Aile İçinde Çocuklara
Yönelik Şiddete Karşı Sosyal Politikalar Doç. Dr. Ali Seyyar
Sakarya Üniversitesi
İİBF-Öğretim Üyesi
Giriş
Sanayileşmiş Batı
ülkelerinde aile yapısının sarsıntıya ve temel fonksiyonlarını yerine
getiremeyecek derecede zafiyete uğraması sonucunda bu ülkeler, ailenin
korunması ve güçlendirilmesi yönünde aile odaklı sosyal politikalar
geliştirme ihtiyacı duymaktadır.
Milli kültür ve
geleneklerine bağlı olan Türk toplumu, aslında güçlü bir aile yapısına
sahiptir. Ancak, yıllardan beri kronik bir biçimde devam eden ekonomik
krizler, milli gelirdeki adaletsizlik, bölgeler arası gelişim
farklılıkları, enflasyon, hızlı kentleşme, iç ve dış göçler gibi olgular
Türk aile yapısını da sarsmaktadır. Bunun neticesi olarak da, Türk
ailelerin önemli bir bölümü, geleneksel gücünü kaybetme tehlikesi ile
karşı karşıya gelmektedir.
Örneğin, gelişmiş
ülkelerde ortaya çıkan aile içi şiddet vakıaları, dağılma ve bozulma
sürecine girmiş olan Türk aile yapısını da etkilemektedir. Aile içi şiddet
vakıalarının başında ebeveynin, yani ana-babanın çocuklarına yönelik
kullandığı şiddet eylemleri gelmektedir.
1.Aile içinde
Çocuklara Yönelik Şiddetin Siyaset Açısından Önemi
Aile içinde
ebeveynin çocuklarına yönelik uyguladıkları şiddet, irsi yoldan olmasa
bile, çoğu kez gelenek şeklinde hem yeni nesillere, hem de sosyal çevreye
aktarılmaktadır.Özellikle evinde şiddete maruz kalmış erkek çocukları,
evlendiklerinde, aile içinde ve dışında şiddet eylemleri ya
benimsemektedirler, ya da bizzat tatbik etmektedirler.
Aile içi şiddete
hoşgörü ile yaklaşan toplumlar, aile dışında yani sosyal hayatımızın
değişik alanlarında (okul, karakol, sokak, futbol sahaları, vs.) cereyan
eden değişik şiddet türlerine de gerektiği kadar tepki
göstermemektedirler.
Diğer taraftan,
aile içinde ortaya çıkan şiddet eylemleri, bazen aile dışına da
sıçrayabilmekte veya sosyal hayatımızda değişik psiko-sosyal sorunların
ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. (1) Örneğin, sokak çocukları
istismarı ve sömürülmesi gibi toplumsal sorunlar, ailenin, huzur ve saadet
yuvası olmaktan çok bir terör ve kaos merkezi haline dönüşmesinin faturası
olarak gün ışığına çıkmaktadır. Şiddete maruz kalan çocuklar, sadece
bedenen zarar görmemekte, çoğu kez ömür boyu psikolojik ve sosyal yönden
etki altında kalmaktadırlar. Bu da onların, sağlıklı yetişmelerine mani
olduğu gibi, toplumsal kalkınma ve verimliliği de olumsuz yönde
etkilemektedir.
Özellikle
kalkınmakta olan ülkelerdeki çocukların karşı karşıya geldikleri bir çok
toplumsal sorunların kaynağında sosyo-ekonomik yönden mağdur ve şiddete
meyilli olan aileler gelmektedir. Çocukların değişik toplumsal sorunlarına
çözüm bulabilmek için, sorunun kaynağı olan aileden başlamak gerektiği
kanaatindeyiz. Aile içi şiddetin önlenmesine yönelik geliştirilmesi
gereken sosyal politikaların hedefi, ailenin, asli fonksiyonuna yeniden
kavuşmasına yardımcı olmak ve bununla birlikte bir çok toplumsal sorunun
ortaya çıkmasını engellemek veya önlemek olmalıdır.
2. Aile İçinde
Çocuklara Yönelik Şiddetin Türleri, Etkileri ve Sebepleri
2.1. Bir Şiddet
Türü Olarak Fiziksel (bedensel) Şiddet
Çocuklara yönelik
bedensel şiddet, tekme-tokat atmak, dövmek, el-kol bükmek, yumruklamak,
iterek yere düşürdükten sonra tekmelemek, yere ya da duvara fırlatmak,
bedenlerine sigara söndürmek, saç çekmek, ısırmak ve tükürmek çocukların
kafasını duvara çarpmak şeklinde tezahür etmektedir. Şiddete uğrayan
çocuklar, çoğu kez her hangi bir aletle (sopa, demir, değnek, odun,
oklava, zincir, kemer, hortum, ip, urgan, vs.)dövülmektedir.
2.1.1. Etkileri
Bu tür fiziksel
şiddet eylemleri çocukların bedenlerine zarar verdiği gibi, değişik
yaraların da meydana gelmesine sebep olmaktadır. Fiziksel olarak dövülen
çocuklar, yetişkinlerle temas kurmaktan kaçınmakta, bir yetişkinin
kendilerine dokunmasından ve yaklaşmasından ürkmektedirler. Fiziksel
şiddete sürekli olarak maruz kalan çocuklar, ebeveynlerinden mütebariz bir
şekilde korkarlar, kritik anlarda dayak yememek için kolaylıkla yalan
söyleyebilirler, korku verici durumlarda genellikle tepkisiz kalabilirler,
aşırı saldırgan veya aşırı içe dönük ve çekingen olabilirler.
