aliseyyar@sosyalsiyaset.net

 

 

 

Makaleler ;

Ali Seyyar’ın Makaleleri
--  

 

Dilencilikle Mücadelede Koruyucu Sosyal Politikalar ve Rehabilite Edici Sosyal Hizmetler

 

Prof. Dr. Ali Seyyar·

 

İÇİNDEKİLER

Giriş

1. Dilenciliğin Sosyal Anlamı

1.1. Bir Sosyal Risk Tezahürü Olarak Dilencilik

1.2. Bir Sosyal Sapma Tezahürü Olarak Dilencilik

1.3. Sosyal Adaleti Tahrip Eden Bir Olgu Olarak Dilencilik

1.4. Bir Suç Unsuru Olarak Dilencilik

2. Dünden Bugüne Avrupa’da Dilencilikle Mücadele Konseptleri

2.1. Almanya

2.2. Avusturya

2.3. İngiltere

2.4. Norveç

2.5. Litvanya

2.6. Portekiz

2.7. Türkiye

3. Dilencilikle Mücadelede Sosyal Politika Konseptleri

3.1. Dilenciliğin Radikal Sosyal Politikalarla Ortadan Kaldırılmak İstenmesi

3.2. Yoksulluğa Bağlı Dilencilikle Mücadelede Aktif Sosyal Politikalar

3.2.1. İşgücü Niteliğine Sahip Dilenciler İçin Aktif İstihdam Politikaları

3.2.2. İşgücü Niteliği Taşımayan Dilenciler İçin Kamusal Sosyal Yardım Programları

3.2.3. Dilen(e)meyen Yoksullar İçin Sosyal Destek Programları

3.2.4. STK’ların Dilencilikle Mücadele Konseptleri

3.2.5. Vatandaşların Yardım Etme Bilincinin Korunması

3.3. Meslekî Dilenciliğe Karşı Aktif ve Bütüncül Sosyal Hizmetler

3.3.1. Örgütlü Dilenciliğe Karşı Manevî Sosyal Hizmetler

3.3.2. Mobil Sokak Çalışmacılarından Oluşan Zabıta Ekibi

SONUÇ

KAYNAKLAR

Giriş

Dilencilik sorununa karşı mücadelede ülkemizde genelde belediye zabıtaları ve kolluk kuvvetlerinin müdahaleleri akla gelmektedir. Hâlbuki sosyo-ekonomik sebeplerin yanında ahlâki sapmaların bir yansıması olarak ortaya çıkan dilencilik sorununa karşı etkin ve kalıcı bir şekilde mücadelede, genelde sosyal politikaların, özelde sosyal hizmetlerin önemi büyüktür. Değişik dezavantajlı ve sorunlu sosyal grupların maddî problemlerine uygun çözümler üreten sosyal politikalar, sosyal hizmetler aracılığı ile de özellikle toplumsal değerlere ve kurallara uymakta zorlanan kişi ve grupların sosyal rehabilitasyonu ile yakından ilgilenmektedir. Dilencilikle mücadelede bir taraftan yoksulların hayat şartlarını iyileştirmeye yönelik koruyucu sosyal politikalara diğer taraftan da rehabilitasyon ağırlıklı sosyal-pedagojik faaliyetlere ihtiyaç vardır.

Bu bağlamda yerel yönetimlerin sosyal belediyecilik çalışmaları kapsamında dilencilerin sosyal rehabilitasyonuna yönelik temel stratejiler geliştirmeleri kaçınılmazdır. Tebliğimizde (makalemizde) ele alınacak başlıca konular şunlardır: 1.) Bir sosyal risk olarak yoksulluk ve bir sosyal sapma olarak dilencilik (Yoksulluk ile Dilencilik Arasındaki sosyo-kültürel Bağ). 2.) Dilenciliğin önlenmesinde merkezî ve yerel sosyal politikaların önemine binaen temel yaklaşımlar. 3.) Dilencilikle mücadelede merkezî ve yerel sosyal yardım araçları ve sosyal hizmet uygulama biçimlerine yönelik temel değerlendirmeler ve alternatif çözümler. 4.) Dilencilerin toplum hayatına kazandırılmalarına yönelik olarak korumalı işyeri ve meslekî rehabilitasyon faaliyetlerine zorunlu veya teşvik sonucu katılma gibi sosyal nitelikli cezaî müeyyidelerin yanında kendileri için özel sosyal, etik ve kültürel eğitim ve danışmanlık hizmet modellerinin uygulanabilirliğine dair 2005 tarih ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ve 1983 tarih ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kanunu’nda yapılabilecek yasal değişikliklerle dilencilikle etkin ve kalıcı mücadeledeki aktif sosyal politikaların temel esaslarının belirlenmesi.

1. Dilenciliğin Sosyal Anlamı

Bir toplumun ve dolayısıyla (merkezî ve yerel) yöneticilerin muhtaçlara, yoksullara ve dilencilere karşı nasıl bir tutum ve davranış sergilemesi gerektiği konusu, her zaman tartışmalı ve sorunlu olmuştur. Bununla birlikte toplumsal sorunların çözümüne odaklanan bilimsel sosyal siyasetin ve uygulamalı (merkezî ve yerel) sosyal politikaların ana temaların başında da (yoksulluğa bağlı olsun veya olmasın) dilencilik gelmektedir. Bu bağlamda turizmden geçinen küçük beldelerden büyük sanayi şehirlerine varıncaya kadar ülke ayrımı yapmaksızın hemen bütün belediyeler, kent görünümünü olumsuz yönde etkilediği düşüncesiyle dilencilikle mücadelede kararlı görünmektedir. Sosyal belediyeciliği benimsemiş belediyeler ise, dilencilik sorununu sosyal politika araçlarıyla da çözme gayreti göstermektedirler.

Aslında hiçbir yerel yönetici, kendi idaresinde olan bölgelerde ve özellikle alış verişin yoğun olduğu merkezî alanlarda faal olan dilencilerin varlığından memnun olamaz. Son dönemlerde Almanya’nın birçok belediyesi, sokaklarda dilenmeyi yasaklayan genelgelerle “temiz bir kent” oluşturma çabasındadırlar. Özellikle zenginlerin alış veriş yaptığı özel muhitlerde ve prestijli mağazaların önünde dilenciliğin bütünüyle yasaklanması gerektiği talepler, daha çok sanayi ve ticaret odalarından gelmektedir.[1]

Zengin müşterilerden gelen şikâyetler, haddizatında dilencilikle birlikte ortaya çıkan yoksulluk ve sefaletin zengin ve gelişmiş olarak kabul edilen bir toplumda görünürlüğünün kabul edilememesinin bir yansımasıdır. Sokaklarda alenî olarak görülen veya gösterilen bu sosyal sorun, yoksulluğu, sefaleti ve(ya) örgütlü suç şebekelerinin çirkin eylemlerini ortaya sermesi bakımından toplumsal tahammül sınırlarını [2] da zorlamaktadır.

Bir toplumun sosyal hadise ve olgulara menfî veya müspet bir anlam yüklemesi, o toplumun sosyal yapısının özellikleriyle ilgili ve dolayısıyla sosyolojik bir meseledir. Genelde dilencilik, menfî ve bir sosyal sorun olarak değerlendirildiği için, çözüm noktasında sosyal politika yaklaşımlarına ihtiyaç vardır. Dolayısıyla sosyal politika boyutuyla dilencilik, değişik tedbir ve müdahalelerle ortadan kaldırılması gereken önemli bir sosyal risktir.

1.1. Bir Sosyal Risk Tezahürü Olarak Dilencilik

Yoksulluğa bağlı dilenciliği, sosyolojik yaklaşımların ve dolayısıyla sosyal olgu anlayışının ötesinde sosyal politika açısından nasıl değerlendirmemiz gerekmektedir? Bir tahlil ve tespit olarak yoksulluk, sosyal siyaset boyutuyla bir sosyal gerçek olmanın ötesinde toplumsal bir sorundur. Sosyal güvenlik boyutuyla her toplumsal sorun, aynı zamanda üzerinde durulması gereken ve çözüm bekleyen bir sosyal risk[3] türüdür. Yoksulluğa bağlı dilenciliğin de bu çerçevede değerlendirilmesinde isabet vardır. Dolayısıyla dilencilikle mücadelede kararlı ve etkili adımların atılması isteniyorsa, (özellikle yoksulluğa bağlı) dilenciliğin sosyal risk kapsamında değerlendirilmesi ve sosyal politika araçları ile çözüm stratejilerinin üretilmesinde fayda vardır.

Bununla birlikte dilenciliğe yol açan sebeplerin bütünü geniş kapsamlı olarak tahlil edilmeden, dilencilik türlerinin bütününe sadece sosyal risk gözüyle bakmanın da ciddî sakıncaları olabilir. Dilencilikle ilgili doğru tahlil ve teşhisler koymadan, uygulanmak istenen sosyal politikalardan da etkin sonuçlar almak mümkün olmayabilir.

