Afetlerin Kişiler Üzerine Psiko-Sosyal Etkileri ve Manevi Sosyal Hizmet Uygulamaları

 
 

 

Prof. Dr. Ali Seyyar [1]

GİRİŞ

Afetler, kişilere değişik boyutlarda maddî ve manevî kayıplar verebilmesinden dolayı beklenmedik ve istenmedik tabiat olayları olarak görülmektedir. İçinde yaşadığımız sosyal sistemi olumsuz yönde etkileyen afetler, bireyin günlük hayatını da alt üst etmektedir. Bedene ve(ya) cana zarar veren afetlerin kişi ve ailesi üzerinde meydana getirdiği psiko-sosyal tahribat ise çok büyük olmaktadır. Üzüntü, kaygı, isyan ve stres gibi duyguların yanında çaresizlik, belirsizlik, ümitsizlik, kızgınlık, içine kapanma, öfke ve intihar düşünceleri de baskın olarak yaşanabilmektedir.

Manevî sosyal hizmetler, olağanüstü durumlarda mağdurların travma sonrası stres bozukluğundan kaynaklanan değişik negatif tavır ve tepkilerinin giderilmesi, manevî dünyalarıyla barışık ve topluma yeniden adapte olmaları için, profesyonel elemanlarca sunulan manevî destek ve rehabilitasyon programlarıdır. Bütüncül afet yönetiminde mağdurlara insanî ve sosyal hizmet sunmaya hazır meslek elemanlarının başında sadece psikologlar, sosyologlar, eğitimciler, çocuk gelişim ve sosyal hizmet uzmanları yer almamakta, (acil) manevî sosyal hizmetleri sunan (sosyal) ilahiyatçılar, din görevlileri ve(ya) manevî terapistler de aktif görevler üstlenmektedir.

Afetzedelerin psikolojik, manevî ve sosyal rehabilitasyonlarıyla ilgilenecek olan bu ekip, ayrıca afet psikolojisi, rehberlik ve rehabilitasyon konularında teorik ve pratik eğitim aldıktan sonra entegreli bir şekilde mahalle afet kurullarında yer almalı ve afet sonrası süreçlerde ihtiyaca binaen işbirliği içinde hareket etmelidir.

Tebliğimizde bu bağlamda afetzedelerin karşılaştıkları psiko-sosyal zorlukları aşma sürecinde genelde manevî, özelde dinî duygu ve kaynaklara müracaat etme ihtiyacı duydukları gerçeğinden hareketle bütüncül afet yönetimi anlayışı çerçevesinde afet odaklı (acil) manevî sosyal hizmet konseptinin içeriği, Avrupa uygulamalarından da bahsedilerek, anlatılacaktır. Ayrıca (acil) manevî sosyal hizmetlerin kısa veya uzun dönemli psiko-sosyal sıkıntıları yenmedeki yöntem ve teknikleri tanıtılacaktır. Baskın bazı psiko-sosyal belirtiler taşıyan afetzedelerin manevî terapisi için geliştirilmiş olan 4-T formülünün detayları (Teslimiyet, Tevekkül, Tahammül, Teşekkür) da bu vesile ile değerlendirilecektir.

1. Sosyal Politika İle Tabiî Afet Olaylarıyla İlişkisi

Sosyal politikaların temel hedefi, sosyo-ekonomik risklerin yanında tabiî afetler gibi umumî tehlikelerin ortaya çıkması ile meydana gelen maddî ve manevî zararları ortadan kaldırmak veya azaltmaktır. Önemli sosyo-ekonomik ve psikolojik riskler barındıran tabiî âfetlerin verebileceği maddî ve manevî zararların karşısında toplumlar, yeniden toparlanıp normal hayatın gereklerini yerine getirebilmek için, hem âfet öncesine, hem de sonrasına dönük koruycu sosyal hizmetler sistemi oluşturmak durumundadır. Sosyal politikaların gayri maddi alanını temsil eden sosyal hizmetlerin de özellikle psiko-sosyal danışmanlık çalışmaları, bu çerçevede önemli fonksiyonlar icra edecek konumdadır. Tabiî âfet merkezli sosyal hizmetlerin uygulamaya dönük temel hedefi ise, üzücü olaylar yaşamış ve bunun etkisi altında kalmış kişilerin toplum hayatına yeniden kazandırmaktır.

Her türlü tehlikeleri olabildiğince azaltma kabiliyeti ve performansı, genelde sosyal politikalara, özelde sosyal hizmetlere verilen önemle yakından ilgilidir. Deprem gibi bizim dışımızda oluşan tabiî felaketlerin önüne geçmek, hiçbir devletin gücünde olan bir şey olmadığı muhakkaktır. Ancak deprem öncesi ve sonrası için belirlenecek somut sosyal hizmet modelleriyle insanlığın genel sağlığı için yapılabilecek yine de çok şey vardır.

Genelde musibet gibi algılanan tabiî afetler, devletin, idarenin ve toplumun olumlu olumsuz bütün hasletlerini ortaya sermesi bakımından aynı zamanda ibret verici sosyal bir olgudur.

Merkezî ve yerel hükümetler, bilhassa olağan üstü dönemlerin bir yansıması olarak ortaya çıkan sosyo-ekonomik sorunlarla baş edebilme becerisini gösterebilmelidir. Birbirleriyle uyumlu merkezî ve yerel sosyal politikalar ekseninde oluşturulan afet yönetimi programlarıyla deprem sonrası acılar önemli derecede giderilebilir. Deprem sonrası yaşadığımız acı hadiselerden yola çıkarak, bundan böyle toplumu rahatlatıcı stratejik plânlar, senaryolar ve tedbirler ortaya koyup doğru politikalar üretmeliyiz. Bunu yaparken de geçmişteki hataların üzerinde doğru stratejilerin bina edilemeyeceğini bilmemiz gerekir. Düştüğümüz yerden yeniden kalkma stratejileri geliştirirken, toplum hayatı ve insan psikolojisi ile ilgili isabetli tespitler yapıp, sorunları çok boyutlu, sivil destekli ve alternatifle çözmeyi denemeliyiz. Yapılan ihmaller, bizi kor gibi sarmadan, düşüncesizlik, kaygısızlık ve dertsizlik ataletine düşmeden, geleceğin sorunları ile şimdiden dertlenebilme kültürünü geliştirmeliyiz. Merkezî anlamda sosyal devlet, yerel anlamda sosyal belediye felsefesini esas alarak, tabiî afetlerin sonuçlarından ders çıkartıp, maddî ve manevî tedbirleri ve sosyal müdahale biçimlerini gecikmeden tasarlayıp uygulanabilir hâle getirmeliyiz.[2]

1.1. Sosyal Hizmet Odaklı Bütüncül Afet Yönetimi Modeli

İçerik açısından klâsik afet yönetimi modelinde hâkim olan genel anlayış, afet anı ve sonrasına dönük kurtarma, ilk yardım, iyileştirme ve yeniden inşa gibi afet sonrası hizmetler, kısacası ‘yara sarma’ eylemleriyle sınırlı kalmaktadır. Hâlbuki bütüncül afet yönetimi modeli, muhtemel zararı azaltmayı sağlayacak tedbirlerin de önceden alınmasını öngörmektedir. Dolayısıyla bütüncül afet yönetimi anlayışında afetten önce belirlenen ve uygulamaya konulan koruyucu politikalar ve eylemler de yer almaktadır. Bu kapsamda fertlerin, afet tehdidi altında olduklarının farkına varmalarını ve tedbir almalarını sağlayan bilgilendirme ve eğitim faaliyetlerinin önemi büyüktür. Toplumun afetlere psikolojik ve teknik yönden hazır olma yeteneğinin geliştirilebilmesi için, sivil inisiyatifin ve gönüllülerin de bütüncül afet yönetim modelinde yer almaları gerekmektedir. Bu modele, belki de “sivil destekli bütüncül afet yönetimi” diyebiliriz.