2.2. Bir Şiddet
Türü Olarak Psikolojik Şiddet ve(ya) İhmal
Çocukları
korkutmak, tehdit etmek, aşağılamak, reddetmek, onların öz güvenini
sarsmak amacıyla yapılan her türlü sözlü ve fiili tutum ve davranış
biçimleri, psikolojik şiddet türlerindendir.
Özellikle, küfür,
küçümseme, hakaret, isim takma, tehdit ve tahkir gibi sözlü şiddet
türleri, her şeyden önce çocukların öz güvenini, şahsiyetini ve itibarını
yok etmeye yarayan çok etkili ve/fakat tehlikeli bir yöntemdir. Diğer
taraftan, fiili olarak gösterilen bazı tavır ve tutumlar da çocukların
psikolojik yönden olumsuz olarak etkilenmelerine sebebiyet vermektedir.
Örneğin, çocuklardan bazılarını çok sevmek ve önemsemek, bazılarını da
ihmal edip bazı haklardan veya imkanlardan mahrum etmek ve gereksiz yere
cezalandırmak bu tür fiili psikolojik şiddetlerdendir.
Bebekler, geçici
bir süre bile olsa bakıma muhtaç en aciz insan yavrularıdır. İlk yıllarda
tamamen güçsüz ve çaresiz olmaları sebebiyle bakılıp beslenmeye, ilgi ve
sevgiye muhtaçtırlar. Bebeğin fiziki gelişimi için anne sütü ne kadar
önemli ise ruh ve duygu gelişimi için de aile sevgisi bir o kadar
önemlidir. Çünkü, ailenin ve özellikle annenin, bebeğine daha doğumunun
ilk gününden başlayarak vereceği sevgi, bebeğin huzurlu ve güvenli
büyümesini sağlayacaktır.
Ancak, beslenmeye,
bakıma, himayeye ve yardıma muhtaç olan çocukların ebeveynlerce ihmal
edilmesi ve yeterince ilgi gösterilmemesi sonucunda, çocukların
gelişimleri ve sağlıkları olumsuz yönde etkileneceği gibi, duygusal
yaşantıları ve kişilikleri de bozulmaktadır.
Çocukların
yaramazlık yapmalarını fırsat bilen bazı ailelerin , onları (karanlık) bir
yere kilitleyip günlerce aç susuz bırakmaları da, çocukları bilinçli bir
biçimde ihmal etme ve(ya) yanlış terbiye metotlarının en dehşet
vericilerindendir. Bunun yanında, çocuğun kendi geçimini kendisinin
sağlamasını icbar etmek ve(ya) evin giderlerini çocuğun üzerine yüklemek,
çalışan çocukların kazandıkları paralarının tümünü elinden almak ve(ya)
eve para getirmeyen çocuklara dayak atmak çocukların ihmal edilmesinin
ötesinde istismarcılığın en kötü örneklerindendir.
2.2.1. Etkileri
Eğer, çocuktaki
düşmanlık, hırs, hissi fukaralık, egoizm, kötüye temayül gibi menfi
hasletler sosyal çevrenin etkisinden kaynaklanmıyor ise, genellikle aile
terbiyesi ile aile sevgi ve şefkatinin yeterli olmamasından
kaynaklanmaktadır. Genelde ilgi, sevgi ve merhametten uzak bir ortamda
yetişen çocukların beyinlerinde gayri-ihtiyari olarak daimi izler
kalmaktadır. Şuuraltında oluşan ve gelişen bu izler, çocukları sürekli
takip etmekte, onları acı geçmişin tesiri altında bırakmaktadır.
Geçmişte,
çocuklarda görülen kriminolojik vakıalar, ruhi dengesizlikler, karakter
bozuklukları gibi bütün olumsuz hadiseler sadece fıtrata ve genetik yapıya
bağlanmaktaydı. Ancak; bugün, çocukların işlediği suçlar ve kendilerinde
ortaya çıkan ruhi ve sosyal hastalıklar (cinsi sapıklık, eşcinsellik,
saldırganlık vs.), daha fazla aldıkları aile terbiyesi ve eğitimine
bağlanmaktadır.
2.3. Fiziksel ve
Psikolojik Şiddetin Sebepleri
Çocuklara yönelik
fiziksel şiddetin ortaya çıkmasına sebebiyet veren faktörlerin başında,
şiddete başvuran anne-babaların da, çocukluklarında büyüklerinden dayak
yemiş olmaları gerçeği gelmektedir. Ancak, Almanya'da yapılan yeni ampirik
araştırmalar, bu gerçeği tam anlamıyla ve bütün boyutuyla teyit
etmemektedir. Şöyle ki, bizzat kendileri şiddete maruz kalmış
anne-babalardan ancak üçte biri, aileden gelen bu alışkanlığı veya bu kötü
örneği çocuklarında tatbik etmektedir. Dolayısıyla, aile içinde her hangi
bir şiddete maruz kalmamış olan anne-babalar da, çocuklarını
dövebilmektedir.
Fiziksel ve
psikolojik şiddetin ortaya çıkmasına yardımcı olan faktörler, aşağıda
maddeler halinde özetle sunulmuştur: Bu faktörlerden bir kaçının bir araya
gelmesi halinde, gerek eşler arasında, gerekse çocuklara yönelik şiddet,
daha büyük bir ihmalle ortaya çıkmaktadır.
·
Annenin hamilelik
döneminde stres altında olması ve psikolojik sorunlarını çözememiş olması.
·
Ebeveynin aşırı
biçimde alkol ve(ya) uyuşturucu kullanması.