Yoksulluk kökenli dilenciliğe bir dereceye kadar toplumsal hoşgörü ile bakılması mümkündür. Bir sosyal risk olarak değerlendirebileceğimiz bu dilencilik türünün aktif sosyal politika uygulamaları ile büyük ölçüde ortadan kaldırılması sağlanabilmektedir. Bu kapsamda özellikle işgücü niteliği taşıyan yoksul dilencilerin meslekî eğitim ve aktif istihdam programlarıyla emek piyasasına kazandırılmaları söz konusudur. İşgücü niteliği taşımayan (özürlü, yaşlı, hasta vb.) yoksul dilencilerin asgarî geçimleri ise kamusal sosyal yardım[4] mekanizmaları ile sağlanabilmektedir.

1.2. Bir Sosyal Sapma Tezahürü Olarak Dilencilik

Yoksulluk ve geçim sıkıntısı ile direkt ilgisi olmayan dilencilik biçimlerine toplumsal boyutuyla müsamaha göstermemiz genelde güçtür. Dilencilik, ister istismar amaçlı yapılsın, ister kişisel atalet ve tembellikten kaynaklansın, ister kötü alışkanlığın ve kolay para kazanmanın bir yöntemi olarak görülsün, ister meslekî ve ticarî avantajlardan dolayı isterse çocuk, yaşlı ve özürlüleri kullanarak organizeli bir şekilde yapılsın genelde hiçbiri, toplum tarafından tasvip görmez. Yoksulluğa dayanmayan bütün bireysel eylem ve girişimler, toplumsal tolerans ve meşruiyet sınırını aştığı için, profesyonelce yapılan dilencilik de sosyal sapma[5] kategorisinde değerlendirilebilmektedir.

Yoksullukla direkt ilgisi olmayan profesyonel dilencilik sorununun, klasik cezaî müeyyideler ve politikalarla çözümlenmesi hayli zordur. Çünkü sosyal sapma içinde bulunanlar, bu eylemi ekonomik sebeplerden ziyade ahlâkî zafiyetlerinden dolayı yapmaktadırlar. Toplumsal değerleri hiçe sayan, iyi niyetli insanları ve hayırseverleri istismar edenler, bu yüzden sapma eğilimleri gösteren sosyal sorunlu gruplar olarak kabul edilmektedir. İhtiyacı olmadığı halde veya kamusal sosyal yardım sisteminden yararlanabileceği halde yoksulluğunu bahane edip dilencilik yapanların sosyal hizmetlere ihtiyacı vardır. [6]

Netice itibariyle yoksulluğa bağlı olsun veya olmasın bütün dilenenlerin, sosyal politika yöntemleriyle yardım edilmesi ve(ya) desteklenmesi zaruridir. Gerçek anlamda yoksul olup da dilenenler, aktif sosyal politikalarla, diğer sebeplerden ötürü dilenenlerin ise, ağırlıklı olarak davranışlarının değişim ve gelişimlerini sağlayan sosyal uyum ve rehabilitasyon[7] programlarıyla desteklenmeleri gerekmektedir.

1.3. Sosyal Adaleti Tahrip Eden Bir Olgu Olarak Dilencilik

Dilencilik, yoksulluğun ve dolayısıyla gelir dağılımındaki adaletsizliğin arzu edilmeyen bir yansıması olarak ortaya çıkan bir sosyal olgu olduğu konusu, hemen bütün sosyal bilimciler tarafından kabul edilmektedir. Ancak dilenciliğin bizzat kendisi de, kişiler üzerinde farklı ekonomik avantajlar sağlaması açısından sosyal adaletsizliğe yol açan bir unsur olduğu üzerinde pek durulmamaktadır. Dilenciliğe izin vermek, sosyal devletin gelir dağılımında adalet sağlama hedefine (sosyal adalet ilkesine) aslında ters düşmektedir. Avusturya, bu sorunu çözmek ümidiyle dilencilikten elde edilen gelirin üst sınırını belirleyip, bunun üzerinde elde edilen miktarı, gelir vergisine tâbi tutmuştur. [8]

Kontrolsüz dilencilik, bütünüyle haksız kazanca yol açacağı için, sosyal adaleti önemli derecede zedeleyebilmektedir. Ancak dilencilik yoluyla elde edilen bireysel gelirin (miktarın) kontrolünü yapmak ve vergilendirmek de her zaman kolay olmamaktadır. Dolayısıyla kontrollü dilencilik sistemi dahî, sosyal adaletin tam anlamıyla tesisine yardımcı olmaktan uzaktır. Diğer taraftan kontrollü veya kontrolsüz, dilenciliğe tanınan her çeşit esneklik, kamusal sosyal yardımları dolaylı olarak sivil halkın üzerine ikinci kez yüklemek anlamına gelmektedir.

(Kontrollü-Kontrolsüz) Dilenciliğin devletçe teşviki, yoksulluk sorununa bir çözüm getiremeyeceği gibi, hem halkın istismarına (cezalandırılmasına) yol açacak, hem de sosyal adaleti tahrip edecektir. Çözüm, hem dilenciliğin her çeşidini yasaklayan, hem de dilenciliğin ortaya çıkmasına zemin oluşturan bütün faktörlerin bertarafını öngören alternatif (koruyucu) sosyal politikalar[9] üreten stratejilerde aranmalıdır.

1.4. Bir Suç Unsuru Olarak Dilencilik

Sosyal düzeni ve dolayısıyla toplumsal barışı ve huzuru sağlayan yöntemlerin başında sosyal politikalar mı yoksa cezaî politikalar mı gelmektedir? Dilencilik sorununun ortaya çıkması ile birlikte bu soruya cevap vermek haliyle güç olmaktadır. Özellikle koruyucu sosyal politikaların, birçok sosyal sorunun ve dolayısıyla suç işlemelerinin ortaya çıkmasını önlediği bir gerçektir. Bu yönüyle (koruyucu) sosyal politikalar, refah içinde yaşayan sağlıklı bir toplumun tesisi için önemli bir araçtır. Ama buna rağmen refah toplumlarında dahî yoksulluğa bağlı olsun veya olmasın dilenciliğin her çeşidi görülmektedir. Bu yönüyle dilencilik, bir sosyal realitedir. Özellikle dilenciliği bir meslek haline getirmiş kişilerin tutum ve davranışlarının tasvip edilemeyeceğine göre, çoğu zaman klasik sosyal politikalar etkisiz kalmakta ve cezaî müeyyidelerle desteklenmesi kaçınılmaz olmaktadır.

Toplumsal boyutuyla kabul edilemez dilencilik türlerine karşı uygulanmak istenen cezaî politikaların etkinliğinin yanında cezanın boyutu da tartışmalı bir konudur. Bu kapsamda yoksulluğa bağlı dilencilik ile çevreye rahatsızlık vermeyen “sessiz” dilencilik türlerinin de ceza kapsamına alınıp alınmaması da tartışmalıdır. Dilenciliğin ortaya çıkış sebebine bakılmaksızın cezaî müeyyidelerin çok erken safhalarda ve en ağır biçimde uygulanması gerektiğini savunanlar, iddialarını “Kırılmış Pencere Teorisi”ne (Broken Windows Theory) dayandırmaktadırlar.

Buna göre; işsizlik, yoksulluk ve dilencilik gibi her türlü sosyal olumsuzluk, başta refah seviyesi iyi olanlara yönelmiş bir tehdit ve genel anlamda toplumsal risktir. Tehdit oluşturan her türlü unsurun, daha kıvılcımlar halinde iken bastırılması gerekmektedir. Kimseye rahatsızlık vermeyen kendi hâlinde bir dilenci, bu teoriye göre pencereyi kıran ilk suçludur ve bundan dolayı da mümkün mertebe en ağır yöntemlerle hemen cezalandırılmalıdır. Böylece daha büyük ve kontrol edilemez çapta ortaya çıkabilecek ve yaygınlaşabilecek örgütlü suç olayları ve diğer sosyal sorunlar, erken ve yoğun polisiyer müdahalelerle önlenmiş olunacaktır. Kırılmış bir pencerenin bundan dolayı tamiri derhal yapılmalıdır. Aksi takdirde suç işlemeye meyilli insanların cüretkârlığı ve dolayısıyla kırılan pencerelerin sayısı da artacaktır. [10]

Kamusal sosyal yardım sistemini kurup, bütün yoksul kesimleri kapsam altına almadan uygulanmak istenen sıkı polisiyer tedbirlerin ne derece başarılı olacağı şüphelidir. Ancak bir ülkede geniş tabanlı ve cömert bir kamusal sosyal yardım sisteminin geliştirilmiş olmasına rağmen kendi bireysel menfaatlerini artırmak hırsıyla (ticarî amaçlı) dilencilikte ısrar edenlerin, makul ölçülerde cezalandırılmalarının sosyal faydası olacaktır. Bununla birlikte cezaî müeyyidelerin sosyal hizmetler kapsamında uygulanabilecek psikolojik ve pedagojik destek hizmetleriyle daha da etkin hâle getirilebileceği unutulmamalıdır.

