York.
Murphey, Rhoads (1990). "Communal
Living in Ottoman Istanbul, Searching for the Foundations of an Urban
Tradition, Journa of Urban History, Cilt 16, No. 2, ss. 115-131.
Olson, Robert (1976) "The
Esnaf and the Patrona Halil Rebellion of 1730: A Realignment in Ottoman
Politics," Journal of the Economic and Social History of the Orient, Cilt
17, ss. 329-344.
— (1978) "Jews, Janissaries,
Esnaf and the Revolt of 1740 in İstanbul," Journal of the Economic and
Social History of the Orient, Cilt 20, ss. 185-207.
Owen, Roger (1977) "Introduction,"
Studies in Eighteenth Century İslamic History içinde, (der.) T. Naff ve R.
Owen, Southern Illinois University Press, Carbondale ve Edwardsville, ss.
133-151.
Palarait, Michel (1983) "The
Decline of the Old Balkan Woolen Industries," Vierteljahrschrift für Sozial
und Wirtschaftsgeschicte, 70. band, heft 3, ss. 331-362. Pamuk, Şevket
(1997) "Debased European Coinage in the Seventeenth Century Ottoman Empire,"
The Journal of Economic History, Cilt 57, ss. 345-366.
— (1999) Osmanlı
İmparatorluğu'nda Paranın Tarihi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
Papageorgiou, Giorgou
(1982), Panepistimiou Ioanninon, Yanya.
Pascual, Jean-Paul (1984) "The
Janissaries and the Damascus Countryside at the Beginning of the Seventeenth
Century According to the Archives of the City's Military Tribunal," Land
Tenure and Social Transformation in the Middle East içinde, (der.) Tarif
Khalidi, American University of Beirut, Beyrut ss. 357-369.
Petmezas, Socrates (1990) "Patterns
of Protoindustrialization in the Ottoman Empire. The Case of Thessaly, ca.
1750-1860," The Journal of European Economic History, Cilt 19, No. 3, Kış,
ss. 575-603.
Poni, Carlo (1989) "Norms and
Disputes: The Shoemakers' Guild in Eighteenth Century Bologna," Post &
Present, No. 112-125, ss. 80-123.
Quataert, Donald (1991) "Labor
and Working Class History During the Late Ottoman Period, c. 1800-1914," The
Turkish Studies Association Bulletin, Cilt 15, No. 2, ss. 357-369.
— (1993) Ottoman Manufacturing
in the Age of the Industrial Revolution, Cambridge University Press,
Cambridge
Rafeq, Abdul-Karim (1976) "The
Law Court Registers of Damascus with Special Reference to Craft Corporations
during the First Half of the Eighteenth Century," LesArabes par Leurs
Archives (XVe-XXe Siecles) içinde, Editions du Centre National de la
Recherche Scientifique, Paris, ss. 143-159.
— (1975) "The Local Forces in
Syria in the Seventeenth and Eighteenth Centuries," (der.)
V.
J. Parry ve M. E. Yapp, War, Technology and
Society in the Middle East içinde, Londra, ss. 302-307.
— (1991) "Craft Organizations,
Work Ethics, and the Strains of Change in Ottoman Syria," Journal of the
American Oriental Society, Cilt 3, No.3, Temmuz-Eylül, ss. 495-511.
Raymond, Andre (1974) Artisans
et Comrnerçants au Caire au XVIIIe Siecle, Cilt l, Şam: IFEAD.
— (1994) Osmanlı Döneminde
Arap Kentleri, Tarih ve Yurt Yayınları, İstanbul.
— (1995) Le Caire des
Janissaries: l'apogee de la ville ottomane sous Abd al-Rahman Katkhuda, CNRS
Editions, Paris.
— (1999) Yeniçerilerin
Kahiresi, Abdurrahman Kethüda Zamanında Bir Osmanlı Kentinin Yükselişi, Yapı
Kredi Bankası Yayınları, İstanbul.
