28 Şubat Mağduru Prof. Dr. Ali Seyyar, “Herkese Hakkımı Helal Etmem İnancımın Bir Gereği”

 

 

01 Haziran 2012

Sosyal Ar-Ge Derneğinin kurucularından ve bu derneğin onursal başkanı olan Prof. Dr. Ali Seyyar’ın Milat Gazetesinde çıkan 17 Nisan 2012 tarihli “28 Şubat Zulmünün Üniversite Yansımaları” başlıklı köşe yazısı, basının dikkatine çekti. 17.05.2012 tarihinde Cihan Haber Ajansı muhabiri Duran Savaş, Ali Seyyar’ın köşe yazısından yola çıkarak konu hakkında bilgi toplayarak konuyu basına taşımıştır. Birçok yayın kuruluşu bu konuyu sayfalarına taşımış ve haber yapmıştır. Ayrıca birçok köşe yazarı konuyu gündeme getirmiş ve yorum yapmıştır. Bu haber ve yorumlar üzerine Prof. Dr. Ali Seyyar web sitemiz aracılığıyla kamuoyuna aşağıdaki açıklamayı yapmayı uygun görmüştür:

“28 Şubat sürecinde yaşadıklarım bana ve aileme çok üzüntü vermiştir. Şahsî ve ailevî yönden çektiğimiz maddî ve manevî sıkıntılar netice itibariyle geçici olmuş, aktif sabır göstermenin sonucunda Allah’ın yardımıyla son bulmuştur. Bununla birlikte zulmün ve haksızlığın post-modern uygulama biçimlerinin üniversite camiasına yansıtılmış olması çektiklerimizin çok üstünde bir üzüntü kaynağıdır. Birçok meslektaşımız ve öğrencimiz değişik türlerde bizim çektiğimizin çok üstünde sıkıntılar çekmiştir. 28 Şubat mekanizmasına dolaylı (pasif) ve dolaysız (aktif) olarak katılanlar, bilimsel gelişmenin önünü tıkamış ve birçok kişinin hakkını tecavüz etmiş oldular. Benimle ilgili bu haber, benimle birlikte haksızlığa uğramış olanlar açısından önem arz etmektedir. 28 Şubat mağdurlarının birçoğu ya sesinin duyuramamakta ya çektiklerini içlerine atmakta ya yaşadıklarını Allah’a havale etmekte ya da zalimlere beddua etmektedirler. Halbukibizimle ilgili bu haber, sosyal barışın yeniden tesisine yönelik bir başlangıç da olabilir. Bilerek veya bilmeyerek 28 Şubat’ın mekanizmasında yer almış ve-fakat bundan dolayı pişmanlık duyanlar, mazlumların ahını almak yerine onlardan af (helallik) dileyebilirler. Mazlumlar da gurur yapmadan yaşananları unutmalı ve uzatılan eli geri çevirmemelidirler. Böylece kardeşlik iklimi ve dolayısıyla toplumsal barış ve dayanışma yeniden kurulabilir. Ben şahsen gizli veya açık samimi pişmanlık duymaları durumunda benden af istemelerini de talep etmeksizin bana haksızlık yapan bütün insanları hiçbir karşılık beklemeksizin bütünüyle affediyorum. Hiç kimseye karşı kin ve intikam duyguları beslemiyorum. Yeter ki iftira etmek gibi aynı vahim hataları yeniden yapmasınlar ve bazen zor da olsa her zaman adaletin ve vicdanın yanında yer alsınlar. Herkese hakkımı helal etmem inancımın bir gereği olduğunu düşünüyorum ve belki de bu şekilde ahirette Allah’ın affına ve mağfiretine nail olacağımı ümit ediyorum.

Prof. Dr. Ali Seyyar

01.06.2012”

 

Prof. Dr. Ali Seyyar, “affetmek inancımın bir gereğidir” dedi.