2. Dünden Bugüne Avrupa’da Dilencilikle Mücadele Konseptleri

Refah seviyesi yüksek toplumlarda da yoksulluk ve dilencilik sorunun varlığı, sosyal politika kapsamında çözüm odaklı kalıcı stratejilerin yeterli derecede geliştirilememiş olduğunun açıkça bir işaretidir. Dolayısıyla ekonomik gelişmişlikten bağımsız olarak her ülkede, işsizlik ve gelir dağılımı gibi verilerin şiddetine göre, yoksulluk ve dilencilik gibi sosyal sorunlar da yaşanabilmektedir.

Yoksulluğa bağlı dilenciliğin bir sosyal sorun olduğu genelde bütün ülkelerde kabul edilmekle birlikte dilencilikle mücadele noktasında görüşler, bazen birbirinden farklı olmaktadır. Genelde “saldırgan” dilencilik türü, yani kişileri söz, tutum ve davranışlarla rahatsız eden ve para vermeyi zorlayan bir yaklaşım, genel düzeni bozduğu için, Almanya’da olduğu gibi hemen bütün ülkelerde kanunen yasaklanmaktadır.[11] Diğer dilencilik türleriyle baş edebilmede ise değişik ülkelerde farklı uygulamalara rastlanmaktadır.

2.1. Almanya

Geçmiş dönemlere bakıldığında “saldırgan” veya “sessiz” dilencilik ayrımı yapılmaksızın, dilenmenin her türü, “toplum düzenine zarar veren bir suç” (Gemeinschädliche Straftat) olarak görülmekteydi. Dilenciliği bütünüyle yasaklayan 1871 tarihli Alman Ceza Kanunu, 1933 yılında (Hitler döneminde) cezalandırma boyutunu daha da ileri bir noktaya götürmüş ve dilencilik yapanlara altı ay hapis ve zorunlu çalıştırma öngörmekteydi. [12]

Alman Ceza Kanunu’nunda dilenciliğin yasaklanmasını öngören maddelere dayanarak Hitler rejimi, Eylül 1933 yılında bütün ülke çapında sokaklarda yaşayan yaklaşık 100 bin evsiz-barksız “asosyal” dilenciyi tutuklamış ve cebrî olarak değişik alanlarda çalıştırmıştır. Binlerce kişinin ölümüne yol açan bu tutuklamalar ve zor şartlar altında çalıştırmalar sayesinde yardıma muhtaçlar, sokaklarda görünmez olmuş ve bu şekilde ekonomik gelişmenin sağlandığı izlenimi verilmek istenmiştir. [13]

Federal Almanya’nın kuruluşu ile birlikte mahkemeler, 60’lı yıllara kadar dilencilikte bulunanları değişik boyutlarda cezalandırmıştır. Kanun, dilenciliği ve türlerini açıkça tanımlamadığı için, bireysel şikâyet söz konu olmasa dahî “sessiz” bir şekilde dilenenler bile zaman zaman cezalandırılmıştır.[14]

Bugün genel anlamda Almanya’da dilenme yasağı yoktur. Ancak “oturacak bir yerim yok” veya “cüzdanımı kaybettim” gibi durumunu olduğundan farklı gösterenler, sahtekârlık ve aldatmaktan dolayı ceza alabilmektedir. Diğer taraftan, kişileri rahatsız eden “saldırgan” dilenciler, sosyal çevreye zarar vermelerinden dolayı cezalandırılmaktadır.[15] Son dönemlerde ise tartışma konusu daha çok (aslında kanunen suç teşkil etmeyen) “sessiz” dilencilik üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bazı belediyeler, toplumsal tepkileri dikkate alarak, sokaklarda sessizce dilenenlere bile müsamaha göstermeyip, onları şehrin cazibe merkezlerinden uzaklaştırmaktadır.

2.2. Avusturya

Avusturya, dilencilere muamelede tıpkı Almanya gibi davranmaktadır. Ancak aylık kazancı, 624 AVRO’dan fazla olan dilenciler, gelir vergisi ödemek mecburiyetindedir. Ceza Kanunu’nda 2005’te yapılan bir değişiklikle çocuklarla birlikte dilencilik yapmanın cezası artırılmıştır. Genelde çocukları(nı) istismar eden dilenciler, ya hapse atılmakta ya da sosyal bir alanda çalıştırılmaktadır. Son kanunî değişiklikten bu yana ortalama olarak her yıl 180 dilenci tutuklanmış ve 1.000 dilenci de değişik sosyal cezalara çarptırılmıştır.[16]

2.3. İngiltere

Tony Blair hükümeti, 2000 yılında “Change a Life” (Hayatı Değiştirmek) adı altında anti dilencilik kampanyası başlattığında özellikle evsiz-barksızların oluşturdukları kuruluşlar tarafından tepki toplamıştır. “Shelter” isimli bir organizasyon, bu kampanya ile dilencilerin “ötekileştirildiği” ve şiddete maruz kalabilecekleri iddiasında bulunmuştur. 60 tanınmış sosyal bilimci ise, dilencileri dışlayan bu kampanyaya karşı Blair’e açık bir mektup yazarak, insanların genelde mağdur olduklarında ve zaruretin bir gereği olarak dilencilik yaptıklarını ifade etmiştir. Ortak mektup da ifade edildiği gibi, siyasetçilerden beklenen, toplumun birliğini bozan ve sosyal parçalanmalara yol açan bu tarz kampanyalar yapmak yerine sosyal politika alanında alternatifler üretmektir [17]

2.4. Norveç

Daha önceden yasak olan “sessiz” dilencilik, her ne kadar şimdi serbest bırakıldı ise de özellikle Romanya’dan gelen örgütlü dilencilerle mücadele konusunda Norveç hükümeti kararlı görünmektedir. Bu bağlamda Adalet Bakanlığı, organizeli dilenciliği yasaklayan bir kanun tasarısı hazırlamaktadır. [18]

2.5. Litvanya

Litvanya’da ulusal bazda kanunî bir düzenleme olmadığı halde başkent Vilnius’ta dilenmek yasaktır. İşveren örgütleri ve diğer STK’larla birlikte belediye meclisi, dilencilikle mücadelede bir sosyal kampanya başlatma gereği duymuştur. Buna göre, seyyar sosyal hizmet uzmanları aracılığı ile sokak dilencilere para yerine bilgi içeren broşürler verilmektedir. Bu broşülerde dilencilere sunulan sosyal haklarla ilgili detaylı bilgiler yer almaktadır (Dilenciler için tesis edilmiş sığınma evlerinin adresleri, yemek verilen aşevleri, yardım yapan sosyal nitelikli STK’lar vb.). [19]

2.6. Portekiz

Portekiz devleti, dilencilikle mücadelede sosyal politika ağırlıklı bir konsept henüz geliştirememiştir. Ancak Porto Belediyesi, “Porto Feliz” (Mutlu Porto) hedefi ve “Dilencilere Bir Şey Vermeyin – Biz Sizin Adınıza Veriyoruz” sloganı doğrultusunda bir kampanya başlatmıştır. Vatandaşlardan, bu slogan doğrultusunda hareket etmeleri, özellikle park yerlerinde dolaşan evsizlere, işsizlere, madde bağımlılarına ve göçmenlere para yardımında bulunmamaları istenmektedir.

2.7. Türkiye

Türkiye’de türüne ve sebebine bakılmaksızın dilencilik, kanunen bir suç olarak görülmekle birlikte dilencilikle mücadele noktasında sosyal politika boyutunun henüz geliştirilmemiş olduğu söylenebilir. Dolayısıyla yerel yönetimler (belediyeler ve buna bağlı zabıta ekibi), kendi imkânlarıyla ve gayretleriyle tespit ettikleri dilencilerden sembolik denebilecek bir ceza parası alıp[20] onları ya şehir dışına çıkarmakta ya da yeniden sokağa bırakmaktadır. Bu işlem, kanunî düzenlemeler çerçevesinde ifa edilen rutin bir görev olmakla birlikte dilencilik sorununun çözümüne herhangi bir katkı sağladığı iddia edilemez.