Refik, Ahmed (1988) İstanbul
Hayatı, Onikinci Asr-ı Hicri'de, (1689-1785), Cilt 3, Enderun Kitabevi,
İstanbul, belgeler no. 78, 79 ve 254.
Salati, Marco (1995) "Urban
Notables, Private Waqf and Capital Investment, the Case of the 17th Century
Zuhrawi Family of Aleppo," Le Waqf dans L'Espace Islamique Outil de Pouıvoir
Socio-Politique içinde, (der.) Randi Deguilhem,: Institute Français de Damas,
Şam, ss. 187-201.
Sayar, Ahmet Güner, Edhem
Eldem ve Mehmed Genç (1995) "Osmanlı'da Zanaat, Ahlak, İktisat ilişkisi,"
Anatomi Dersleri: Osmanlı Kültürü içinde, Yapı Kredi Salı Toplantıları, Yapı
Kredi Bankası Yayınları, İstanbul, ss. 105-145.
Sıdkı (1325/1907) Gedikler,
İstanbul.
Sugar, Peter (1977)
Southeastern Europe under Ottoman Rule, University of Washington Press,
Seattle.
Thomas, J. Philip (1987)
Private Religious Foundations in the Byzantine Empire, Dumbarton Oaks,
Washington, D.C.
Todorov, Nikolay (1967-68)
"19. Yüzyılın İlk Yarısında Bulgaristan Esnaf Teşkilatında Bazı Karakter
Değişmeleri," İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt 27, no.
1-2, ss. 1-36.
— (1977) La Ville Balkanique
sous les Ottomans (XV-XIXes), Variourum Reprints, Londra.
— (1983) The Balkan City,
Seattle, University of Washington Press, Washington.
Ülgener, Sabri (1949/50) "14.
Asırdanberi Esnaf Ahlakı ve Şikayeti Mucip Bazı Halleri," İstanbul
Üniversitesi İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt 11, ss.. 388-396.
Vourazeli-Marinakou, Elenis
(1950), Etaireia Makedonikon Spoudon, Selanik.
Wallerstein, Immanuel (1979) "The
Ottoman Empire and the Capitalist World Economy: Some Questions for Research,"
Review, Cilt 2, Kış, ss. 389-398.
Wallerstein, Immanuel, Hale
Decdeli ve Reşat Kasaba (1987) "The Incorporation of the Ottoman Empire into
the World Economy," The Ottoman Empire and the World Economy içinde, (der.)
H. İslamoğlu-İnan,: Cambridge University Press, Cambridge, ss. 88-100.
Yıldırım, Onur (1996) "Osmanlı
iktisat Tarihinin Yazımında Kültürel Etmenler," İktisatta Kültürel
Değişkenler oturumunda sunulan tebliğ, Orta Doğu Teknik Üniversitesi,
Ankara, 14.11.1996.
— (1998a) "The Industrial
Reform Commission as an Institutional Innovation during the Tanzimat," Arab
Historical Reviewfor Ottoman Studies, (der.) Abdeljelil Temimi, sayı 17-18,
Eylül 1998, ss. 117-126.
— (1998b) "Provisioning
Istanbul: Ottoman State, Leather Trade and Tanner Guilds in the Eighteenth
and Nineteenth Century," METU Economic Research Center Working Papers No.
1998/12.
— (1998e) "Revisiting
Istanbul's Provisioning: Leather Trade and Tanner Guilds, 1650-1826,"
Otuzikinci Middle East Association of North America toplantısına sunulan
tebliğ, 3-6 Aralık 1998, Chicago, Illinois.
— (1998d) "Review of Suraiya
Faroqhi's Making a Living in the Ottoman Lands, and Coping with the State,"
Turkish Studies Association Bulletin, Cilt 22, Bahar, ss. 158-164.
— (Yayımlanacak) "Pious
Foundations in the Byzantine and Seljuk States: A Comparative Study of
Philanthropy in the Mediterranean World during the Late Medieval Era,"
Rivista Degli Studi Orientali.