·
Eşler arasında
geçimsizliğin gün ışığına çıkması ve boşanma öncesinde ortaya çıkan ve
uzun süre devam eden gerginlikler ve kavgalar
·
Eşlerin birbirini
aldatması ve aile yuvasını sarsmaları.
·
Ailenin asgari
ihtiyaçlarını karşılayacak kadar gelirden mahrum olması ve sürekli
işsizlik gibi aile fertlerinin öz güvenlerini yıpratacak boyutta devam
eden ekonomik krizler.
·
Sosyal problemli
ailenin, akraba ve komşuların desteğinden uzak olması ve toplumsal hayatta
ve himayeden tecrit edilmesi. Kamusal sosyal yardım ve hizmetlerden
yararlanamaması.
·
Barınma
imkanlarının elverişsiz olması. Çevrenin, gerek mimari açıdan, gerekse
sosyal açıdan şiddete davet eder nitelikte olması. Şiddetin, toplumda ve
özellikle yakın çevrede benimsenmesi ve gerektiği kadar yadırganmaması
halinde.
2.4. Bir Şiddet
Türü Olarak Çocukların Cinsel İstismarı
Çocukların cinsel
yönden istismar edilmesi ve cinsel tacize uğraması, büyüklerin kendi cinsi
ihtiyaçlarını tatmin edebilmek için, çocukları cinsel yönden kullanmaları
sonucu veya sonucunda ortaya çıkmaktadır. Cinsel istismarcılık, çoğu zaman
çocukların rızası olmadan, ya ikna etmek, ya değişik yöntemlerle kandırmak
(vaatte bulunmak), ya da tehdit etmek suretiyle gerçekleşebilmektedir.
Cinsel obje olarak kullanılmanın ne olduğunu idrak edemeyen ve dolayısıyla
tepki ver(e)meyen veya direnme gücünü henüz geliştirememiş olan çocuklar,
özellikle Batı dünyasında çocuk pornografinin kurbanı olmaktadırlar.
Avrupa'da
çocuklara yönelik fiziksel şiddet, daha fazla sosyo-kültürel yönden az
gelişmiş ailelerde görülürken, cinsel istismarcılık olayları, hemen hemen
her sosyal kesimde ve her gelir grubunda görülmektedir. Cinsel yönden
istismar edilen çocukların başında kız çocukları gelmektedir. Cinsel
istismarcılığın baş aktörleri ise yetişkin erkeklerdir. Araştırmalara
göre, kendi süfli emelleri uğruna, çocukları cinsel yönden istismar
edenlerin %95'i yetişkin erkeklerdir.
2.4.1. Etkileri
Cinsel tacizin,
çocuklar üzerinde yaptığı olumsuz etkiler, ampirik veriler sonucu
belirlenebilmiştir. Bunları özetle sıralayalım:
·
Her zamankinden
farklı olarak, çocukların davranışlarında değişiklik görülmektedir. Ya
dikkat çekici bir biçimde sakin ve uslu görülmekte, ya bunun tam aksine
aşırı canlı veya agresif olmaktadırlar.
·
Çocukların uyku
düzeni bozulur, sık sık kabus görürler, altlarına yaparlar, tırnaklarını
yerler. Buna mukabil, iştahlarından olurlar, az yemek yedikleri için kilo
kaybına uğrarlar.
·
Konsantrasyonları
bozulur ve bundan ötürü de derslerinde başarısız olmaya başlarlar.
·
Sık sık hasta
olurlar ve bazen de cinsel organların bulunduğu bölgelerde iltihaplanmalar
görülür. Konuşma düzenleri bozulabilir veya kekelemeye başlayabilirler.
·
Oyuncak bebeklerle
veya başka çocuklarla oynarlarken cinsellik veya şiddet içerikli oyunları
tercih ederler.
Bazı çocuklar, ya
uyuşturucu maddelere yönelir veya intihara teşebbüs edebilir.
2.4.2. Sebepleri
Büyüklerin
çocukları cinsel yönden istismar etmeleri ve onları cinsel arzularına
boyun eğdirmek istemelerinin başında şu faktörler gelmektedir:
·
Seks ile ilgili
toplumsal ahlak anlayışının, kısmen de olsa, değişime uğramasının sonucu
olarak beşeri ilişkilerdeki dengenin kaybolması. Bir başka ifadeyle,
cinsel tabu ve kaidelerin liberalleşmesi ile birlikte, cinsel hayatımıza
yönelik meşru ve gayri meşru olarak kabul edilen bütün normların
birbiriyle karışması veya karıştırılması. Bunun sonucu olarak da, şahsî ve
nefsanî istek ve arzuların, sınır tanımaksızın tatmin edilebileceği
inancının yayılması.
·
Cinsel yasakların
hafife alınmasının bir sonucu olarak, öz babasından, dedesinden veya
kardeşinden hamile kalan "çocuk anneler" memleketimizde de görüldüğü gibi,
özellikle üvey baba-üvey evlat ensest ilişkisi sonucu doğan çocuklar da
son yıllarda artmaktadır.
·
Babanın işsiz
olması, sürekli olarak vaktini evde geçirmesi ve bunun yanında da alkol
ve(ya) uyuşturucu müptelası olması halinde, özellikle annenin evin dışında
çalışmak mecburiyetinde kalması gibi hallerde, kız çocuğu potansiyel
tehlike altındadır.
·
Annenin alkolik
olması, çocuklarına yeterince ilgi gösterememesi ve bundan dolayı da
anne-kız münasebetinin bozulması.
Eşler arasında
cinsel ilişkinin bozulması veya devam etmemesinin bir sonucu olarak
annenin bu alanı kızına bırakıp, göz yumması.