3. Dilencilikle Mücadelede Sosyal Politika Konseptleri

3.1. Dilenciliğin Radikal Sosyal Politikalarla Ortadan Kaldırılmak İstenmesi

İşsizlere ve alenî olarak dilenenleri hemen cezalandırmak yerine kendilerine istihdam imkânlarının sunulması, bu alanda uygulanan ilk sosyal politikalardır. Mesela 1960’lı yıllarda Almana Ceza Mahkemeleri, çalışmayı reddedenlere ceza verme yetkisine bile sahip idi. Buna göre, kendisine kamusal sosyal yardım kaynaklarından maddî desteğin yanında beden gücüne uygun bir iş imkânı verildiği halde, sırf işten korktuğu veya tembellik gösterdiği için çalışmayı reddedenler, ceza almayı hak ediyorlardı.[21]

Benzer düzenlemeler, 1961 tarihli Alman Sosyal Yardım Kanunu’nda da mevcut idi. Kamusal sosyal yardımlardan geçinenlerin, emek piyasasında kendilerine birden fazla iş verilmelerine karşılık normal şartlarda çalışmayı kabul etmemeleri durumunda mahkeme kararı alınmaksızın zorunlu olarak iş atölyelerinde (korumalı işyerlerinde) çalıştırılmaları öngörülmekteydi.[22] Psiko-sosyal yetersizlikleri sebebiyle toplum içinde düzenli bir hayat sürdürmeleri mümkün olmayanların sosyal ıslah amacı taşıyan “İyileştirme Kurumları”na (Besserungsanstalt) sevki dahî mümkün idi.[23]

Yoksulluğun dilencilik yolu ile alenî bir şekilde teşhir edilmesi, alternatif istihdam politikalarının uygulanmasını gerekli kılmıştır. Aynı zamanda dilencilik sorununa, kriminolojik bir olaydan ziyade bir sosyal sorun olarak görülmeye başlanmıştır. Ancak çalışmama hakkına sahip olup olmadığına bakılmaksızın çalışmamak yerine dilenciliği ısrarla tercih edenlerin suçlu muamelesi görmesi ve gerektiğinde cezalandırılması, dolaylı da olda dilenciliğin kriminolojik bakıştan tamamen kopmadığının bir işaretidir.

Aynı durum, yoksul, işsiz ve dilencilere, sosyal rehabilitasyon kurumlarında ikamet etme zorunluluğu getirilmesi için de geçerlidir. Devletin, daha çok güvenlik gerekçeleriyle “asosyal” gördüğü kişileri, sosyal kontrol altında tutmak istemiştir. Buna bağlı olarak çalışmaktan kaçan kişiler, iş atölyelerinde veya değişik istihdam alanlarında (fabrika, belediye, çiftlik vb.) zorunlu olarak çalıştırılmışlardır. Bu radikal programlarla dilencilerin iş hayatına kalıcı uyumu ve psiko-sosyal ıslahı (rehabilitasyonu) sağlanmak istenmiştir.

Sessiz dilenciliğin dahî suç kapsamında değerlendirilmesi ve dilencilikle mücadelede “zorunlu ıslah” yöntemlerinin uygulanması, 60’lı yıllardan sonra özellikle insan hakları açısından sakıncalı görülmeye başlamıştır. 1967 yılında Alman Anayasa Mahkemesi, yardıma muhtaç kişilerin cebrî olarak “İyileştirme Kurumlarına” naklinin Anayasa’ya aykırı bulmuştur. Bu hükme göre devlet, kendilerine veya başkalarına hiçbir şekilde zararı olmayan vatandaşlarını “iyileştirmek” maksadıyla da olsa cebrî yöntemlerle özgürlüklerini ellerinden alma hakkına sahip değildir. [24] Bu anayasal hükümden sonra “zorunlu ıslah” politikalarından vazgeçilmiştir. Ayrıca 1974 yılında Alman Ceza Kanunu’nda yer alan “sessiz” dilencilik de suç olmaktan çıkarılmıştır.

Bununla birlikte uygulamada yöneticilerin sokakta dilencilik yapanlara karşı daha çok müsamaha gösterdikleri de iddia edilemez. Özellikle yerel yönetimler, dilencilerin kamusal alandan uzaklaştırılmaları yönünde kararnameler ve yönetmelikler çıkartmışlardır. Mesela Münih Belediyesinin, 1980 yılında çıkarttığı “Sokak Yönetmeliği” ile şehir merkezinde yapılmak istenen dilenciliği özel izne bağlamış ve sonuçta dilenme izni verilmesini adeta imkânsız hâle getirmiştir. Münih Belediyesini örnek alan birçok belediye, yönetmeliklerle “sessiz” dilencilik faaliyetlerini bile sınırlandırarak, dilenciliğin kamusal alandaki görünebilirliğini ortadan kaldırmak istemiştir. [25]

Diğer taraftan 60’lı yıllara kadar “zorunlu ıslah” ve “zorunlu istihdam” yöntemlerine bugün artık başvurulmasa bile çalışmayı reddeden işsizlerin (sosyal yardım alanların) işsizlik ödeneklerinin (sosyal yardım paralarının) bir kısmının kesilmesi gibi tembelliği cezalandırıcı ve çalışmayı özendirici bazı sosyal teşvik programları yine de uygulanmaktadır. Bu kapsamda dilencilere, işsizlere ve yoksullara sosyal sorumluluk bilinci aşılamak gayesiyle amme yararına sosyal faaliyetlere katılma veya belediye hizmetlerinde yardımcı eleman olarak çalıştırma gibi meşguliyet ve istihdam programları, aktif sosyal politikalar kapsamında yürütülmektedir. Bu uygulamalar, dilencilik gibi sosyal sorunlarla mücadelede takip edilecek yolun dengeli, verimli, teşvikli ve vakarlı sosyal politikalarla yürütülmesi gerektiğini göstermektedir.

3.2. Yoksulluğa Bağlı Dilencilikle Mücadelede Aktif Sosyal Politikalar

Kendi hâlinde “sessiz”ce dilencilik yapanların bu eylemi, geçimini temin etmenin ve para kazanmanın bir meşru yolu olarak görülebilir. Bu durum, özellikle yoksul olmalarından dolayı dilencilik yapanlar için geçerli bir mazeret olarak kabul edilebilir. Üstelik yoksulluğa bağlı dilencilik faaliyetlerine resmen izin verilmesi halinde, devletin sosyal bütçesi de zorlanmamış olacaktır. Ancak yoksul olmadığı halde halkın arasında dilencilik yapan art niyetli kişileri kontrol altında tutmanın zorluğu da ortadadır. Sosyal düzeni temin etmek adına dilenciliği bütünüyle yasaklamak acaba daha geçerli bir yöntem midir?

Özellikle etkili bir denetim ve cezalandırma sistemi olmadan uygulanan yasaklar, dilenciliği belki de mutlak anlamda bütünüyle ortadan kaldıramaz ancak izinli dilencilik uygulamaları, (Osmanlı uygulamalarında görüldüğü gibi) istismarın her çeşidinin türemesine ve yaygınlaşmasına sebebiyet verebilecektir. Bir başka ifadeyle sosyal politika destekli enstrümanlar olmadan (sessiz) dilenciliğe yasak da getirilse izin de verilse, toplumsal güven ortamını tesis edemeyecek belki de suç vakalarını daha da artıracaktır. Dolayısıyla dilencilik kültürünün yaygınlaşmasının önlenmesine yönelik yasakların işlevselliği, dilenciliğe yol açan sebeplerin (yoksulluk, işsizlik, eğitimsizlik, sefalet vb.) ortadan kaldırılması ile mümkündür. Dolayısıyla yasaklarla birlikte (daha doğrusu yasaklardan önce) koruyucu ve aktif sosyal politikaların (sosyal güvenlik yöntemlerinin) uygulanmasına önem verilmelidir.

Sosyal risklerin kontrol altında tutulması ve gerçekleşen risklerden doğan zararların telafisi, sosyal güvenlik yöntemlerinin ve kamusal sosyal yardımlarının varlığına ve bunların bilinçli, kontrollü ve isabetli olarak uygulanmasına bağlıdır.

Bir ülkede ekonomik (işsizlik, yoksulluk) ve psiko-sosyal (yaşlılık, hastalık, özürlülük, çaresizlik vb.) sebeplere bağlı dilenciliğin varlığı, sosyal devletler için kabul edilebilecek bir sosyal olgu değildir. Bir toplumda bu sebeplerden dolayı isteyerek veya istemeyerek dilencilik yapanlar var ise, bu durum bir sosyal sorun olarak görülmelidir. Bu bağlamda yoksulluğa bağlı dilencilik sorunu da, bir sosyal risk olarak kabul edilmeli ta ki dilencilik sorunu sosyal güvenlik araçlarıyla bir çözüme kavuşabilsin. Bir ülkede maddî yönden gerçek anlamda muhtaç olan ve-fakat ihtiyacını bir türlü karşılamadığı için, dilenmek mecburiyetinde olan bir kişi varsa, o ülkede aktif sosyal politikalar kapsamında kamusal sosyal yardım programlarının uygulanmadığı anlamına gelmektedir. Dilencilikle mücadele noktasında aktif sosyal politikalardan etkin sonuçlar elde edilmek isteniyorsa uygulanacak müdahale yöntemlerinin, dilencilik yapanların fizikî (bedenî), demografik, ekonomik ve psiko-sosyal özelliklerine göre belirlenmesi gerekmektedir.

3.2.1. İşgücü Niteliğine Sahip Dilenciler İçin Aktif İstihdam Politikaları

Dilencilikle mücadele, aynı zamanda yoksullukla ve işsizlikle mücadele anlamına geldiği için, koruyucu sosyal politikalarla yoksulluğa ve işsizliğe yol açan faktörlerin ortadan kaldırılması elzemdir. Bu bağlamda yeni istihdam imkânları sağlayan meslekî eğitim programlarının artırılmasında fayda vardır.

