Bir Ülkede Sosyal Barış Nasıl Temin Edilir?

 
 

 

Prof. Dr. Ali Seyyar [1]

GİRİŞ

Sosyal siyasetin temel hedeflerinden olan sosyal barış, toplumun değişik kesimler arasında doğabilecek anlaşmazlıkların, uyuşmazlıkların ve menfaat çatışmaların sulhçu yöntemlerle çözümlenmesini sağlayan, dolayısıyla her türlü sosyal gerilimleri azaltan ve bunun yerine toplumsal huzuru temin eden ideal bir durumdur. Sosyal barış, beşerî münasebetlerde, değişik sosyal gruplar arasındaki ilişkilerde, çalışma hayatında (işçi-işveren ilişkilerinde), değişik dinlere ve(ya) etnik mensubiyetlere bağlı olan kişiler arasında ve(ya) devlet-millet ilişkilerinde hâkim olması halinde o ülkede güven ortamı tesis edilmiş olur, iktisadî ve sosyal kalkınmada da önemli gelişmeler elde edilebilir. Toplumda barış sağlanamadığı sürece anarşizm, terörizm, ahlâksızlık, iktisadî kriz gibi her türlü buhran ve sosyal felaketler meydana gelebilir. Toplumsal düzen ve huzur açısından bu kadar önem taşıyan sosyal barışın temini, bundan dolayı toplumların geleceği açısından hayatî önem taşımaktadır. Sosyal barışın kalıcılığını temin etmek adına bir taraftan sosyal barışı tehdit eden menfî unsurları bilmenin ötesinde bunlarla mücadele etmek, diğer taraftan da sosyal barışın güçlendirilmesini sağlayan müspet unsurları da (devletçe-toplumca) teşvik etmek gerekmektedir. Makalemiz bu çerçevede sosyal barışı olumlu ve olumsuz yönde etkileyen her iki alanın unsurlarını tek tek ele alacak ve sosyal barışın açılımlarını gösterecektir.

1. Sosyal Barışı Tehdit Eden Unsurlarla Mücadele

1.1. Hedonizmle (Hazcılıkla) Mücadele

Her türlü zevk, eğlence, rahatlık, sefa, kısacası hazcılığa dönük, bireyselciliğe, egoizme ve bencil şahsiyet tipine önem veren maddeci bir hayat modeli, sadece nefsî arzuları ön planda tuttuğu için, sosyal sorumluluk şuurunu, başkaları için var olma duygusunu ortadan kaldırır ve insanî ilişkileri neticede tahrip eder. Hedonist ruhlu insanlar, topluma sosyal fayda sağlayamayacağı gibi, meşru dairenin dışında çılgınca ve sorumsuzca yaşamak istediklerinden dolayı hem kendilerine, hem de topluma zarar verebileceklerdir. Onun için hedonizmi özendiren her türlü materyalist ve maddecî yaklaşımlardan, reklamlardan ve teşviklerden kaçınılmalıdır.

1.2. Nihilizmle (Hiççilik ve Nemelâzımcılıkla) Mücadele

Manevî değerleri ve dolayısıyla toplumsal barışı tehdit eden anlayışların başında ilâhî dinleri kabul etmeyen, maneviyatla ilgili her yaklaşımı inkâr eden, metafizik, ahlâkî güç ve kuvvetleri yok sayan, toplumsal değerlere ve sosyal nizama karşı çıkan, hiçbir iradeye boyun eğmemeyi ilke olarak kabul eden pesimist (karamsar) dünya görüşü gelmektedir. Nihilizm olarak ifade edebileceğimiz bu düşünce ve yaşama tarzı, inkârcı-ateist ve her şeye hayır diyen iç dünyalarıyla sorunlu insanların karmaşık ruh hâlini ifade etmektedir. Sosyal ve psikolojik bir hadise olarak nihilizm, ruhî yıkıma ve çöküntüye götüren bir gâyesizliğin, kötümserliğin, ümitsizliğin ve menfiliğin mantığıdır. Tevfik Fikret'in şu beyti nihilizmin aslında tam ifadesidir: “Her şeref yapma her saadet piç. Her şeyin iptidası, âhiri Hiç. Nihilist duygular yerine sosyal sorumluluk duygularını geliştiren sosyal ve kültürel politikalara ağırlık verilmelidir.