Âfetlerden şu veya bu şekilde zarar görenlerin ruh dünyalarında sorunu çözmeye dönük fıtrî arayışlar ve gayretler de ortaya çıkabilmektedir. Sosyal yardım(laşma) programları, maddî ve tıbbî tedavi hizmetleri bedenî zararları telafi edebilmektedir. Bunun yanında bütüncül afet yönetimi programları ekseninde kişilerin derin ruhî ızdıraplarını profesyonel bir şekilde giderecek, onlara manevî rehabilitasyon ve dolayısıyla sosyal hayata yeniden uyum sağlayacak yöntem ve uygulamalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu bağlamda afet sonrası (acil) manevî sosyal hizmet modellerinin de geliştirilmesi gerekmektedir.

Ağustos 1999 depremi, Türkiye’de afet yönetimine yönelik genel bir politikanın olmadığını açıkça göstermiştir. Marmara depreminden sonra yaşananlar, afet sonrası sosyal sorunların çözümünde gerçekleri göz ardı etmeden yeni bir bakış açısının gerekliliğini ortaya sermiştir. Zamanın hükümeti bu yönde 27 Aralık 1999 tarihinde 11 ilde 120’şer kişilik arama ve kurtarma birliğinin kurulmasına karar vermiştir. Türkiye’de bütüncül afet yönetimine yönelik ilk adım, İçişleri Bakanlığının Şubat 2001’de onayladığı Mahalle Afet Destek Projesi (MADP) ile atılmıştır.[3]

Bu proje, yerel yönetimlerin desteği ile Valiliklere bağlı İl Sivil Savunma Müdürlüklerinin çatısı altında hayata geçirilmektedir. Projeye göre, mahalle afet gönüllüleri ismi altında sivillerden oluşan bir kurtarma ekibi oluşturulmaktadır. Afetin hemen ardından ilk müdahaleyi yapabilecek düzeyde 18–55 yaşları arasında yaklaşık 50 gönüllü, profesyonel ekiplere yardımcı ve destekçi olması yönünde eğitilmekte ve gerekli ekipmanla donatılmaktadır. Gönüllü ekiplerin bulunduğu mahallelerde içinde el feneri, toz maskesi, demir kesiciler, kazma, kürek gibi değişik takım ekipmanlarının bulunduğu bir konteyner bulunmaktadır. Konteynerler, Mahalle Afet Destek Merkezleri olarak da kullanılmaktadır. Gönüllülerden oluşan mahalle afet kurulu üyelerinin başında muhtar yer almaktadır. Mahalle Afet Destek Merkezi ile İl Kriz Merkezi arasında VHF telsiz bağlantısı sağlanmaktadır. 2010 Eylül itibariyle İstanbul: 54; Kocaeli 18; Yalova: 8 ve İzmir’de 2 olmak üzere Türkiye’nin 82 mahallesinde toplam 3.385 mahalle afet gönüllüsü bulunmaktadır. [4]

Genelde afet, özelde deprem tehlikelerini de dikkate alan sivil destekli bütüncül afet yönetim organizasyonun bütün yurt çapında oluşturulması gerekmektedir. Ayrıca bütüncül âfet modelinin manevî sosyal hizmet programlarıyla zenginleştirilmesi de önemlidir.

2. Yaşanan Olağanüstü Tabiî Olayların Kişiler Üzerindeki Olumsuz Etkileri ve Klâsik Psiko-Sosyal Rehabilitasyon Uygulamaları

Tabiî felaketler, tıpkı kaza ve şiddet içerikli olaylar gibi, olağandışı etkileriyle birçok insanda geçici veya kalıcı olumsuz tepki ve duygular meydana getirmektedir. Bu gibi durumlardan fiilen yaşamasalar ve zarar görmeseler dahî görgü şahitleri ve yakın akrabalar da etkilenebilmektedir. Olaylar geride kalsa bile yine birçok kişide, çaresizlik (ne yapacağını bilmemek), korku, çöküntü, suçluluk duygusu, değişik yoğunlukla yaşanan duygusal iniş ve çıkışlar, uyum bozukluğu ve buna bağlı olarak günlük yapılması gereken işlerini ifasında zorluklar çekmek gibi belirtiler devam etmektedir.

Olağanüstü etkileyici olaylar sonrası bu ve buna benzer tepkiler, çocu zaman birkaç gün sürmesi, zamanla azalması ve(ya) tamamen kaybolması sebebiyle, normal olarak kabul edilmektedir.[5]

Ama bazen aşağıdaki misallerde belirtilen ek şikâyetler de kendisi gösterebilmektedir:

- Aşırı sinirlilik ve sürekli korku-endişe

- Uyku bozuklukları ve kâbuslar

- Anlamsızlık hissi ve ümitsizlik

- Hafıza kaybı, hatırlama güçlüğü ve konsantrasyon sorunları

- Yaşanmış olaylarla ilgili rahatsız edici hatıra ve resimlerin istem dışı olarak kişinin göz önüne gelmesi

- Uzun bir süre geçmesine rağmen kişinin hislerinin ve psikolojik durumunun yeniden tekrar normale dönmemesi.

- Kişinin, bu olayın meydana geldiği yeri hatırlatan yerlere gitmek istememesi

- Kişinin çalışma kapasitesinin belirli bir oranda düşmesi

- İştahsızlık ve(ya) aşırı yorgunluk

- Alkol, sigara veya yatıştırıcı maddelere yönelme ihtiyacı

- Kişinin, sosyal çevreyle iletişimi bozulması ve cinsel sorunlar yaşaması

- Kişinin, ihtiyacı olduğu halde duygularını ve hissettiklerini kimseyle konuşmak istememesi

Kişiyi psiko-sosyal ve sıhhî yönden rahatsız eden bu şikâyetler, ilerleyen süreçte (artarak) devam etmesi mümkündür. En geç bu durumda kişiye profesyonel desteğin verilmesi gerekmektedir. Yukarıda bahsedilen şikâyetlerin 4 haftadan fazla sürmesi halinde haricî profesyonel psiko-sosyal destek artık gerekli olmaktadır.[6]

2.1. Kendi Kendine Psiko-Sosyal Rehabilitasyon Yöntemleri

Çok rahatsız eden olaylar yaşandığında, kişinin yeniden sükûneti için, istirahatı elzemdir. Olan biteni unutabilmek ve kendini yeniden toparlayabilmek için, kişi, bazen sevdiği eş dostuyla birlikte, bazen de yalnız olarak kendine zaman ayarlayabilmelidir. Bunun yanında psikolojik olarak olağanüstü durumdan kurtulabilmek için, kişiye genelde şunlar tavsiye edilmektedir:[7]

- Kişi, içinde bulunduğu ortamdaki ihtiyaçlarını ve beklentilerini göz önüne alarak, kendine zaman ayırmalıdır.