“İş piyasasını ve işçilerin işle ilgili niteliklerini geliştirmek ve daha etkin bir iş piyasasını teşvik etmeye yönelik önlemler” [26] şeklinde tanımlanan aktif istihdam politikalarından dilencilik yapmak mecburiyetinde olanlar da istifade etmelidir. Dilenciliğin kaynağı olan yoksulluk ve işsizlik sorununu ortadan kaldırmak için, özellikle çalışmaya muktedir olan dilencilerin çalışma hayatına kazandırılmalarının özel meslekî beceri kursları (veya temel bilgi-beceri kursları) ve korumalı işyerlerinde çalıştırılmaları ile sağlanmalıdır.[27]

 

Ankara-Hacı Bayram Veli Camiinin giriş kapısında bir akşam vaktinde dilenen Romen Kızları (2009)

 

Dilenciliğe meyilli yoksulların bilgi ve becerileri, tarım, hizmetler, inşaat, sanayi, el sanatları gibi değişik sektörlerde düzenlenebilecek meslekî rehberlik ve danışmanlık programları ile sağlanmalıdır. Belli bir beceri ve deneyime sahip olanlara, özellikle üretime dönük küçük işletmelerin oluşturulması için, finansman desteği (mikro kredi) sunulmalıdır.

3.2.2. İşgücü Niteliği Taşımayan Dilenciler İçin Kamusal Sosyal Yardım Programları

Bir ülkede muhtaçlığa veya (maddî) yoksulluğa bağlı dilenciliğin varlığı, o ülkede sosyal koruma ve sosyal yardım sisteminin yetersiz olduğunun ve sosyal politikaların etkin bir şekilde uygulan(a)madığının önemli bir işaretidir. Yoksulluğa bağlı dilencilikle bir mücadele yöntemi olarak sosyal koruma politikaları (sosyal yardım ve sosyal hizmetler), kamu kurumları aracılığı ile gerçekleştirilebileceği (kamusal sosyal yardımlar) gibi, sivil toplum örgütleri ve dinî cemaatler vasıtasıyla da hayata geçirebilir. [28]

Muhtaçlık, genelde kişinin, çalışma imkânı bulamaması (işsizlik), çalışamayacak derecede özürlü-malul-yaşlı-hasta olması, gelir getiren bir mal varlığına-kaynağa sahip olmaması neticesinde ortaya çıkan bir durumdur. Ülkemizde muhtaçlık, "kendisi, eşini ve bakmakla yükümlü olduğu çocuklarını, anne ve babasını bulunduğu mahallin hayat şartlarına göre asgarî seviyede geçindirmeye yetecek geliri, malı veya kazancı bulunmama" hâli olarak tanımlanmaktadır.[29]

İşgücü niteliği taşımayan (ağır derecede özürlü-malul-yaşlı-hasta) ve buna bağlı olarak çalışamadıkları için dilencilik yapmak mecburiyetinde olanlar, diğer yoksullar gibi kamusal sosyal yardım programlarından yararlanabilmelidirler.

3.2.3. Dilen(e)meyen Yoksullar İçin Sosyal Destek Programları

Toplumda nice işsiz ve yoksul insan vardır ki, hiçbir gelire veya mala sahip değildir. Mutlak manada yoksul ve dolayısıyla yardıma muhtaç olduğu halde şahsî özelliklerinin bir tezahürü olarak (utangaçlık, mahcubiyet vb.) bu kişiler, ne kamusal sosyal yardım için, ilgili sosyal kurum ve kuruluşlara müracaat ederler, ne de dilencilik yaparlar.

İslâm terminolojisinde bu kişiler, “miskin” olarak vasıflandırılmaktadır. Halk arasında her ne kadar uyuşuk, tembel, zavallı anlamlarında kullanılıyorsa da, klâsik eserlerde miskin, "kendini Allah yoluna adama, haysiyet, dilenmeme, özveri, muhtaçlık durumunu başkalarına bildirmekten utanma" anlamlarında kullanılmaktadır. İslâm Peygamberinin yapmış olduğu tanıma göre miskin: "Kendini bir-iki hurmanın, bir-iki lokmanın geri çevirdiği dilenen bir insan değildir. Miskin, ihtiyaç içerisinde bulunduğu halde istemeyen, durumu halk tarafından bilinmediği için yardım edilmeyen, iffet ve nezâfet (temizlik) sahibi mümindir". [30]

Kuran-ı Kerim'de fakirlere yardım edilmesini emreden şu âyet, miskini târif etmektedir: " Verin o fakirlere ki, Allah yolunda kapanmışlardır. Şuraya buraya dolaşmazlar. İstemekten (dilenmekten) çekindikleri için, bilmeyen onları zengin zanneder. Onları simalarından tanırsın, halkı bizar etmezler (usandırmazlar)."[31] Miskinlerin ihtiyaçlarının giderilmesi yönünde Kuran-ı Kerim, "Yakınına, miskine, yolcuya hakkını ver" diyerek, bu sosyal grupların (sivil veya kamusal) sosyal yardım kapsamına alınmasına işaret etmektedir. [32]

Sosyal sorumluluk ve yardımlaşma şuurunun tesisine yardımcı olan ilahî kaynaklı bu ince tespitlerden yola çıkarak, yoksullukla ve dilencilikle mücadelede sosyal devlete, bilinen sosyal politika yöntemlerinin dışında daha farklı ve daha hassas görevler düştüğü ifade edilmelidir. Bu bağlamda (sivil veya kamusal) sosyal yardım kaynaklarının, sadece yoksulluktan dolayı dilencilik yapanlar için değil, yoksulluklarına rağmen özel şahsî hasletlerinden (edeplerinden) dolayı dilencilik yap(a)mayan yoksullara da ayrılması gerekmektedir. Bu maddî yardımlar, kişileri incitmemek hassasiyetiyle mümkün mertebe sosyal teşvik veya mikro kredi şeklinde yapılmalıdır.

3.2.4. STK’ların Dilencilikle Mücadele Konseptleri

Ticarî ve meslekî dilencilik yoluyla sosyal duyarlı vatandaşlarımızın merhamet ve yardım yapma duygularını istismar ettirmemek ve-fakat yardımseverlilik hasletlerini korumak adına yoksullukla mücadele eden kurum ve kuruluşların dilencilikle mücadele konusunda da aktif hale ge(tiri)lmeleri gerekmektedir. Bir başka ifadeyle yoksullukla mücadele eden STK’lar, dilencilikle de mücadele edecek sosyal içerikli konseptler ve fonlar oluşturmalıdır. Bu çerçevede yardımsever vatandaşlarımızın, dilencilere değil, yoksulluktan dolayı dilencilik yapmış olan veya yapmaya aday olan kimselerin de yararlanabileceği sosyal yardım kuruluşlarına bağışta bulunmaları sağlanmalıdır.

3.2.5. Vatandaşların Yardım Etme Bilincinin Korunması

Sokakta görülen “sessiz” dilencileri sosyal yardım kapsamına alan STK’lar, devletin kamusal sosyal yardım programlarıyla birlikte dilencilerin sosyal çevredeki görünürlüğünü geniş çapta ortadan kaldırabileceklerdir. Bu “olumlu” durum, vatandaşların sosyal sorunlara bakışını ve algılama biçimini olumsuz yönde değiştirebilmektedir. Şöyle ki, yoksulluk ve dilencilik gibi görünürde olan sosyal meseleler karşısında birçok vatandaşın merhamet ve şefkat duyguları gün ışığına çıkartılabilmektedir. Ancak sorunların alenî ve somut bir şekilde görülmediği bir yerde kişilerin yardım yapma eğilimleri de zayıflamaktadır.

Sosyolojik araştırmalar, yoksul dilencileri gören varlıklı kişilerin bundan etkilendikleri ve genelde kendi avantajlı sosyal durumlarını daha belirgin bir şekilde fark ettiklerini göstermektedir. Kişilerin zihin ve kalplerinde genelde “Aslında durumum gayet iyidir”, “Ben de bir gün yardıma muhtaç duruma düşebilirim” veya “bu duruma hiç düşmek istemem” gibi karmaşık duygu ve düşünceler geçmektedir. Girift de olsa psikolojik olarak bu tarz düşünceleri ve kaygıları kabullenmek, reddetmekten daha iyi olduğu ifade edilmektedir. Böylece toplumsal sorunlardan kaçmak yerine üzerine gitme eğilimi ağırlık kazanması dolayısıyla kişilerin sosyal duyarlılığı hep taze tutulmaktadır.[33]

Sosyal yardım yapma gereğini kamçılayan bu insanî hasletlerin korunması ve geliştirilmesi, yoksulluk ve dilencilikle mücadele açısından da son derece önemlidir. Halkın desteği olmadan bu gibi toplumsal sorunların kendi başına ortadan kaldırılması zaten mümkün değildir. Onun için, sosyal yardım yapan kurum ve kuruluşlar, bu insanî duyarlılıkları hep canlı tutacak plan ve programlar geliştirmelidirler. Hedef, yardımların, sokaktaki dilencilere değil, dilencilikle mücadele den kurum ve kuruluşlara yönlendirmek olmalıdır.