1.3. Nepotizmle (Adam Kayırmacılıkla) Mücadele

Kişinin, bir devlet görevine alınmasında veya atanmasında akrabalık, eş-dost ve(ya) partizanlık ilişkilerini dikkate alan yozlaşmış bir idarî sisteminin bir başka adı olan nepotizm, başkası için aracılık yaparak, ona, hakkı olmayan bir şeyin verilmesi için çaba göstermek ve yardımcı olmak (iltimas) gibi toplumun sosyal dengesini altüst eden gayrî ahlâkî bir davranış biçimidir. Eğitim, vasıf, güzel ahlâk ve liyakat durumlarına bakılmaksızın idarecilerin, eş, dost ve akrabalarının devlet işlerine girmelerini sağlamaları, er veya geç kamu düzenini bozacağı için, sosyal barışı da tehdit edecektir. Önemli mevkilere na-ehil (ehil olmayan) kişilerin getirilmesi halinde, bu kişiler, çoğu zaman ehliyetli ve vasıflı insanları çevresinde barındırma imkânı vermeyecekler. Bu da iktisadî, siyasî ve sosyal gelişmenin önünde önemli bir engel teşkil edecektir. Sosyal bilimciler, adam kayırmacılığı, gerek dinlerin, gerekse hukuk sistemlerinin adalet anlayışı ile bağdaşmayan bir davranış biçimi olarak görür. Onun için kayırmacılığın her çeşidi ile mücadele dilmelidir. Ne akraba kayırmacılığına (nepotizm), ne eş-dost kayırmacılığına (kronizm) ne de siyasî kayırmacılığa (patronaj ve partizanlık) göz yumulmalıdır. Bunun yerine devlet idaresinde ve bürokraside meritokrasi (liyakat sistemi), performans ve etik anlayışına uygun objektif ölçüler getirilmelidir.

1.4. Menfî Milliyetçilikle (Irkçılıkla) Mücadele

Bir ulusa bağlılığı temel alan yaklaşımlar (ulusçuluk veya kavmiyetçilik), soy sop üstünlüğünü ileri sürerek, uluslar arası boyutuyla kendi milletini diğer milletlerden, ulusal boyutuyla da kendini o toplum içinde yaşayan ve-fakat farklı etnik ve dinî kökenden gelenlerden üstün görme anlayışı ve inancıdır. Daha da ileri bir boyuta gidildiğinde milliyetçilik anlayışı, sosyal barış açısından gittikçe tehlikeli bir durum arz etmektedir. Kendi ırkına ait olduğu düşünülen tabiî-fıtrî-zihinsel üstünlükler, diğer ırklar ve etnik gruplar üzerinde egemenlik ve baskı kurmaya bir gerekçe olarak gösterilmesi ile birlikte, toplumsal barışın temel esasları sarsılmış olur. Kan bağı bulunan akrabaların veya başka bir sebeple aralarında fikrî-ideolojik yakınlık bulunanların başka sosyal veya etnik gruplara karşı birlikte hareket etmelerini sağlayan mikro birliktelik ve kendi içinde bir dayanışma duygusu da (mikro milliyetçilik veya asabiyet) sosyal barışı tehdit eder. Bir insanın, başkalarından daha üstün veya önemli olduğuna dair inancı ve bunu âdeta ispatlamak istercesine, bu yönde takındığı tutum ve davranışlar, hiç bir surette sosyal barışa katkı sağlamaz. Tam tersine mevcut sosyal ilişkileri de bozar. Onun için devlet, (varsa eğer) ilk önce kendi ırkçı-milliyetçi ideolojisinden vazgeçmeli, ırkçılığı toplumsal bir tehdit olarak görmeli ve ırkçılığın ortaya çıkmaması için gerekli tedbirleri almalıdır.

