GENÇLERDE
IZDIRAP TECRÜBESİNE BAĞLI DİNİ KRİZLE BAŞA ÇIKMAYA YÖNELİK ÖNERİLER
Yrd. Doç. Dr. Naci KULA
Giriş
İnsanın
hayatında sevinç, neşe, mutluluk olduğu kadar acı, üzüntü ve ızdırap da
mevcuttur. Çünkü insanın yaşantısı çok yönlü bir özelliğe sahiptir. Bir
yandan iç dünyamızda oluşan duygu ve düşüncelerin etkisi altında kalırken
diğer yandan da çevremizdeki çok çeşitli uyarımlara muhatap olmaktayız.
Hayatımızdaki bu çok yönlülük, farklı durumları yaşamamızı sağlamaktadır.
İşte bu farklı durumlar sebebiyle kimi zaman bizi sevindiren, mutlu eden,
neşeli ve kendimizi iyi hissetmemizi sağlayan olayları veya durumları
yaşarken; kimi zaman da bize acı, üzüntü veren, yaşama arzumuzu azaltan
hatta hayattan bıkmamıza yol açan olay ya da durumlarla da karşılaşırız.
Özellikle bize acı, üzüntü, ızdırap veren olaylar, tabiat olayları, kaza,
ani ölüm vb. gibi beklemediğimiz, tahmin etmediğimiz anda gerçekleşmekte
veya hastalık, başarısızlık, sakatlık, yaralanma, kayıp vb. gibi yaşamımızı
zorlaştıran, sıkıntı ve kaygı oluşturan birtakım durumlarda karşımıza
çıkmaktadır. Böylesi durumlarda normal şekilde süren günlük hayatımız bir
anda altüst olmakta, zorlanmakta, çaresizlik ve ızdırap duygusuyla karşı
karşıya kalabilmekteyiz. İşte doğuştan ya da sonradan kaza, yaralanma, doğal
felaket, savaş, hastalık vb. nedenlerle bedensel özürlülük durumunu yaşama
ile özellikle deprem gibi sarsıcı bir doğal afete maruz kalma, birtakım
sıkıntı, zorluk ve ızdıraplarla karşılaşmaya neden olan olaylar arasında yer
almaktadır. Biz bu tebliğde ızdırap tecrübesi yaşayan bedensel özürlülük ve
17 Ağustos 1999’da ülkemizi üzüntüye sevkeden Marmara depremini yaşayan
gençlerimizin yaşadıkları bu ızdırap tecrübelerine bağlı ne tür dini
krizlerle karşılaştıklarını ve bunlarla başa çıkmaya yönelik neler
yapılabileceğini incelemek istiyoruz.
Bu
çerçevede konumuzu incelerken, örneklem grubumuzu, 2000-2001 yaz ve kış
döneminde İstanbul ve Çorum’da ankete dayalı yaptığımız “Bedensel Özürlülük
ve Dini Başa Çıkma” konulu araştırmada
yeralan 16-22 yaş arası gençten mülakata gönüllü katılan 50 kişi ile buna
ilaveten Çorum ve Bursa’dan tesadüfi yöntemle seçtiğimiz 52 bedensel özürlü
genç,
17 Ağustos 1999 Marmara depreminde de görüştüğümüz
200 kişi arasındaki 40 genç oluşturmaktadır. Araştırmamızda örneklem grubunu
oluşturan bu gençlerle yaptığımız mülakata dayalı görüşmelerde elde
ettiğimiz bulgulardan konumuzla ilgili olanları kullandık.
Bedensel
özürlülük ve depremle ızdırap tecrübesini yaşayan 142 gencin karşılaştıkları
dini krizlerin neler olduğunu ele almadan önce ızdırap tecrübesi ve dini
kriz ilişkisini incelemek konunun daha anlaşılır olmasını sağlayacaktır.
1.Izdırap
Tecrübesi ve Dini Kriz
Hayatında, az veya çok beklediği gibi olmayan şeylerle ve istediği gibi
gitmeyen olaylar ve durumlarla karşılaşmayan ve hatta zaman zaman kendi
başına gelen veya başkalarında gözlediği bir olay karşısında duygu ve
düşüncelerini “bu bir kötülük, bir zulüm, bir ızdırap” gibi kavramlarla
ifade etmek durumunda kalmayan bir insan herhalde çok azdır. İyilik ve
güzellikler kadar kötülükler ve çirkinlikler de izafi de olsa, hemen her
insanın ya doğrudan hayatını, ya da en azından gözlem alanına girmenin bir
yolunu bulmaktadır.
Bu
nedenle yaşanılan çeşitli acılar ve sıkıntılar olsun, onlara sebep olan
deprem, sel gibi doğal afetler veya şiddet ve zulüm gibi insan kaynaklı
kötülükler olsun, hemen hemen her insana az ya da çok dokunduğu gibi onları
ister istemez birtakım duygu ve düşüncelere de sevketmektedir. Bir afet veya
zulümle karşılaşan insan, bir yandan mesela tıbbi veya hukuki yollarla
bundan kurtulmaya çalışırken öte yandan da çoğu kez “neden bu olaylar
başıma/başımıza geldi” şeklinde zihinsel bir sorgulama, açıklama getirme ve
anlam bulma çabası içine girebilmektedir.
Zira insan kendisinde ve çevresinde olup biteni anlayan ve anlamlandıran bir
varlıktır. Bu nedenle bir acı ve kederle karşılaştığında bunu bir çok yönden
sorgulayacaktır.
Gençlik
döneminde ise, özellikle ergenliğin ilk yıllarında yaşanan acı ve ızdırap
dolu olaylar başta olmak üzere sorgulama, anlamaya çalışma ve buna bağlı
olarak da birtakım şüphe ve bunalımlarla karşılaşma yoğun bir şekilde
yaşanır. Zira gençlik dönemi biyo-psiko-sosyal açıdan bir değişim ve gelişim
dönemidir.
Bu dönemde genç yeni bir kimlik kazanmaktadır. Kendisinde meydana gelen
bedensel, ruhsal ve sosyal değişim ve gelişmelerle çocukluktan yetişkinliğe
doğru geçişin çabası içerisindedir. Bu nedenle çocukluktan farklı olarak
yaşanan durum ve olaylar yeniden gözden geçirilmekte, sorgulanmakta ve
gençte meydana gelen değişim ve gelişmeler anlamlandırılmaya
çalışılmaktadır.
Bu açıdan gençlik dönemi, yetişkinliğe geçişi sağlayan, yeni bir kişilik
oluşturma süreci ve bazı krizlerin de yaşandığı bir dönemdir. Bu krizlerden
biri de dini krizlerdir. Zira gençlik döneminin dini gelişim özellikleri
çerçevesinde 12-14 yaşları arasında soyut düşünmenin gelişmesine paralel
olarak çocukluk döneminde tam anlamıyla kavranılmadan oluşmuş olan dini
inancın yerini şuurlu bir dini inanç gelişimi almaya başlar. Ancak 14-18
yaşları arasında ergende meydana gelen birtakım fiziki ve ruhsal değişmeler
sonucunda bağımsızlık duygusunun uyanması, anne babanın düşüncelerinin,
önceden öğrenilen ve itirazsız kabul edilen pek çok hususun tetkik
edilmesine ve tenkitci bir tutum geliştirmesine sebep olur. Böylece ergenin
anne-babası ile olan ilişkilerinde çatışmalı bir durum ortaya çıkar. Bunun
sonucu her türlü otoriteye isyan etme arzusu belirir. Ayrıca okulda
öğrenilen bazı bilgilerle dini bilgiler arasında irtibat kurmada güçlük
çekme ergende dini şüphe ve kararsızlık eğilimlerinin ortaya çıkmasında
etkili olur. Dolayısıyla din psikolojisi açısından ergenlik dönemi hem “dini
uyanış ve dine dönüş” hem de “dini şüphe ve kararsızlık” dönemi olarak
bilinir.
Bu
itibarla ergenlik döneminde gencin karşılaştığı dini krizler, şüphe ve
bunalımlar içerisinde –özellikle acı, elem ve ızdırap verici olayların da
neden olabileceği- Tanrı’nın varlığı, birliği, muhtelif sıfatlarıyla ilgili
şüphe ve bunalımlar yer almaktadır.
Zira
dünyanın ve üzerindeki hayatın bir başka yönünü oluşturan depremler, seller,
kuraklıklar, hastalıklar ve ölümler, savaşlar, işkenceler, sakatlıklar gibi
olgu ve olaylar, bunların neden olduğu acılar, kederler ve ızdıraplar bir de
din ve Tanrı inancı açısından değerlendirilmekte ve sorgulanmaktadır.
Yaşanılan veya karşılaşılan sıkıntılar, inanan insanların bile aklına zaman
zaman “acaba Rabbim bu dayanılmaz belaya beni neden dücar etti” vb. soruları
getirebilmektedir.
