aliseyyar@sosyalsiyaset.net

 

 

 

Makaleler ;

<<<Sosyal Siyaset Makaleleri

 

;

 

ÖZÜRLÜLER POLİTİKASI VE AB AYRIMCILIKLA MÜCADELE PROGRAMLARI

 Dr. Mehmet Aysoy[1]

 

 

      Ülkemiz, AB’nin toplam (4) sosyal programına 21.02.2003 tarih, 2507 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 2003-5224 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile resmen katılmış olup, bunlardan birisi de ‘‘Ayrımcılıkla Mücadele Eylem Programı’’dır.

 

       Ayrımcılıkla   mücadele   eylem   programı   referansını   iki   ayrı direktiften almaktadır. Her iki  direktifte de  ‘‘doğrudan   ayrımcılık’’,  ‘‘dolaylı ayrımcılık’’, ‘taciz’’ ve ‘‘mağduriyet’’ kavramları yasal olarak açıkça tanımlandıktan sonra ırk, etnik köken, din,  inanç,   özürlülük,   yaş   ve   cinsel   tercihe   dayalı   ayrımcılık yasaklanmış ve eşit muamele ilkesi getirilmiştir.

 

      Buna göre ‘‘Doğrudan ayrımcılık’’; bir kimsenin karşılaştırılabilir durumlarda diğerlerine   göre  daha  az tercih  edilir bir  muameleye  tutulması,  şimdiye kadar tutuluyor olması veya tutulma ihtimali olmasıdır. Eğer yapılan ayrımcılık ‘‘meşru ve haklı bir gerekçe’’ye (objektive justification) sahipse ve  alınan   tedbir   amacı aşmıyorsa durum yasal sayılacaktır.    Doğrudan ayrımcılığın,   güdü/  saik ile bir ilgisi yoktur, ‘öyle olduğu sanılan özelliklere’’ ya da ‘‘olduğu sanılan bağlantı’’ya bağlı ayrımcılığı  da  kapsamaktadır.  Doğruda ayrımcılıkla genellikle  insanların meşru ve haklı bir gerekçe sunabildiği   vaka   sayısı   çok   sınırlıdır.   Ayrımcılık yapıldığı kolayca anlaşılabilir, ama zamanla daha örtülü (dolaylı) olarak yapılma eğilimindedir ve bu da ispatı zorlaştırır.  Ayrımcılığı var olduğunu göstermede istatistiksel  bulgular  yaygın  bir  ispat   aracıdır.   ‘‘dolaylı ayrımcılık’’;   aslında görünüşte   tarafsız  görünen  bir hüküm, kriter ya da uygulamanın farklı ırk, etnik köken,  din,  inanç,  yaş,  özürlülük  ve   cinsel  tercihe sahip  bir kişiyi diğerlerine kıyasla daha dezavantajlı bir konuma  sokması  ve  bunun   nedenini   açıklayan ‘‘ haklı ve meşru bir gerekçe’’ olmamasıdır.

 

      Yine Direktiflerde yer alan diğer bir  tabir  ‘‘taciz’’ (harrassment)  kavramıdır (Madde 2/3).  Taciz,   ‘‘Bir   kimsenin   insan   haysiyet   ve itibarının çiğnenmesi amacını taşıyan veya sonuçları  itibarıyla yıldırıcı,  düşmanca,  aşağılayıcı,  küçük düşürücü  veya   hakaretamiz  bir  ortam  yaratılmasına  yol açan, herkesçe haksız bulunan kasıtlı  bir tavır  ya da hareket  tarzıdır’’   ve   bu  da   ayrımcılık   olarak yorumlanmaktadır. Taciz kavramı, bir dizi istenmeyen tavır ve hareketi içerir. Bu madde, işyerinde bir işçinin sadece işveren/patron tarafından değil, orada bulunan diğer işçiler ve üçüncü şahıslar tarafından da   tacize   uğramamasını içermektedir. Bir başka deyişle   işveren  sorumluluğu  üçüncü kişilerin (işyerindeki diğer işçiler ve müşteriler  dahil) tacizkar davranışlarının da önlenmesini içermektedir. Ayrıca, bir işveren  tarafından  altındaki  bir  işçiye  ya  da  bir  iş   bulma   kurumuna   da ‘ayrımcılık yapma talimatı’’ (instructions of discriminate) vermesi örn; ayrımcılık yapan iş ilanı  vermesi  de    yasaklanmaktadır    (Madde i 2/4).   ‘‘Eşit muamele’’ ilkesi, yukarıda anlatılan dolaylı ya da dolaysız ayrımcılığın ve tacizin/olmaması anlamına gelmektedir.