1.5. Sosyal Dışlanmayla Mücadele

Fert veya belirli bir grubun işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik, azınlık, farklı bir dine veya etnik mensubiyete bağlılık, özürlülük, hastalık gibi sebeplerden dolayı eğitim, sağlık ve sosyo-kültürel imkânlardan ve haklardan yararlanamaması, üretim etkinlikleri içinde yer alamaması ve karar alma süreçlerine katılamaması şeklinde tanımlanabilecek sosyal dışlanma, bir insanlık ayıbıdır. Değişik sosyal tecritlere uğrayan fert veya grubun bunun sonucunda değişik sosyal risklerle karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır. Emek piyasasından tecrit edilenler, sadece işsiz kalmayacak ayrıca yoksulluğa da itilecektir. Sosyal güvenlik sistemlerinden tecrit edilenler, sefalete itilecektir. Maddî imkânsızlıktan dolayı tüketim özgürlüğünden tecrit edilenler, yetersiz beslenecek ve hayat kalitesi ile birlikte ortalama ömürleri azalacaktır. Sağlık hizmetlerinden hiç yararlanmayanlar veya yetersiz yararlananlar, değişik hastalıklara maruz kalacak ve(ya) bunda dolayı (erken) ölecektir. Eğitim hizmetlerinden uzaklaştırılan gençler ise kültürel yozlaşma içinde toplumun değerleriyle yabancılaşacak ve her türlü sosyal tehlikenin (anarşizm, terörizm, fuhuş vb.) kurbanı olacaktır. Bir sosyal varlık olan insanın, hangi sebepten olursa olsun, toplumdan uzaklaşması veya uzaklaştırılması, kişisel olarak insan sağlığı ve özellikle ruh sağlığı açısından sakıncalı, toplumsal olarak da sosyal parçalanmaya sebebiyet veren bir durumdur. Bundan dolayıdır ki, devlet, sosyal içerme (bütünleştirme-kaynaştırma) programları ile sosyal dışlanmaya karşı politikalar geliştirmelidir. Hem gelir düzeyleri toplum ortalamasının çok altında olduğu için, hem de etnik veya dinî kökenleri, toplumsal cinsiyetleri, eğitim durumları, fiziksel veya zihinsel engelleri dolayısıyla topluma eşit vatandaşlar olarak katılmakta zorluk çeken insanların içinde bulundukları gayri insanî durum, kurumsal (kanunî) düzenlemeler ve sosyal politikalarla iyileştirilmelidir.

2. Sosyal Barışı Oluşturan Unsurların Teşviki

2.1. Toplumda Sevgi İklimi Oluşturulmalıdır

Başta Yaratan’a olmak üzere, kendi ruhuna, diğer varlıklara ve nesnelere (insanlara, hayvanlara veya belirli bir mesleğe, kitaba, hobiye) sevgi beslemek, insanî ilişkilere ayrı bir kalite ve anlam kazandıran bir tutumdur. Ruhî derinliklerin, akleden kalbin ve fıtrî meziyetlerin dışa yansıması olarak tarif edebileceğimiz gerçek sevgi sayesinde oluşan sosyal ilişkiler, sadece aile fertleriyle, akrabalarla ve komşularla sınırlı değildir, hangi etnik veya dinî kökenden olursa olsun toplumun bürün fertlerine yöneliktir. Sevgi temelli insanî bir yaklaşım, topluma huzuru, saadeti ve kardeşliği getirir, sosyal barışı sağlar, millî birliği tesis eder, sosyal dayanışmayı hayata geçirir. Sevgide, karşılıklı sosyal etkileşim içinde olan insanlar ve gruplar, bir diğerlerinin kazançlı veya mutlu olabileceği şeyler yapar veya isterler. Sevgi, her türlü riyadan uzak, samimî olarak yapıldıkça bir mânâ kazanır, hem kişinin ruhunun olgunlaşmasını, hem de diğer insanların huzurlu olmalarını temin eder. Sevginin en gelişmiş biçimi, kaynağı öze (Yaratan’a) dayanan, menfaat ve yalan içermeyen şartsız ve samimî sevgidir. A. Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi “gerçekten sevenler, karşılık beklemeden severler”. Ve Erol Güngör’ün ifadesiyle “bir insanla münasebetimiz sevgi hâline geldiği anda, artık sadece menfaat değil, aynı zamanda fedakârlık bahis konusudur”. Başkaları için ve özellikle muhtaçlar için fedakârlıkta bulunmak, ahlâki meziyet olduğu kadar sosyal barışın ötesinde toplumsal dayanışmanın ilk hamlesidir. Millî eğitim sitemimiz ve eğitim yönü olan bütün medya kuruluşları, sevgiyi tesis eden pedagojik yaklaşımlar sergilemelidir.