Bu
sorulara cevap ararken veya yeterli, tatmin edici cevap bulamama
durumlarında, olayların olumsuz etkileri sebebiyle de bazı bunalımlar,
şüpheler yaşanmakta hatta Tanrı’nın varlığı, kudreti sorgulanmaktadır.
Bedensel
özürlü ve depremzede gençlerle yaptığımız araştırmada da ızdırap tecrübesine
bağlı olarak yaşanan dini kriz içerisinde kötülük problemi eksenli Tanrı’nın
merhameti ve adaletiyle yaşanan acı olayı uzlaştırmada zorlanma ve buna
bağlı olarak Tanrı’nın varlığından bile şüpheye düşme ile birlikte özellikle
depremde göçük altından kurtulan ya da çevresindeki yakınlarını kaybeden
gençlerin yaşadıkları ölüm korkusu, Tanrıya sitem etme, yaşanılan ızdırap
verici olaylardan dolayı aşırı suçluluk ve günahkarlık duygusu içerisinde
olma, bedensel özürlülük ve deprem olayının sorgulanması ve psikolojik
sıkıntısı nedeniyle dini inanç zayıflığı ve ibadetlere yönelmede, azaltmada
gençlerin karşılaştıkları dini krizlerdendir.
a-Kötülük Problemi ve Tanrı’nın Varlığından Şüpheye Düşme
Kötülük
problemi, başta felsefe ve teoloji alanında üzerinde durulan ve insanın
yaşadığı doğal afetler, hastalık, ölüm gibi fiziki/doğal kötülük diye
isimlendirilen, ya da insanın kendisinden kaynaklanan zulüm, savaş,
haksızlık gibi ahlâki kötülük adı
verilen Tanrı’nın varlığı, adaleti ve merhametiyle uzlaştırılamayan acı,
keder ve ıstıraplı durumların yol açtığı bir sorundur.
Kötülük probleminin temelinde yer alan Tanrı’nın varlığı ve iyiliği ile
varolan kötülükler arasındaki aykırılık çerçevesinde yapılan tartışmaları ve
varolan kötülüklerin Tanrı’nın varlığıyla çelişmeyeceğini ortaya koymaya
çalışan teodise fikirlerini, felsefe ve teoloji alanlarına bırakarak
burada bedensel özürlü olan ve 1999 depremini yaşayan gençlerimizin bu iki
olay karşısında yaşadıkları ızdırap tecrübesi sonrasında Tanrı anlayışları
ile ilgili tespitlerini yaparak bu konuda yaşadıkları sorunların neler
olduğu, muhtemel nedenleri ve sorunu aşma noktalarını incelememiz daha uygun
olacaktır. Zira gencin yaşadığı ızdırap tecrübesinin sonucu hissettikleri,
kanaatleri, tutum ve davranışları, genelde acı ve ızdırap verici olay
çerçevesinde Tanrı’nın ne murat ettiği, sorumluluğu vb. gibi konuların
tartışılmasından daha önemlidir. Çünkü gencin elem ve ızdırap verici olay
karşısında hissettikleri onun ruh halini yansıtacağından; bununla ilgili
hususların, ele alınmasını gerekli kılar; aynı zamanda daha somut tespit ve
değerlendirmelerin yapılmasını sağlar.
Bu
nedenle bedensel özürlü ve depremzede 142 gencin bu iki olay sonucu
yaşadıkları ızdırap tecrübesine bağlı kötülük problemi ve Tanrı’nın varlığı
konusundaki şüphe ve bunalımlar, yaşanılan olayın anlamlandırılması,
sorgulanması ile daha çok öne çıkmaktadır. Çünkü ergen, gelişim
özelliklerine bağlı olarak kendisinde ve çevresinde meydana gelen olayları
ve durumları dikkatle izler ve analiz eder. Köklü bir inanca sahip olmadığı
takdirde çok geçmeden günlük hayatın denemeleri, Tanrı’nın herşeye kâdirliği
ve sonsuz iyilik severliğe sahip olduğu konusunda sürüp giden fikrini
sarsar, şüpheye düşer.
Yapılan
araştırmalarda da özellikle günlük hayatta meydana gelen zulüm ve
haksızlıklar, masumların öldürülmesi, hastaların acı çekmesi, çok sevilen
şahısların ölmesi, kaza, deprem, sel vb. doğal afetler gibi acı hayat
tecrübesi karşısında pek çok ergenin adaletli, merhametli ve iyilik sever
bir Tanrı’nın varlığı konusunda şüpheye düştükleri ortaya çıkmıştır.
Araştırma yaptığımız bedensel özürlü ve depremzede gençler yaşadıkları bu
durumu izah ederken öncelikle her iki olayı da acı ve elem verici bir olay
olarak değerlendirmiştir. (Bkz. Tablo I). Bedensel özürlü gençlerin %76 ve
depremzede gençlerin %83’ü yaşadıkları durumu acı ve ızdırap verici bir olay
şeklinde nitelendirmiştir. Bununla birlikte yaşanılan bu iki olayı bedensel
özürlü gençlerin %75 ve depremzede gençlerin %70’i Tanrı’nın bir cezası
olarak değerlendirirken
olayın kendi içi dinamiklerine bağlı olarak oluştuğunu ifade edenlerin oranı
bedensel özürlü gençlerde % 25, depremzede gençlerde ise % 30’dur. Kişilerin
kendisinden kaynaklanan tedbirsizlik, yanlış tutum ve davranışların
etkisinin bu olayların oluşmasındaki rolünü ifade edenlerin oranı ise
bedensel özürlü gençlerde %24, depremzede gençlerde %18’dir.
Bu
veriler ışığında öncelikle dikkatimizi çeken nokta yaşanan her iki olayın da
acı ve ızdırap verici bir olay olarak nitelendirilmesidir. Yaşanılan bir
olay bireyde acı, elem, keder, ızdırap uyandırıyorsa bu onun ruhunda derin
izler bırakır. Duygu ve düşüncelerinin altüst olmasına, sorunu kabullenmede
zorlanmasına vb sıkıntı ve karmaşık bir ruh halinin oluşmasına yol açar.
Böylesi karmaşık duygular yaşayan gençte büyük ölçüde ümitsizlik ve
kararsızlık hakim olur.
Böylece duygusal gerginlikler, başta Tanrı inancı olmak üzere emir ve
yasaklar manzumesi olan dine karşı gencin şüpheyle yaklaşmasına zemin
hazırlar. Çünkü bu aşamada gence göre din yerine getirilmesi özveri isteyen
bir takım sorumluluklar yüklemektedir. Oysa ki onun bunları yerine
getirebilecek gücü bulamadığı gibi yeterli sorumluluk duygusundan da
uzaklaşmıştır.
Aynı
zamanda yaşanan duygusal gerginlik, genci daha önceki bilgileri ile yaşanan
durum arasındaki uyuşmazlığın ya da yetersizliğin de farkına varılmasında
etkili olabilir. Genç yaşadığı acı, elem verici olayın gerginliği sebebiyle
dini bilgilerini yeniden gözden geçirir. Değerlendirmeler yapar. İzah
edemediği hususlar karşısında şüphe ve tereddütler yaşar.
Araştırmamızda da bedensel özürlülük ve deprem olayının Tanrı inancı ile
ilişkisinin olup olmadığı sorulduğunda (Bkz. Tablo 3) gençlerin çoğunluğu
Tanrıya inandıklarını belirtmelerine karşın, (bedensel özürlü olan %57,
depremzede genç %75) büyük bir çoğunluk yaşanan olay ile Tanrı’nın merhameti
ve adaleti arasında bir bağ kurmada zorlandıklarını ifade ederek (bedensel
özürlü %42, depremzede %63) zihinsel açıdan birtakım sorunlarla
karşılaştıkları görülmektedir. Aynı zamanda yaşanan olay sebebiyle Tanrı’nın
varlığından şüphe taşıyanların oranının da (bedensel özürlü genç %25,
depremzede %25) ile azımsanmayacak seviyede olduğu gözlenmektedir.