3.3. Meslekî Dilenciliğe Karşı Aktif ve Bütüncül Sosyal Hizmetler

Sosyal devlet, aktif sosyal politikalar uygulayıp yoksulluğa bağlı dilenciliği ortadan kaldırmış olsa dahî diğer faktörlere bağlı dilencilik türleri ile de mücadele etmek durumundadır. Bu bağlamda ekonomik ve psiko-sosyal sebeplerin ötesinde dilenciliği bir meslek olarak görenler, özürlüleri, çocukları veya kadınları değişik yöntemlerle istismar edip dilenciliğe zorlayanlar veya dilenciliği örgütlü ve organize bir şekilde yapanlar, hem suç işlemekte, hem de sosyal davranış bozukluğu (sosyal sapma) göstermektedirler. Sosyal devlet, sadece maddî (ekonomik) değil dilenciliğe iten veya sevk eden diğer bütün sosyo-kültürel faktörleri (kişisel özellikler, hayat tarzı, ahlâkî zafiyetler vb.) de dikkate alarak, bütüncül sosyal politika anlayışı ile dilenciliğin her çeşidi ile mücadele etmelidir.

Sosyal politikaların gayri maddî vasıtasını teşkil eden sosyal hizmetler aracılığı ile sosyal davranış bozukluğu gösteren kişilerin, pedagojik teşvikle sosyal rehabilitasyon programlarına tâbi tutulmalı ve insan şeref ve haysiyetine uygun bir hayata kavuşmalarına yardımcı olunmalıdır. Dilenciliği örgütlü ve profesyonelce yapanların veya yaptıranların cezalandırılmasının ötesinde (tutukluluk sürecinde veya sonrasında) bu eylemlerden vazgeçmeleri yönde geniş kapsamlı rehabilitasyon programlarına katılmaları sağlanmalıdır. Dilenciliğin yol açacağı bazı (yeni) sosyal sapmaları önlemek veya gidermek maksadıyla dilenenlere eğitim, kültür, kişilik, bilinçlendirme ve sosyal ahlâk ekseninde bireysel ve(ya) kolektif sosyal-pedagojik hizmetlerin sunulması gerekmektedir.

3.3.1. Örgütlü Dilenciliğe Karşı Manevî Sosyal Hizmetler

Dilencilerin sosyal rehabilitasyonuna yönelik programlarda sosyal hizmet uzmanlarının yanında manevî terapistlerin de aktif olarak yer almasında fayda vardır. Çünkü rehabilitasyon programları çerçevesinde dinî telkin ve ikna yöntemlerinin rolü büyüktür. Bu çerçevede dinimizin meslek hâline getirilen dilenciliği şerefsiz bir meşgale ve toplumun yüz karası olarak gördüğü anlatılmalıdır. Bu açıdan bakıldığında dilencilik, çalışma gücü olduğu halde çalışmak istemeyen kişinin şeref ve haysiyetini küçük düşürücü bir davranıştır. Hiçbir zaruret olmadığı halde yapılan dilencilik, İslâm’a göre, en çirkin geçim yollarından biridir. Sosyal hizmet alanlarında aktif olması gereken manevî terapistler (sosyal ilahiyatçılar), işgücü niteliği taşıyan kişinin kendi ayakları üzerinde durmasının ve kimseye yük olmamasının sosyal ve manevî faydalarını açıkça söylemelidirler. [34]

Dilencilerin sosyal hayata yeniden kazandırılmalarında manevî sosyal hizmet uygulamaları kapsamında konu ile ilgili hadis-i şeriflerden yararlanılmalıdır. Mesela İslâm Peygamberi, istismar amaçlı örgütlü dilenciliği şiddetle kınamış ve insanları sömürerek dilencilik yapanların ahirette cezalandırılacağını bildirmiştir.

“İhtiyacı olmadığı halde her kim başkalarından yardım isterse, kıyamet gününde yüzü yırtık ve tırmalanmış olarak Allah’ın huzuruna gelecektir”[35],

“Sizden bazıları dilenmekten asla vazgeçmez. En sonunda kıyamet gününde bu şerefsiz kişi, yüzünde bir et parçası kalmaksızın Allah’a kavuşur”[36]

ve

“Her kim çok mal toplamak için, insanlardan onların mallarını dilenir durursa, muhakkak bir ateş parçası istemektedir…”[37]

hadis-i şerifleri, örgütlü ve meslekî dilenciliğin manevî ve uhrevî yönden de büyük bir risk olduğunu göstermektedir.

Tembellik göstermek ve halkın iyi niyetli ve temiz yardım duygularını istismar etmek yerine son Peygamber, işgücü niteliğine sahip kişinin izzet-i nefsini koruyan bir çalışma azmi göstermesini tavsiye etmektedir. Bu konuda son Peygamberin buyruğu şu şekildedir: “Sizden birinizin bir kucak odun toplaması, sonra o odun demetini sırtına yükleyip satması, dilenmekten elbette çok daha hayırlıdır”.[38] Son Peygamber, el emeği, alın teri ile helal yollardan gelir elde etmenin en doğru kazanç olduğu mesajını bu şekilde vermiş olmakla birlikte yoksulluktan dolayı dilenmek isteyen kişilere alternatif çalışma yöntemlerini ve usullerini göstermiş ve öğretmiştir. Son Peygamberin ahiret ikazlı sosyal bilinçlendirme yöntemi, bugün de (manevî) sosyal hizmetler kapsamında değerlendirilmelidir.

3.3.2. Mobil Sokak Çalışmacılarından Oluşan Zabıta Ekibi

Gezici zabıta ekibi, dilencilikle mücadelede daha aktif hâle getirilmelidir. Özellikle dilenciliği meslek haline getiren kişi ve organizasyonların tespiti ve takibinde daha büyük teknik imkân ve hukukî yetkilere sahip olmalıdır. Dilencilik, bir sosyal mesele olduğu için, zabıta personeli, sosyal hizmetler boyutuyla eğitilmeli veya ekibin içinde seyyar sosyal hizmet uzmanları da bulundurulmalıdır. Mobil sosyal hizmet uzmanları, sokakta sosyal çevreye zarar verebilecek dilencilerin sosyal rehabilitasyonuyla meşgul olmalıdır. Bir sosyal hizmet uzmanı olan sokak çalışmacı, sadece bir kurumda veya masa başında görev almamalı, sosyal mekânlara kadar gitmek suretiyle dilencilerle ve diğer sorunlu kişilerle direkt olarak sosyal diyaloga geçebilmelidir.

Özellikle bir örgütün psiko-sosyal baskısı altında çalışmak mecburiyetinde olan dilenci çocuk ve kadınlar, seyyar sosyal hizmet uzmanının kendilerine sunacağı maddî ve manevî destek programları ve yönlendirmeleriyle (sığınma evi, korumalı işyeri, sosyal konut vb.) normal sosyal hayata kazandırılmalıdırlar. Dilenciler gibi sosyal sorunlu kişilerin birçoğu, kurumsal sosyal hizmetlerden yararlan(a)madıkları, yararlanmak istemedikleri veya sosyal kurumlara müracaat etmedikleri için, seyyar sosyal çalışmacıların bizzat bu kişilerin bulundukları mekânlara kadar gitmeleri gerekmektedir. Çevrede alenî bir şekilde dilencilik yapan ve(ya) sosyal davranış bozukluğu gösteren kişilerin sosyal kontrol ve uyumuna odaklanan seyyar sosyal hizmet uzmanlarının sayısının bundan dolayı artırılması gerekmektedir.

SONUÇ

Dilencilikle mücadelede bütüncül ve aktif sosyal politikaların oluşturulabilmesi için, ulusal ve bölgesel sosyolojik tahlillerin yanında dilencilerin sayısal ve demografik tespiti yapılmalıdır. Sosyal hizmet odaklı müdahalelere yönelik doğru stratejilerin belirlenebilmesi için, dilencilerle ilgili geniş kapsamlı verilerin elde edilmesi gerekmektedir. Sosyo-kültürel ve ekonomik durumları hakkında elde edilen bütün istatistikî veriler, aktif sosyal politika ve sosyal hizmetler boyutuyla değerlendirilmeli ve bu çerçevede oluşturulacak politikaların türü, süresi, boyutu, tahminî maliyeti ile sosyal faydaları belirlenmelidir.