Yüksel, Hasan (1992) "Vakıf
Müsadere ilişkisi," Osmanlı Araştırmaları, Cilt 12, ss. 399-424.
— (1998)
Osmanlı Sosyal ve Ekonomik Hayatında Vakıfların Rolü (1585-1683), Dilek
Matbaası, Sivas.
"Düşüş" paradigmasının varsayımları ve diğer ayrıntıları hk. bkz.
Darling (1996).
2 19. yüzyıla değin Osmanlı Devleti'nin iktisadi gelişimine yön vermiş
eğilimler hk. bkz. Quataert (1991) ve Quataert (1993).
16. yüzyıl Osmanlı şehirleriyle ilgili özellikle Türk Tarih Kurumu
tarafından birçok monografya basılmıştır. Bu çalışmalarda esnaftan
bahsedilmekle beraber, verilen bilgiler oldukça düzensizdir ve genelleme
yapmaya elverişli değildir. Bkz. Emecen (1989); Doğru (1997). Önemli
birkaç istisna için bkz. Ergenç (1995) ve Cohen (1989).
Evliya Çelebi'nin iddiasına bakılırsa, 1637'de İstanbul'da yapılan bir
geçit töreninde esnaf loncaları, tüccar loncaları ve taşımacılık ve
hizmetlere yönelik loncaların hepsi dahil olmak üzere, 57 gruba
bölünmüş toplam 1109 lonca vardır. Suraiya Faroqhi 17. yüzyıl
ortalarında İstanbul esnafının sayısının 126.500 ile 260.000 arasında
olduğunu ve her loncanın da ortalama 114-234 arası mensubu bulunduğunu
tahmin ediyor. Bkz. Faroqhi (1993:590). 1657 senesinde Girit seferi
münasebetiyle IV. Mehmed'in huzurunda yapılmış
olan esnaf alayı geçidi, Eremya Çelebi'nin Ruzname adlı eserinde tasvir
edilmiştir. Yazar burada 53 esnaf grubu bulunduğunu aktarır. Bkz.
Kömürciyan, (1988:293-294). Esnafla ilgili bilgi veren görsel ve yazılı
diğer kaynaklar için bkz. Faroqhi (1997:188-191).
Lewis (1968:99). Esnafın tarihsel gelişiminde belirleyici bir rolü olmuş
vakıfların kontrol altına alınmasını amaçlayan Evkaf Nezareti'nin
kuruluşu da 1826 yılında gerçekleşmiştir. Bkz. Yüksel (1998:61).
Islah-i Sana'ayi Komisyonu deneyimiyle ilgili olarak bkz. Yıldırım
(1998a).
7 Esnaf loncalarını kurumsal olarak ele alan yaklaşım için bkz. Baer
(1970a), Baer (1970b) Baer (1970c), Baer (1980), Baer (1969). Bu
yaklaşımın öncüsü, konu hakkında bundan 60 yıl önce yazan Bernard
Lewis'tir. Bkz. Lewis (1937/38).
Faroqhi (1989:90). Osmanlı esnafıyla ilgili son dönemde yapılan
çalışmaların genel bir değerlendirmesi için bkz. Faroqhi (1991a).
Loncaların kökenleri konusunda çeşitli tartışmalar mevcuttur. Bu konuda
bkz. İnalcık (1994:150-152). Yine bkz. Ergenç (1995:89-91). Loncalarla
fütuvva teşkilatları arasında bağlantı kuran bir yaklaşım için bkz.
Breebaart (1961).
Bkz. Faroqhi (1991a). Gabriel Baer'in yukarıda ayrıntılı bibliyografik
bilgilerini verdiğimiz yazılan, esnafı oryantalist bir söylemle zaman ve
mekândan soyutlayarak ele aldığından esnafın tarihsel olarak
çalışılmasına katkısı en az düzeyde olmuştur. Bu konuda bir eleştiri
için bkz. Yıldırım (1996).