b-Aşırı Suçluluk ve Günahkarlık Duygusu
Izdırap
tecrübesi yaşamış olan bedensel özürlü ve depremzede gençlerin
karşılaştıkları, bir diğer dini kriz, aşırı suçluluk ve günahkarlık
duygusudur. Bedensel özürlü ve depremzede gençlerin yaşadıkları durumu izah
ederken acı ve elem verici bir olay olarak değerlendirmeleri yanında büyük
oranda (Bedensel özürlüler %75, depremzede %70) Tanrı’nın bir cezalandırması
olarak görmeleri (Bkz. Tablo-1) anlamlı bir veri olarak dikkatimizi
çekmektedir. Zira bedensel özürlülük ve depremi, Tanrı’nın bir cezası olarak
görmek, bir hatanın ya da günahın bedeli olarak bu durumla karşılaşıldığının
düşünülmesi anlamına gelebilir. Dolayısıyla bu durum, bir suçluluk ve
günahkarlık duygusunun da hissedildiğinin ifadesidir. Çünkü psikolojik bir
çaresizlik olan suçluluk duygusu, insanların büyük çoğunluğunun tecrübe
ettiği evrensel insani bir olaydır
ve kişinin ulaşmak istediği “ideal ben”i belirleyen içinde doğup büyüdüğü,
yetiştiği toplumu, norm ve değerleriyle kendisini “çatışma” halinde
hissettiği psikolojik bir durumdur. Bu, önce deruni bir ahenksizlik, bir iç
yaralanma hali olarak gözükür. Hataları sebebiyle kişi, kendi öz ahlâki
otoritesi olan vicdan ve toplum otoritesi tarafından mahkum edilmiş
hisseder. Vicdanı ve toplum otoritesi karşısında kişi bunalım ve sıkıntı
duyar ve kendinde suç ve hatasını itiraf etme ve bunları telafi etme veya
çöküntülü bir yalnızlıktan kaçıp kurtulmanın baskısını hisseder. İnançlı
kimselerde bu başka toplumun ahlâki otoritesi yerine ilahi mahkemenin
varlığına inançtan kaynaklanır. Bu durumda Allah’a başvurma dolaylı olarak
mevcuttur. Kişi hata ya da kötülüğü Allah’ın huzurunda işlediğinin açık
şuuruna sahip olmadıkça gerçek bir dini suçluluk duygusundan bahsetmek uygun
olmaz. Dini suç ve günah “Allah’ın kanununu çiğnemek” şeklinde
tanımlanabilir.
Birey dini inanç ve günahının farkına varırken din tarafından kendisine
verilen, kalbinin derinliklerinde gizlenmiş bulunan, bütün hataları açığa
çıkaran ve acımasızca cezalandıran sert hakim pozisyonundaki Tanrı’nın
şiddet ifade eden baskısını devreye sokar veya günahkarlık duygusunu,
merhametiyle affeden ve bu duyguyu yapıcı bir faaliyetin başlangıcı yapmaya
davet eden Allah’a karşı bir minnettarlığa dönüştürmeye yardım edebilir.
Eğer birey çocukluktan itibaren ailesi ve çevresi tarafından eğitilirken
yaptığı hata ve suçlar sebebiyle sürekli cezalandırılmış ya da Tanrı’nın
cezalandırıcağı ile korkutulmuş ise dini suç ve günahkarlık duygusunu büyük
ölçüde Tanrı’nın bir cezası olarak algılayabilecektir. Zira Erich Fromm’a
göre suçluluk duyguları, insanın akıldışı bir otoriteye bağımlılığından ve
bu otoriteyi memnun etmenin görevi olduğunu duymasından kaynaklanmaz aynı
zamanda bu bağımlılığı pekiştirir de. Bir otoriteye bağlı olanlar pek çok
suçlardan ötürü suçluluk duyarlar. Bu yüzden otoritenin vicdan üzerindeki
etkisi küçümsenemez, ancak insanda kendisi dışındaki bir otoriteden ahlâki
yaptırımlar olmaksızın kaynaklanan bir vicdan, cezalandırılma veya
ödüllendirilme kaygısıyla varlığını sürdürür.
Bir
otoriteye bağlı olmanın etkisiyle, otoritenin kendisine yaptıkları
karşılığında ceza ya da ödül verme beklentisi, özellikle ızdırap tecrübesi
yaşanırken büyük ölçüde hissedilebilir. Genellikle haksız olarak ızdırap
tecrübesi çeken kimseler şu soruyu sormayı sürdürmektedirler; “Niçin ben?”,
veya bunu hak etmek için “Ben ne yaptım?” onlar aynı zamanda ahlâk yararını
ihlal etmekten ibadette kusur işlemeye kadar uzanan her türden cevapla
ortaya çıkarlar. “Tanrı bana yaptığımı ödetiyor” Bu soruyu soran bir kimse
güçlü bir suçluluk duygusuna sahiptir.
Bu durum
aynı zamanda insanın kendi vicdanından kaynaklandığını sandığı suçluluk
duygusunu, çoğu kez otoriteden korkmak şeklinde gösterir.Yaptığı
hata ve suçları aldığı eğitimin de etkisiyle çoğunlukla Tanrı’nın kendisini
cezalandıracağı ya da anne babasını cezalandırmasıyla ilişkilendiren bireyde
aşırı suçluluk ve günahkarlık duygusuyla birlikte oluşabilecek olan
otoriteden korkma, onun dini hayatını da olumsuz yönde etkileyebilir. Çünkü
suçluluk ve günahkarlık duygusunun çift yönlü etkisini hesaba katmak
gerekir. Bunların dini hayatı olumlu yönde etkiledikleri gibi olumsuz
etkileri de olabilir. Çok şiddetli dayanılmaz bir hal alan suçluluk ve
günahkarlık duygusu tövbe ve pişmanlığa karşı duygusuzluğa, ilgisizliğe
hatta buna sahip olan ahlâki ve dini değerleri hiçe sayıp bunlara saldırmaya
bile sevkedebilir. Fakat normal bir seyir işleyen suçluluk ve günahkarlık
duygusu bir şahsiyet oluşumu safhasında kendinden razı olamama, geçici
heveslerine değer vermeme, dini ve ahlâki görevlerini üstlenme ve sonuçta
kendini aşmanın yollarını öğretebilir.
c.Ölüm Düşüncesi ve Ölüm Korkusu
Izdırap tecrübesi yaşayan gençlerin karşılaştıkları dini krizlerden biri de
yoğun ölüm düşüncesi sonucunda yaşanan ölüm korkusudur. Özellikle deprem
olayını yaşamış gençlerden göçük altından kurtulan ve çevresinde ölenleri
görenlerin büyük bir kısmında ölüm korkusunun oluştuğu görülmektedir.
Gençte beklenmedik bir şekilde ölümü hatırlatan veya ölümle burun buruna
gelmesini sağlayan depremin oluşturduğu bu trajik durum, onun acı ve ızdırap
çekmesine neden olmaktadır.
Yaşanan acı ve ızdırap bireyin ölüm korkusunu hissetmesine neden olabileceği
gibi yaşadığı durumu sorgulamasına da zemin hazırlayabilmektedir. “Niçin
ben” ya da “niçin arkadaşımın, ana babamın başına bu geldi, onu Tanrı mı
istedi?” gibi bazı soruları sorabilmektedir. Zira ölüm, bireyin Tanrı’yı
suçlayabildiği bir başka kötülüktür. Genelde her canlı doğar ve yıpranır,
sonunda ölür, ama belli bir ölüm-deprem olayında olduğu gibi trajik
olabilir. Böylesi durumda ölüm korkusunu hisseden bireyin yatıştırılmaya
ihtiyacı vardır.
Çünkü E. Kubler Rossa göre eğer ölüm, birdenbire olmamış ve ölmekte olan ya
da ölümle yüz yüze gelen insan, şuurunu kaybetmemişse, önce ölümle karşı
karşıya kaldığı gerçeğini kabullenmez, yadsır. Genelde yadsıma durumu fazla
sürmez. Onun yerini öfke, hiddet, kıskançlık duyguları alır. Burada “neden
ben?” “Benden daha çok bu sonu hak edenler var. O kadar kötü insanlar
yaşıyor da neden ben öleceğim, benim yerime neden onlar ölmüyorlar?”
şeklinde tepkiler gösterilir. Yadsıma tepkisinin aksine bu evreyle başa
çıkmak daha zordur. Zira ölümü hissetme ve ağır hastalık, yaralanma vb.
durumlardan dolayı ölümü bekleme karşısında duyulan öfke, bu şekildeki
kişinin çevresindekilere de yansımakta ve hatta Tanrı’ya da sitem etmeye
dönüşmektedir.
Deprem,
sel gibi doğal afetler, ciddi ve ağır bir rahatsızlık, kaza, çok sevilen
birisinin ani ölümü vb. nedenlerle yoğun bir şekilde ölüm düşüncesiyle
karşılaşan ve bunun etkisiyle ölüm korkusunu hisseden bireyin bu korkusunu
etkileyecek olan bir neden de cezalandırılma düşüncesidir. Ölüm düşüncesi
birey için ürkütücü, korkutucu gelmektedir. Zira ölüm, birbirini sevenleri
bu dünyada bir daha kavuşmamacasına ayırmaktadır. İnsanın organizmasının
çürüyüp tükenmesine neden olmaktadır. Ölümün insanı etkileyen bu yönleri
yanında cezalandırılma düşüncesi de ölüm korkusunu artırabilmektedir.