Dilencilikle mücadelede hangi kurum ve kuruluşa hangi yetkilerin verileceği açıkça belirlenmelidir. Sosyal koruma programlarının etkin olarak uygulanabilmesi için, dilencilikle mücadelede yetkili kurum ve kuruluşlar arasında sağlıklı bir işbirliği ve koordinasyon oluşturulmalıdır. Tedbirlerin ve kararların, özellikle yetkili ve yükümlü kurum ve kuruluşların uzmanları tarafından sosyal dayanışma ve sorumluluk şuuru çerçevesinde verimli ahenklilik ölçüleri ile uygulanması önemlidir. Dilencilikle mücadelede tespit edilen stratejiler, merkezî rehberlik ve denetim altında mahallî idareler (ve sosyal zabıta ekipleri) aracılığı ile yerinde yürütülmelidir.

Sosyal sapmaların ve yoksulluğa bağlı dilenciliğin bütünüyle ortadan kaldırılmasında resmî kurumlar, STK’larla işbirliği yapmalıdır. Katılımcı demokrasi anlayışı çerçevesinde, gönüllü kuruluşların sosyal faaliyetlerine kanunî, lojistik ve organizasyonel yönden destek sağlanmalıdır. Gönüllü kuruluşlar, sosyal devletin teşviki ve denetimi altında dilencilere yönelik sosyal koruma (sosyal yardım ve sosyal hizmet) programları düzenleyebilmelidirler.

Yoksulluk sebebiyle dilenenlere dönük bütüncül sosyal politikalar, yardıma ve(ya) bakıma muhtaçlık derecesi, temel sosyo-ekonomik ihtiyaçları karşılayan kamusal sosyal yardım miktarı, istihdam edilebilirlik ve sosyal hayata intibak gibi birçok faktörü içine alan bir yaklaşımla hazırlanmalıdır. Dilencilere yönelik sosyal koruma faaliyetleri, özellikle işgücü niteliğine sahip dilencilerin en kısa sürede kendi beceri ve imkânları ile geçinebilecek bir duruma gelmelerini, bir iş veya meslek sahibi olmalarını sağlayacak bir şekilde plânlanmalı ve düzenlenmelidir. Bu çerçevede meslekî eğitim programları ile aktif istihdam politikaları yeniden gözden geçirilip, dilencilerin de yararlanabileceği bir yapıya kavuşturulmalıdır.

Yoksulluğa bağlı dilencilikle mücadelede en etkili yöntem, koruyucu sosyal politika kapsamında aktif istihdam politikaları üretmek, dilencilerin ve yoksul ailelerin sayısını azaltmaktır. Bunun için de çalışmaya muktedir olan dilencilerin (yoksulların) üretken hâle getirilmeleri zaruridir. Çalışabilir durumda olan dilencilerin, uygun meslekî eğitim programlarıyla gerek normal emek piyasasında, gerek korumalı işyerlerinde, gerekse ev ortamında çalışabilmeleri için, alternatif istihdam modellerinin geliştirilmesi gerekmektedir.

Ticarî, meslekî ve(ya) örgütlü bir şekilde ortaya çıkan dilencilik ise, hem cezaî müeyyidelerle, hem de (manevî) sosyal hizmet ve teşvik programlarıyla önlenmesi gerekmektedir. Dilencilikle mücadelede ortaya konulacak kanunî düzenlemelerin başarılı olarak uygulanabilmesi için, bütün düzenlemelerin, birbiriyle bağlantılı ve bütüncül olması gerekmektedir. Bütüncül sosyal politika uygulamalarının etkinliğini sağlayabilmek için, mevcut kanunî düzenlemelere sosyal içerik kazandırılmalıdır. Bu bağlamda 2005 tarih ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ile 1983 tarih ve 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kanunu’nda yasal değişiklikler yapılmalıdır. Gerektiğinde yoksullukla ve dilencilikle mücadelede sosyal model ekseninde müstakil bir kanun çıkartılmalıdır.

 

KAYNAKLAR

Yazar Adı Olan Kaynaklar

Gündoğan, Naci; “Yoksullukla Mücadelede İstihdam Politikalarının Rolü ve Önemi”; Yoksulluk; Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği; İstanbul; 2003.

Häfele, Joachim ve Schlepper, Christina, Die attraktive Stadt und ihre Feinde: Neue Trends in der Hamburger Verdrängungspraxis, Forum Recht 2006.

Sancaklı, Saffet; Hadislerde Fakirlik ve Zenginlik Problemi; Elif Yayınları; İstanbul; 2004.

Schmitz, Thomas, Straßen- und polizeirechtliches Vorgehen gegen Randgruppen, 2003.

Schrep, Bruno, Jeden Tag Prügel, Der Spiegel, Nr. 45/2005, 07.11.2005.

Seyyar, Ali; Sosyal Siyaset Terimleri (Ansiklopedik Sözlük); II. Baskı; Sakarya Yayıncılık; Ocak 2008; Adapazarı.

Seyyar; Ali; “Yoksul Ailelere Dönük Sosyal Politikalar”; T.C.; Başbakanlık; Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı; IV. Aile Şûrası Bildirileri; 2004; Ankara.

Simon, Titus, Kein Platz für Arme: Der Umgang mit Randgruppen in deutschen Städten, in: CILIP -Bürgerrechte und Polizei 2/2005.

Wilson, James ve Kelling, George, Zerbrochene Fenster, Kriminologisches Journal, 1996.

Kanunî Kaynaklar

Bundessozialhilfegesetz (BSHG) (1961 tarihli Federal Almanya Sosyal Yardım Kanunu)

Bundestagsdrucksache (BT-Drucks.), V/4095, s. 48 ve Bundesverfassungsgericht (BVerfGE), Band 22.

Kabahatler Kanunu (2005 tarih ve 5326 sayılı)

Ordnungswidrigkeitengesetz; (OWiG); Belästigung der Allgemeinheit, (Nizamı Aykırılıklar Kanunu: Toplumun Rahatsız Edilmesi).

Özürlüler Kanunu (2005 tarih ve 5378 sayılı).

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kanunu (SHÇEK); (1983 tarih ve 2828 sayılı)

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kanunu (SHÇEK); Aynî ve Nakdî Yardım Yönetmeliği.

Strafgesetzbuch (StGB), m. 361 Nr. 4. (Alman Ceza Kanunu).

Dinî Kaynaklar

Hadis-i Şerifler (Ebu Davud; Zekat; B. 24; Müslim, Zekât; 103; Müslim, Zekât; 10; Müslim, Zekât; 107).

Kuran-ı Kerim (El-Bakara; 2/273; El-İsra; 17/26.

İnternet Kaynakları

www.projects.is.asu.edu;  Erişim: 12.08.2008.

http://de.wikipedia.org/wiki/Bettler: Erişim: 13.08.2008

www.armutskonferenz.at/newsletter/newsletter-2006; Erişim: 15.08.2008.

 


· Sakarya Üniversitesi; İİBF Öğretim Üyesi.

[1] Örneğin Hamburg Ticaret ve Sanayi Odası; şehrin önemli alış veriş merkezlerinin önlerinde bazı insanların dilencilik yapması, alış veriş kültürünü zedelediğini iddia edip, dilencilerin şehir merkezinden uzaklaştırılması gerektiğini savunmuştur. Bkz. Häfele, Joachim ve Schlepper, Christina, Die attraktive Stadt und ihre Feinde: Neue Trends in der Hamburger Verdrängungspraxis, Forum Recht 2006, s. 76.

[2] Schrep, Bruno, Jeden Tag Prügel, Der Spiegel, Nr. 45/2005, 07.11.2005.

[3] Sosyal risk, ne zaman, hangi boyutta ve nasıl gerçekleşeceği bilinmemekle birlikte, ileride gerçekleşmesi muhtemel veya muhakkak olan ve buna maruz kalan kişinin mal varlığında veya gelirinde azalmaya veya bütünüyle eksilmeye yol açan iktisadî, meslekî ve fizikî (fizyolojik) bir tehlikedir. Yoksulluk, bu bağlamda işsizlik gibi sosyo-ekonomik bir risk türüdür. Bkz. Seyyar, Ali; Sosyal Siyaset Terimleri (Ansiklopedik Sözlük); II. Baskı; Ocak 2008; Sakarya Yayıncılık; Adapazarı; s. 477.

[4] Kamusal sosyal yardımlar, kendi ellerinde olmayan sebeplerden dolayı fakir olarak doğan veya sonradan fakirliğe düşen ve dolayısıyla mutlak manada yardıma muhtaç hâle gelen veya yeterli gelire sahip olmadıklarından dolayı kısmen yardıma muhtaç olan kişilere-ailelere, insanlık haysiyetine yaraşır düzeyde bir hayat sürmelerini sağlama maksadı ile çoğu kez devlet bütçesinden yapılan karşılıksız maddî yardım ve desteklerdir. Bir devletin sosyal sigorta sistemi ne kadar gelişmiş olursa olsun, dilencilik gibi bazen plân dışı olarak ortaya çıkan sosyal riskler karşısında bu sigorta sistemi, yapısı gereği herkesi kendi kapsamına alamamaktadır. Bu yönüyle genelde vergilerden finanse edilen kamusal sosyal yardımlar, diğer sosyal sigorta sistemlerinin boşluklarını dolduran ve genellikle sadece münferit hallerde devreye girmesi gereken tamamlayıcı bir sosyal güvenliktir. Bkz. Seyyar, Ali; Sosyal Siyaset Terimleri (Ansiklopedik Sözlük); II. Baskı; Ocak 2008; Sakarya Yayıncılık; Adapazarı; ss. 246-247.