Bu konuda bkz. Wallerstein (1979). Osmanlı tarihini dünya ekonomisinin
gelişimi çerçevesinde yeniden dönemlemeye girişen bir çalışma için bkz.
Wallerstein, Decdeli ve Kasaba (1987).
Özer Ergenç, Suraiya Faroqhi, Murat Çizakça ve Mehmet Genc'in
çalışmalarında Ankara'daki sof (moher) üretimi, Bursa'daki ipek
endüstrisi ve Tokat'taki kumaş üretimi gibi birçok sektörün tarihsel
gelişiminin Avrupa'daki gelişmelere paralel olarak değişiklik
geçirdiğini izlemek mümkün olmuştur. Bkz. Ergenç (1984), Faroqhi
(1982-83); Çizakça (1981) ve Genç (1987).
Bu paradigmanın eleştirisi için bkz. İslamoglu-İnan (1987).
Karşılaştırma için bkz. Faroqhi (1991b). Köklü bir eleştiri için bkz.
Abou-el-Hajj (1993). Ayrıca bkz. Owen (1977) ve Haldon (1993).
"Dünya imparatorluğu" kavramının tanımı ve, Osmanlı İmparatorluğu'na
uygulanımı için bkz. Braudel (1984). Bu kavramı daha teorik bir
çerçeveye sokmaya çalışan bir çaba için bkz. Wallers-tein (1979).
Faroqhi (1987:43). Osmanlı'daki genel kentleşme eğilimiyle ilgili olarak
bkz. Ergenç (1995:12-14). Osmanlı kent olgusunun klasik dönem sonrası
tarihsel gelişimini mimari açıdan ele alan genel bir çalışma için bkz.
Cerasi (1999:115-127).
Bkz. Genç (1987:145-146).
16. yüzyıldaki şehirleşme eğiliminin üretimdeki etkileriyle ilgili
olarak bkz. Faroqhi (1984). Daha genel bazı gözlemler için bkz. İnalcık
(1993:11-44). Bu konuda sayısal bazı göstergeler için bkz. Barkan
(1970:168).
Osmanlı şehirlerinde ticari alanların organizasyonuyla ilgili olarak bkz.
Ergenç (1980:106).
Osmanlı'daki kentleşme sürecini ele alan ve Avrupa kent tarihçilerinin
bulgu ve varsayımları gözden geçiren bir çalışma için bkz. Faroqhi
(1990).
Faroqhi (1987:54). Ankara hakkında benzer bir gözlem için bkz. Ergenç
(1995:15-52, 89).
Murphey(1990:128), özellikle bkz. dipnot 36. Osmanlı şehirleriyle ilgili
monografilerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Fakat bu monografilerin
çok büyük bir kısmı çalıştıkları dönemi bir fotoğraf karesi şeklinde
ele aldıklarından değişim bağlamında bir şey görmek hemen hemen
imkânsızdır. Önemli bir istisna için bkz. Raymond (1994). Aynı zamanda
bkz. Cerasi (1999). Daha geç bir dönemi ele almasına rağmen Giorgou
Papageorgiou'nun Yanya esnafını ele alan çalışması şehirdeki hem
niteliksel hem de niceliksel değişimi gözler önüne sermektedir. Bkz.
Papageorgiou (1982).
Büyük şehirlere göçlerle ilgili olarak elimizde fazla bilgi yoktur. Son
dönemde Suraiya Faroqhi'nin İstanbul üzerine olan çalışması bu alanda
öncij sayılabilir. 18. yüzyıla değin büyük şehirlere göçle ilgili genel
eğilimler hk. bkz. Faroqhi, (1998).
Bu konuda Carlo Poni'nin Bologna'daki zanaatler için sarf ettiği şu
sözler oldukça anlamlıdır:"Kullanılan aletlere, hammaddelere,
tekniklere, vücudun ve ellerin farklı hareketlerine, farklı satış ve
alış yöntemlerine göre her zanaat, farklı gelenekler, sosyal
uygulamalar, toplumda farklı bir kimlik ve statü ve farklı bir iş
kültürü yansıtıyordu." Poni (1989:80-81). Benzeri bazı tesbitler için
bkz. Ülgener (1949/50).