Durumun böyle olması, belki insanların çoğunun kendilerini günahkar
hissetmelerinden dolayıdır. Ancak daha çocukluk yıllarında Allah denilince
insanın aklına, kötü şeyler yapınca kızan ve yapanı cezalandıran bir varlık
getirecek şekilde gerçekleştirilen yanlış eğitimin de
katkısı olduğu bir gerçektir.
Dolayısıyla bu durum, bireyde aynı zamanda aşırı suçluluk ve günahkarlık
duygusunun oluşmasına da neden olabilir.
Böylece
kendini ölüme çok yakın hissetmesine yol açabilecek olan deprem, sel vb.
gibi bir felaketle karşılaşan bireyde oluşan ölüm korkusunun yoğunlaşmasına
neden olabilecek cezalandırılma düşüncesi ve ölümün, kaybetme, ayrılık vb.
trajik bir duruma yol açması nedeniyle bireyin Tanrı’yı suçlaması, ızdırap
tecrübesi yaşayan gencin ölüm düşüncesine bağlı oluşan ölüm korkusuyla
yaşadığı bir dini kriz olarak değerlendirilmesini mümkün kılabilmektedir.
Nitekim depremzede gençler arasında göçük altında kalarak ölüm korkusunu
yoğun bir şekilde hisseden 6 gençten 4’ü, göçük altında kaldığı zaman
“ölürsem bugüne kadar yaptığım hataların bedelini nasıl öderim” diye
korktuklarını, yakınlarını kaybedenlerden 8 genç ise, “neden Allah’ım
yakınlarımı aldın” diyerek isyan duyguları yaşadığını ve ölümden korktuğunu
ifade etmiştir.
d.Dini İnanç Zayıflığı ve İbadetlere Yönelimde Azalma
Deprem,
hastalık, kaza, sakatlık gibi bireyi derinden sarsan acı ve ızdırap
duymasına sebep olan olaylar, dini davranışa yönelimin en güçlü kaynakları
arasında yer almasına karşın, olaylar karşısındaki çaresizlik tecrübesi
bazen de dini ilgisizlik ve Allah’a isyan tepkilerini uyandırabilmektedir.
Zira ızdırap verici bir olay karşısında oluşan çöküntü, umutsuzluk, yoğun
suçluluk duygusu gibi sırf olumsuz duygular Allah’a doğru bir hareketi asla
desteklemezler, aksine bunlar gerekli dinamizmi insandan uzaklaştırarak
Allah’a yönelme gibi bazı hareketleri kösteklerler. Çünkü çaresizliğin
insanı ilahi müdahaleyi davete sürüklemesi için yaşama arzusunun sıkıntıya
üstün gelmesi gereklidir. Ayrıca çaresizlik tecrübesinin uyandırdığı hareket
dürtüsel ve geçici bir tabiata sahiptir. Böylesi davranışlar şahsi olarak
içten benimsenmiş bir dini yaşayışa uzun süreli ve kalıcı olarak sevk
etmezler. Durum şiddetini kaybettiği ve şartlar normale döndüğü zaman
Allah’tan uzaklaşma her zaman mümkün olmaktadır.
Bu nedenle araştırma yaptığımız ızdırap tecrübesi yaşamış olan bedensel
özürlü ve depremzede gençlerin bir kısmında da dini inanç zayıflığı ve
ibadetlere azalma şeklinde bir dini krizle karşılaştıkları görülmektedir.
Bedensel özürlülerin %26, depremzede gençlerin de %35’inde görülen
bu durumla ilgili neden böyle davrandıklarını sorduğumuzda belli bir kısmı
bunu Tanrı’nın bir cezası ve onun kendilerine yapılan bir haksızlığı
şeklinde değerlendirdiğini ifade ederken bir kısmının da hem yaşadıkları
durumun acı ve ızdırap verici yönünü algılamaları hem de çevresiyle ilgili
birtakım sorunlarının oluşturduğu üzüntü verici durumlara karşı bir tepkisel
yansıma olduğunu belirtmişlerdir.
2.Dini Kriz ve Başa Çıkma
Izdırap
tecrübesi sonucunda oluşan acı, üzüntü, keder, suçluluk ve günahkarlık
duygusu gibi bireyin hayatını zorlaştıracak bazı duyguların yanı sıra
yaşanan ızdırap verici olayı algılama biçiminden ve değerlendirmeden
kaynaklanan bazı sorunlar, başedilmesi gereken hususlar olarak bireyin
karşısına çıkmaktadır. Bunlar içerisinde aşırı suçluluk ve günahkarlık
duygusu ile ölüm düşüncesinden kaynaklanan ölüm korkusu duygusal nitelikli,
yaşanan olayı Tanrı’nın bir kötülüğü ve cezalandırması olarak görme ile dini
inanç zayıflığı ve ibadetlerde azalma da ızdırap tecrübesini oluşturan olayı
algılama biçiminden kaynaklanan dini krizlerdir denilebilir. Birey yaşadığı
bu krizlerle başa çıkmada ya ayrı veya birlikte kullanabileceği iki yolu
deneyebilir. Kişi kendisi de stresli durum oluşturan olay ya da durumu
değiştirmeye çalışır. Bu çabaya “probleme dayalı başa çıkma” denir. Kişi
stres yaratan durumla ya da olayla ilgili duygularını mevcut stresli durum
değiştirilemeyecek özellikte olsa bile hafifletmek için uğraşır ve kendini
değiştirmeye çalışır. Buna da “duygu odaklı başa çıkma” denir.
Probleme
dayalı başa çıkma yönteminde birey, öncelikle problemi tanımlar, probleme
alternatif çözümler üretir, ürettiği çözümleri değerlendirerek en uygun
çözümü ve çözümleri uygulamaya başlar.
Izdırap tecrübesi ile yaşanan dini krizle başa çıkmada problem odaklı başa
çıkma açısından dini krizi çözmeye yönelik ortaya konabilecek hususların,
dini krizi oluşturan noktaları dikkate alarak gerçekleştirilebileceği göz
önüne alınmalıdır.
Duygu
odaklı başa çıkmada ise, kişi bastırma, yansıtma, mantığa bürünme vb.
savunma mekanizmalarını kullanarak gerçeği olduğundan farklı algılamaya
çalışır. Aynı zamanda yaşadığı sorunu zihninden atmak için fiziksel
egzersizler yapmayı, öfkeyi dışa vurmayı, dostlarından destek aramayı ihtiva
eden
davranışa yönelik bazı çabaları gerçekleştirir. Izdırap tecrübesi yaşayan
bireyin acı, üzüntü, sıkıntı vb. duyguları ile başetmede de öncelikle sosyal
destek, büyük ölçüde rahatlamasına yardımcı olur. Aynı zamanda yapılabilecek
makul izahlar, olumlu düşünme ve dini inançları göz önüne alma sorunla
ilgili oluşan olumsuz duygu ve düşüncelerin hafifletilmesine katkı sağlar.
Bu açıdan ızdırap tecrübesi yaşamış gençlerin karşılaşabileceği dini
krizlerin aşılmasında hem problem odaklı hem de duygusal odaklı başa çıkma
davranışı olarak aşağıda ele alacağımız hususların gözönünde
bulundurulmasında fayda olacağını düşünmekteyiz.
1.Tanrı İnancı ve Aşırı Suçluluk ve Günahkarlık Duygusuyla İlgili Dini
Krizle Başa Çıkmada Tanrı Tasavvurunun Yeri ve Önemi
Bedensel özürlülük ve deprem nedeniyle ızdırap tecrübesi yaşayan araştırma
yaptığımız gençlerin genelde yaşadıkları durumu önce acı, elem verici bir
olay olarak nitelendirdikleri, buna ilaveten de Tanrı’nın bir cezası olarak
olayı değerlendirdiklerini belirtmiştik. Ayrıca bu durumlarının Tanrı inancı
ile bağlantısı sorulduğunda da genelde Allah’a inanmanın öne çıkmasına
karşın, yaşanılan acı ve ızdırap verici olayı Tanrı’nın merhameti ve
adaletiyle bağdaştırmada zorlandıkları buna bağlı olarak da Tanrı’nın
varlığından şüphe duyanların olduğu şeklinde bir tespitle karşılaştığımızı
da ifade etmiştik. Bu verileri göz önüne alarak gençlerin yaşadıkları krizle
başa çıkmada, oluşturulacak Tanrı tasavvurunun önemli bir katkısının
olabileceği düşünülebilir. Şöyle ki,
Bedensel
özürlülük ve depremin acı, elem verici bir olay olarak görülmesi, bu
olayların gençlerin üzerinde gerginlik, stres, üzüntü, ızdırap gibi bazı
olumsuz duyguları oluşturması mümkündür. Aynı zamanda bu duyguların,
Tanrı’nın adaleti ve merhametiyle, yaşanılan olayı uzlaştırmada karşılaşılan
sıkıntıyı ve buna bağlı olarak da Tanrı’nın varlığından şüphe etmeyi motive
edici yönü bulunabilir. Çünkü genç, çocukluktan yetişkinliğe geçerken
kendisini tanımaya çalışmakta ve sorgulamaktadır. “Bu neyim, kimim
sorularına cevap ararken geçmişte yaşadığı ve öğrendiklerini de yeniden
gözden geçirmektedir. Gencin yaşadığı ızdırap tecrübesi, onun Tanrı, inancı
ve Tasavvurunu da yeniden gözden geçirmesine sebep olabilmektedir. Bu yüzden
genç, yaşadığı acı ve ızdırabı, “neden Tanrı’nın önlemediği” ya da “neden
kendine haksızlık” yaptığı şeklinde bazı sorularla ortaya koyar. Sorulara
yeterli cevap bulamadığında da birtakım dini bunalım ve şüpheleri hatta
Tanrı’nın varlığından da şüphe duymayı yaşayabilir. Gencin acı, ızdırap
veren olayla gerçekleştirilebileceği zihinsel sorgulaması ile birlikte
yaşanan acı ve ızdırap karşısında çaresiz kalma, boyun eğme ya da acı
içerisinde kıvranmanın doğurabileceği hayata karşı kızgınlık, öfke ve hınç,
onu “hayatın olmadığı” şeklinde bir kanaate de ulaştırabilir. Bundan o kişi
için hayatın, vaadlerini yerine getirmediği ve uyandırdığı ümidi, hayal
kırıklığına uğrattığını anlarız. Bu durumda yaşama sevinci hayata karşı hınç
duyma haline dönüşür. Böylesi bir kin ve öfke, yaratıcı bir Tanrı’nın
kabulünü fevkalade zorlaştırır.