2.2. Dostluk ve Kardeşlik Sorumluluğu Kalplere Yerleştirilmelidir

Toplumda soy-sop veya kan kardeşliğinden ziyade ortak evrensel insanî değerlere bağlı manevî kardeşlik ve dostluk iklimini oluşturan her türlü tedbir alınmalıdır. Evrensel ve manevî boyutuyla dünyevî kardeşlik, insanlar arası yoğun insanî, ruhî ve fıtrî bağın bir gereği olarak, almadan vermeyi, muhtaç kişiye yardım etmeyi, ona iyilikte bulunmayı, kendisi için sevdiğini onun için de sevmeyi gösteren tutum ve davranıştır. Toplumun fertleri, karşılıklı sevgi ve merhamet çerçevesinde tek vücut olmaları halinde, hem manevî, hem de dünyevî kardeşliği yaygınlaştırmış ve gerçek bir sosyal barış, dayanışma ve gelişim sergilemiş olurlar. Hz. Ömer, evrensel kardeşlik bağlarının nasıl tesis edilebileceğini bize göstermektedir: “Üç şey kardeşlik sevgisini sâfileştirir: Selâm vermek, mecliste yer vermek, sevdiği isim ile onu çağırmak”. Dolayısıyla toplumun her bir ferdiyle insan olması hasebiyle sosyal iletişim hâlinde bulunmak, onu dışlamadan fırsat eşitliği kapsamında ona toplumda uygun bir pozisyon tahsis etmek ve onu aşağılamadan saygı çerçevesinde ismi ile hitap etmek, kardeşler arasında sosyal barışın temini için vazgeçilmez unsurlardandır.

2.3. Sosyal Dayanışma ve Yardımlaşma Ruhu Yaygınlaştırılmalıdır

İnsanların birbirlerini sevmeleri neticesinde gönüllü olarak oluşturdukları beraberlik sayesinde karşılıklı sosyal dayanışma ve yardımlaşma hamleleri de hız kazanır. Toplumun akl-i selim sahibi her bir ferdi, kendi üzerinde topluma karşı yerine getirilmesi gerekli bir takım vazife ve sosyal sorumluluklarının bulunduğunu hissetmesi ile birlikte sevgi ve dayanışma toplumu meydana gelir. Bir toplumda sosyal dayanışmanın oluşabilmesi için, öncellikle fertlerin diğerlerine karşı iyi niyet ve samimî bir hisle yaklaşabilmeleri gerekmektedir. Kısacası, sosyal dayanışma, toplumda sosyal mesuliyeti ve kardeşliği teşvik eden sosyal ahlâk esaslarının uygulanması ve işleyen bir sosyal düzenin varlığı ile mümkündür. Bu hususiyetler tam olarak olmadığı müddetçe, toplumda fertler birbirlerine sevgi ve saygı duymazlar, sosyal barış temin edilemez ve büyük bir ihtimalle sosyal dayanışmanın yerine sosyal çatışma ve mücadele şekilleri ortaya çıkar. Sevginin, merhametin ve fedakârlığın bir tezahürü olan sosyal dayanışmanın ahlâkî temelleri, insanın eşref-i mahluk, yani şerefli ve haysiyetli bir varlık olmasına dayanmaktadır. Herkesin şahsiyetli bir hayat sürdürebilmesi için, karşılıklı yardımlaşma şarttır. Özellikle, sosyal haklarını koruyamayan, müdafaa edemeyen yaşlı veya özürlü insanlarla dayanışma içinde bulunmak, bir insanlık vazifesidir.