 

       Direktiflerde  geçen diğer bir tabir ‘‘mağduriyet’’tir (victimisation) (Madde 9 ve Madde 11) . Mağduriyetin  öğrenilmesi,  bir  kimsenin   eşit  muamele  ilkesine uyulmasını sağlamak için yaptığı şikayet ya da mahkeme başvurusu üzerine aldığı tepki sonucu o kimsenin işvereni tarafından olumsuz bir muamele   ya da   akibete uğratacak   ve   mağdur  olmaktan  koruyacak  gerekli   önlemlerin    alınmasıdır. Ayrımcılığa uğrayan ve bundan şikayette  bulunanın   mağduriyetinin   önlenmesi kadar,   bu   kişinin   iddiasına   kanıt   sunan   diğer   kişilerin   de mağduriyetinin önlenmesi önemlidir. Ayrıca bu   kimsenin   işten   ayrıldıktan   sonra   işverenden referans mektubu alabilmesi konusu da tartışılmaktadır. Diğer bir  kavram  ‘‘ispat yükümlülüğü’’ (burden of prof) olup, bu   kavram   ayrımcılığa   maruz   kaldığını düşünerek bu   durumu   gösteren   olgularla  yargıya   gidildiğinde,   ayrımcılığın olmadığının    davalı    tarafından    ispatlanması    yükümlülüğünü    ifade   eder. 2000/78/EC sayılı Direktifin 5. maddesi; ‘‘özürlülerle ilgili olarak  eşit   muamele ilkesine   uygun   davranabilmeyi   temin   edebilmek   maksadıyla gereken makul yardım sağlanır’’   denmektedir.   ‘‘Makul yardım’’  (reasonable accommodation) kavramı, fiziksel ve sosyal ortamdan kaynaklanan ve bir kimsenin bir fonksiyonu her zamanki şekilde yerine getirememesi ile sonuçlanan engellere bir yanıt olarak ortaya çıkmıştır. İşgücü piyasasında engellerle  karşılaşan  özürlü  işçilere  ihtiyaç duydukları ‘‘makul yardım’’ın sağlanmaması, gittikçe artan bir  şekilde   istihdam ayrımcılığının bir çeşidi olarak algılanmaktadır.

 

        Aslında   Avrupa’da   ‘‘makul yardım’’    kavramı   yeni   bir   şey   değildir. Gençlerin, yaşlıların ve hamile  kadınların  çalışırken   işyerinde   özel   standartla (koruyucu önlemlere) tabi olması buna iyi bir örnektir. Yeni  olan  şey ise,  makul yardımın   bir   ‘‘hak’’  olarak  tanımlanması   ve   bu   hakkın    kullanılamaması durumunun   ‘‘ayrımcılık’’ olarak yorumlanmasıdır. Makul yardım, özürlü kişinin işyerine   rahatlıkla   ulaşabilmesini   ve   işyerinde   işini   rahatça   yapabilmesini sağlayan her  türlü  fiziksel  ve  sosyal  düzenleme  olabilir  (örneğin, katlarda ve odalarda  tekerlekli  sandalyenin  geçebileceği ve   rahat   dolaşabileceği   fiziksel mekanlar yaratmak, körler büroda dolaşırken anlayabilecekleri  yardımcı  işaretler koymak, duyma problemi yaşayan bir   kişiyle   sürekli   yüksek   sesle  konuşmak gibi). Bu   makul   yardım   her zaman maddi bir bedeli gerektirmeyebilir. Fiziksel ortamdaki    engeller    giderilse   de,    bazen   sosyal    engeller   de   ayrımcılık yaratabilmektedir (örneğin, özürlünün rahat çalışması  için  gerekli  fiziksel ortam hazırlanmış olabilir,  ancak  diğer  çalışanların  katı  tutumu ve işbirliği yapmayışı ayrı bir sosyal  engel  yaratabilir).  Makul yardımın  ayrımcılıkla ilişkilendirilmesi bazı karışıklıklara da yol açabilmektedir:

 

       Doğrudan   ayrımcılık   eşit  muamele   kavramı   üzerine   odaklanmıştır   ve Direktifler muamelenin eşit   olup   olmadığını   ölçmek   için    ‘‘karşılaştırılabilir benzer   bir   durum’’dan  bahsetmektedir.   Ancak  özürlülük,   hangi   benzer bir durumla  karşılaştırılabilir?   Hamilelikle  karşılaştırılabilir  mi?   Makul   yardım ‘‘bireyler’’ üzerine  odaklanmaktadır,  her  vakada o kişiye özel bir değerlendirme yapılacaktır,  zira   grup   olarak   özürlüler    karşılaştırılabilir   durumlara   imkan vermemektedir    Örneğin    görme    engelliler    ihtiyaçları   bakımından    işitme engellilerle   karşılaştırılama          Bu yüzden makul yardı  aynı  zamanda    ‘‘sui generis’’ bir ayrımcılık şeklidir.  Henüz Direktif çok yeni  olduğu    ve    Avrupa Divanı’na giden bir dava olmadığı için, 5. maddenin  nasıl  yorumlanacağı  henüz kesin değildir.

 

       Makul yardım, özürlüler için belirlenen genel erişim standartları ya da pozitif ayrım tedbirleriyle  aynı  şey  değildir. Makul  yardıma  getirilen  istisnalar  ya  da yardım sağlamamanın haklı meşru gerekçeleri şu şekilde sıralanabilir:

 

-         İşveren, makul yardım sağlanması gerekliliğinin farkında değildir, çünkü özürlü olan işçi bunu kendisine açıkça iletmemiştir,

-         Sağlanabilecek etkin bir makul yardım mevcut değildir,

-         İşverenin  sağlayacağı  makul  yardım, ona  büyük   ve   orantısız  bir  yük getirmektedir.   

 

Direktiflerde  doğrudan ve   dolaylı   ayrımcılık   yapılması,   tacize  ve ayrımcılık yapma talimatına izin verilmesinin yasaklandığı alanlar aşağıdaki şekilde  tek  tek sayılmıştır:

 

- Faaliyet alanı ne olursa olsun meslekte yükselme dahil, profesyonel      hiyerarşinin her kademesinde seçilme kriterleri, işe alma koşulları dahil istihdam edilme koşulları, kendi namına çalışma veya bir mesleğin icrası,

- Pratik iş tecrübesi dahil meslek rehberlik, mesleki eğitim ve yeniden   eğitimin bütün türlerine ve her düzeyine erişim,

          - İşten çıkarma ve ücret dahil, tüm istihdam ve çalışma koşulları,

 - İşçi, işveren veya üyeleri belli bir mesleği icra edenlerden oluşan meslek örgütlerine üyelik  ve  bu  örgütlerden edinilen menfaatler  dahil olmak üzere, söz konusu örgütlerde faaliyet gösterme hususlarında kamu organları  dahil,  kamu ve özel sektördeki tüm kişilere uygulanmaktadır.