Bu
nedenle bireyin ızdırap tecrübesi karşısında yaşadığı olumsuz duyguların,
öfke, hınç ve acıların azaltılması ve olumluya dönüşmesinde Tanrı
Tasavvurunun sevgi merkezli
bir şekilde anlatılıp öğretilmesinin katkısı olacağı kanaatindeyiz. Zira
Tanrı’nın merhameti affediciliği üzerine yapılacak olan vurgu, gencin
ızdırap tecrübesine bağlı oluşacak olan olumsuz duygularını aşmasını, onları
azaltmasına katkı sağlayabileceğinden Allah’a yönelmesinde de motivasyonel
bir fonksiyonu olabilecektir. Tanrı’nın sevgi yönünün dikkate alınması,
O’nun acıların azalmasında “anlayan dert ortağı” olmasını sağlar. Whitehad
“kötülüğün, içinde yaşadığımız dünyanın doğası olarak insanın özgürlüğü
açısından bir özellik olduğuna dikkat çekerek, kötülüğün Tanrı tarafından
emredilen bir şey olmadığını ve gerçekte de onu bertaraf etmediğini
belirtir. Buna karşın ikna edici sevgi olarak Tanrı, “anlayan dert
ortağıdır” ve bu yüzden Tanrı sevinçlerimizi kederlerimizi paylaşandır.”
ifadesi ile Tanrı’nın sevgisinin acıları azaltmaktaki yönünü vurgular.
Araştırmamızda gençlerin yaşadıkları durumu acı ve elem verici bir olay
olarak zikretmekle birlikte Tanrı’nın bir cezası olarak görmeleri de, sevgi
merkezli Tanrı Tasavvurunun duygusal odaklı başa çıkma açısından önemini
gösteren bir diğer bulgu olarak değerlendirilebilir. Zira bedensel özürlülük
veya depremi genel olarak Tanrı’nın bir cezası olarak görmek, bireyin
zihninde cezalandırıcı bir Tanrı Tasavvurunun daha fazla öne çıktığı
izlenimini uyandırabilmektedir. Çünkü çocukluktan itibaren yapılan hata ve
suçlardan dolayı Tanrı’nın cezalandıracağı fikrinin aşılanması, bireyin
zihnindeki Tanrı, “cezalandıran bir Tanrı” özelliğini kazanabilecektir.
Preuschaff, yüzyıllar boyunca çocuklar Tanrıyla korkutuldular. Bizim anne
babalarımız, dedelerimiz ve ninelerimiz de her şeyi gören ve “günah”
işleyenleri cezalandıran bir Tanrı’ya kesin olarak inandıklarını belirterek
çocuklar ve yetişkinlerin Tanrı’dan korkarak yaşadıklarına dikkat
çekmektedir.
Pargament de olumsuz hayat olayını Allah’ın bir cezalandırması olarak
düşünmenin ve dini memnuniyetsizliğin olumsuz hayat olayıyla başetmeyi ve
olaya uyum sağlamayı engellediğinin görüldüğünü belirtmiştir.
Tanrı’nın merhameti, bağışlayıcı ve insanı affediciliği
gibi bazı özellikleriyle vurgulanan sevecen bir Tanrı tasavvurunun olumsuz
olayda duygusal odaklı başa çıkma açısından faydalı olacağı düşünülmekle
birlikte problem odaklı başa çıkma açısından ise sorun oluşturabilecek bir
noktanın da açıklığa kavuşturulması gerekebilir. Eğer Tanrı’nın merhameti,
affedicilik özelliği öne çıkartılırsa gencin yaşadığı acı, ızdırap verici
olayla Tanrı’nın merhametini uzlaştırması nasıl mümkün olabilir? şeklinde
bir soru ile karşılaşmak mümkündür. Nitekim araştırma yaptığımız gençlerin
Tanrı inançlarındaki zayıflama ve Tanrı’nın varlığından şüpheye düşmelerine
sebep olan hususun bedensel özürlülük ile deprem olayını Tanrı’nın adaleti
ve merhametiyle uzlaştırmada çektikleri sıkıntı olarak belirtmeleri bu
noktayı dikkate almak gerektiğini göstermektedir
Bu
problemi, Güler’in de vurgu yaptığı insan ile Tanrı arasındaki ilişkinin, .
salt “güç” ve “kudret” yerine, adalet ve sevgi (ahlâk)-sevgiyi de ahlâklı
davranmayla ilişkili bir özellik olarak görmek uygun olabilir- üzerine
kurulduğunda çözmenin mümkün olabileceğidir. Burada adalet ve ahlaklı
davranmayla
eş olan sevginin, Tanrı’nın yaptıklarında salt güce dayanan keyfi,
dilediğini istediği gibi yapan bir Tanrı Tasavvurundan; yaptıklarını insanın
yeteneklerini geliştiren, tabiat yasalarının devamlılığını gerekli kılan ve
yaptıklarının sünnetullaha uygun ahlâki bir davranma biçimi olduğunu bireyin
kavramasına katkı sağlayan bir Tanrısal özellik olduğu söylenebilir. Zira
salt güce dayanan ve bu güç doğrultusunda davranan bir Tanrı Tasavvurunda
insanın sorumluluğu Allah’a atfederek yükümlülükten kurtulması da mümkün
olmaktadır
ki bu, İslam akaidinde yer alan Cebriyenin görüşüyle paralellik
göstermektedir.
Acı, elem verici olayla Tanrı inancı arasında kurulan ilişkiye dayalı
kötülük probleminin oluşturduğu dini krizle başa çıkmada problem odaklı başa
çıkma açısından, katkı sağlayabilecek bir diğer husus ta, sorunu insanın
özelliklerini dikkate alarak yeniden gözden geçirmenin uygun olduğudur.
Kötülük probleminde genelde sorunun “Tanrı” yönü öne çıkartılarak “neden
Tanrı bunca acıya izin veriyor” ya da kötülüğün varolmasının Tanrı’nın
varlığıyla çelişeceği şeklinde bir ilişki kurulmaya çalışılmıştır. Sorunun
“insan”la ilgili olan noktasının dikkate alınarak değerlendirilmesinin, din
psikolojisinin ilkelerine de uygun bir yaklaşım olduğunu düşünmekteyiz.
Çünkü din psikolojisi, insan-din ilişkisinde Tanrı’nın neliği, özellikleri
vb. noktaları inceleme dışı tutarak insan-din (Tanrı) ilişkisinin müşahedeye
açık olan ruhi hallerini inceleme konusu yapar.
Bu nokta gözönüne alınarak acı ve ızdırap verici olayda Tanrı’nın rolünün
üzerinde durmak yerine insanın özelliklerinin sorunu çözümlemede bir rolünün
olup olmadığını ele almak daha sağlıklı bir yaklaşım olabilecektir. Bu
nedenle ızdırap tecrübesi sonucunda yaşadığı olayı anlamlandırırken neden
böyle bir olayla karşılaştığını soran bireyin bu farklı durumu yaşamasının
onun Tanrı inancını kuvvetlendirmesine katkı sağlayacak şekilde şu
yönleriyle ele alınması uygun olabilir.
Birincisi, insanın özgür irade sahibi bir varlık oluşunu dikkate alarak
kötülük sorununa yaklaşmaktır.