2.4. Sosyal Diyalog ve Uzlaşma Kültürü Hâkim Olmalıdır

Sosyal tarafların birbirini tanımak, anlamak, benzer ve farklı problemlerini birlikte çözebilmek maksadıyla kurdukları temas, sosyal diyalogun özünü teşkil etmektedir. Bu temas, insanlar arası (işveren-işçi kesimi arası) olabileceği gibi, sosyal barış içinde bir arada yaşamak ve devam eden dinî, etnik ve kültürel çatışmalara son vermek maksadıyla daha geniş ve evrensel anlamda farklı etnik-dinî topluluklar arasında da olabilir. Demokratik siyasî rejimi benimsemiş ülkelerde sosyal diyalog, sosyal taraf olarak vasıflandırılan işçi ve işveren üst örgütü temsilcilerinin, toplumda yer alan diğer organizeli menfaat temsilcileri ile birlikte temel iktisadî ve sosyal politikaların belirlenmesi ve uygulanmasına katılmalarıdır. Dar anlamda sosyal diyalogun hedefi, ulusal düzeyde karşılaşılan sosyal ve ekonomik meselelerin belirlenmesinde ve çözümünde asgarî düzeyde çözüm bulabilmek için, uzlaşma zemini hazırlamak ve özellikle endüstri ilişkilerinde barışçıl (grevsiz) bir ortamı temin etmektir. Geniş anlamda sosyal diyalogun hedefi ise, değişik sosyal gruplar arasında doğabilecek ihtilâfları, münakaşa, münazara, susturmak, tehdit etmek, mat etmek, üstünlük sağlamak gibi yaralayıcı yaklaşımlardan ziyâde sevgi ve hoşgörü çerçevesinde birbirini anlamaya uğraşmak, birbirinden bir şeyler öğrenmek ve her iki tarafın kabul edebileceği müşterek noktalar bulmak ve asgari düzeyde de olsa birlikte hareket etmektir. Sosyal diyalogun verimli geçmesi ve iyi sonuçların elde edilebilmesi için, kişi veya grupların şu hasletlere sahip olmaları gerekmektedir: 1.) İyi niyet ve samimiyet: 2.) Tevazu ve alçak gönüllülük. 3.) Hoşgörü ve sabır. 4.) Genelde bütün sosyal sorumlu davranış biçimleri için geçerli olan ahlâkî ve vicdanî esaslar. Bu hususiyetlere dikkat edildiğinde sosyal münasebetler çerçevesinde ortaya çıkan uyuşmazlıkların veya çatışmaya yol açabilecek eğilimlerin, tarafların sosyal sorumluluk ve fedakârlık göstermeleri sonucunda ortadan kaldırılması mümkün olacak ve sosyal uzlaşma sağlanabilecektir.

2.5. Devlet Sosyal Adaleti ve Dengeyi Temin Etmelidir

Değişik toplum kesimleri arasında gelir dağılımı âdil, asgari hayat standardı ve refah düzeyi de geniş kitleler için sağlanmış olması durumunda, kamplaşmalara yol açabilecek sosyal tehlikeler ve uçurumlar da ortadan kalkmış olacak ve sosyal sınıflar arasında kalıcı barış tesis edilmiş olacaktır. Sosyal devlet, iktisadî bir yaklaşımla gelir ve servetin âdil dağılımı ile her türlü tedbiri almalı ve millî gelirden herkese, bilhassa emeği ile geçinenlerin yanında yoksullara hayatı mânâlı kılan önemli bir pay aktarmalıdır. Kamusal sosyal yardım programlarıyla veya vatandaşlık geliri modelleriyle sosyal adaletin ve dengenin gerçekleştirildiği toplumlarda, sınıf çatışması-kıskançlığı ve bundan doğan sosyal gerginlikler ve çatışmalar azalmakta ve sosyal barış ortamında sosyal gelişme daha kolay sağlanmaktadır.