[5] Sosyal sapma, insanların içinde yaşadıkları toplumun, topluluğun veya grubun değer ve normlarına, genelde aykırı düşen ve hoşgörü sınırlarının dışında cereyan eden davranış biçimlerinin bütünüdür. Özellikle dilenciliği bir zaruretin gereği olarak değil de profesyonelce icra edenler, toplumun sosyo-kültürel yapısına (sosyal değerler; ahlâkî ve vicdanî duyarlılık ve sorumluluk şuuru vb) uygun olmayan bir hayat tarzı yaşarlar. Bu şekilde dilenenler, hem kendi öz benliklerine (şahsiyet bozukluğu), hem de toplumun temel değerlerine yabancılaşmaktadırlar (eksik sosyalleşme). Bkz. Seyyar, Ali; Sosyal Siyaset Terimleri (Ansiklopedik Sözlük); II. Baskı; Ocak 2008; Sakarya Yayıncılık; Adapazarı; ss. 478–479.

[6] Sosyal hizmetler, kişi, grup ve toplulukların yapı ve şartlarından doğan ya da kendi denetimleri dışında meydana gelen bedenî, zihnî ve ruhî eksikliği, fakirlik ve eşitsizliği gidermek veya azaltmak, toplumun değişen şartlarından doğan sosyal sorunları çözümlemek, insan kaynaklarını geliştirmek, hayat standartları iyileştirmek ve yükseltmek, fertlerin birbirleriyle ve sosyal çevresi ile uyum sağlamasını kolaylaştırmak maksadıyla insan şeref ve haysiyetine yaraşır eğitim, danışmanlık, bakım, tıbbî ve psiko-sosyal rehabilitasyon alanlarında devlet veya gönüllü-özel kuruluşlar tarafından sistemli bir şekilde ifa edilen hizmet programlarının bütünüdür. Bkz.: Seyyar, Ali; Sosyal Siyaset Terimleri; s. 453.

[7] Rehabilitasyon, bedenen, aklen veya ruhen sağlıklı olmayan, tutum ve davranışlarında belirgin sapmalar gösteren, toplumun genel kurallarına uymakta zorlanan kişilere yönelik uygulanan tıbbî, meslekî, psiko-sosyal ve manevî destek hizmetleridir. Dilencilik bağlamında rehabilitasyonun temel hedefleri kısaca şunlardır: 1.) Dilencilerin ihtiyaçlarını karşılayıp onları dilenmekten kurtarmak. 2.) Kişilerin en uygun araçlarla ve değişik yöntemlerle toplum hayatına yeniden kazandırılmalarını ve toplum içinde uyum içinde yaşamalarını sağlamak. Bkz.: Seyyar, Ali; Sosyal Siyaset Terimleri; s. 361.

[9] Koruyucu sosyal politikalar, muhtemel sosyal sorunların gün ışığına çıkmasına fırsat vermeden önleyici tedbir mâhiyetinde uygulanan bütün politikalardır. Örn.: Muhtemel işsizliğe ve yoksulluğa karşı aktif istihdam politikaları, işsizlik sigortası ve kamusal sosyal yardım programları. Bkz. Bkz. Seyyar, Ali; Sosyal Siyaset Terimleri (Ansiklopedik Sözlük); II. Baskı; Ocak 2008; Sakarya Yayıncılık; Adapazarı; s. 516.

[10] Wilson, James ve Kelling, George, Zerbrochene Fenster, Kriminologisches Journal, 1996, s. 121.

[11] Ordnungswidrigkeitengesetz; (OWiG); Belästigung der Allgemeinheit, (Nizamı Aykırılıklar Kanunu: Toplumun Rahatsız Edmesi); m. 118

[12] Strafgesetzbuch (StGB), m. 361 Nr. 4. (Alman Ceza Kanunu).

[13] Hitler dönemi ve sonrasında dilencilere uygulanan ceza yöntemleriyle ilgili olarak daha fazla bilgi için bkz.: Schmitz, Thomas, Straßen- und polizeirechtliches Vorgehen gegen Randgruppen, 2003, ss. 16–20.

[14] Schmitz, Thomas, Straßen- und polizeirechtliches Vorgehen gegen Randgruppen, 2003, ss. 22-23.

[15] Ordnungswidrigkeitengesetz (OWiG); M. 118-1.

[17] www. projects.is.asu.edu;  Erişim: 12.08.2008.

[18] www.armutskonferenz.at/newsletter/newsletter-2006; Erişim: 15.08.2008.

[19] www.armutskonferenz.at/newsletter/newsletter-2006; Erişim: 15.08.2008.

[20] 2005 tarih ve 5326 sayılı Kabahatler Kanununa göre dilenme cezası 62 YTL’dir.

[21] StGB; m. 361, Nr. 7.

[22] 1961 tarihli BSHG; m. 26.

[23] 1961 tarihli BSHG; m. 72.

[24] Bundestagsdrucksache (BT-Drucks.), V/4095, s. 48 ve Bundesverfassungsgericht (BVerfGE), Band 22, ss. 180-190.

[25] Simon, Titus, Kein Platz für Arme: Der Umgang mit Randgruppen in deutschen Städten, in: CILIP -Bürgerrechte und Polizei 2/2005, ss. 20-28.

[26] Gündoğan, Naci; “Yoksullukla Mücadelede İstihdam Politikalarının Rolü ve Önemi”; Yoksulluk; Deniz Feneri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği; İstanbul; 2003; s. 165.

[27] Korumalı işyeri deyince aslında özürlülerin ve özellikle normal emek piyasasında iş bulmakta güçlük çeken veya birden fazla özürlülüğü dolayısıyla iş bulmaları veya normal şartlarda çalışmaları hemen hemen mümkün olmayan ağır derecede özürlülerin hem meslekî eğitimini, hem de emek piyasası dışında istihdamını sağlayan çalışma atölyesi akla gelmektedir. Nitekim 2005 tarih ve 5378 sayılı Özürlüler Kanunu’nda (m. 3-f) korumalı işyeri, “normal işgücü piyasasına kazandırılmaları güç olan özürlüler için meslekî rehabilitasyon ve istihdam oluşturmak maksadıyla Devlet tarafından teknik ve malî yönden desteklendiği ve çalışma ortamının özel olarak düzenlendiği bir işyeri” olarak tanımlanmaktadır. Dilencilerin de bu özel işyerlerinde isteğe bağlı olarak özürlülerle birlikte ve(ya) müstakil ve-fakat yine sosyal ve meslekî rehabilitasyon amaçlı korumalı işyerlerinde çalış(tırıl)abilirer.

[28] Muhtaç bir insan denilince, genellikle kişinin yoksul ve dolayısıyla maddî yönden yardıma muhtaç olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, kendisine her hangi bir kurumdan ekonomik yönden destek sağlanmalıdır. Bu ekonomik destek, devlet kurumları aracılığı ile sağlanıyorsa, sosyal siyaset literatüründe buna “kamusal sosyal yardım” denmektedir. Kamusal sosyal yardımlar, kendi ellerinde olmayan sebeplerden dolayı fakir olarak doğan veya sonradan yoksulluğa düşen ve dolayısıyla mutlak veya nispî olarak yardıma muhtaç hâle gelen kişilere, insanlık haysiyetine yaraşır düzeyi sağlamak maksadıyla, çoğu kez devlet bütçesinden (fonlardan) tek taraflı olarak yapılan karşılıksız (veya kişinin durumunun iyileşmesi hâlinde daha sonra geri ödeme şartına bağlı olarak yapılan) maddî desteklerdir. Daha fazla bilgi için bkz.: Seyyar; Ali; “Yoksul Ailelere Dönük Sosyal Politikalar”; T.C.; Başbakanlık; Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı; IV. Aile Şûrası Bildirileri; 2004; Ankara.

[29] SHÇEK; Aynî ve Nakdî Yardım Yönetmeliği.

[30] Seyyar, Ali; Sosyal Siyaset Terimleri; s. 304.

[31] El-Bakara; 2/273.

[32] El-İsra; 17/26.

[33]:www.armutskonferenz.at/newsletter/newsletter-2006; Erişim: 15.08.2008.

[34] Sancaklı, Saffet; Hadislerde Fakirlik ve Zenginlik Problemi; Elif Yayınları; İstanbul; 2004; ss. 57-63.

[35] Ebu Davud; Zekat; B. 24.

[36] Müslim, Zekât; 103.

[37] Müslim, Zekât; 105

[38] Müslim, Zekât; 107.

 

Google