 

Prof. Dr. Ali Seyyar’ın Köşe Yazısı

 

28 Şubat Zulmünün Üniversite Yansımaları
17 Nisan 2012 | Milat Gazetesi
PROF. DR. Ali SEYYAR

Biz istesek de istemesek de yapılan her zulüm karşılığını er veya geç bulmaktadır. Çünkü C.Hak, zalimlerin yanında asla yer almaz. Zalim ruhlu insanlar, elde ettikleri gücü hayra kullanmak bir yana var gücüyle kendilerinden farklı düşüncelere sahip olanlara muhalif ve düşman gözüyle bakar ve zayıf gördükleri anda onları ezmeye kalkışırlar. Hak sahiplerinin haklarını kollamak yerine haklarını vicdan azabı duymaksızın gasp etmeye uğraşırlar. Başlarına dünyada bir musibet geldiğinde aklı başında olanlar belki pişmanlık duyabilirler ama çoğu zaman yaptıkları tahribat o kadar büyük olur ki C. Hak onları bundan dolayı hesaba çeker. Akıbetlerini artık siz düşünün. Makam sahibi olmak demek gücünü kullanmak demek. Sorun, makam sahibi olmakta değil asıl sorun gücünün nasıl kullanılmasındadır. Tabii ki belirli ölçüler var, mesela âdil olmak, eşit davranmak ve ayrımcılık yapmamak gibi. Ama askeri otorite, elindeki güce güvenerek, siyasi ve sivil hayata müdahale etmeye başladığında ilmi kariyeri en üst seviyede olduğunu düşündüğümüz bazı rektörlerimiz bile temel hukuk ve insanlık ilkelerini bir yana iterek, kendi üniversitelerindeki öğretim elemanlarına uygulanmak istenen zulme ne yazık ki birden ortak oluveriyorlar.

Bu tecrübeyi ben Sakarya Üniversitesinde maalesef yaşadım. 26 yıllık gurbet hayatından sonra tersinden beyin göçü olsun ve memleketimize ilim hayatında katkım olsun düşüncesiyle öğretim üyesi oldum. Almanya’da kazandığımın beşte birini ancak elde ediyordum ama memleketimde yaşayabilmenin ve bir üniversitede bilimsel çalışmalar yapabilmenin keyfini doya doya yaşamak istiyordum. İki yabancı dil bildiğim için, çok kısa sürede yardımcı doçent ve bilahare doçent oldum ama o da ne. Doçentlik unvanını alanlara normalde birkaç hafta içinde kadro açılırken bizim müracaatımız hiç dikkate alınmıyordu. Durumu öğrenmek için rektör beyden randevu talep ediyorsunuz ama ne gezer, sizi kimse muhatap almıyor. Sanki atılmadığıma şükret dercesine bana Türkiye’yi benden iyi tanıyanlar sabretmemi tavsiye ettiler ve Don Kişotluk yapmamdan vazgeçmemi istediler?! Rektör seçimleri olacak, seçileceği daha doğrusu YÖK tarafından tayin edileceği kesin gözüyle bakılan kemalist, sosyal demokrat ve rotaryen rektör adayı (eski rektör yardımcısı), seçim arifesinde birgün odama gelerek samimi olduğunu düşündüğüm bir yaklaşımla rektör olduğunda bana kadro açacağını vaat etti. Ben 28 Şubat sürecinin yapısını ve etkilerini az çok anladığım için rektör adayına inanmadım ve “bunu yapabilirseniz gözümde kahraman olursunuz” dedim. O ise “kahraman olmaya gerek yok, hukuk zaten senin yanındadır” diyerek bir itirafta bulundu. Tahmin edildiği gibi hemen bütün öğretim üyeleri güçlü olduğunu düşündükleri o rektör adayına oy verdiler. Ben YÖK’ün bu seçim sistemine (aslında aday öneri seçimine) karşı olduğumu göstermek için oyumu “Ord. Prof. Dr. Kenan Evren”e verdim. Oylamada tabii ki oyum geçersiz sayıldı ama yeni rektörümüz beni şaşırtacak kadar iyi niyetli olarak kadromun açılması için çaba gösterdi ve seçimden altı ay sonra beni makamına çağırdı. Bu sefer randevu talep etmediğim halde beni acilen çağırması, müjde vereceğinin bir işareti olabilirdi. Ama oda ne. Rektör bey biraz şaşkın ve çaresiz olarak bana aynen şunları itiraf etti: ”Ali bey, ben senin kadronun ilanı için YÖK’e başvurmuştum ama geri çekmek mecburiyetinde kaldım”. “Peki YÖK mü bunu uygun görmedi?” dedim. “Hayır, başka bir yerden beni aradılar” dedi. “Peki başka bir yer dediğiniz yer neresidir?” dedim cevap veremedi. “Peki hani hukuk vardı dedim”, sustu, “hani gözümde kahraman olacaktınız” dedim yine sustu. Netice bununla kalmış olsa. O tarihten sonra bizim rektör ve fakültemize atadığı dekan, bana üst üste soruşturma açtılar. Yalancı şahitler tutarak başörtülü kız öğrencilere ders verdiğimi iddia ettiler. Yetmedi özel web sitemde yüzlerce bilim ve fikir insanına ait vecizeleri görmezlikten gelerek sadece Said-i Nursi’nin sözlerinden rahatsızlık duymuş olacaklar ki bana “mesleki vakarıma” aykırı davranmaktan dolayı yine soruşturma açtılar. İdari mahkeme, akademik özgürlüğe vurgu yapıp beni haklı bulduğu halde meczupla müctehidi karıştıran rektörümüz Danıştay’a gidip temyizde bulundu. Bütün yaşadıklarım aslında Tuncer Çetinkaya’nın kaleme aldığı “En Uzun Şubat” kitabında ayrıntılarla yazılıdır. Üzüldüğüm taraf nedir biliyor musunuz? Bir bilim adamı rektör olmuş, ama bile bile aynı kurumda çalışan başka bir meslektaşına yapılmak istenen zulmün aktif ortağı oluyor. Kurumsal mobbing uygulayıcısı oluyor. Siyasi konjonktür değişince rektör bey yumuşamaya başlıyor ve bize 5-6 yıl gecikmeli de olsa yine doçentlik kadrosu açmak durumunda kalıyor.