- Kişi, duygularını ve düşüncelerini bastırmamalı ve itimat ettiği kişilerle sorununu açıkça konuşmalı ve dertleşmelidir.

- Kişi, mümkün olduğunca erken sürede günlük yaşamına yeniden dönmeye gayret göstermeli ve topluma faydalı işler üretmelidir.

- Kişi, kısa zamanda bütün olumsuz olayları unutabileceğini düşünmemeli ve-fakat menfî duyguların zamanla yok olacağını inanmalıdır.

- Kişi, hoşlandığı şeylerle ve kendisini rahatlatan ne varsa onlarla zaman geçirmeli ve hobilerini hayata geçirmelidir.

- Kişi, psiko-sosyal ve manevî destek hizmetlerinden yararlanma konusunda tereddüt göstermemelidir.

2.2. Yakın Sosyal Çevrenin Yapabileceği Sosyal Destekler

Üzücü bir olayı yaşayan kişinin bu zor durumu atlatabilmesi ve normal hayatına yeniden geri dönebilmesi için, aile fertleri ve arkadaşlarının anlayışlı ve sabırlı olmasının çok faydası olmaktadır. Mağdur durumda olan kişinin yalnız olmadığını görmesi ve yalnızlık hissine kapılmaması, kişinin topluma uyumu açısından fevkalade önemldir. Eğer üzücü olayı yaşayan kişi, o olay hakkında konuşma ihtyacı duyuyorsa, kendisinin dikkatle dinlenilmesi gerekmeketdir. Kişiye, mümkün mertebe çok zaman ayırmak ve kişinin duygularını ciddiye almak, sosyal rehabilitasyonun etkili olmasını sağlayacaktır. Kişinin, sosyal, kültürel, dinî ve sportif aktivitelere yeniden katılması için, arkadaş çevresi tarafından ikna edilmelidir. Kişinin, belirli bir zaman geçmesine ve bütün bu dış çabalara rağmen yine de içine kapalı kalması ve sosyal hayata uyum sorunları yaşaması halinde yeni rahatsızların ortaya çıkmasını engellemek adına profesyonel destek alması kaçınılmaz olmaktadır. [8]

3. Yeni Bir Rehabilitasyon Yöntemi Olarak Manevî Sosyal Hizmet Modelinin Genel Çerçevesi

3.1. Avrupa’da Tabiî Afetlerde Manevî Sosyal Hizmet Uygulamaları

Genelde kilise kurumu tarafından geliştirilmiş olan acil durumlarda manevî sosyal hizmet modelleri, Avrupa ülkelerinde son 10 yıldan beri özellikle yangın ve trafik kazaları gibi olağanüstü olaylarda uygulanmaktadır. Acil manevî sosyal hizmet uygulamaları, üç muhatap kitle için tasarlanmıştır: [9]

1.) Birincil derecede zarar gören kişiler: Kazazedeler veya olağanüstü (tabiî) bir olay sonucunda mağdur olanlar.

2.) İkincil derecede zarar görenler: Kaza veya olay anında bulundukları halde yara almamış kişiler; Kazayı gören şahitler ve birincil derecede zarar görenlerin yakınları ve dostları.

3.) Gönüllüler ve profesyoneller: Yoğun psikolojik baskı altında gönüllü (amatör) veya meslekî (profesyonel) olarak sosyal yardım ve (manevî) sosyal hizmetlerde bulunanlar (polisler, zabıta, ilk yardım ekibi, hekimler, hemşireler, sosyal hizmet elemanları vb.).

Tabiî afet olaylarının gerçekleşmesi ile birincil ve ikincil derecede zarar görenlere spesifik sosyal hizmetlerde bulunmak maksadıyla olay yerine gelen acil manevî terapistlerin meslekî konumları, diğer sosyal meslek gruplarına (sosyal hizmet uzmanları, psikologlar vb.) göre daha avantajlı olduğu söylenebilir. Şöyle ki;

- Bir dinî kurum olmanın yanında sosyo-bürokratik bir yapıya sahip olan kiliseler, bütün yurt çapında örgütlü olmalarından dolayı yetiştirdikleri özel manevî terapistlerle veya sosyal ilahiyatçılarla (Seelsorger) afetzedelerle ve diğer mağdurlarla direkt olarak irtibata geçebilmekte ve uzun dönemli seanslarla manevî destek hizmetleri sunabilmektedir.

- Manevî terapistlerin saygınlığı, güvenirliği, otoriteleri ve itibarları toplumda yüksektir.

- Manevî terapistlerin başka meslekî görevleri olmadığı için, mağdurlara yeterince zaman ayırabilmekte ve onlarla özel olarak ilgilenebilmektedir.

- Manevî terapistler, psikolojik destek yöntemi ve kriz müdahale biçimi olarak dinî-ruhsal ritüeller (ibadet, tespih çekmek, ayin vb.) de kullanmaktadır. Bu ritüellerin etkisi ve sosyal faydası özellikle kriz ve olağanüstü olaylarda kendisini göstermektedir.[10]

3.2. Manevî Sosyal Hizmet Modelinde Afetlerde Zarar Görmenin Manevî Avantajları

3.2.1. Afetlerde Ölenlerin Şehitlikle Müjdelenmesi

Ölümlere yol açan bazı tabiî afetler, zahirî boyutuyla her ne kadar bir felaket gibi algılanabilse de metafizik (kaderî ve manevî) yönüyle ele alındığında aynı olay içinde gizli bazı ferahlatıcı emareler görmek mümkündür. Tabiî afetlerin bir sonucu olarak boğularak, yıkık altında kalarak veya yanarak ölen Müslümanların manevî (uhrevî) yönden şehit olduğu, son Peygamber tarafından müjdelenmektedir. Nitekim yüce Peygamber bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Beş durum vardır ki, onlardan biri üzere ölen kimse şehittir: 1.) Allah yolunda öldürülen şehittir. 2.) Allah’a itaat yolunda ölüp boğularak ölen şehittir. 3.) Allah’a itaat yolunda olup da karnındaki bir hastalık sebebiyle ölen şehittir. 4.) Allah’a itaat yolunda olup da yaralanarak ve vebadan ölen şehittir. 5.) Allah’a itaat yolunda olup da doğum sebebiyle ölen şehittir”.[11] Beş sınıftan birincisi hariç bütün diğer ölümler, aslında manevî (uhrevî) şehitlik kapsamında değerlendirilebilir. Çünkü başka hadislerde manevî şehitlerin sayısı daha da artırılmaktadır. Kaynaklarda uhrevî şehidin sayısı elliyi bulmaktadır.