3.Türkiye'de Aile
İçinde Çocuklara Yönelik Şiddetin Boyutu
Hacettepe
Üniversitesi, Çocuk Sağlığı ve Eğitim Bölümü tarafından 1981 yılından beri
devam ettirilen ve şimdiye kadar 50 binden fazla çocuk üzerinde yapılan
bir araştırma, aile içinde çocuklara yönelik şiddetin boyutunu
göstermektedir. Buna göre, cinsiyet farkı olmaksızın çocuklarımızın
yaklaşık olarak % 63'ü fiziksel şiddete maruz kalmaktadır.
Başbakanlık Aile
Araştırma Kurumunun yaptırdığı ve 1988 yılında sonuçlandırdığı bir diğer
araştırmaya göre ise, Türkiye'de ailelerin ortalama olarak % 44'ü
çocuklarına şiddet uygulamaktadır. Ancak, gelir seviyesi düşük olan
ailelerde çocuklar, bu oranın üstünde bir şiddete maruz kalmaktadır.
Değişik İl ve İlçelerde 2.578 aile üzerinde yapılan bu araştırmaya göre,
çocuk eğitiminde ailelerin % 69'u "utandırma ve azarlama", %42'si
"cezalandırma ve yoksun bırakma", % 40'ı ise "korkutma" yöntemini
uygulamaktadır.
Dokuz Eylül
Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Öğretim üyesi Prof. Dr. Bahri Öztürk'ün
yönetiminde 1997 yılında kamuoyu araştırması çalışmaları kapsamında
Türkiye genelinde 8.619 evli kadın ile yüz yüze görüşme yöntemiyle yapılan
bir başka araştırmada, kadınların % 51'i, evlilik öncesi hemen hemen eşit
oranlarla, ya annelerinden, ya da babalarından dayak yediklerini ifade
etmişlerdir. Bunun yanında, kadınların % 4.12'si çocukluklarında
akrabalarından dayak yediklerini itiraf etmişlerdir.
"Kocanız çocuklara
nasıl davranıyor?" sorusunu evli kadınların ortalama olarak % 76'sı "iyi
davranmaktadır" derlerken, % 34'ü bu soruya olumsuz cevap vermektedir.
Evli kadınların yaklaşık
olarak % 15'i,
eşlerinin çocuklarını "zaman zaman döver, söver", % 2'si "sık sık döver,
söver" ve % 1'i ise "çok kötü davranır" demektedir. Kadınların % 5.68'i
ise bu konuda her hangi bir görüş beyan etmeyi uygun görmemiştir.
Kanaatimizce,
herhangi bir görüş beyan etmekten çekinen kadınların önemli bir bölümü,
çocuklara yönelik şiddeti ya tasvip etmekte, ya da bizzat uygulamaktadır.
Bunun dışında, diğer kadınların içinde de şiddete meyilli olanlar
bulunabilir. Çünkü, anketten, annelerin çocuklarına yönelik şiddet
uygulayıp uygulamadıkları pek anlaşılmamaktadır. Fakat, ampirik
araştırmalardan annelerin de, erkekler kadar çocuklarına şiddet içeren
tutum ve davranışlarda bulunduğu bilinmektedir. Hatta Türkiye'de yapılan
bazı araştırmalar, ailede en çok dayak cezası veren kişinin anne olduğunu
belirlemektedir. Annelerin, en kolay disiplin yönetimi olarak dayağı
seçmeleri, kendilerinin yoğun bir yaşam düzeni içinde ve stres altında
bulunmalarına bağlamaktadır.
Aynı araştırma,
evlilik öncesi yani çocuk iken aile içinde cinsel tacize uğramış
kızların oranını da ortaya çıkarmaktadır. Buna göre kadınların % 0.82'si
çocuk iken babalarından, % 0.77'si erkek kardeşlerinden ve % 1.97'si de
yakın akrabalardan cinsel tacize uğradığını beyan etmişlerdir. Bir başka
ifadeyle, her 100 kız çocuktan yaklaşık olarak 4'ü aile fertleri
tarafından veya akrabaları tarafından veya akrabaları tarafından cinsel
tacize uğramaktadır.
Bu sonuç, diğer
ülkelerde yapılan ampirik araştırmalarla paralellik arz etmektedir. Şöyle
ki, fiziksel şiddet eylemleri daha fazla aile içinde gerçekleşirken,
cinsel şiddet ve istismar hadiseleri daha fazla yakın sosyal çevrede, yani
akrabalar arasında meydana gelmektedir.
Konuyu yerleşim
yerleri açısından ele alırsak, çocuklara yönelik cinsel taciz olaylarının
gecekondu bölgelerinde ve kırsal alanlarda daha sıklıkla meydana geldiğini
söyleyebiliriz.