Özgür iradesi ile farklı seçimler yapabilen insan, iyi davranışlar ortaya
koyabileceği gibi kötü olarak nitelendirilecek eylemlerde de bulunabilir.
Özellikle “yeryüzündeki toplumsal alandaki ahlâki kötülükten sorumlu olan,
tamamen özgür olan insandır. İnsanlar ahlâki eğitimle bu kötülüğü ortadan
kaldırmasalar bile olabildiğince azaltabilirler. İnsan zaten bununla
denenmektedir”; İnsanın irade sahibi bir varlık olması onun aynı zamanda
denenmesini de gerekli kılar. Zira farklı seçimler yapabilir, bu
seçimlerinden dolayı da sorumludur. Bu yönüyle tabiattaki doğal kötülüğün
varoluşu da insanın denenmesiyle ilgilidir. Tabiattaki doğal kötülüklerin
(zararların), Allah’ın verdiği nimetlerle kıyaslandığında az olduğu görülür.
Bununla birlikte onların varolması insanın denenmesi açısından taşıdığı önem
ve anlamdır. Zarar verme potansiyeli olmayan, her şeyin iyi olduğu bir ortam
denenme ortamı olamaz. Denenme, iradede olduğu gibi riski gerektirir.
Tabiattaki kötülükler (zarar veren şeyler) ise noktasal olarak tek tek
insana güdümlenmiş değildir. Örneğin aynı şiddette bir deprem olayının
Japonya’da sebep olduğu kötülük ile Muş’un Varto ilçesinde sebebiyet verdiği
kötülük eşit olmamaktadır. İnsan, iradesini kullanarak bu zararlardan
korunup onların etkilerini azaltabilir. İnsanın zarar (kötülük) olarak
nitelendirdiği şey, tabiatta var olan sistemin gereği nötr olan olaylara
insanın maruz kalmasıdır. Örneğin deprem tabiatın doğal düzenin bir
gereğidir. Deprem fayının üzerinde yerleşim yeri varsa deprem zarar doğurur.
Deprem fayı üzerine yerleşim yeri kurmak ise iradi bir olaydır. İnsanın bu
uğurda girişeceği mücadele, göstereceği direniş (sabır) denenme sürecinde
olmak bir davranıştır.
İnsanın
denenmesi noktasında önemli olan bir diğer husus da, insan-Allah ilişkisi
açısından iman ile denenmesidir. İmtihan olunacak şeylerin başında “iman”
gelmektedir.
Örneğin, Ayoub’a göre acı çekme ile ilgili Kur’andaki en aşikar cevap,
çekilen acıların bir iman imtihanı (the test of faith) olduğudur.
İmanda imtihanın, insanın Allah’ın kudretine, ilmine, adaletine,
merhametine, sevgisine güveniyle ilişkilidir. Kur’an acı bir müsibetle
karşılaştıklarında insanların “Biz Allah’a aidiz ve elbette O’na döneceğiz”
(Bakara 156) demelerini ister. Felaket ya da ölüm vb. gibi durumlarda
Allah’a imanın bu şekilde bir tasdiki, insanın O’na itimat ve güveninin zor
bir imtihanıdır. Kur’an’a göre imtihana tabi tutulmak, imanın doğasına
aittir. İman için imtihan olmalıdır, geçmiştekiler için böyle olmuştur ve
her zaman da böyle olacaktır.
Dolayısıyla çekilen acılar, dertler ve sıkıntılar karşısında, Allah’ın
kudreti, ilmi, adaleti, merhameti ve hatta ileri boyutlarda varlığına iman
konusu, bir içsel tereddüt ve kuşkuya ya da bir dinsel itiraz ve eleştiriye
maruz kaldığında, bu iman açısından olumsuz duygu ve düşüncelere kapılmak ya
da kapılmamak, onlara yenik düşmek ya da onları bir türlü başarıyla atlatmak
şeklinde olan iman imtihanıdır.
İnsanın
bir diğer özelliği de gelişen ve değişen bir varlık olmasıdır. İnsanın bu
özelliği, onun farklı deneyimlerle olgunlaşmasına, gelişmesine katkı
sağlayabileceği gibi çevresine uyumuna da yardımcı olmaktadır. Bu nedenle
batılı teodise anlayışları içerisinde John Hick tarafından da geliştirilen
İranauscu Teodise, anlayışındaki “ruh yapma” yeri olarak dünyanın görülmesi
görüşü, insanın gelişen, olgunlaşan özelliğini dikkate alan bir izah
tarzıdır. İraneauscu teodiseye göre, dünya bir “ruh yapma” veya şahıs
oluşturma yeri olarak görülür. Orada özgür varlıklar sıradan bir çevrede
varolmanın getirdiği zorluklar ve yüklerle mücadele ederek “Tanrı’nın
çocukları”^ve “ebedi hayatın mirasçıları” olabilirler. İnsanın içinde
yaşadığı dünyanın özgür bir varlıkta kişisel hayatın en iyi
karakteristiklerinin gelişmesine imkan sağlaması açısından buna uygun bir
yer olduğu üzerinde durulur. Örneğin bu dünyada çekilen bedensel ağrı ve
acılar ve onların neden olduğu ruhsal elem ve ızdırapların başta zaman zaman
ortaya çıkan bazı hastalıkları haber veren bir ikaz, işaret özelliği olması
sebebiyle bedeni koruyucu bir işleve sahip olduğu; aynı zamanda da insanın
sağlıklı kalmak için bazı önlemler almasına yardımcı olduğu üzerinde
durularak yaşanılan çevrenin ruh yapma amacına uygunluğu ortaya konmaya
çalışılmaktadır.
İnsanın gelişimine katkı sağlayan böylesi bir dünya yerine hiç acı
içermeyen, olumsuzlukların olmadığı bir dünyayı da neden Tanrı yaratmadı
şeklinde bir soruya da yine insanın davranışlarında güdülenmenin rolü
çerçevesinde ızdırap tecrübesinin imanı, Allah’a doğru giden kendi hedefine
daha uygun kılmaya katkı sağlayıcı rolünü belirtecek şekilde şu yaklaşım
düşünülebilir. “Eğer dünya şimdi olduğu gibi karmakarışık olmasaydı, eğer
Allah dünyayı açıkça insanın iyiliği için düzenleseydi, insan yalnızca
kendini düşünür ve Allah’ı hiç hatırına getirmezdi.
Ayrıca ızdıraptan yoksun olan dünyanın ahlâki nitelikler ve ruhsal
olgunluklar gerçekleştirmeye katkısının olamayacağına dikkat çeken Hick’in
görüşünün
bireyde gerçekleşebilmesi için aynı zamanda bireyin sosyal destekle ve
çocukluktan itibaren hayat karşısındaki tutumunun olumlu gelişmesinin de
önemi olduğu unutulmamalıdır.
2.Ölümün Bir Fenomen Olduğu, Hayatla İç İçeliği ve
Ölüm Düşüncesinin Kişilik Değişim Aracı Olarak Değerlendirilmesi
Izdırap
tecrübesi yaşayan bireyin kötülük problemi içerisinde değerlendirebileceği
ve sıkıntı yaşayabileceği bir başka olgu da ölümdür. Özellikle ölümcül bir
hastalık, kaza ya da deprem gibi ölümle yüz yüze gelme durumlarında ölüm
düşüncesi, ölüm korkusunu artırmakta ve kişinin durumunu yeniden gözden
geçirmesine neden olmaktadır. Böylesi bir durumda birey “neden ben” sorusunu
sorarak yaşadığı durumu anlamaya çalışmakta, kimi zaman da Tanrı’ya sitem
etmektedir.
Izdırap
tecrübesi yaşayan depremzede gençlerden özelikle göçük altından
kurtulanlarla, çevresindeki yakınlarını, arkadaşlarını kaybedenlerde ölüm
düşüncesi ve ölüm korkusunun oluştuğunu; buna bağlı olarak da Tanrı’yı
suçlama, öbür dünyada cezalandırılacağını düşünme gibi bazı dini muhtevalı
sorunların yaşandığını belirtmiştik.