3.2.2. Afetzedelerin Sabır Göstermeleri Karşısında Cennetle Müjdelenmesi

Manevî şehit sevabından mahrum olan sabırlı afetzedelerin, bu halleriyle dünya hayatına veda etmelerinde, takva derecelerine göre, diğer kabir ehlinden daha sağlıklı ve dinç olarak dirilecekleri ve Cennete girmeye hak edecekleri dinî kaynaklar tarafından tescil edilmektedir. Bu konuda bir kudsî hadiste şöyle buyurulmaktadır: “Kulumun iki sevgili uzvunu (göz nurlarını) giderirsem, o da ona sabrederse, iki gözüne karşılık ona Cenneti veririm”.[12] Buna göre imanla ruhunu teslim eden bütün afetzedeler, yaşadıkları maddî ve fizikî sıkıntıların bir karşılığı olarak öbür dünyada değişik boyutlarla mükafatlandırılacaklardır.Son Peygamber’in şu hadisleri, musibet zedelere ve afetzedelere sunulacak olan hediyelerin ve sürpriz ikramların hayallerimizin çok üstünde olduğu anlaşılmaktadır. “Kıyamet gününde musibet zedelere sevap verileceği zaman dünyada afiyette ve azaları sağ salim olanlar, dünyada iken derilerinin keskin âletlerle parça parça kesilmiş olmasını arzu edeceklerdir”.[13]

Son Peygamber, sabır şartına bağlı olarak malul afetzedelere şu müjdeyi vermektedir: “Allah Teâlâ buyurur ki: Kulumu iki sevgilisiyle (iki gözüyle) imtihan edip de kulum (şikâyet etmeyip) sabrederse iki gözüne karşılık olarak ona Cenneti veririm”.[14] "Bir hastalığa tutulup sabrederek, ecir umarsan, karşılık olarak sana Cennet vardır."[15] Bir beden uzvu olarak göz bir örnektir, diğer organlar ve diğer rahatsızlıklar için de aynı durum geçerlidir.

3.2.3. Afetzedelerin Sabır Göstermeleri Karşısında Günahlarının Silinmesi

İmam Gazâlî, insanların başına gelen musibet ve hastalıkları, manevî zarar ve faydaları açısından üç kısma ayırmıştır. Manevî zarar boyutuyla birinci kısımda münafıklar yer almaktadır. Ancak tabiî afetler dâhil bütün musibetler, sabır gösterilmesi şartıyla Müslümanlar için manevî faydalar ile doludur. İkinci kısım, bu kategoride değerlendirilmiştir. Üçüncü kısım (aşağıda görüleceği üzere) şükür ile ilgilidir. [16]

1.) Münafığın hastalık ve musibeti: Allah'a itirazda bulunduğu için, ona gelen musibet ve hastalıklar ceza olur.

2.) Müminin hastalık ve musibeti: Allah'tan geldi diyerek, sabredip ibadetlerine devam ettiği için onun musibeti günahlarına kefaret olur.

Bu bağlamda son Peygamber, şöyle buyurmaktadır: “Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki Allah, bir mümin için hayrına olmayan bir şeyle hükmetmez. Bu, ancak müminler içindir. Şayet mümine bir iyilik isabet ederse o buna şükreder ve kendisi için hayırlı olur. Şayet bir sıkıntı isabet ederse sabreder. Bu da kendisi için hayırlı olur”.[17]

3.2.4. Afetzedelerin Şükür Göstermeleri Karşısında Manevî Derecelerinin Artması

İmam Gazâlî, musibetlerle ilgili değerlendirmelerinde, şükrü ele almış ve bu sonucu, 3. şıkta şöyle açıklamıştır: Şükür makamında olan müminin musibeti: Bu kimse (bir musibet sonucunda) hastalığa veya herhangi bir sakatlığa yakalanmasında Allah'a hamd ve şükürde bulunduğu için, hastalığı-sakatlığı Allah indinde manevî derecesinin yükselmesine sebep olur.

İmam Gazâlî’ye göre dünyaya ve bedene ait belalar, ahiret sevaplarına vesile olmaktadır. Dünyaya ve bedene ait musibetlerle kişi, büyük sevaplar kazanabilir. Bu büyük sevaplarla da kişi, birçok kişiye göre daha rahat bir şekilde Cennete girebilir. Bu uhrevî avantajdan dolayı, malına veya bedenine zarar gelen kişi, Allah’a şükretmelidir. İslâm Peygamberinin, bu uhrevî avantajı teyit eden birçok hadisi vardır. “Cennette çok dereceler, duraklar vardır. Ama kişi, cehdederek, ona erişemez. Allah, o kişiyi bela ile o makama eriştirir”. Afiyet (nimet) ehli, kıyamet gününde bela çekenler için verilen büyük (manevî) dereceleri görünce afiyetten şişen etlerini makasla kesmek isterler”.

3.3. Afet Odaklı Manevî Sosyal Hizmet Uygulamaları Kapsamında Bazı Tavsiyeler

Hayatın zorluklarına ve dünyevî musibetlerine dayanmak bazen o kadar güç ki, eğer Yaratan ve O’nun gönülleri ferahlatan rızası olmasaydı insanın, tabiî felaketler dâhil menfî hadiselerin karşısında boğulmaması kaçınılmaz olurdu. Eğer Kuran’ın nurundan gelen teselli edici manevî teskinler olmasaydı birçok inançlı insanın dahî zorlukların karşısında dayanması fevkalade güç olurdu. İşte bizleri manen güçlü kılan unsurların başında Tevekkül, Teslimiyet, Tahammül ve Teşekkür gelmektedir. “Dört T Formülü” olarak sunduğumuz bu yaklaşım, afet odaklı manevî sosyal hizmet uygulamaları içinde bir program olma niteliğini taşımaktadır. Bu dört kavram ekseninde oluşturulacak manevî destek konsepti, ruh dünyası sarsılmış birçok afetzedenin etkin bir şekilde yeniden toplum hayatına kazandırılmasına yardımcı olacaktır.

3.3.1. Olaylara Tedbiri Esas Alan Tevekkül İle Bakmak

Allah’a, sığınma, Hakka dayanma, Hakka itimat, bağlanma ve güvenme anlamlarına gelen tevekkül, Yaratan’a güvenme, sebeplere sarıldıktan ve işin olması için gerekli enerjiyi sarf ettikten sonra, (güzel) sonuçları Yaratan’dan beklemektir. Tevekkülde, iyi veya kötü olarak yorumlanan neticeyi kabul edip, ne aşırı sevince, ne de aşırı üzüntüye kendini vermeden, Allah’a tam teslim olmak vardır. Tevekkül ehli bir kişi, tembellik ve ihmalkârlık göstermeden tabiî afetlere karşı gerekli hazırlıklarını yapar, zaruri görülen işleri noksansız ifa eder ve tedbirlerini alır. Mütevekkil ancak ondan sonra, işin neticesini Allah’a havale eder. Tevekkül, bu yönüyle her halükârda kaderine ve hâline razı olma hâlidir. [18]

Allah’ın güzel isimlerinden (sıfatlarından) biri de el’Vekil’dir. Kuranı-Kerim’de 24 defa geçen Vekil, bu çerçevede koruyucu (Hafiz), güvenilen (Emin), yardım eden (Muin), görüp gözeten (Şehid, Rakip), yaratıklarının rızkına kefil olan, işler kendisine havale edilen (Müvekkel), her şeyin maliki ve yöneticici olan demektir. Allah, Vekil sıfatı ile işlerini usulüne göre kendisine havale edenlerin işinin düzeltip, onların yapabileceğinden daha iyi yapan, kendisine güvenilip dayanılan, her şeyi idare ve hâkimiyeti altında bulundurmaktadır. Her şeyi yaratan Allah olduğuna göre, O’na güvenip, O’na yönelmek ve her hususta O’nu vekil bilmek, en isabetli bir manevî yaklaşımdır.[19]

Nitekim Kuran-ı Kerim’in birçok âyetinde buna işaret edilmektedir: “Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir” (Zümer; 39/62). “…Allah’a güven, vekil olarak Allah yeter” (Nisa; 4/81). “Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ındır. Vekil olarak Allah yeter” (Nisa; 4/132) ve “Allah, kendine güvenenleri sever” (Al-i İmran; 3/159) âyeti de mütevekkil insanın, Allah’ın sevgisini kazanacağını açıkça ifade etmektedir.