4. Nihai
Değerlendirme Çerçevesinde Aile İçinde Çocuklara Yönelik Şiddet Sorunun
Çözümüne İlişkin Sosyal Politikalar
4.1. Şiddetin
Önüne Geçilmesine Yönelik Önleyici Tedbirler
4.1.1. Evlenmek
İsteyen Çiftler, Aile Danışma Merkezlerinin Kurslarına Tabi Tutulmalıdır
Evlenmek isteyen
çiftlerin nikahının kıyılabilmesi için, çiftlerin aile danışma kurslarına
tabi tutulmaları gerekmektedir. Kursların düzenlenmesi ile ilgili
kurumsallaşma çalışmaları, aile danışma merkezleri tarafından
yürütülmektedir. Bu kursların amacı, aile yuvasının önemini, eşlerin görev
ve sorumluluklarını, aile içi geçimsizlik gibi kriz oluşturabilecek
tehlikelerden kurtulabilmenin yollarını göstermek ve huzurlu bir aile
yuvanın tesisini sağlamak olmalıdır. Bu kursların müfredatı, sosyal
pedagoglar, sosyal psikologlar, ilahiyatçı bilim adamları, aile
sosyologları, konu ile yakından ilgilenen öğretim üyeleri ve sosyal hizmet
uzmanları tarafından hazırlanmalıdır. Kurslar, halk eğitim merkezlerinde,
aile danışma merkezlerinde, üniversite ve(ya) okullarda eğitimciler
tarafından sunulmalıdır. Bu hizmetler çerçevesinde, anne adaylarına ve
çocuklu ailelere çocuk bakımı kursları da verilmelidir.
4.1.2. Aile
Danışma Merkezleri, Aile Krizlerinin Çözümünde Aktif Rol Almalıdır
İstatistik
verilerden, her geçen sene artan boşanmaların en önemli sebeplerinden
birisinin geçimsizlik olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle evliliklerin ilk
yıllarında boşanmalar nispeten daha fazladır. Yeni çekirdek aile tipini
oluşturan çiftler birbirlerinin kişiliklerini daha tam olarak tanıyamadan,
ufak tefek kırgınlıklar yüzünden hemen ayrılabilmektedirler.
Şüphesiz yeterli
rehberlikten ve tecrübeden mahrum olan bu yeni çiftler için kendi
kendilerine problemlerini çözemediklerinden psiko-sosyal danışmanlık
hizmetleri sunan aile merkezlerinin arabuluculuk fonksiyonları önem arz
etmektedir. Geçinemeyen eşler, avukatlara ve mahkeme koridorlarına
gitmeden önce, aile danışma merkezlerinin uzlaştırıcı ve barıştırıcı
hizmetlerinden yararlanmalıdırlar. Aile Danışma Merkezlerinin kriz
birimlerinde görevli aile uzmanları, iyi niyetli ve tarafsız olarak
öncelikle aile yuvasının yıkılmaması için tavsiyede bulunmalıdırlar ve
geçimsizliğin esas sebebine göre alternatif çözüm önerileri sunmalıdırlar.
Ekonomik sebeplerin ön planda olması halinde, özellikle çocuklu ailelere
sosyal yardımın sağlanacağı garantisi verilmelidir. Geçimsizliğin
kaynağının maddi olmaması halinde, aile mahremiyetine halel getirmeyecek
biçimde boşanma sonrası, özellikle çocuklar üzerinde onarılmaz yaralar
açabilecek sonuçlar hatırlatılmalıdır.
Eşlerin
barıştırılması yönünde mahkeme dışı kamusal girişimler, sosyal devlet
ilkesinin ve aile politikalarının bir gerçeği olarak Aile Danışma
Merkezleri, bir çok Avrupa ülkesinde aile hukuku çerçevesinde bir aile
meclisi veya hakem müessesi olarak kurumsallaşmış bir biçimde faaliyet
göstermektedir. Günümüz Türkiye'sinde, sosyal hizmetler alanında böyle bir
müessesenin bulunmayışı, çok mütebariz bir biçimde kendisini
hissettirmektedir.
4.1.3. Fakir
Ailelere ve Parçalanmış Çocuklu Ailelere Sosyal Yardım Yapılmalıdır
Sosyal yardıma
muhtaç fakir aileler ile mağdur olan parçalanmış aileler tespit edilmeli
ve kendilerine ayni ve nakdi yardımlar yapılmalıdır. Muhtaç ailelerin,
ihtiyaç duyacakları parasal yardım miktarının tespitinde, kriter olarak
"asgari hayat seviyesi" alınmalıdır. Bilindiği gibi, her ülkenin asgari
hayat seviyesine bakış tarzı farklı olabileceği gibi, ülkeler arası hayat
seviyesinin boyutu ve kalitesi de birbirinden çok farklı olabilmektedir.
Örneğin, 3. Dünya ülkesi veya kalkınmakta olan bir ülke için yüksek olarak
değerlendirilebilecek bir geçim düzeyi, sosyo-ekonomik yönden gelişmiş bir
ülke için asgari geçim düzeyinin altında, yani fakirliği yansıtan bir
durum olabilir. Dolayısıyla, göreceli bir kavram olan "asgari hayat
seviyesi", toplumların sosyo-kültürel yapısının yanında ülkelerin ortalama
refah düzeyine göre değerlendirilmelidir.
Avrupa Birliğine
(AB) ne aday olan ülkemiz, bu konuda AB'nin asgari hayat düzeyinin tespiti
ile ilgili önerdiği "Ortalama Net Gelirinin Eşdeğerliliği" prensibini
uygulamalıdır. Bu prensibe göre, muhtaçlara yönelik sosyal yardım miktarı,
ülkelerin genel refah ölçülerine göre endekslenmektedir. Daha somut bir
ifadeyle, AB prensibi doğrultusunda asgari hayat düzeyinin parasal boyutu,
bir ülkede fert başına düşen ortalama gelirin % 40 ile % 60'ı arasındadır.
AB prensibi doğrultusunda yardıma muhtaç insanlara ve ailelere ödenen
asgari sosyal paranın insan haysiyetine ve şahsiyetine yaraşır bir hayat
düzeyini temin etme bakımından yeterli geldiği düşünülmektedir.