Kısa bir tahlil ve şahsî önerilerim:

1.) Zalimlere ortak olanlar da zalim hükmündedir.

2.) Sivil idareciler kendilerinden güçlü de olsa zalimlere boyun eğmemeli ve ne pahasına olursa olsun hep haktan yana tavır sergilemelidir.

3.) Aktif sabır gösteren mazlumlar, er veya geç haklarına kavuşabilmektedir.

4.) Zulüm yapmış veya zulme ortak olmuş olanlar tevbe istiğfar etmeli ve mazlumların ahını almamak için kendilerini affettirebilmelidirler.

5.) Mazlumlar, kin, intikam duygusu ve düşmanlık beslemeden, yaptıklarından pişmanlık duyan zalimlerin ahiretini düşünerek onları belirli şartlar çerçevesinde affedebilmelidir.

6.) Zulümde ısrarcı olan ve masum insanlara iftira atmaya devam edenlere de mazlumlar şu duayı söyleme hakkına sahiptir: “Ya Rabbi, biz kuvvetli olmadığımız için onların zulümlerine engel olamadık ve(ya) olamıyoruz. Şimdi yalvarıyoruz Sana, onları cümle âleme ibret olacak bir duruma sok!”

 

Basına Yansıyan Haber:

 

28 Şubat sürecinde yalancı şahitlik yaptığı profesörden özür diledi

Sakarya Üniversitesi (SAÜ) öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Seyyar, 28 Şubat post modern darbe sürecinde özel sitesinde Said Nursi'nin sözlerine yer verdiği gerekçesiyle cezalandırıldı. Aleyhine yalancı şahitlik yapanlardan birisi vicdan azabına dayanamayarak yıllar sonra Seyyar'dan özür dileyerek helallik istedi.