Yaşanılan trajik duruma bağlı ölümle yüz yüze gelmenin oluşturduğu ölüm
düşüncesi ve ölüm korkusunun etkisiyle Tanrı’yı suçlama ya da öbür dünyada
cezalandıracağını düşünerek
ölüm korkusunu yoğun bir şekilde hissetme, genç için ölümün gelişmekte olan
ilişkilerini ve kimliğini engelleyecek bir darbe anlamına gelmesi sebebiyle
ölüme karşı bir tepki olarak yorumlanabilir. Çünkü ergen için önemli olan
önünde bulunan uzun geleceği, kendi hayat değerlerinin aktüalleştirilmesi
için kullanmak ve bu yolda fiziki ve zihni enerjisini harcamaktır. Bu konuda
o, yetişkin dünyasının eşiğindedir. Çocukluktan yetişkinliğe geçişte
birtakım değişim ve gelişmeleri yaşamaktadır. O, kendisini geçmiş ve
geleceği hesaba katarak duygusal ve zihinsel olarak belli bir şekle sokmaya
uğraşmakta, toplumun bir üyesi olarak yeni bir mevkiye ulaşmaya gayret
etmektedir. Bu nedenle hayattan büyük bir zevk alan ergenlik çağı genci,
hastalık, kaza ve ölüm gibi olayları hatırladıkça, kendi hayatının
geleceğine ve kendi kaderine tam manasıyla hakim olamadığını, düşünerek
endişe duymaktan kendini alamamaktadır.
Ergenin ölüm karşısındaki bu özel tutumunu ergenliğe özgü ben merkezcilikle
açıklayanlar da vardır. Ergenin kendi kişisel bağımsızlığına olan inancı ve
buna verdiği önem, onda kendisinin ölümden kaçılamayacağı inancına
dönüşmekte ve ölüm başkalarının başına gelebilir, ancak kendi başına asla
gelmez şeklinde yorumlamaktadır.
İşte ergenlik dönemindeki ölüm karşısındaki bu tutum gözönüne alınarak
depremle ızdırap tecrübesi yaşayan gençlerin ölüm korkularını ve bunun
oluşturduğu Tanrı’ya sitem etme ve cezalandırılma endişesi, ölüm-hayat
içiçeliği anlayışı problem odaklı başa çıkma davranışı şeklinde kullanılmak
suretiyle aşılabilir. Özellikle Irvin Yalom’un da dikkat çektiği ölüm
anksiyetesinin aşılmasında etkili olabilecek hayatın ve ölümün birbirine
bağımlılığı yaklaşımı, hayat ve ölümün aynı anda varolduğu, birbirine
ardışık olarak değil, ölümün hayatın perdesi ardında sürekli olarak sesini
duyurduğu, yaşantı ve davranış üzerinde de büyük etkide bulunduğu temeline
dayanır.
Bireyin
ölümün hayatın bir gerçeği olduğunu göz önüne alarak hayat ile ölüm
arasındaki sıkı bir bağ olduğunu düşünmesi, Yalom’a göre kişiyi korku ya da
kasvetli kötümserlik varoluşuna mahkum etmekten çok, onu daha otantik hayat
tarzına yöneltmek için bir katalizör olarak hareket eder ve hayattan alınan
zevki arttırır. Bu görüşü destekleyici mahiyette ölümle kişisel olarak
yüzleşen insanların, değişimlerinden bahseder.
Dinlerde
de genelde bireyin ölüm olgusu karşısında onu ciddiye almama veya inkara
kalkışma gibi tutum ve davranışlardan kaçınması gerektiği öğütlenmiştir.
3.Ahiret İnancının Olumsuz Duyguları Aşma, Sorumluluk Bilinci oluşturma ve
Oto Kritik Sağlayıcı Yönü
Ölüm ve
din arasındaki ilişkide belki de en önemli unsur, dinlerin ortaya koyduğu
ahiret inancıdır. Zira ahiret inancı bir taraftan insanlara zulüm ve
sıkıntılar karşısında büyük bir teselli kaynağı sunarken, diğer taraftan
ölümsüzlük arzusuna sahip insan için ebediyetin kapılarını açmakta,
insanların ruhi dengelerinin bozulmaması hususunda büyük rol oynamaktadır.
Araştırmalarda ümitsizlik vb. durumlarda ahiret inancının inananlara bir
ümit sunduğu ve endişeyi azalttığı, insanlara vicdan azabı ve korkularını
yatıştıracak teselliler oluşturduğu tespit edilmiştir. Zayıf olmamasına
rağmen tecrübi literatürün bir kısmının, ölüm korkusu ile ahiret inancı
arasındaki ilişkiyi desteklemede başarısızlığa uğraması sürpriz olarak
karşılanmıştır. Zira ölümün, insanın maddi varlığının sona ermesi olarak
tanımlanması ve manevi olanın ise en mükemmel şekilde dini çerçevede
oluşumundan dolayı ölüm ile din arasındaki ilişki son derece açıktır. Ayrıca
ilkel dinlerden günümüze kadar gelen bir çok din ruhun ölümsüzlüğe ve öteki
dünyanın varlığı inancıyla, insanların ölüm, yokluk ve birlik karşısında
hissettikleri korku ve kaygıyı azaltma yolunu seçmişlerdir.
Dinlerde var olan bu ahiret inancı dikkate alınarak yaşadığı ızdırap
tecrübesi sonunda gençte oluşan ölüm korkusunu hafifletmede ahiret inancının
duygusal odaklı başa çıkma yönüyle katkısı sağlanabilir.
Ayrıca,
ahiret inancı, ölümden sonra insanın hayatının devam edeceğini esas olanın
ahiret hayatı olduğu fikrini insanın dikkatine sunarak onun yaşantısını daha
bilinçli bir şekilde geçirmesine, kendisini oto-kritik etmesine de yardımcı
olacağından olumlu bir değişim ve kaliteli bir yaşam sürmesine imkan sağlar.
4.Sağlıklı, Doğru Dini Bilgi ve Dini Sosyal Desteğin Sağlanmasının Yaşanan
Dini Krizi Aşmadaki Rolü
Izdırap
tecrübesi yaşayan gençlerin zikredilen dini krizleriyle başetmede en önemli
unsurlardan birisi, dini bilgi düzeylerinin yeterli ve doğru bilgilenmenin
olmasıdır. Gençlik döneminde yaşanan dini bunalım ve şüphelerin oluşumunda
yanlış ve eksik dini bilginin etkisi olduğu yapılan tespitler arasında yer
almaktadır.
Izdırap tecrübesi yaşayan gençlerin de dini krizlerle başetmesinde doğru ve
sağlıklı bir dini bilgilendirmeyi gerçekleştirmeleri, problem odaklı başa
çıkma davranışı olarak ele alınabilir. Bununla birlikte gençlerin dini
sosyalleşmelerini sağlayacak şekilde cemaatle namaza alıştırılmaları, dini
sohbet, konferans vb. etkinliklere katılımlarının sağlanması, onların
kendilerini iyi hissetmelerine yardımcı olabilir ve aynı zamanda gençlerin
sorunlarına eğilmek, onlarla ilgilenmek, onların sosyal etkinliklere
katılmalarını sağlamak gibi sosyal destekle de yaşadıkları acı ve elem dolu
olayların oluşturabileceği duygusal sorunların aşılmasına katkı
sağlanabilir.
Sonuç
İnsanın
hayatında sevinç, neşe, mutluluk oluşturacak olaylar olduğu gibi, acı, elem
ve ızdırap verici olaylar da bulunmaktadır. Acı, keder, ızdırap verici
olaylar, oluş biçiminin ya da birey üzerinde oluşturduğu olumsuz etkiler
sebebiyle anlamlandırılmaya çalışılmaktadır. Bu anlama ve izah getirme
çabası içerisinde kimi zaman olay ile Tanrı’nın varlığı ya da adaleti ve
merhameti gibi hususlarla irtibat kurularak yaşanan olay dini izah oluşturma
veya dini bunalım ve şüpheleri yaşama şekline dönüşmektedir. Özellikle
gençlik döneminde yeni bir kişilik oluşturma çabası içerisinde yaşanan
olaylar yeniden gözden geçirilerek genç tarafından sorgulanmakta,
anlaşılmaya ve anlamlandırılmaya çalışılmaktadır. Bu itibarla bedensel
özürlülük ve deprem gibi bireyin hayatını önemli ölçüde etkileyebilecek olan
olaylar karşısında gencin ne tür dini krizlerle karşılaşabileceği
incelenmesi gereken bir durumdur. Çünkü gencin yaşadığı bu ızdırap tecrübesi
sonucunda bazı sıkıntılarla karşılaşması mümkündür. 102 bedensel özürlü ve
40 depremzede genç ile yapılan mülakata dayalı bu çalışmada gençlerin
yaşadıkları acı, elem ve ızdırap verici olay sonucunda, yaşanan olayı
Tanrı’nın adaleti ve merhametiyle uzlaştırmada zorlandıkları ve buna bağlı
olarak da Tanrı’nın varlığından şüphe duyma, dini inançlarda zayıflama,
Tanrı’nın yaşanılan olay sebebiyle kendilerini cezalandırdığı düşüncesi
çerçevesinde aşırı suçluluk ve günahkarlık duygusunun yaşandığı, depremzede
gençler arasında göçük altında kalanlar ve yakınlarını kaybedenlerin de
yoğun ölüm düşüncesine bağlı ölüm korkusunun oluştuğu ve bu durumlar
sebebiyle Tanrı’ya sitem etme şeklinde bazı dini krizlerin yaşandığı
görülmüştür. Bu dini krizlerin oluşturduğu olumsuz duygularla aşırı suçluluk
duygusu vb. başetmede öncelikli olarak sevgi merkezli bir Tanrı Tasavvurunun
önemli bir rolü bulunabilir. Bununla birlikte gence sağlanacak sosyal destek
ve ahiret inancının vurgulanması ümitsizliği aşmaya katkısının duygusal
odaklı başa çıkma davranışı olarak gerçekleştirilebilir. Yaşanan olayın
anlamlandırılması açısından da sağlam bir dini bilgi ile birlikte
İnsan-Tanrı ilişkisi açısından konunun insan noktası ile ilişkisi dikkate
alınarak insanın özgür irade sahibi bir varlık olması, gelişen bir yönünün
bulunması ve olgunlaşma açısından sınanmasının önemi gibi özellikleri ile
yaşanan olay arasındaki ilişkiler ele alınabilir. Aynı zamanda ölümün hayat
ile ilişkisi ve ahiret inancının sorumluluk bilincini geliştirme ve
oto-kritik sağlayıcı rolü üzerinde durularak problem odaklı başa çıkma
davranışı gerçekleştirilebilir.