Mantran (1962:367). 18. yüzyılda bu ayrım daha net bir şekilde ortaya
çıkacaktır. Mehmet Genc'in İstanbul Kadı Sicilleri'nde bulduğu bir
belgede, baca temizleyicilerinin örgütlenme taleplerine Divan'ın karşı
çıktığı; bunun gerekçesinin de bu işkolunun beceri gerektirmediği ve
bundan dolayı herkesin serbestçe çalışabileceği belirtilmektedir. Bkz.
Genç (1986:123).
Bu genelleme imparatorluğun bütün bölgeleri için geçerlidir. Trakya için
mesela bkz. Vourazeli-Marinakou (1950:51). Kudüs için bkz. Cohen
(1990:55-67).
Son dönemde yayınlanan ve İstanbul Ahkam Defterleri'nden seçilmiş bazı
belgeleri içeren bir çalışmada esnaf nizamlarının genel bir haritası
çıkmaktadır. Bkz. İstanbul Esnaf Tarihi (1997:XXVI-XXIX). Tanzimat
döneminde yazılmış genel bir esnaf nizamnamesi için bkz. Başbakanlık
Osmanlı Arşivi (bundan sonra BOA), Cevdet/iktisat, 1719.
Bu konunun ayrıntıları hk. bkz. Todorov (1967-68:20).
İstanbul Esnaf Tarihi, (1997:3-4). Benzer bir şikâyet de 1743 yılında
İstanbul'daki dökmeci esnafından gelmiştir, "...zaman-i karibden berü
içlerine ecanib duhul ve diledikleri yerlerde dükkân açub ve sakallu
sakird alub ve-ba'zıları dahi kalb şeylere sûru ve zararları olmagla ol
makule meçhul kimesneler men'u def'...", sf. 13-14.
Özellikle İstanbul için bkz. Aktepe (1958:25-32).
Kahve ve tütünün Osmanlı günlük hayatının vazgeçilmez öğeleri haline
gelişleri terekelerden ortaya çıkmaktadır. Bu konu hk. Sivas için bkz.
Demirel (1989:61-62). Kahvenin günlük hayata girişiyle ilgili olarak da
bkz. Hattox (1985).
İnalcık (1994:158). Debbağlar ile ilgili olarak bkz. Yıldırım (1998b).
Mantran (1957). ihtisab hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Ergenç
(1995:103-109).
Mübahat Kütükoğlu, İstanbul'un kalaycılarıyla ilgili bir örnek
vermektedir. Kütükoğlu (1986:60).
Debbağların bu konudaki şikâyetleri hk. bkz. Onur Yıldırım
(1998b:14-17). 18. yüzyıl İstanbul'u için bkz. Aktepe (1958:31-32).
Musul için bkz. Khoury (1998:140-141).
Bu konunun ayrıntıları hk. bkz. Ergenç (1995:19).
Todorov (1983:113). Todorov'un Bulgar şehirlerindeki esnafla ilgili
genel değerlendirmesi için bkz. Todorov (1967-68).
Todorov (1977:II1/4). Anadolu'da bu konuda benzer girişimlerin esnaftan
ziyade köylülerce yapıldığını görüyoruz. Krs. paroqhi (1995a). Bu konu
etrafında bazı değerlendirmeler için, bkz. Yıldırım (1998d). Aynı
zamanda bkz. Todorov (1967-68)
Literatürde "proto-endüstrileşme" olarak geçen bu süreçle ilgili olarak
elimizde fazla çalışma yoktur. Çağlar Keyder'in genel
değerlendirmelerinin yanı sıra Socrates Petmezas'in Tesalya üstüne
çalışması istisna sayılırlar. Bkz. Keyder (1981), Petmezas (1990) ve 19.
yüzyıl Balkanları için bkz. Palarait (1983).