Böylece tevekkül duygusu ve tavrı, insan ruhunu olgunlaştırmakta ve insanı stresten uzaklaştırmaktadır. Çünkü olumsuz bir netice alınması hâlinde bile insan, “bunda da bir hayır vardır” diyerek, üzüntüsünü giderebilmekte ve gayretini elinden bırakmayarak, umudunu yitirmeden hayata bağlılığını sürdürebilmektedir. “O kimseler ki, başlarına bir musibet geldiğinde 'Biz Allah'ın kullarıyız; dönüşümüz de ancak O’nadır' derler[20] sırrıyla afetzedeler, kaderlerine razı olup aktif sabrederlerse manen rahatlayacaklardır. Tevekkül eden, yani çaresizlik halinde kalbini sadece Allah’a çeviren ve kurtuluşun yalnızca O’nda olduğuna inananın bu duruşu, başlı başına büyük ve halis bir ibadettir ayrıca.

Tabiî olayların karşısında manen sarsılmayan afetzede, bu tutumuyla da tam anlamıyla rıza şuuruna da kavuşmuş olacaktır. Zaten rıza da, başkalarının üzülüp, şaşırıp dehşete düştükleri olaylar karşısında gönül mekanizmalarının sükûn ve huzur içinde olmasıdır. Bu yönüyle büyük zarar görmüş olsa dahî bir afetzede, haddizatında manen güçlüdür. “İnsanların en güçlüsü olmak isteyen kimse Allah’a tevekkül etsin”[21] hadisi de zaten buna işaret etmektedir.

Allah’ın kaza ve takdirlerinin nefislere bakan yanlarıyla acılık, sertlik ve anlaşılmazlıklarına katlanan, her şeyi gönül hoşnutluğu ile karşılayan, akıl, mantık ve muhakemelerini O’nun emrine veren afetzedelerden de Yaratan memnun olacaktır. Hâlini şikâyet konusu yapıp, öfke ile durumuna isyan eden kimseler de Allah’ın rahmetinden uzaklaşacaklardır.. İslâm Peygamberi, bir hadislerinde bu manevî tehlikeye işaret etmektedir: “Sevabın çokluğu, belânın büyüklüğüyle beraberdir. Allah, bir toplumu sevdiği zaman şüphesiz onları (sıkıntı, musibet ve belâlarla) imtihan eder. Artık kim bir (imtihan edildiği belâ ve musibetlere) rıza gösterirse, Allah'ın rızası (ve sevabı) o kimseyedir. Kim de (imtihan edildiği belâ ve musibetlere) öfkelenir (ilahî hükme rıza göstermez) ise, Allah'ın gazabı (ve azabı) o kimseyedir”.[22]

3.3.2. Teslimiyet Şuurunu Sergilemek

Tevekkül, aynı zamanda teslimiyeti de doğuran manevî bir güçtür. Nitekim ünlü Türk bilim adamı Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın şu sözleri, tevekkül ve teslimiyetin manevî önemine işaret etmektedir: “Sen Hakk’a tevekkül kıl, Teslim ol da rahat bul, Her işine razı ol, Mevla görelim neyler, Neylerse güzel eyler”. Tevekkül, imanî süreç açısından bir başlangıç, teslimiyet ise onun tabiî neticesidir. Teslimiyet ruhuyla her şeyi Allah’a havale edip, yine her şeyi O’ndan bekleyen bir afetzede, bu sefer teslimiyet yolunda daha ileri bir noktaya ulaşmakta ve bu ilerlemiş hâliyle sebepler dairesinden sıyrılmakta, vasıtaları gönlünden çıkarmakta ve Allah’a bütün manevî duygu ve kaynaklarıyla tam bir kulluk şuuruyla teslim olmaktadır.

Allah’a teslimiyet, Yaratan’a yönelmek ve O’na sığınmak anlamına gelmektedir. Acıların ve ızdırapların hakkından gelecek olan tevekkül ve teslimiyet kapısı, afetzedeye her zaman açık bir sığınaktır. “Kaderim böyleymiş” demek suretiyle Allah’a teslimiyetini gösterebilen afetzedelere, Allah çok merhametli olabileceğini müjdelemektedir: "Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa onu yine O'ndan başka giderecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse O'nun keremini geri çevirecek (hiçbir güç) yoktur. O hayrını kullarından dilediğine eriştirir. Çünkü O bağışlayan ve çok merhamet edendir." (Yûnus; 10/ 107).

Elinden hiçbir şey gelmediği, sonucu asla değiştiremeyeceği durumlarda kişi, aczini daha iyi idrak etmekte ve teslimiyetini daha bilinçli bir şekilde ifa edebilmektedir.

Bu teslimiyet, ümitsizliğin, karamsarlığın ve üzüntünün giderilmesini sağlayan manevî bir ilaçtır. Allah’a sığınmanın ve tam teslim olmanın sonucunda O’nun rızasını kazanan afetzedeye dünyaya bakan yönüyle de birçok manevî avantajlar verilmektedir. Afetzede, bu aşamadan sonra Allah’ın takdir buyurduğu her şeyi gönül rahatlığıyla karşılayabilir ve zahiren sıkıntılı görünen acı hadiseleri O’ndan bilir ve neticede durumundan şikâyetçi olmaz ve dualarla Rabbine yönelir. Halis bir teslimiyetin tezahürü olarak, bir insanın kendini aciz hissedip en kalbî duygularla Allah’ın yardımını dilemesi, duadır. İnsan, kulluk şuuru ile isteklerini Allah’a arz etmesi, onu manen yüceltir. Nitekim Kuran’da şöyle ifade edilmektedir: “Eğer duanız olmasa, Rabbim size ne kıymet verirdi (Rabbim katında ne ehemmiyetiniz olurdu)?” (Furkan; 25/77). Buna göre ancak dua edenin Allah katında bir değeri vardır. Başlı başına Allah ile kul arasında samimî bir diyalog ve dolayısıyla bir ibadet olan duaya cevap verileceğini bizzat Allah müjdelemektedir. ”Bana dua edin, size cevap vereyim” (El-Mümin; 40/60).

Musibet gibi algılanan olumsuz bazı hadiseleri yaşayan afetzedeler şu duayı okumalıdır: “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Allahümme ecirni fî musibeti ve ehlif lî hayrun minha” (Biz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz. Allah’ım! Başıma gelen bu musibet sebebiyle bana ecir ver ve daha hayırlısını bana bağışla”).[23]

3.3.3. Tahammül Göstermek (Sabır)

Sabır, dinin gösterdiği yolda sebat etme, sosyal hayatta veya beşerî münasebetlerde doğabilecek bir çok olumsuzluğa ve acıya katlanma, insanın kendi gücü ve iradesi dışında ve maddî-manevî yönleriyle değişik türde tezahür eden sıkıntı, bela, musibet, güç ve meşakkatlere (Örn.: ölüm, hastalık, sakatlık, tabiî âfet, işsizlik, ekonomik kriz, fitne vb.) karşı heyecana kapılmadan, tedirgin olmadan, fevrî hareketlerde bulunmadan, paniğe kapılmadan, şikayet etmeden fakat soğukkanlılıkla mukavemet etmektir.