Bir başka
ifadeyle, yardıma muhtaç kişilerin bu sosyal para ile, ülkelerin
şartlarına uygun olarak asgari hayat düzeylerini elde edebilecekleri
mümkün görülmekte ve bununla birlikte kendi sosyal konumlarının, diğer
sosyal grupların ortalama refah seviyesine yaklaşık olarak eş değerde
olduğu kabul edilmektedir. Yardıma muhtaç kişilerin, evli ve çocuk sahibi
olmaları durumunda, kendilerine tahsis edilen sosyal yardım miktarı da,
çocuk sayısına orantılı olarak artırılmalıdır.
4.1.4. Üvey Çocuğa
Sahip Olan Ailelere Eğitim Desteği Sağlanmalıdır
Çocuğun sağlıklı
gelişimi üzerinde önemli bir rol oynayan ailenin boşanma-ayrılma ve(ya)
ölüm gibi sebeplerden dolayı parçalanması sonucunda çocuklar, yaş,
cinsiyet ve kişilik özelliklerine göre, farklı boyutlarda bile olsa, çoğu
kez olumsuz yönde etkilenmektedirler. Çocukla veya çocuklarla yalnız
başına kalan ebeveynin sosyo-ekonomik sorunlarıyla ilgilenilmesi ne kadar
önemli ise, çocuklu ebeveynin tekrar evlenmesi halinde, üvey çocukların
yeni aile ortamında sağlıklı bir şekilde gelişmelerinin sağlanması
amacıyla, bu gibi ailelerin korunması ve desteklenmesi de bir o kadar
elzemdir.
Bilindiği gibi,
reddedilen, gerektiği kadar ilgi gösterilmeyen, horlanan ve(ya) dövülen
çocukların önemli bir kesimi, üvey anne veya babadan oluşan ailelerden
çıkmaktadır. Nitekim, bu sebeplerden dolayı olacaktır ki araştırmalar,
üvey ebeveyne sahip olan ve olmayan çocukların kaygı ve gerginlik
düzeylerinin anlamlı bir biçimde farklı olduğunu ortaya çıkarmaktadır.
Dolayısıyla, öz ve üvey ebeveynin, çocuklara karşı sıcak ve samimi
davranmalarını sağlamak ve çocuklara da yeni aile tarafından sevildikleri
ve istenildikleri güvencesini verebilmek amacıyla, özellikle çocukların
parçalanma sonrasında birlikte kaldığı ebeveynin eğitilmesi ve
bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Bu görev, çocuk psikiyatri klinikleri ve
kitle iletişim araçları vasıtasıyla belirli eğitim ve danışma programları
çerçevesinde gerçekleştirilmelidir.
4.1.5. Aile Yükünü
Hafifleten Kurumsal Çocuk Bakım ve Eğitim Hizmetleri Yaygınlaştırılmalıdır
Türkiye'de okul
öncesi bakım ve eğitim sistemi gerek sayı, gerekse kalite itibariyle
ihtiyaçları karşılayacak boyutta değildir. Örneğin, erken çocukluk dönemi
kurumsal bakım ve eğitim hizmetleri, ağırlıklı olarak sadece ana
sınıflarına yani 5-6 yaş grubu çocuklara yöneliktir. Bu hizmetlerden de,
bu gruba mensup çocukların ancak % 9'u yararlanabilmektedir.
Diğer taraftan,
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) na bağlı kreşlerin
sayısının az (1998 yılında 23 kreş, yaklaşık olarak sadece 2000 çocuğa
hizmet verebilmiştir) ve bunun yanında da özel kreş, gündüz bakımevleri ve
çocuk kulüplerinin nispeten daha fazla olması (bunların sayısı 1998 yılına
göre, 1070 olup kapasitesi yaklaşık olarak 47 bindir), yoksul ve dar
gelirli ailelerin çocuklarının bu hizmetlerden yeterince yararlanamamasına
yol açmaktadır.
Dolayısıyla,
içinde bulundukları sosyal ve ekonomik şartlardan ötürü erken çocukluk
bakım ve eğitim hizmetlerine en çok ihtiyaç duyan alt sosyal gelir
gruplarının bu hizmetlerden yeterince istifade edebilmeleri için, hem
SHÇEK'ye bağlı, hem de özel kreşlerin sayısı ve kapasiteleri
arttırılmalıdır. Bu hizmetlerden yararlanmak isteyen, fakir ailelerin
çocuklarına, hangi türde bir kreş olursa olsun, belirli bir oranda
kontenjan tanınmalı ve kendilerinden sembolijk bir ücret talep
edilmelidir.
Çocuğun
psiko-sosyal eğitim ve terbiyesinin verilmesinde en tabii ve münasip ortam
aile çevresi olmakla beraber, özellikle 3 yaşından sonra ailenin çocuğa
yetmediği, çocuğun kendi yaşıtlarının arasında bilimsel ve objektif
uygulamalarla öğrenme, tecrübe edinme ve yeteneklerini kendi bireysel
özelliklerine göre geliştirme fırsatı sağlayan okul öncesi eğitim
kurumlarına ihtiyacı olduğu tespit edilmiştir.
Dolayısıyla,
sosyo-ekonomik açıdan farklı ailelerde büyüyen çocuklar arasında oluşan
sosyo-kültürel farklılıkların minimum seviyeye indirilmesi ve her çocuğun
eşit şartlar altında eğitilmesi ve sosyalleştirilmesibakımından devlet,
özellikle sosyal problemli ailelerin çocuklarına, ücretsiz veya cüzi bir
katkı payı almak suretiyle, okul öncesi profesyonel bakım ve eğitim
hizmetlerini yaygınlaştırarak sunmalıdır.