28 Şubat 1997'de yaşanan post modern darbe toplumun tüm kesimlerinde olduğu gibi üniversitelerde de büyük mağduriyetlere sebep oldu. Sürecin üçüncü yılanda üniversitelere yapılan baskılar sonucu yaşanan mağduriyetler iyice arttı. Bu mağduriyeti yaşayan öğretim üyelerinden birisi de Prof. Dr. Ali Seyyar. O dönem İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi çalışma ekonomisi bölümünde doçent olarak görev Seyyar, fakültenin resmi internet sitesinden özel www.sosyalsiyaset.com isimli internet sitesine link sağlayarak bu sayfada 'bir cemaat liderinin (Said Nursi) sözlerine yer verip öğrencilerin ve kamuoyunun yanlış izlenimler edinmesine neden olmak' suçlamasıyla dönemin rektörü Prof. Dr. Mehmet Durman tarafından hakkında soruşturma açıldı. Soruşturma sonucunda 'öğretim üyelerinin taşıdığı sıfatın vakarına yakışmayan tutum ve davranışta bulunma gerekçesiyle' Seyyar'a uyarma cezası verildi. Bu gerekçeye oldukça üzülen Seyyar, cezanın kaldırılması için 1.Bölge İdare Mahkemesi'ne başvurdu. Mahkeme web sayfasında yer verilen Batı ve Doğu medeniyetlerine ait 163 düşünürün sosyal içerikli sözlerinin yayınlandığı sitede 272 vecizenin bulunduğu ve sözlerin suç unsuru taşımadığına kanaat getirdi. Dönemin rektörü yerel mahkemenin kararını itiraz ederek Danıştay'a temyize götürdü. Danıştay da memurlara çıkan genel bir affa dayandırarak dosya ile ilgili takipsizlik kararı verdi. Seyyar, mücadelesini sürdürdüğü için kendisini yıldırmak amacıyla iftira da atıldığını belirtti. Fakültedeki odasına başörtülü öğrencilerin girmesi sebebiyle 'başörtülü öğrencilere sınıfta ders anlatıyor' diye iftira atıldığını belirten Seyyar, bir daha yaşamak istemediği o günü şöyle anlattı: "Üniversitede çalışan 3 personeli ikna ederek aleyhime şahitlik yaptırdılar. Amaçları yıldırmak, korkutmak, sindirmekti. Başörtülü öğrencilerin muhatap olmasından bile rahatsız oluyorlardı. Hakkımda şahitlik yapan bir personel bana gelerek yıllar sonra özür diledi. Zorla şahitlik yaptırıldıklarını, hakkımı helal etmemi istedi." Seyyar, diğer iki kişinin de pişman olduğunu, ancak utandıkları için gelemediklerini söyledi.

"5,5 yıl doçentliğimi saymadılar"

Ali Seyyar, doçent olmasına rağmen, üniversitede doçentlik kadrosu açılmadığı için 5,5 yıl boyunca yardımcı doçent olarak çalıştığını ve düşük ücret aldığını kaydetti. Seyyar, dönemin rektörüyle arasında geçen ilginç konuşmayı şöyle özetledi: "Dönemin rektörü bana 'Ali Bey, ben senin kadronun ilanı için YÖK'e başvurmuştum ama geri çekmek mecburiyetinde kaldım' dedi. Ben de 'Peki YÖK mü bunu uygun görmedi?' dedim. 'Hayır, başka bir yerden beni aradılar' dedi. 'Peki, başka bir yer dediğiniz yer neresidir?' dedim, cevap veremedi."

Bu süreçte Ali Seyyar'ı en çok üzen olay ise bir siteden ev almasının istenmemesi olmuş. Kendisine göre 'mim'lendiği için site sakinlerinin 'başımız belaya girer' düşüncesiyle, kendisinin o siteden ev almasını istemediklerini ifade eden Seyyar, "Bu duruma ne kadar çok üzüldüğümü anlatamam. Kendimi toplum tarafından da dışlanmış hissetmek bana çok acı verdi. Günlerce uyuyamadım. Bana sahip çıkılmaması, bir suçlu muamelesi yapılması ziyadesiyle üzdü. Çok şükür artık o süreç geride kaldı." ifadelerini kullandı.

Dönemin rektörü Prof. Dr. Mehmet Durman ise Seyyar'a Said Nursi'nin sözlerine yer verdiği gerekçesiyle kınama cezası vermesi olayını hayal meyal hatırladığını belirterek, "Şikâyet gelmiştir. Ceza alıp almadığını da net hatırlamıyorum. Konuyu kendi fakültesinde oluşturulmuş bir komisyon incelemiştir." dedi.

Seyyar'a doçentlik kadrosu açılmamasıyla ilgili aralarında geçen konuşmayı hatırlamadığını vurgulayan Durman, kadro konusunun kendisinden önce başlayan bir sorun olduğunu savundu.