 

        Ayrıca 2000/43/EC sayılı Direktifin   3.   maddesinde,   ırk  ve  etnik  kökene dayalı     olarak     işyerinin     dışında    gerçekleşen     diğer     ayrımcılıklar    da yasaklanmaktadır.   Bu  bağlamda  ayrımcılıkla  mücadele   konusu   öncelikle  bir ‘‘insan  hakları’’  konusudur, ama aynı derecede  de sosyal  ve ekonomik   boyutu olan bir konudur.

      Ayrımcılıkla  mücadele  alanında  genel  çerçeveyi  kuran  yasal bir mevzuatın çıkarılması ve  AB  Direktiflerine  uyum  sağlanması  ön  şarttır.    Bu  doğrultuda ülkemizde   söz   konusu   programa   dahil   olduktan   sonra   yapılması  gereken düzenlemeler bulunmaktadır. Bu çerçevede ülkemizde biri diğeriyle  ilgili iki ayrı alanda yasal  düzenleme gerçekleştirilmiştir. İlki 22.05.2003 tarihinde TBMM’de onaylanarak  10.6.2003  tarih  ve  25134  sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 4857 sayılı Yeni İş Kanununun 5. maddesi,  ‘‘İş ilişkisinde  dil,  ırk,  cinsiyet,   siyasal düşünce,    felsefi   inanç,    din   ve   mezhep   vb.    sebeplere      dayalı     ayrım yapılmayacağını’’   belirterek   yukarıda   bahsedilen   Direktiflere  kısmen  uyum sağlanmıştır.  Ancak  Direktiflerde  geçen  yaş,  özürlülük,  etnik köken ve cinsel tercih tabirleri  maddede  açıkça  yer  almamış,   sadece  ‘‘ve   benzeri   sebepler’’ şeklinde ifade edilmiştir. AB Komisyonu ile ayrımcılık yapılamayacak konuların tek   tek   hepsinin   adının   açıkça   yazılmasının   özellikle   gerekli    olduğunu vurgulamaktadır.   Ayrıca  ‘‘makul  yardım’’  kavramı  ne buna  ilişkin  tedbirler mevzuatımızda yer almamaktadır.

 

       2000/78/EC  sayılı Direktifteki  diğer  bir   husus   yaşa  dayalı   ayrımcılığın yasaklanmasıdır. Yaş konusu en çok  iş  alanlarında   ve   işe    almada    gündeme gelmektedir.   Bu   durumda   işin   doğasından   kaynaklanan  haklı   bir   gerekçe olmadıkça, iş  ilanlarında  ya da işe almada sadece belirli bir yaş grubunu dışarıda tutma uygulaması ayrımcılık olarak  kabul  edilmektedir.  Mevzuatımızda  bunları yasaklayan özel bir hüküm bulunmamaktadır.

 

      Ayrımcılıkla mücadele programlarına referans teşkil eden ikinci  kanun  5378 sayılı  ‘‘Özürlüler  Kanunu’’dur.   Özürlüler  Kanunu    AB   ülkelerinde   bulunan ayrımcılıkla mücadele kanunlarının  benzeri  bir  düzenlemedir.  Bu  kanuna  göre ülkemizde  özürlüler  politikasının  temel bağlamı ayrımcılıkla mücadele eksenine yerleştirilmiş  ve  kanunun  kapsamı  dahilindeki   alanlarla  ilgili  düzenlemelerde ayrımcılık  belirtilmiştir.  Bu  konuda  kanunda yer alan en belirgin düzenleme ise kanunun 41.   maddesinde  TCK’nın    122.   maddesinin   yeniden    düzenlenerek özgürlülüğün  dahil  edilmesidir.   Bu  düzenlemeye  göre   ayrımcılık   yapmanın müeyyidesi oluşturulmuştur.  Ancak  söz  konusu  kanunda  iş   kanununda   bahsi olduğu  biçimde   doğrudan   veya   dolaylı   ayrımcılık,  taciz  gibi   tanımlar   yer almamıştır.



[1] T.C. Başbakanlık-Özürlüler İdaresi Başkanı.
Google