Diğer taraftan,
değişen yaşam şartlarına paralel olarak annelerin daha fazla iş hayatına
atılmak istemelerinden dolayı 3 yaşını doldurmuş çocuklara, aile dışı ve
kısmen de aileyi ikame edici kurumsal bakım hizmetleri sunan kreş, çocuk
yuvaları ve gündüz bakımevlerine de ihtiyaç vardır.
Ayrıca, ev
ödevlerinin yapılmasında yardımcı olan, oyun ve spor imkanları sunan
gençlik merkezlerinin de yaygınlaştırılması zaruridir.
4.1.6. Medya,
Şiddet İçeren Yayınlardan Kaçınmalıdır
Medya ( yazılı
basın, radyo istasyonları ve televizyon kanalları), şiddet içeren her
türlü yayından kaçınmalıdır. Bunun yerine, kamuoyunu, şiddet konusunda
daha fazla aydınlatmalı ve toplumsal barış ve dayanışmada birleştirici ve
bütünleştirici bir rol almalıdır.
Özellikle,
televizyon kanallarının yoğun izlenme saatlerinde bir dakikadan fazla
sürmeyecek şiddete karşı klipler yayınlanmalıdır. Bu kısa kliplerde,
hekimlerin, psikologların, eğitimcilerin ve aile danışma merkezlerinin
ortak girişimi ile tipik olan aile içi şiddet biçimleri göstirilmeli ve
bunların çözümüne yönelik önerilerde bulunulmalıdır.
4.1.7. Milli
Eğitim Sistemimize Müfredat Olarak "Aile ve Çocuk" Girmelidir
İlkokullarda
"İnsan Hakları" Dersleri Çerçevesinde "Çocuk Hakları" ön planda tutulmalı
ve çocukların görev ve sorumluluklarının yanında hakları da
öğretilmelidir. Çocukların hakları konusunda öğretmenler eğitim hayatında
örnek olmalı ve bununla ilgili olarak da özellikle öğrencilere yönelik her
türlü şiddetten kaçınmalıdırlar. Orta dereceli okullarda eğitim müfredatı
kapsamında sosyal içerikli derslerde "Aile Müessesi" de işlenmelidir.
4.1.8. Kentlerde
Aile ve Çocuk Dostu Çevre Oluşturulmalıdır
Çocuklara,
özellikle büyük kentlerde, trafik kazası gibi değişik tehlikelere maruz
kalmadan gönül huzuruyla oynayabilecek, spor yapabilecek ve kendi
dünyalarını yaşayabilecek geniş mekanlar ve yeşil alan ayrılmalıdır.
Çocuklar, sokaklardan kurtulmalı ve kendilerine alternatif oyun alanları
tahsis edilmelidir. Okullara ve oyun alanlarına ulaşım, yaya ve bisiklet
yolları ile sağlanmalıdır. Nüfusu 100 binin üzerinde olan şehirlerde,
özellikle alt gelir gruplarının ücretsiz olarak yararlanabilecekleri
hayvanat bahçeleri, yüzme havuzları ve tatil merkezleri açılmalıdır.
Özellikle, çok
çocuklu ebeveynlere ücretsiz seyahat ve dinlenme programları tertip
edilmelidir. Böylece aile yükü ve stresi, belirgin bir biçimde
azaltılabilir.
4.2. Aile İçinde
Çocuklara Yönelik Şiddetin Tespitinden Sonra aileye Müdahale Mahiyetinde
Sosyal Politikalar
Çocukların
yetiştirilmesinden, terbiyesinden ve eğitiminden, cemiyetin çekirdeği
olarak kabul edilen aile sorumludur. Çünkü, toplumların sağlıklı olarak
kalkınması, onları teşkil eden ailelerin huzur ve saadetiyle yakından
ilgilidir. Devlet, aileyi, çocukların ilk terbiye ve eğitim ocağı olarak
görmesinin yanında, özellikle sosyal problemli ve şiddete meyilli olan
ailelere, bütün bu problemlerinin çözümünde yardımcı olmalıdır.
Sosyal problemli
aileler, gerek sosyo-ekonomik, gerekse sosyo-kültürel özelliklerinden
dolayı, çocuklarını sosyal hayata hazırlama konusunda ehil olmayan ve
gerektiğinde de şiddete başvuran ailelerden oluşmaktadır.
Bunun yanında,
boşanma gibi sebeplerden dolayı özellikle parçalanmış olan aileler,
çocuklarının sosyalleştirilmesi işlevini tek başına yerine
getiremeyeceklerinden dolayı, özellikle devletin özel yardımına ve
desteğine muhtaçtırlar. Aile birliğinin temini, çocukların sağlıklı
yetişmesi, selameti ve eğitimi noktasında devletin aile hayatına
müdahalesi bazen zaruri olabilmektedir.
Aile içi
müdahalelerin gayesi, çocuklarını sağlıklı yetişebilecek, sorumluluk
taşıyabilecek ve topluma uyum sağlayabilecek saygın bir insan kimliğine
kavuşturmak olmalıdır. Ebeveynin, bu hedefi, hangi sebepten olursa olsun,
yeterince yerine getirememesi halinde sosyal devlet, kendisine, hem maddi,
hem de sosyo-kültürel yönden destek sağlamalıdır.
4.2.1. Şiddet
Uygulayan Aile Fertleri, Şiddetin Boyutuna Göre, Ya Cezalandırılmalı, Ya
da Sosyal Eğitim Kurslarına Tabi Tutulmalıdır
Şiddete meyilli
oldukları tespit edilen aile fertlerine, sosyal grup çalışmaları ve eğitim
kursları tertip edilmelidir. Bu kurslarda bir sosyal psikologun, sosyal
pedagogun veya bir sosyal hizmet uzmanının yönetimi altında ebeveyne
sosyo-pedagojik destek sağlanmalıdır. Amaç, özellikle sosyal problemli
ailelere, problemlerini daha rahat aşabilmeleri için kollektif
çalışmalarla yardımcı olmak olmalıdır.