Gerber (1988: 64). Aynı zamanda bkz. Gerber (1977: 84-86).
Baer'in erken görüşleri için bkz Baer (1970a). Daha esnek bir tutum
takındığı çalışması için bkz. Baer (1980). Devlet-esnaf ilişkisine dair
ayrıntılı değerlendirmeler için bkz. Genç (1986:118-120).
İpek üretimi hk. bkz. Dalsar (1960).
Rafeq (1976:157). Erken dönemle ilgili bir karş. için bkz. Faroqhi
(1995b).
Örnek bir çalışma için bkz. Jennings (1990).
Bu konuda bkz. Pamuk (1999:244) ve Cezar (1986: 68-70).
Barbir (1980:32). Bu dönemde vakıfların iktisadi faaliyetlerini
örnekleyen bir çalışma için bkz. Mandaville (1979). Hasan Yüksel, 17.
yüzyılda kurulmuş vakıfların yaklaşık %70'inin (ele aldığı 208 vakfın
143'ü) gelir kaynaklarının dükkan, oda, han, hamam, menzil vb.
mülklerden oluştuğunu belgelemiştir. Bkz. Yüksel (1998:32).
Bkz. Thomas (1987:153-157). Bu konuda bir karş. için bkz. Yıldırım
(Yayımlanacak).
Bu konuda Şam için bkz. Barbir (1980: 31-33); İstanbul için bkz. Yüksel
(1992); Halep için Salati (1995). Müsadere süreciyle ilgili ayrıntılar
hk. bkz. Cezar (1977).
İcare-i vahide ve İcareteyn hk. bkz. Yüksel (1998:80-85). Bu konuda çok
önemli ayrıntılara dikkatimi çeken ve yaptığım hataları kısmen de olsa
düzeltmemi sağlayan Özer Ergenç'e çok teşekkür ederim. Kalan hataların
tüm sorumluluğu yine bana aittir.
Khoury (1998:141). İcare-i tavil denilen uzun dönemli kiralama yöntemi
çerçevesinde arsası (zemini) vakıf takınmazı üzerinde olmak kaydıyla,
kiracı mülkiyeti kendine ait bina inşa edebilir veya binayı yeni
durumuna göre tadil edebilirdi.
Bu konuda ayrıntılı bir değerlendirme için bkz. Akarlı (1986: 226-227).
Şikâyet örnekleri için BOA, Cevdet/iktisat, no. 955 ve no. 991.
Akarlı (1986:225). Bu konuda önemli bazı tespitler için bkz. Ergenç
(1980:107-108).
54 Marcus (1989:178-179). Halep için aynı zamanda bkz. Masters (1988).
Gediğin Balkan eyaletlerinin ekonomik hayatında da önemli bir yer
tuttuğuna işaret eden Nikolay Todorov, gedik senetlerinin veraset
yoluyla intikalinin 18. yüzyılda Balkanlarda birçok yerde yaygın bir
uygulama alanı bulduğundan söz eder. Bkz. Todorov (1983: 114).
Gedik konusunda bkz. Sıdkı (1325/1907). Bu ilkenin ayrıntıları hk. bkz.
Kütükoğlu (1986: 60). Aynı zamanda bkz. Barkan (1984: 39).
Cemal Kafadar'ın master tezi bu konuda yapılmış tek girişim sayılabilir.
Bkz. Kafadar (1981). Münir Aktepe de bu konuda bazı önemli tespitlerde
bulunmuştur. Bkz. Aktepe (1958:33).
Raymond (1999: 34). Kitabın orijinal baskısı için bkz. Raymond (1995).
Pascual (1984). Aynı zamanda bkz. Rafeq (1991).
Olson (1976) ve Olson (1978). Kabakçı Isyanı ile ilgili en iyi kaynak
Cevdet Paşa (1302-1309/1884-1892).
Dina Rizk Khoury'nin Musul çalışması bu konuda gelinen son noktayı
özetlemesi açısından oldukça önemlidir. Bkz. Khoury (1998).
|