Zor ve nefse ağır gelenlere karşı tahammül gösterme, insan tabiatına genelde aykırı olan zorunlu hâllere uyma gibi yerine getirilmesi bazen hayli güç ve fakat bunların üstesinden gelebilmenin sonucunda insana manevî rahatlık veren, hayatta muvaffak olmayı ve kemâle ermenin sırrını ve faziletini öğreten pozitif tutum ve sosyal davranışların bütünüdür. Sabır, hak yolda yaşamanın bedeli olan zorluklara göğüs germek, musibetler karşısında yılgınlık göstermeyip direnmek, cesaret ve dayanıklılık göstermek, hedefe ulaşmak konusunda direnç, ahlâkî disiplin ve nefsi kontrol altında tutmaktır. Sabır, etkileyici, üzücü bir olay karşısında kendine hâkim olmak, kızgın davranışlara girmemek, dili şikâyetten, uzuvları yanlış hareketten korumaktır. [24]

Musibetlere karşı sabır, tevekkül ve teslimiyetin bir neticesidir. Sabreden afetzedeler, “Muhakkak ki Allah, tevekkül edenleri sever” (Âl-i İmrân; 3/159) ve “Muhakkak ki Allah, sabredenleri sever” (Âl-i İmrân; 3/146) ayetlerindeki sevgiye mazhar olur. Sabırsızlık ise Allah'tan şikâyeti içerir. O’nun fiillerini tenkit ve rahmetini itham ve hikmetini beğenmemek manasına gelir. Hayatta her zaman imtihan nevinden değişik türde problem, zorluk, çile ve musibetler meydana gelebilmektedir. Özellikle tabiî afetlerin karşısında gösterilmesi gereken sabır türleri şunlardır:[25]

a) Tahammül: Güçlüklere, engellere, eziyetlere, aykırılara, sapmalara ve kötü insanlara sabır. Bu durumda bir kişi, nahoş hallere katlanarak sabır ve metanetle mukavemet etmeli ve dayanırlık göstermelidir. Hz. Ömer, bir sahabeye yazdığı mektubunda şunları dile getirir: “Eğer kadere (kazaya) rıza gösterebilirsen, o bütünüyle hayırdır. Buna gücün yetmezse, dişini sık, sabret”.[26]

b) Gayret: İmkânların ve şartların yetersizliğine rağmen iyiliğin ve nizamın yeniden tesisine ve şartların daha müsait hâle getirilmesine yönelik mücadele etmek ve çaba göstermek.

c) Cesaret: Çaresizlik, karamsarlık ve ümitsizlik telkinlerine karşı koymak ve sabırla korku ile ümit arsında manevî bir denge tutturmak. Hz. Ali de şöyle der: “Kadere razı olanın inancı güçlenir. Kazaya rıza gösteren, rahat eder. Kazaya rızası güzel olanın, belaya sabrı da güzel olur. Belalar, ödülün anahtarıdır.” [27]

d) Tasavvuf: Çileye, sıkıntıya ve ruhî bunalımlara karşı ibadet ve dualarla sabır. Allah, manevî imtihanı nasıl başarabileceğimizin yolunu Kuran’da göstermektedir: “Bir de sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Gerçi bu (nefislere) pek ağır gelirse de (Allah’a) saygısı olan kimselere ağır gelmez”. (Bakara; 2/ 45).

e) Vakar: Afet sonrası ortaya çıkabilecek sosyal çözülme, ahlâkî erozyon ve ferdî bozulma eğilimlerine karşı sabır.

f) Ahde vefa: Özellikle tabiî ve sosyal dengelerin bozulma tehlikelerine karşı Yaratan’ın emanetlerini korumada ve söze riayet etmede gösterilen sebatkârane sabır. Musibet anlarında Allah, Müslümanlardan ahde vefanın bir yansıması olan şu sözleri sarf etmelerini istemektedir: “Biz Allahın kullarıyız ve biz ona döneceğiz”. Nitekim Kuran-ı Kerim’de şunlar tavsiye edilmektedir: “Ant olsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik ve hastalık) ile deneriz. (Ey Peygamber) Sabredenleri müjdele. O sabredenler, kendilerine bir bela geldiği zaman: Biz Allahın kullarıyız ve biz ona döneceğiz derler. İşte Rabbinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır” (Bakara; 2/154-157).

g) Sebat: Afet sonrası yeniden toparlanma sürecinde ve normal düzenin tesisine kadar kararlılık göstermek. Samuel Johnson’ın ifadesiyle, “Büyük işler, güç sayesinde değil, sebatla elde edilir”.

h) Kanaat: Afet sonrası ortaya çıkabilecek geçici sıkıntılar ve kısıtlı maddî  imkânlar karşısında mevcut olanla yetinmek ve zorluklara katlanma sabrı göstermek.

3.3.3.1. Afetlerde Ölenlerin Yakınlarına Sabr-ı Cemil Tavsiye Etmek

Sevdiklerinizi kaybetmenin verdiği ıstıraba ve acıya karşı aile fertleri sabır göstermelidir. Şikâyet etmeden, bağırıp-çağırmadan özellikle sevdiklerimizin ölümü hâlinde gösterilmesi gereken metinlik (sağlam, dayanıklı) ve tevekküle Sabr-ı Cemîl denilmektedir. Sabr-ı cemîl, musibete uğrayanın, başkasından ayırt edilmeyecek biçimde sabretmesi; kendisinin musibete uğradığını belli etmemesidir. Fakat kalbin üzülmesi, gözlerden yaş akması, kişiyi sabredenler sınırından çıkarmaz. Çünkü insan, fıtratın bir gereği olan bu hâlden ölünceye dek kopamaz. Yüce Peygamber'in dahî, oğlu İbrahim'in vefatında gözlerinden yaş akmıştır. Sabr-ı cemîl, sızlanmadan belâlara katlanmaktır. Sabra aykırı olan, derdini halka açmak, insanlara sızlanmaktır. Fakat hâlini Allah'a şikâyet etmek, O'na yakınmak sabra aykırı değildir. Nitekim Hz. Yakup: “Ben üzüntü ve tasamı Allah'a şikâyet ederim”. (Yûsuf; 12/86) demiştir.

3.3.4. Her Şeye Rağmen Yaratan’a Teşekkür Edebilmek (Şükür)

Şükretmek; Allah’a güvenmek demek, hayata ve hadiselere hep müspet yönden bakıp, iyimser olmak demektir. Şükür, kulluk, Allah'tan razı olma, kadere iman ve tevekkül şuurunu çok ileri bir boyuta taşır, kişinin manevî olgunluğuna erişmesine ve insan-ı kâmil olmasına yardımcı olur. Kuran-ı Kerim, “Şüphesiz bunda sabreden ve şükreden herkes için âyetler (ibretler) vardır” (İbrahim; 14/5) buyurmaktadır. İslâm âlimleri, bu âyetten, imanın bir bütün olduğu, sabır ve şükürden oluştuğu anlamını çıkarmaktadır. Nasıl ki sabır, imanın yarısı ise, diğer yarısı da şükürdür.