4.2.2. Şiddete
Uğrayan Çocuklar Kısmen veya Bütünüyle Kurumsal Yönden Korunma Altına
Alınmalıdır
Ailelerin
çocuklarını ihmal ve(ya) istismar etmelerinden, psikolojik veya fiziksel
şiddet uygulamalarından dolayı, çocuklarda davranış bozukluğu gibi olumsuz
etkiler görülmesi halinde devlet, daha etkili bir biçimde aileye müdahale
etmeli ve şiddete maruz kalan çocukları koruma altına almalıdır. Gerçi,
Türkiye'de haklarında yetkili mahkemelerce korunma kararı alınmış olan
çocuklardan 0-12 yaş grubuna mensup çocuklara, çocuk yuvalarında, 13-18
yaş grubuna mensup çocuklara da yetiştirme yurtlarında bakım hizmetleri
verilmektedir. Ancak, bu uygulama, genellikle çocuğun aileden tamamen
koparılarak ve ilve bazı tedbirler alınmaksızın tek taraflı olarak
yürütülmektedir.
Araştırmalar,
yetiştirme yurtlarında korunmaya muhtaç çocuklara sunulan sosyal
hizmetlerin aile, akrabalık ve komşuluk ilişkilerinin dışında
gerçekleştiğinden dolayı, çocuklarda sosyalleşmenin tam olarak
sağlanamadığını göstermektedir. Bundan dolayı da, yetiştrme yurtlarında
kalan çocukların ve gençlerin, kendi aralarında çok yönlü ve sağlıklı
arkadaş münasebetleri kuramadıkları için, alkol ve uyuşturucu kullanma,
suça yönelme ve intihar girişiminde bulunma gibi eğilimlerinin, aile
içinde kalan çocuklara nispeten daha fazla olduğu belirlenmiştir.
Doğrusu bu
çocuklar, evlerinden bütünüyle koparılmadan, belirli bir süre yurtlarda
kaldıktan sonra, yine aile ortamına kavuşturulmalıdır. Bu süre zarfında da
aile fertleri, çocuklarının bakımını üstlenebilecek konuma gelebilmeleri
için eğitilmelidir. Bundan sonra, korunma altına alınan çocuklar, sadece
gündüzleri veya sadece hafta boyunca yurtlarda barındırılmalıdır. Bu
çocuklar, görüşleri de alınmak suretiyle, ya akşamları, ya da sadece hafta
sonları evlerine teslim edilmeli ve aile içindeki gelişmeleri belirlemek
maksadıyla belirli bir süre sosyal uzmanlarca takip edilmelidir.
Aile içinde
çocuklara yönelik ihmalin, istismarın veya şiddetin devam etmesi halinde
çocuklar, ailelerinden tamamen alınmak suretiyle, kurumsal bakım ve eğitim
hizmetleri sunan yurtlara veya bakım ve eğitim görevini üstlenebilecek
başka kurum ve ailelere sevk edilmelidir.
Erginlik çağını
aşmış ve kendileri için kurumsal bakım ve eğitim hizmetlerinin uygulanması
yararlı olmayan gençler, müstakil olarak ikamet edebilecekleri uygun
sosyal konutlara yerleştirilmelidirler. Bu delikanlı gençlerin sosyal
hizmet uzmanları vasıtasıyla bireysel ilgi ve yoğun sosyo-pedagojik destek
sağlanarak mesleki eğitim almalarına ve/veya iş hayatına atılabilmelerine
özen gösterilmelidir. Özellikle, maddi ve manevi buhranlara sürüklenmiş,
hayatından bezdirilmiş ve dolayısıyla korunmaya muhtaç gençlere hızlı,
bürokrasiden uzak, esnek ve bireysel ihtiyaca uygun olarak özel destek ve
yardım götürülmelidir.
4.2.3. Korunmaya
Muhtaç Çocuklara Hizmet Veren Kurumların Sayısı ve Kalitesi
Arttırılmalıdır
Bakım yurtlarının
sayısı ve kapasitesi artırılırken, binaların fiziki ve mimari
özelliklerine de dikkat edilmelidir. Binalar kışla tipi görüntüden uzak
olmalı ve yeşil bir ortamda değişik sosyal, sportif ve mesleki eğitim
imkanları sunabilecek bir yapıda tesis edilmelidir.
Çocukların
duygusal ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayabilecek nitelikte kafi derecede
sosyal psikolog ve sosyal hizmet uzmanları yetiştirilmelidir. Yeterince
sosyal duyarlı olamayan meslek elemanlarına ya başka bir görev verilmeli,
ya da bu gibi kişiler, hizmet içi eğitim programlarına tabi tutulmak
suretiyle ehil bir konuma getirilmelidir.
Yurtlarda barınan
çocuk ve gençlere, sadece kağıt üzerinde değil, gerçek manada ve sürekli
olarak kaliteli psiko-sosyal rehabilitasyon hizmetleri sunulmalıdır.
Gençler, başta kendileri ile yakından ilgilenen sosyal hizmet uzmanlarıyla
iyi diyalog halinde olabilmelidirler. Ayrıca, kendi aralarında da iyi
ilişkilerin oluşmasına ve kolektif şuurun gelişmesine yönelik modeller
geliştirilmelidir.
|