Somut olarak devlet, sosyal adaletin ve dengenin tesisi için dört alanda aktif sosyal politikalar üretmelidir. 1.) Sosyo-kültürel hizmetlerden yararlanma ve iktisadî imkânlara ulaşabilmekte ortaya çıkan farkları ve engelleri asgariye indirmelidir. 2.) Başta yardıma ve bakıma muhtaç insanlar olmak üzere bütün alt gelir gruplarının sosyal gelişmelerini sağlamalı ve özellikle bu sosyal kesim için güvenceli sosyal transfer (asgari gelir desteği) modelleri geliştirmelidir. 3.) Eşit fırsat ilkesine uygun olarak insanların daha yüksek bir hayat seviyelerine kavuşmalarına destekçi olmalı ve sosyal içerme programları geliştirmelidir. 4.) Sivil ve siyasî hakların (düşünce-ifade-inanç özgürlüğü, mülk edinme hakkı ve seçme ve seçilme hakkı vb.) yanında sosyal haklarla donanmış bir vatandaşlık modelini hayata geçirmelidir. Bir başka ifadeyle bütün vatandaşların sosyal koruma altına alınmasına yönelik geniş kapsamlı ve bütüncül sosyal politikalar üretmelidir.

SONUÇ

Sosyal barışın sağlanamadığı toplumlarda fertler ve gruplar, birbirlerine ve toplumun tümüne karşı yabancılaşırlar. Bu durumda, sosyal cinnetler, bozulmalar ve çözülmeler kaçınılmaz olur. Ancak toplumsal olarak birbirine ilgi duyma, iletişim kurma, sosyal diyalog sürecine girme, uzlaşabilme ve destek olma ihtiyacı ve şuurunun geliştirilebilmesi sonucunda sosyal barış da sağlanmış olur. Devlet, bu anlamda kamu vicdanında fıtraten var olan bu duyguların ve ihtiyacın korunması ve geliştirilmesine yönelik hem topluma, hem de kamuya (bürokrasiye) düşen görevler açısından etkin sosyal politikalar üretmelidir. İktisadî büyüme ve gelir dağılımında sosyal adaleti sağlamak hedeflerinden sonra toplumsal gelişmenin en önemli unsurlarından birisi, toplum içinde yer alan değişik sosyal grupların birbirleriyle barış içinde kaynaşabilmeleridir. Toplumun muhtelif sosyal gruplarını ve ünitelerini, bir mana ifade edecek ve işleyecek mantıkî bütünlük içinde bir araya getirmek, birlik oluşturmak, birbirlerini tamamlamalarını ve kaynaşmalarını sağlamak, kalıcı sosyal barış ve gelişim için olmazsa olmaz şartlarından birisidir. Bunun yanında hem sosyal barışı tehdit eden her türlü ırkçı yaklaşımlara, hem hedonizm, nepotizm ve nihilizm gibi sosyal sorumsuzluğun bir yansıması olan her türlü ahlâkî erozyonun yaygınlaşmasına, hem de sosyal çatışmalara yol açabilecek yanlış anlaşılmalara, uyuşmazlıklara, iletişim bozukluklarına veya aksaklıklarına izin verilmemelidir. Devletimizin yapısında her türlü ideolojiden arındırılmış, demokratik ve insan haklarına saygılı âdil bir yönetim anlayışı hâkim olduğu sürece toplumsal uzlaşma ve hoşgörü de daha kolay tesis edilecek ve sürdürebilir bir sosyal barış iklimi oluşturulabilecektir. Netice itibariyle sosyal barışı sağlamak, devletin olduğu kadar her bir ferdin de görevidir. Fertlerin topluma, toplumun da fertlere yönelik sosyal sorumluluklarını yerine getirmede ihmalci ve sorumsuzca davranmalarını istemiyorsak, sosyal barışa her birimiz katkıda bulunmalıyız. Kardeşliğin, sevginin, merhametin, sosyal ahlâk vecibelerinin kaybolduğu, sosyal dayanışmanın olmadığı, muhtaçlara sosyal yardımın yapılmadığı, zayıfların ihtiyaçları giderilmediği, yetimlerin korunmadığı, akrabalara ve komşulara saygı gösterilmediği kısaca sosyal barışın olmadığı bir toplumda yaşamak istemiyorsak, böyle bir kötü gidişatın karşısında seyirci kalmak yerine inisiyatif kullanarak, vicdanî ve kalbî duyarlılığımızı gösterip sosyal barıştan yana tavrımızı açıkça koymalıyız.

 

SONNOTLAR

[1] Seyyar, Ali;  "Bir Ülkede Sosyal Barış Nasıl Temin Edilir?”; Değirmen Dergisi; Yıl 7; Sayı 22; Yaz 2010; ss. 10-17.