Afetzedeler, imanlarını kemale erdirmek adına sabrın yanında şükür görevini de ifa etmelidir. Sağlıklı insanlara veya afetlerden zarar görmemiş olanlara bakarak, hâlinden şikâyetçi olmamalıdır. Bunun yerine kendinden sağlık noktasında daha kötü durumda Mevcudu görmezlikten gelmek, aslına nankörlük olduğu unutulmamalıdır. Aslında nimetlerin dağılımı ve akıbeti hususunda kendinden yukarıya bakıp şikâyet etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Musibette herkesin tek hakkı, kendinden musibet noktasında daha yukarı olanlara bakmaktır ki, bu vesile ile kişi hâline şükretsin. [28]

O halde bir afetzede, yitirdiği nimetlerden (beden fonksiyonlarından) ziyade sahip olduğu bütün diğer nimetleri (işleyen diğer bedenî fonksiyonlarını) göz önünde bulundurarak, bunlar için kalbî, kavlî (sözel) ve fiilî (amelî) şükürde bulunmalıdır. Şükrü eda edilen nimetleri (bu dünyada veya ahirette) fazlasıyla hediye ve bağışların tâkip edeceği unutulmamalıdır. Nitekim Allah, Kuran-ı Kerim’de buna açıkça işaret etmektedir: “Eğer şükrederseniz Ben de nimetimi artırırım; Şayet nankörlük yaparsanız, biliniz ki azabım çok şiddetlidir” (İbrahim; 14/7).

Hz. Ömer’in musibetlerin karşısındaki tutum ve davranışı, örnek olması açısından çok enteresandır. Hz. Ömer’in aşağıdaki sözleri, bize musibetlerin karşısında daha olgun ve metanetli olmamızı göstermektedir. “Belayı Cenabı Hak göndermiştir. Belayı sevgili gönderdiği için, tatlı olur. Allah-u Teala’ya, bundan daha büyük bela göndermediği için şükrederim. Allah-u Teala, insanlara boş yere, faydasız bir şey göndermez. Bir belaya karşılık, ahirette çok nimetler ihsan eder. Dünya belaları az, ahiretin nimetleri ise sonsuz olduğundan, gelen belalara sevinirim.”[29]

Allah, afetzedeler dâhil bütün insanlara hayatlarında yaşadıkları olumsuz olaylar karşısında şöyle bir tavır almalarını emretmektedir: “Siz Beni zikredin (anın) ben de sizi zikredeyim. Bana şükredin, fakat asla nankörlük etmeyin”. (Bakara; 2/152).

Afetzedeler, maddî kayıplarına rağmen hallerinden şikâyetçi olmayıp var olana şükretmeleri halinde hadiselerin olumlu (manevî) yönlerini görmeye başlayacak, iyimserliğin hazzını tadarak daha dünyada iken manevî huzuru ve mutluluğu yakalayacaklardır.

İmam-ı Gazali, kişi bilmese de her belada bir hayrın varlığına işaret ederek, her çeşit belaya beş sebepten dolayı şükredilmesi gerektiğinin altını çizmektedir:[30]

1.) Bedene ve dünyaya ait musibetler, gerçek (manevî) anlamda bir bela değildir: Din, iman ve ahiretle ilgili olmayan ama bedene veya mala gelen zararlar, şükre vesile olmalıdır. İnsanın bedeni tamamen felç olabilir, ama ahiretini kurtaracak aklı ve kalbi sağlam kaldığı için, Yaratan’ına şükretmelidir.

2.) Her bela, başka bir belanın yanında hafiftir: “Daha beteri olmayan hiçbir bela yoktur” düsturundan hareketle hiçbir hastalık yoktur ki, ondan da beteri olmasın. Daha şiddetlisine uğramadığı için, kişi halinden memnun olmalı ve şükretmelidir. Tevekkül ehli (ve-fakat kendini günahkâr sayan) birinin başına bir leğen dolusu kül dökülür. O, bu durumu şu şekilde değerlendirir: “Ben normal şartlarda ateşe müstahaktım. Sadece külle cezalandırılmam, bütünüyle bir nimettir”. Böyle bir bakış ve amelî yaklaşım, şükür olarak değerlendirilebilir.

3.) Hiçbir ceza yoktur ki, ahirete kalınca daha büyük olmasın: Dünyada çekilen cezaların birçoğu ahiret cezalarının yerine geçer ve dolayısıyla ahiretteki cezaların ortadan kalkmasına sebep olur. İslâm Peygamberinin şu sözleri, kalpleri ferahlatıcı ve kişileri ümitlendiren bir etki yapmaktadır: “Bir kişiye dünyada ceza verilmişse ona ahirette ceza vermezler”.

4.) Bela, kader planında tayin edilmiştir: Lehvi mahfuzda yazılı olan her şey, bir gün mutlaka gerçekleşeceği için, her şey gününü ve zamanını bekler. Yani olacak bir şey, aslında yoldadır. Kaderin bir tecellisi olarak olumsuzluklara yol açabilecek bir şey gerçekleştiği hâlde sonuç itibariyle herhangi bir zarar meydana gelmemiş ise, kişi şükretmelidir. Mesela, bir kişi attan düşse ve bedeninde herhangi bir ezilme veya kırılma meydana gelmemişse hemen Allah’a şükretmelidir. Çünkü attan düşmek kaderde yazılı idi. Yani attan düşme mutlaka olacaktı. Ancak kişi bu düşmeden dolayı bedende doğabilecek herhangi bir arızayı ve zararı savdığı için, şükretmelidir. Attan düşüp bacağını kıran başka bir kişi de şükretmelidir. Çünkü bir değil iki bacağını da kırabilirdi veya kafası bir taşın üzerine düşüp beyin kanamasından da ölebilirdi.

SONUÇ

Âfet durumlarında mağdurlara insanî ve sosyal hizmet sunmaya hazır meslek elemanlarının başında psikologlar, sosyologlar, (sosyal) ilahiyatçılar, din görevlileri, manevî terapistler, eğitimciler, çocuk gelişim ve sosyal hizmet uzmanları gelmelidir. Olağanüstü durumlarda mağdurların travma sonrası stres bozukluğundan kaynaklanan değişik negatif tavır ve tepkilerinin giderilmesi, manevî dünyalarıyla barışık ve topluma yeniden adapte olmaları için, her mahallede değişik sosyal mesleklerden oluşan gönüllü ekipler oluşturulmalıdır. Depremzedelerin psikolojik, manevî ve sosyal rehabilitasyonlarıyla ilgilenecek bu ekip, afet psikolojisi, rehberlik ve rehabilitasyon konularında teorik ve pratik eğitim aldıktan sonra entegreli bir şekilde mahalle afet kurullarında yer almalıdır.