Kaynak:

http://cihan.com.tr/photo/Prof-Dr-Ali-Seyyar-CHNzA1MjAxLzEvMjQvMC8y; jsessionid=B4C39480D77F932FE1098EEC0AA61F3E

http://www.milligazete.com.tr/haber/yalanci-sahit-ozur-diledi-239370.htm

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1289088&title=28-subat-surecinde-yalanci-sahitlik-yaptigi-profesorden-ozur-diledi

http://www.sakaryarehberim.com/others/yesilyurt/haber.php?xnumber2= 169406

http://www.habermi.com/28-subat-surecinde-yalanci-sahitlik-yaptigi-profesorden-ozur-diledi-648647h.html

 

Haberle İlgili Yorumlar:

 

Neşat Sazoğlu (sakaryahalk@sakaryahalk.com)

ESKİ REKTÖR DURMAN DA FİŞLEMİŞ!

Birkaç gündür Sakarya Halk Gazetesi 28 Şubat post-modern darbesini hazırlayan Batı Çalışma grubunun içinde görev alanlarca fişlenen siyasetçileri, bürokratları, öğretim üyelerini ve sivil toplum kuruluş üyelerinin isimlerini yayınlamaktadır…

En son geçen hafta gazetemizin birinci sayfasında "Helallik İstediler" başlıklı manşette 28 Şubat sürecinde SAÜ öğretim Görevlisi Prof. Dr. Ali Seyyar aleyhine yalancı şahitlik yapılmış…

Habere göre de: "O dönem İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi çalışma ekonomisi bölümünde doçent olarak görev yapan Seyyar, fakültenin resmi internet sitesinden özel www.sosyalsiyaset.com isimli internet sitesine link sağlayarak bu sayfada 'bir cemaat liderinin (Said Nursi) sözlerine yer verip öğrencilerin ve kamuoyunun yanlış izlenimler edinmesine neden olmak' suçlamasıyla dönemin rektör yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Durman tarafından hakkında soruşturma açıldı…"

Haberin içeriğini okuduğunuzda sosyal demokrat geçinen 28 Şubat 1999 yıllarında rektör yardımcısı olan Prof. Dr. Mehmet Durman öğretim üyesi Ali Seyyar'a soruşturma açmış…

Üniversite gibi bilim üreten kurumlarda yalancı şahitlik yapanları ilk kez duydum…

Yalancı şahitliğin yapıldığı eğitim kurumlarının bilimsel verimleri de ortadadır…

Demek ki birinin önünü keseceksen yalancı şahitler tutacaksın…

Kişileri zan altında bırakmak ve işlerinden etmek istiyorsan da hikayeden sorgulama yapıp, gereği düşünüldü deyip kestirip atacaksın…

İnsanlar ne çabuk değişiyor…

Fişleme adı altında, SAÜ eski rektörü Prof. Dr. Mehmet Durman'ın (o dönemde) böyle bir soruşturmanın altına imza atmasına da hiç şaşırmadım…

Bilim adamı dik durmasını bilendir…

İlim adamı araştırmadan önüne konulan kağıdın üzerine kaşe basmaz…

Eğitmenler başını öne eğecek işlere girmez…

Unvan almak kolaydır…

Önemli olan o Unvanın hakkını vermek ve asaletini taşıyabilmektir…

Yoksa tarihte ne unvan ve koltuk sahibi olan kişiler var ama hiç iyi anılmıyor…

Şunu da belirteyim Ali Seyyar'ı hiç tanımam kişiliğini de bilmem beni de çok enterese etmiyor…

Sadece kendisine 28 Şubat 1999 yılında yapılan fişlemenin ne ahlaki nede hukuki yanı vardır…

Hukuki yanı olmadığı 28 Şubat post-modern darbenin kahramanlarının şu an adaletin önünde hesap vermelerinde belli…

Umarım bu post modern darbeyi destekleyenleri ve verilen hukuksuz emirleri yerine getirenleri ve bu darbeyi fiilen kurumlarda uygulama sonucunda parçalanan ailelerin, kırılan onurların geri iadesini Ankara ve İstanbul savcıları gibi Sakarya'da ve diğer illerde de takip edilmesi gerekmez mi?

http://www.sakaryahalk.com/koseyazilari/1026/eski-rektor-durman-da-fislemis.aspx