Ekler
Tablo-1.Gencin Yaşadığı Olayı Nasıl İzah Ettiğine İlişkin Bulgular
|
|
BULGUL
|
AR
|
|
SEÇENEKLER
|
|
|
Depremzede |
|
|
Sayı
|
% |
Sayı
|
% |
|
76 |
75 |
28 |
70 |
|
26 |
25
|
12 |
30 |
|
78 |
76 |
33 |
83 |
|
24 |
24 |
7 |
18 |
Toplam
|
102 |
|
40 |
|
Not: Şıklarda yer alan 1 ve 2 ile 3
ve 4 nolu ifadeler gençler tarafından birlikte ifade edilmiştir. Bu ifadeler
daha sonra müstakil olarak ele alınıp % lik oranları tesbit edilmiştir.
Tablo-2.Yaşanan Olayın Dini Yönünün Olduğu Düşünmeye İlişkin Bulgular
|
|
BULGUL
|
AR
|
|
SEÇENEKLER
|
|
|
Depremzede |
|
|
Sayı
|
% |
Sayı
|
% |
|
76 |
75 |
28 |
70 |
|
82 |
80
|
22 |
55 |
|
26 |
25 |
12 |
30 |
|
20 |
20 |
18 |
45 |
Toplam
|
102 |
|
40 |
|
Not: Şekilde 1-3 ve 2-4 nolu
ifadeler gençler tarafından birlikte zikredilmiştir. Bu ifadeler daha sonra
müstakil olarak ele alınıp % oranı tespit edilmiştir.
Tablo-3.Yaşanan Olayın Tanrı İnancıyla İlişkisine İlişkin Bulgular
|
|
BULGUL
|
AR
|
|
SEÇENEKLER
|
|
|
Depremzede |
|
|
Sayı
|
% |
Sayı
|
% |
|
58 |
57 |
30 |
75 |
|
25 |
25
|
10 |
25 |
|
42 |
41 |
25 |
63 |
|
7 |
6 |
|
|
Toplam
|
102 |
|
40 |
|
Not: Şıklardan 1 ve 3 nolu
şıkları ifade edenlerden bir kısmı 2 nolu şıkkı da belirtmiştir.
KAYNAKLAR
Atkinson, Rita ve ark.,
Psikolojiye Giriş, çev; Yavuz Alogan, Arkadaş Yay., Ankara 1996.
Ay, Mehmet Emin, Din Eğitiminde
Mükafat ve Ceza, Nil Yay., İstanbul 1984.
Aydın, Mehmet, Din Felsefesi,
Dokuz Eylül Üni. Yay., İzmir 1987.
Ayoub Mahmoud, “The Problem of
Suffering in Islam”, Journal of Dharm, Vol. 2, 1977.
Bahadır Abdülkerim, Ergenlik
Döneminde Dini Şüpheler ve Tereddütler, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), Bursa 1994.
Baymur Feriha, Genel Psikoloji,
İnkılap ve Aka, İstanbul 1978.
Bathom Poul (Edt.), The John Hick
Reader, The McMillan Press., 1990.
Billington Ray, Religion Without
God, Routledge, London 2002.
Black Kathy, A Healing Homiletic
Preaching and Disability, Abingdon Press, Nasville 1996.
Chopra Deepak, How to Knew God,
Rider, London 2000.
Fromm Erich, Kendini Savunan
İnsan, çev; Necla Arat, Say Yay., İstanbul 1982.
Gölcük Şerafettin ve Toprak
Süleyman, Kelam, Selçuk Üni. İlahiyat Fak. Yay., No: 1, Konya 1988.
Güler İlhami, Allah’ın Ahlâkiliği
Sorunu, Ankara Okulu Yay., Ankara 1998.
Hick John, Evil and The God Love,
The MacMillan Press, Second Edt., London 1977.
Hökelekli Hayati, Din Psikolojisi,
T.D.V. Yay., Ankara 1983.
--------“Gençlik Döneminde Dini
Şüphe ve Bunalımlar”, Din Öğretimi Dergisi, 1988, S:14.
--------“Ölüm ve Ölüm Ötesi
Psikolojisi”, Uludağ Üni. İlahiyat Fak. Dergisi, 1991, c.3, s.3.
Hyde Kenneth E., Religion in
Childhood and Adolescence, Religion Education Press, Birmingham 1990.
Jersild Arthur, Gençlik
Psikolojisi, çev; İbrahim N. Özgür, Takıloğlu Mat., İstanbul 1978.
Karaca Faruk, Ölüm Psikolojisi,
Beyan Yay., İstanbul 2000.
Kelptekin Hatice, İman Hayatı
Açısından Kur’an-ı Kerim’de Sevgi ve Korku, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi), İstanbul 1992.
Kula, Naci, “Bedensel Özürlü
Gençlerin Din Eğitiminde Dikkat Edilmesi Gereken Psikolojik Hususlar”,
Gençlik Dönemi ve Eğitimi, İSAV Yay., Ensar Neşriyat, İstanbul 2000.
-------- “Deprem ve Dini Başa
Çıkma”, Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, S:!,
2002.
-------- “Deprem ve Kıyamet
Benzetmesi”, Uludağ Üni. İlahiyat Fak. Dergisi 25. Yıl Özel Sayısı,
Bursa 2000.
Köse Ali ve Küçükcan Talip,
Doğal Afetler ve Din, Marmara Depremi Üzerine Psiko-Sosyal Bir İnceleme,
İSAM Yay., Ankara 2001.
Kübler, Elisabeth Ross, On Death
and Dying, McMillan Publishing, New York 1969.
Izutsu Toshihiko, Kur’an’da Allah
ve İnsan, (çev; Süleyman Ateş), Kevser Yay., Ankara t.y.
Levin Jeff, God, Faith and Health,
John Wiley ve Sons Inc, Canada 2001.
Miller Randolph Crump, “Kötülük
Problemi ve Din Eğitimi”, (çev; Hasan Dam), Ondokuz Mayıs Üni. İlahiyat Fak.
Dergisi, 1998, S: 10.
Özarslan, Selim, “Ahiret İnancının
İnsanın Anlam Arayışına Müspet Katkısı”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fak.
Dergisi, Elazığı 2000, S: 5.
Özdemir Metin, İslam Düşüncesinde
Kötülük Problemi, Furkan Yay., İstanbul 2001.
Pargament Kenetth, “God Help me I,
Religion Coping Efforts an Prediction of Outcome to Significant Negative
Live Events”, American Journal of Community Psychology, 1990,18,6.
Preuschaff, Gisela, Çocukların
İçindeki Korkular, (çev; Özkan Schulze), Beyaz Yay, İstanbul 1998.
Swinburn Richard, Tanrı Var mı,
(çev. Muhsin Akbaş), Arasta Yay., Bursa 2001.
Şenol Selahaddin, Karacan Elvan,
Şener Şahiner, “Çocuklarda ve Ergenlerde Depresyon”, Edt; Aysel Ekşi, Ben
Hasta Değilim, Nobel Tıp Kitabevi, İstanbul 1999.
Taylan Necip, Düşünce Tarihinde
Tanrı Sorunu, Ayışığı Yay., İstanbul 1998.
Yalom Irvini, Varoluşsal
Psikoterapi, (çev; Zeliha İyidoğan Babayiğit), Kabakcı Yay, İstanbul
1999.
Yaran Cafer Sadık, Kötülük ve
Teodise, Vadi Yay., 1997.
--------Günümüz Din Felsefesinde
Tanrı İnancının Akliliği, Etüt Yay. Samsun 2000
Yörükoğlu Atalay, Gençlik Çağı,
İş Bankası Yay., Ankara 1986.
|