Gâye, psikolojileri bozulmuş olan afetzedelere manevî destek vererek, sorunlara karşı daha dayanıklı olmalarına ve geleceğe umutla bakmalarına yardımcı olmaktır. Hizmet gönüllüleri, mahallelerinde, çadır kentlerde veya prefabriklerde yaşayan işsiz ve çaresiz mağdurların boş zamanlarını yararlı meşguliyet ve etkinliklerle geçirmelerine yardımcı olmalıdırlar. Faaliyetler, bütün aile fertlerini ve komşuları da içine alacak bir şekilde organize edilmelidir. Hizmet ekibi, afet öncesi dönemlerde de özellikle Gençlik ve(ya) Toplum Merkezlerinde mahalle sakinlerinin motivasyonunu, sosyal dayanışmasını ve manevî gelişimini olumlu yönde etkileyecek eğitimler vermelidir. Kısacası afetler için özel olarak tasarlanmış manevî sosyal hizmet modelleri, bütüncül afet yönetim ve programlarına dâhil edilmeli ve uygulanmalıdır.

 

KAYNAKÇA

Arbeitsgemeinschaft Psychosoziale Notfallversorgung Im Landkreis Kitzingen; www.psnv-kitzingen.de: Erişim: 20.09.2010.

Büyük Dua Kitabı; Yeni Asya Neşriyat Araştırma Merkezi; İstanbul; Ekim 2006.

Câmiü-s-Sağir; Yeni Asya Neşriyatı; İstanbul; 2002.

Demirbaş, Mehmet Ali; Sohbet; Türkiye Gazetesi; 31.03.2007.

Die Akademie Bruderhilfe-Familienfürsorge, Kassel; 2009; http://www.notfallseelsorge.de/Infos/allginfos.htm: Erişim: 20.09.2010.

Diyanet İşleri Başkanlığı; Dinî Kavramlar Sözlüğü; Karagöz, İsmail (Hazırlayan); Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları; Ankara; 2005.

Dört Halifeden Vecizeler Sözlüğü, (Hzr. Mehmet Yılmaz); Şule Yayınları; İstanbul; 2003.

http://www.mag.org.tr/tur/magmerkezleri.asp: Erişim: 24.09.2010.

İmam Gazali; Kimya-yı Saadet; Sağlam Yayınevi; İstanbul; (t.y.).

İskender, Murat, Ayas, Tuncay, (Güz 2003); "Deprem Sonrası Çocuklarda Görülen Korkular", Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi Sayı:6.

Kuranı Kerim; (Türkçe Anlamını Veren: Ahmet Davutoğlu); Çile Yayınları; İstanbul (t.y).

Seyyar, Ali; “Afetlerin Kişiler Üzerine Psiko-Sosyal Etkileri ve Manevî Sosyal Hizmet Uygulamaları”; İstanbul'un Afetlerden Zarar Görebilirliği-2010 Sempozyumu; 4-5 Ekim 2010; İstanbul; 2010.

Seyyar, Ali; “Sosyal Politika Odaklı Afet Yönetimi Açısından Adapazarı’nın Durumu” Sosyal Politikalar Dergisi; 2. Sayı; 2007; ss. 111–114.İçişleri Bakanlığının 01.02.2001 tarih ve B.0.50.ssg.0300002-404-01-46 sayılı oluru ile Mahalle Afet Destek Projesi (MADP).

Seyyar, Ali; Ahlak Terimleri (Ansiklopedik Sözlük); Beta Yay.; İstanbul; 2003.

Seyyar, Ali; Tıbbî Sosyal Hizmetlerde Manevî Bakım; II. Genişletilmiş Baskı; Rağbet Yayınları; İstanbul; 2010.

Hadis Kaynakları

Ahmed bin Hanbel

Buhârî, Edebü'l-Müfred, C. 1. Merda; 7.

Dârimî, Rikak 61.

İbn Mâce, Fiten 23; Hadis No: 4034.

İbni Kayyim; Medaricu’s-salikin; 2-177.

Müslim; Zühd 64;

Tırmızi; Zühd; 28.

 

SONNOTLAR

[1] Seyyar, Ali; “Afetlerin Kişiler Üzerine Psiko-Sosyal Etkileri ve Manevî Sosyal Hizmet Uygulamaları”; İstanbul'un Afetlerden Zarar Görebilirliği-2010 Sempozyumu; 4-5 Ekim 2010; İstanbul; 2010.

[2] Seyyar, Ali; “Sosyal Politika Odaklı Afet Yönetimi Açısından Adapazarı’nın Durumu” Sosyal Politikalar Dergisi; 2. Sayı; 2007; ss. 111–114.

[3] İçişleri Bakanlığının 01.02.2001 tarih ve B.0.50.ssg.0300002-404-01-46 sayılı oluru ile Mahalle Afet Destek Projesi (MADP).

[5] İskender, Murat, Ayas, Tuncay, (Güz 2003); "Deprem Sonrası Çocuklarda Görülen Korkular", Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi Sayı:6.

[6] Arbeitsgemeinschaft Psychosoziale Notfallversorgung Im Landkreis Kitzingen; www.psnv-kitzingen.de: Erişim: 20.09.2010)

[7] ebenda

[8] ebenda

[9] Die Akademie Bruderhilfe-Familienfürsorge, Kassel; 2009; http://www.notfallseelsorge.de/Infos/allginfos.htm: Erişim: 20.09.2010.

[10] ebenda

[11] Câmiü-s-Sağir; C. 3; Yeni Asya Neşriyatı; İstanbul; 2002; No: 2070.

[12] Buhari; Merda; 7.

[13]  Tırmızi; Zühd; 28.

[14] Buhârî; Merdâ 7; Ahmed bin Hanbel, III/144.

[15] Buhârî, Edebü'l-Müfred, C. 1, hadis no: 532.

[16] İmam Gazali; Kimya-yı Saadet; Sağlam Yayınevi; İstanbul; (t.y.); ss. 556.

[17] Müslim; Zühd 64; Ahmed bin Hanbel, V/24; Dârimî, Rikak 61.

[18] Diyanet İleri Başkanlığı Yayınları; Dinî Kavramlar Sözlüğü; Ankara; 2005; s. 658.

[19] Diyanet İşleri Başkanlığı; Dinî Kavramlar Sözlüğü; Karagöz, İsmail (Hazırlayan); Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları; Ankara; 2005; ss. 689–699.

[20] Bakara Sûresi, 2:156.

[21] Câmiü-s-Sağir; C. 4; Yeni Asya Neşriyatı; İstanbul; 2002; No: 3658.

[22] İbn Mâce, Fiten 23; Hadis No: 4034.

[23] Büyük Dua Kitabı; Yeni Asya Neşriyat Araştırma Merkezi; İstanbul; Ekim 2006; s. 173.

[24] Diyanet İşleri Başkanlığı; Dinî Kavramlar Sözlüğü; Karagöz, İsmail (Hazırlayan); Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları; Ankara; 2005; s 567.

[25] Seyyar, Ali; Ahlak Terimleri (Ansiklopedik Sözlük); Beta Yay.; İstanbul; 2003; m. Sabır.

[26] İbni Kayyim; Medaricu’s-salikin; 2-177.

[27] Dört Halifeden Vecizeler Sözlüğü, (Hzr. Mehmet Yılmaz); Şule Yayınları; İstanbul; 2003; s. 314; 299; 322.

[28] Seyyar, Ali; Tıbbî Sosyal Hizmetlerde Manevî Bakım; II. Genişletilmiş Baskı; Rağbet Yayınları; İstanbul; 2010; s. 334. 

[29] Demirbaş, Mehmet Ali; Sohbet; Türkiye Gazetesi; 31.03.2007.

[30] İmam Gazali; Kimya-yı Saadet; Sağlam Yayınevi; İstanbul; (t.y.); ss. 556-557.